1976’da Çermik’teki politik ortam ve Silvan’daki miting
Yaşamımda iz bırakan anılar-8
Üç yıla yakın bir süre kaldığım ve iki yılını Etibank Aluminyum Tesislerinde çalıştığım Konya’nın Seydişehir ilçesinden ayrılmak zorunda kalmıştım. MC (Milliyetçi Cephe) hükümetinin zorla toplu sözleşme yetkisini faşist sendikaya verdirmesi ile sendikamız yetkiyi alamayınca gergin bir altı ay yaşamıştık. 15-16 Haziran 1976’da ise faşistler fabrika ana giriş kapısını güvenlik görevlileri ile birlikte tutup devrimci işçileri içeri sokmamış ve ünitelere saldırınca çoğu arkadaşlarla birlikte üç gün işe gidemeyince işten atılmıştım. Ankara’da tanıdık bir doktorun geçmiş üç günü de kapsayan bir haftalık raporunu getirince üç gün izinsiz işe gitmediğimden tazminatsız işten atılmayı durdurup, normal işten ayrılıyormuşum gibi iki yıllık iş tazminatımı almış ve Çermik’e geri gelmiştim.
Üniversite sınavlarına da önceden müracaat etmiştim. Sınav yeri Ankara’yı yazdığımdan Ankara’da Hukuk Fakültesi anfisinde sınava girip tekrar Çermik’e döndüm. İki yıl önce de Ankara Gazi Eğitim Enstitüsünün sosyoloji bölümüne kayıt yaptırmıştım. Okul faşist işgali altında olduğundan öğrencilerin çoğu okula gidemediğinden devam zorunluluğu kaldırılmıştı. Zaten ben de Seydişehir’de çalışıp sendikal mücadele içindeydim ve kaydımı yaptırdığım bölümü de beğenmiyordum. Amacım askere gitmemek için okula kayıt yaptırmış, sınav zamanı gelince Ankara’ya gidiyordum.
Çocukluk arkadaşım Ali Karabaş Belediye Parkı’nda çay ocağı işletmeye başlamıştı, kahvelerden ziyade parkta oturmaya başladım. İlk ve ortaokulu birlikte okuduğum çocukluk arkadaşlarım, yaz tatilinden dolayı Çermik’e gelen dostlar da parka gelip birlikte oturup politik konuları konuşup tartışıyorduk. Kırşehir Öğretmen Okulu MC hükümeti tarafından kapatılınca Çermikli birkaç öğrenci de geri dönmüş, onlar da parkta oturmaya başladılar. Onlar bana Kırşehir Öğretmen Okulu’ndaki devrimci mücadeleyi anlatıyor, Ankaralı olan bir iskâncı öğretmen Seyit Alp’ten ilgi ile bahsediyorlardı. İskâncı Kürt olan Seyit Alp’la Ankara’ya taşındıktan sonra tanışıp sohbet etme imkânım oldu, yazdığı Welat isimli romanını da okudum.
Çermik, komşu ilçeler Siverek ve Ergani’ye göre politik ve sosyal uyanış açısından geriydi. 1972’den önce Çermik’te lise de yoktu. Ben Siverek’e, çoğunluk ise Ergani’ye lise okumaya gitmişlerdi. Lise okumaya gidenlerin çoğu Ergani’de sol görüşleri benimsemişti. Yeni açılan Çermik Lisesi gençliğinde ise sola eğilim yaygındı. Yanı başındaki Çüngüş ise daha da geriydi. Karakaya barajının yapılmasıyla Çüngüş biraz dışarıya açılmış oldu. Çermik’te yaygın olan asimilasyon sonucu Türkleşmeyi ve geleneksel değer yargılarını kırmak, sol görüşleri yaymak için uğraşan az sayıdaki ilerici öğretmen ve memurlara ben de katılmış oldum.
Çermik’te önce TÖB-DER ardından da TÜM-DER şubesi açılmıştı. Karamehmetlerden Kel Mehmet Ali’nin Çermik’te MHP ilçe teşkilatını kurmak istediği ayrıca konuşulmaktaydı. TÖB-DER aktif olarak çalışıyor, Çermik’in yerli öğretmenleri ve dışarıdan gelenlerle lokal boş kalmıyordu. TÖB-DER Çermik şubesi başkanlığını Ergani Macîran (Orta Yazı) köyünden Ahmet Hoca yapmaktaydı. Köyü Ergani’nin batısındaki en verimli ovanın ortasında yüz yıl önce Kafkaslardan getirilen Türkler için kurulmuş, bu verimli arazileri devlet onlara vermiş. Çevresi Kürt köylerinden oluştuğundan bir iki nesil sonra Kürtleşmişler ve Kürtçe ana dilleri olmuştu. Bu köyden olan Ahmet Hoca ise Hikmet Kıvılcımlı taraftarıydı. Anlatıldığına göre Macîran köyünden öğretmen olan Nusret Yılmaz Kıvılcımlı hareketi ile çalışmış, 1970 ortalarında kurulan Kıvılcımcı Vatan Partisi kurucu ve yöneticisi olmuş, kendi köyünde okuyan gençlerin çoğunu etkileyerek Kıvılcımcı olmuşlardı. TÜM-DER şubesinin başkanı ise Ahmed Engin olmuş, kuruluşunda emeği geçmişti.
Belediye binası arkasındaki bir evin balkonuna MHP Çermik teşkilatı yazılı tabelanın asıldığını duyduk. Parkta toplanıp tabelayı en kısa zamanda indirip kıralım kararını aldık. Ertesi günü bu işi yapacak arkadaşları seçelim demiş ve dağılmıştık. Sabah ben evden çıkmadan gelen bir genç arkadaş Ali Karabaş’ı polis tutuklamış söyleyince hemen çarşıya polis karakolunun önüne gelip toplandık. Öğlen sonu Ali’yi savcılığa götürdüler ve savcı serbest bıraktı. Ali Karabaş sabah erkenden tek başına gidip MHP tabelasını indirip kırmıştı. Şikâyet edilince polis gözaltına almıştı. Topluca parka gelip oturduk. Ali’nin tek başına bu işi yapmasına biraz sitem ettim.
Tayfun Hoca da Çermik Yatılı Bölge Okulu’nda görev yapmaktaydı. Öğretmenlerin büyük bir bölümünü Tayfun Hoca etkilemiş, çoğu ileride DDKD taraftarları olacaklardı. Çermik’teki bazı gericiler özellikle terzi Nazım MHP’li olup diş geçirebildiği devrimcilere ve Öğretmenlere tacizde bulunmaktaydı. Tayfun Hoca’ya da bir gün sataşmak isteyince Hoca ona iyi bir ders vermişti. İlginç olan ise, Apocu çizgide olan bazı gençlerin de Hocayı vurmak istemeleriydi. Kırşehir Öğretmen Okulundan atılan öğrencilere bu kez Tunceli Öğretmen Okulu’nda okuma hakkı tanınınca Dersim’e gitmişler döndüklerinde ise yeni yeni kendinden bahsettiren Apocu çizgiyi savunarak dönmüşlerdi. Dersime gitmeden önce hep yanıma gelirler onlara sosyalizm ve Kürt ulusal mücadelesini anlatırdım. Devlet yanlısı gericileri anlıyorduk fakat Apocuların Tayfun Hoca’yı vurmak istemeleri ise düşündürücüydü. Benim taraf olduğum bir grup daha yoktu. Antisömürgeci bir Kürt yurtsever devrimcisi olarak genel sol görüşleri savunmaktaydım.
Öğretmenler içinde Çermikli olan Mahmut Aktaş çok aktifti. Sık sık Mahmut Hoca ile ya kahvede, ya Ali Karabaş’ın parkında ya da TÖB-DER’de karşılıklı konuşup görüş alışverişinde bulunur, Çermik’te faşist ve gerici kesimin taban bulmaması için ne yapılmalı diye konuşurduk. Mahmut Hoca cesur ve yiğit biriydi, gerici kesimler ondan çekinmekteydi. Özellikle yabancı hocalara karşı bazı gerici ve devlet yanlıları taciz etmek isterken Mahmut Aktaş onlara karşı tavır koyar ve engellerdi. TÜM-DER’den de Ahmet Engin çok aktifti, gerici ve devlet yanlıları ondan da çekinmekteydiler. Tayfun Hoca’ya karşı yapılabilecek saldırılara karşı sert tavır koyunca Ahmet Engin Apocularca kurşunlanmak istenmiş, yara almadan kurtulmuştu. Süleyman Süzer ve Celal Değirmenci de o dönem Çermik’te yurtsever devrimci mücadelede emeği geçenlerden biriydi.
Ankara’da oturan Yusuf Andiç yaz tatili için Çermik’e gelmişti. Yusuf’u 1973 yaz aylarında Ankara Rüzgarlı sokakta bulunan Çermiklilerin kahvesinde çalışırken görmüş, ODTÜ’de okuduğunu duymuş fakat oturup konuşmamıştık. Merdivenli kahvede öğretmenlerle otururken Yusuf da gelince birlikte oturup sohbet etmeye başladık. Parka gidip Ali Karabaş’la tanıştırdım. Yanımıza gelen gençlerle yine politik konuları sohbet ederken Yusuf’un açıklamalarını ilgi ile dinledim ve teorik olarak güçlü olduğunu anladım. Öğleden sonraları hava serinleyince parka gelen arkadaşlar ve gençlerle birlikte her gün bir konuyu konuşmaya başlıyorduk. Konular ise; Sosyalizm nedir, emperyalizm, kapitalizm, diyalektik nedir, materyalist felsefe, faşizm, ulusların kaderlerini tayın hakkı ve sömürgeciliği konuşup Yusuf’la birlikte anlatıyorduk.
Bir gün yukarı fırının arkasındaki bir kahvede Yusuf’la otururken yabancı olduğu beli bir yaşlı adamla bir bayan gelip kahvede oturdular. Yaşlı adam fötrlü ve saçları bembeyazdı, yanındaki bayan ise Türkçe bildiğinden tercümanlık yapmaktaydı. Yusuf onlarla İngilizce konuşmaya başladı. Yaşlı adam ikide bir eski Çüngüş Yolu sokağına sık sık bakınca yüz hatları değişiyordu. Çermik tarihi ile ilgili Yusuf İngilizce onlara bir şeyler anlattı. Sonradan kalkıp gittiklerinde Yusuf’a; “dikkatini çekti miadam hep sokaktaki evlere bakıyordu” Yusuf’ta fark etmişti. Kafamda acaba Çermikli Ermenilerden öldürülmekten kurtulanAmerika’ya kaçmış biri mi? sorusu takıldı.
Yusuf’la sohbetlerimiz her gün daha da derinleşiyordu. Ona Seydişehir’deki sendikal mücadeleyi, DİSK ve Maden-İş’i anlattım. Özgürlük Yolu ve Rızgari dergilerini okuduğumu söylediğimde kendisinin de Rızgari dergisi görüşlerini benimsediğini, Ankara’da inşaat mühendisliğinde okuduğunu, ayrıca Ankara Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğünde çalıştığını, Ankara’ya gelirsen mutlaka görüşelim söyleyince olur dedim. Dönmeden bir gün önce ben ve Ali Karabaş Yusuf’u Sinek çayında balık tutup yemeye davet ettik. Ali Karabaş sanki ellerinde yapıştırıcı varmış gibi balıkları taşın kovuklarından elleri ile tutup dışarı atmasını ilgi ile izledik. Yanımıza yağ ve tava da almış, ateş yakıp balıkları pişirip yedik. Ertesi gün Yusuf ailesi ile birlikte Ankara’ya döndü.
Gündüzleri parkta akşamları ise kahveye gider öğretmen arkadaşlarla oturup konuşmaktaydım. Bir gün Mahmut Aktaş şu öneriyi getirdi: “Ağustos ayında Çermik’ten yüzlerce köylü kamyonlarla Çukurova’da pamuk toplamaya gitmekteler. O ay biz de bir gurup arkadaş gidip pamuk toplayalım ve sömürülen pamuk işçilerinin yaşamını gözlerimizle görüp onları örgütleyelim.” Önerisini düşünelim dedik. Bu arada Silvan’da bir miting düzenleneceğini yine Mahmut Aktaş söylemişti. Miting günü biz beş kişi gitme kararı verip önce Diyarbekir’e oradan da Silvan’dan geçen bir otobüse binip Silvan’a gittik. Silvan’a ilk kez gidiyordum. Büyük bir jandarma birliğinin olduğunu gördüm. Miting alanına yürüdük. Silvanlılar, çevre kasaba ve Diyarbekir’den çok insan gelmiş miting alanı dolmuştu. 1976 Haziran ayı sonuydu ve hava ise çok sıcaktı.
Mitingi düzenleyenler konuşurken sloganlar da atılmaktaydı. Atılan sloganlar genellikle Kahrolsun Sömürgecilik, Kurdara Azadi, Kahrolsun Faşizm, Kahrolsun Ağalık ve ilk kez duyduğum Brusk-Çeko-Şivan biji Kurd û Kurdistan sloganlarıydı. Kısa bir süre sonra o sloganın anlamını öğrenecektim. İlgimi çeken ise 8-10 yaşlarındaki bir Kürt kızının kürsüde okuduğu Kürtçe şiir ve söylediği Kürtçe şarkıydı. Çoketkileyiciydi ve büyük bir alkış topladı. Mahmut Aktaş şiiri okuyan küçük kızın mitingi düzenleyenlerden biri olan Muhterem Biçimli’nin kızı (ismini sonradan öğrendim) Laleş olduğunu söyledi. Miting alanının bir köşesinde tartışma olduğunu gördük. Mitinge katılan bir grup bir ‘Kahrolsun Revizyonizm’ pankartı taşıyınca mitingi düzenleyenler ve kalabalık bir grup engellemek isteyip indirmeye kalkınca tartışmalar başlamıştı. Sonradan yakından tanıyacağım bazı şahsiyetler araya girip kavga çıkmasını engellediler. Bu şahsiyetlerden Mehdi Zana, İbrahim Güçlü, Ata Şen aklımda kalanlardı. Kürt devrimcileri arasında farklı gruplaşmaların başladığının bir işaretiydi o pankart. Dikkatimi çeken bir durum ise kendilerini PDA (proleter Devrimci Aydınlık) isimle adlandıran küçük bir grubun da katılıp problem çıkmasına neden olduklarını duyacaktım.
Miting sonrası acıkınca bir bakkala girdim. Kasada bulunan orta yaşlı birine; “Yarım somun ve içine 100 gram Antep helvası” isteyince, bakkal sinirlenerek; “Herrê işê xwe! Çıma Tirkî kisa kir” diye çıkıştı. Şaşırmıştım. Bakkala Kürtçe bilmediğimi söyleyince nereli olduğumu sordu. Çermik’ten mitinge geldiğimi söyledim. Bakkal yine sertçe; “Kürt’sün dilini bilmiyorsun, satmıyorum hadi işine” demesine kızmıştım. Ona; “Sen Zazaki biliyor musun? Biz Zazaki konuşuruz,” deyip bildiğim birkaç kelime Dimîlî söyleyince bakkal; ”Başta söyleseydin, Zazakide Kürt’tür,” diyerek yarım somunun içine helva koyup bana verirken; “Kusura bakma,” dedi. Bakkal eğer Dimîlî bilip benimle konuşsaydı halim nice olurdu? diye düşünerek dükkândan çıktım. Silvan’a asimilasyonun girmemesi, hemen herkesin Kürtçe konuşması beni etkilemişti. 1973’te Konya garajında iskâncı bir teyzeden duyduğum azardan sonra ikinci kez ana dilimi konuşamamaktan utanmıştım.
Bir otobüsle Diyarbekir’e geldik, akşama doğru da Çermik’e geri döndük. Yakında Ankara’ya gideceğimden Mahmut Aktaş’a Çukurova’ya pamuk toplamaya gelemeyeceğimi söyledim. Mahmut ve üç arkadaş Adana’ya gitmişler ve tanıdık Çermikliler yardımıyla Çukurova’da bir pamuk tarlasında iki gün pamuk toplayınca elleri ve kolları kan içinde kalmıştı. Pamuk işçilerini örgütlemek için propaganda yaptıklarını duyan tarla sahiplerinden biri hemen onların işine son verip tarlayı terk etmelerini isteyince yeniden Çermik’e elleri ve kolları yara bere içinde dönmüşlerdi.
1976 Eylül başında Ankara’dan arayan eniştem üniversite sınav sonucunun geldiğini, kimya mühendisliğini kazandığımı, kayıt yaptırmak için gelmemi söyledi. Ergani’ye gelip daha önce halam oğlu Müslüm Üzülmez’den okumak için aldığım kitapları geri verdim. Müslüm de kimya mühendisliğini okuyup bitirmek üzere olduğundan bilgi aldım. Ayrıca bana sakladığı birinci sınıf kitaplarını da verince teşekkür edip Diyarbekir’e gelip bilet alıp bir otobüsle Ankara’ya geldim. Ankara’da benim için yaşamımı ömür boyu etkileyecek olan yeni bir dönem başlıyordu.
*1970’li yıllarda Çermik’te yurtsever devrimci mücadelede katkısı olup yaşamını kaybedenleri: Ali Karabaş, Mahmut Aktaş, Süleyman Süzer, Yusuf Andiç, Celal Değirmenci ve diğer arkadaşlarımı saygı, sevgi ve hürmetle anarım.
Kamil Sümbül
25 Ekim 2022