“3.Yol/İttifak” Önerileri, Türk Egemenlik Sisteminin Neresindedirler?
Abdullah Öcalan’ın, daha Mayıs 2019’da, yani İstanbul Büyükşehir Belediye Seçimleri’nin yenilenmesi sürecinde, Kürdler için “3. Yol” adıyla bir ittifak önerdiği ve bu ittifakın halen de anılan çevrenin belli bir kesimi tarafından zaman-zaman dillendirilip gerçekleştirilmeye çalışıldığı biliniyor.
HDP eski Genel Başkanı Selahattin Demirtaş da, geçenlerde, “HDP’nin öncülüğünde üçüncü bir ‘demokrasi ittifakı’ ilan edilebilir” fikrini ortaya attı.
“3. Yol” ve “3.İttifak” önerileri, adları itibariyle, ilk bakışta, Türk egemenlik sisteminin temel ilkelerini savunan ve ilk iki sırayı/rakamı (1 ve 2) temsil eden “Cumhur ittifakı” ile “Millet İttifakı”nın politikalarının aksine, Kürdlerin kendi kendileri için siyasal özne olmasını; Türkiye’de şu veya bu iktidarı/hükümeti değil, Türk egemenlik sisteminin kendisini hedefleyen milli bir yol ve yordamı çağrıştırıyorlar gibi. Ki bu, HDP’nin tabanının büyük çoğunluğu dahil, tüm yurtsever ve milletperwer Kürdlerin “Xewn û Xeyalî”, görüşü/bakışı ve talebidir.
Oysa gerçekte, söz konusu “3. Yol” ve “3. İttifak” önerileri, bunların zamanlamaları, içerikleri ve dolayısıyla amaçları itibariyle rakamlardaki sıralamanın (1,2,3) aksine, temelde Kürd siyasi hareketinin ve ulusal dinamizminin, Türk egemenlik sistemini savunan ilk iki Türk ittifakın kıskacının tam da ortasında/bataklığında kalmasını ve zamanla ehlileşip Türklüğe entegre olmasını hedefliyorlar. Aralarındaki fark, ilkinin bu bataklığın tahteravallisinde Türkçü-İslamcı ağırlıklı “Cumhur ittifakı”nı ikincisinin ise Türkçü-Modernist ağırlıklı “Millet ittifakı”nı tercih etmesidir.
Abdullah Öcalan’ın, tüm PKK ve çevre örgütlerince de benimsenip savunulan totaliter “KCK Sistemi” ile titizlik içinde hayata da geçirilmeye çalışılan milletleşme ve devletleşme karşıtı görüş ve tutumu biliniyor. Öcalan’ın, Kürdler için “3. Yol” önerisinin zamanlaması ve ilk icraatı da anılan anlayış ve tutumla uygunluk içindedir. Bilindiği gibi “3. Yol” önerisi ; 2019’da AK PARTİ’nin İstanbul seçimlerinin sonucuna itirazı nedeniyle yenilenen İstanbul Büyükşehir Belediye Seçimleri esnasında ortaya atıldı. Amaç, Kürdlerin anılan iki ittifaktan bağımsız olarak, kendi kendileri ve çıkarları için siyasal bir özne gibi davranmak yerine, HDP’nin de çağrısıyla Kürdler arasında CHP adayı Ekrem İmamoğlu lehinde gelişmekte olan trendi, AKP adayı lehine bir biçimde engelleyip değiştirmekti. O AK PARTİ ki, sadece Kürdistan’ın dört parçasında değil; dünya çapında, Kürdlere adeta savaş açmış, iktidarda kalmasını böylesi bir politikaya bağlamış durumdadır.
Selahattin Demirtaş’ın “3. İttifak” önerisine gelince… Söz konusu önerideki “İttifak”ın beşinci ve aynı zamanda da sonuncu temel ilkesi şöyledir: “Demokratik ve sivil bir anayasa yapılması ile Cumhuriyet’in temel ilkelerine sahip çıkılarak toplumsal barışın sağlanması.”
Her şeyden önce, Kürd milli hareketinin ve mücadelesinin temel amacı, Türkiye’de, “Demokrasi” ve “toplumsal barış”ı sağlamak değil; iki ulus arasında, tam hak eşitliğine dayanan bir çözümle “demokrasi” ve “barış”ı sağlamaktır. Böylesi bir “demokrasi” ve “barış”ın temel engeli de, Selahattin Demirtaş’ın sahip çıkmayı önerdiği “Cumhuriyet’in temel ilkeleridir. Yani, her iki ittifakın ve neredeyse tüm Türklerin de Anayasa’da “değiştirilmez” olarak gördükleri ve bu nedenle “kırmızı çizgi”leri olarak ilan ettikleri ilk dört maddedir.
Özcesi söz konusu çevre, “3. Yol/İttifak” önerileriyle tüm baskı, zülüm ve kırımlara rağmen, artık bırakalım yok edilmek; günden güne daha bir gelişip radikalleşmekte olan Kürd milli dinamizminin milletleşme ve devletleşme ile ilgili hayal ve taleplerinin mücadelesini, basit bir etnik kimlik ve kültürel farklılık için verilen bir mücadeleye indirgeyerek, Türk egemenlik sisteminin entegrasyonist planlarına uygun politikalar gütmeye ve uygulamaya devam ediyor. Bu politika ve uygulamasında milli amaç, bilinç, sembol, değer ve bunlara ilişkin söylem ve kavramlardan özellikle kaçınılıyor. Üstelik bu politika, Kürd milli davasının tüm haklılık ve meşruiyetini gölgeleyen, ona zarar veren siyasal şiddet yoluyla gerçekleştirmeye çalışılarak, Kürd milli davasının ve mücadelesinin “terörizm” ile özdeşleştirilip damgalanmasına araçlar sağlayıp yol açıyor; Kürd ve Kürdistan karşıtı politikaya ve uygulamalarına olanaklar yaratıyor, onu etkili kılıyor.
Açıktır ki bu politikanın sahipleri, mevcut koşullarda Kürd milli dinamizmi üzerindeki hegemonyalarıyla, yüzyılı aşan tarihsel bir mücadele ile oluşup günden güne daha bir gelişen ve tek başına hiçbir siyasi hareketin “malı” olmayan ve olmayacak da olan bu dinamizmin, bilincini çarpıtarak, rotasını değiştirerek, entegrasyon yolunda, sistem içinde tutulup etkisizleştirilmenin politikasını güdüyor ve uyguluyorlar.
Oysa Kürd milli hareketi, her millet gibi, kendi ülkesinin egemen yöneticisi olmak ve böylece milli hak ve özgürlüklerine kavuşmak için mücadele ediyor, etmelidir. Böylesi bir hareket, siyasal şiddete dayalı mevcut entegrasyonist politikanın aksine, her yanı ve yönüyle meşru olan temel amacını, her koşul ve sahada, konunun kendi değerleri, sembolleri kavramlarıyla açıklıkla ortaya koymalı; ayrı bir millet olduğunu, bu milletin Kürdistan adında bir ülkesi bulunduğunu ve kendi ülkesinin egemeni olarak kendi kendisini yönetmek için mücadele ettiğini belirtmelidir. Bu yapıldığı oranda, hem Kürdlerin konuyla ilgili milli algı ve bilinçleri doğrultulup pekiştirilerek mücadeleleri güçlendirilecek, hem de Türk toplumunun büyük çoğunluğunun Kürd ve Kürdistan sorunu ile ilgili mevcut paranoyal zihniyet ve tutumunun değişmesinin önü açılacaktır. Zira Türk egemenlik sisteminin, Kürd ve Kürdistan sorunu hakkında, yüzyılı aşkındır sürdürdüğü red, inkâr ve imha politikasının bir sonucu olarak Türk toplumunun ezici çoğunluğu, Kürd milli davasının “dış parmaklar” ile yaratılıp sürdürülen yapay bir sorun olduğuna inandırılmış durumdadır. Kürd ve Kürdistan sorunu, bu toplumun yarattığı ve yaratacağı siyasal aktörlerle çözüme kavuşturulmak durumunda olacağına göre, Türk toplumunun bu zihniyetini değiştirecek bir politikayı benimseyip uygulamanın önemi ortadadır.
“3.Yol/İttifak” önerileri, tüm bu olumsuz, kandırmaca niteliklerine rağmen, mevcut siyasal koşullardaki birkaç nedenle Kürd ulusal dinamizminin büyük çoğunluğu tarafından benimsenip desteklenecek gibi görünüyor. Bu nedenlerin başında, Türkiye'de Cumhurbaşkanı seçilebilmek için, oyların yüzde 51'ni almaya dayanan Cumhurbaşkanlığı Seçim Sistemi’nin, Türklerin iki ittifakı (Cumhur ve Millet) arasındaki iktidar yarışında, Kürdlerin oylarını kıymetlendirip belirleyici kılmasıdır. “Cumhur İttifakı”nın, anti Kürd politikasıyla bu belirleyiciliği, her geçen gün, kendi aleyhine ve tabii “Millet İttifakı” lehinde daha bir geliştirip konsolide edeceği anlaşılıyor.
Bu konsolidasyon trendi, Kürdlerin yüzyılların milletleşme ve devletleşme mücadelesi yolunda, tarihte hep yapageldikleri siyasal ve örgütsel olarak kendileri için bağımsız bir özne olma çabalarının süreçlerini olumsuz etkiliyor. Kürdlerin, yüzyıl sonra, yine başkalarının çıkarları -örneğimizde “Türkiye demokrasisi”- için bağımlı bir özne olma yanlışını tekrarlamalarına neden oluyor.
Türkiye siyasetinde “3. Alternatif” konumlandırması, Kürdlerin milli varoluş konumlanmasında, kendileri için “Birinci Güç” olmaları stratejik konumlanmalarını kaydırma, kimlik değiştirme gibi riskleri barındıran son derece hassas bir konudur. Türkiye siyasetinde, üçüncülük ya da bir başka sıra numarası önermesi, salt pratik bir rasyonalite olarak siyasi bir konumlanmayı değil, kimliksel dönüş(tür)me eğilimleri taşıyan ideolojik bir önerme özelliğini arz etmekte, içermektedir. Dolayısıyla, böylesi bir konumlanma, Kürd siyasetinin stratejik yönelimi olamaz.
Kürd siyasetinin Türkiye seçimlerine ilişkin tutumu, onun bir kimlik olarak stratejik konumlanıp milli inşanın aktörü ve öznesi olmakla ilgili temel kurucu özelliğini, sosyolojisini değiştirmeye yol açacak yönelimlerin, konumlanmaların içine çekilmesinin nedeni olmamalıdır. Kürdler, bu riski görmeli ve pratik gerekçelerle girmek zorunda oldukları güncel siyasette stratejik konumlarını korumalı, pratik gerekçelerle kaderlerini belirleyecek güdülemelere yol açabilecek önermelerde, milli anlayış ve reflekslerle son derece hassasiyet göstermek zorundadırlar. Kürdlerin temel yönelimi, kendi kendisi olmanın, ulusal kimlik merkezli bir siyasetin ve o siyaset için kurucu olacak güçlü bir siyasal aktörün yapılandırılması yönünde olmalıdır.
Bu siyasal özne ve güç, Kürd siyaseti için “Birinci Aktör” olmak zorundadır. Türkiye siyaseti için önermelerde bulunmak, Kürdler için anılan temel siyasetten saparak, Kürdlerin geleceğini karartabilecek kumpasları, Kürdlük kimliğinden uzaklaşma gibi tehlikeleri içinde barındırıyor. Günlük siyasi tutumların bulanık, sisli havası içinde, temel milli amaçlar doğrultusunda farkındalıklar ortaya koymak; Kürdleri, Kürd refleksi göstermeye çağırmak, Kürd siyasetçilerinin ve aydınlarının günümüzdeki en önemli görevleri arasındadır. Bu kaygı, önemle anlaşılması gereken varoluşsal bir kaygıdır. Kürd kimlik merkezli siyasetin kendi varlığı için konumlanmasını tahrip edecek risklere dikkat çekmek sürekli gündemimizde olmalıdır.
Kürdler kimsenin yedeği/yaması değil, kendi kaderlerinin “Birinci” gücü olmalıdır. Tek çare/yol öncelikle kendimiz için “Birinci İttifak” olma önermesindedir.
09.04.2021
Sait Aydoğmuş
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.