Celâl Temel

Celâl Temel

Yazarın Tüm Yazıları >

49’lar olayı öncesinde, 14 Temmuz 1958 Irak Devrimi ve bunun Türkiye’ye yansıması     

A+A-

 

       14 Temmuz 1958’de, Irak’ta “Kara Rejim” diye adlandırılan Haşimi Krallığı, Özgür Subaylar Yüksek Konseyi Başkanı General Abdülkerim Kasım’ın önderliğinde gerçekleştirilen kanlı bir darbeyle sona erdirildi. Darbe (Devrim) sırasında, Kral Faysal ve eski bir Osmanlı paşası olan Başbakan Nuri Said öldürüldü. Darbeden hemen sonra cumhuriyet ilân edildi ve “Yüksek Devlet Şurası” adı ile üç kişilik bir üst konsey kuruldu. Konseye bir Sünni Arap, bir Şii Arap ve bir Kürd alındı. İhtilali yapan Özgür Subaylar içinde üst düzey Kürd subaylar da vardı. Ayrıca, yeni kurulan hükümete Kürdlerden de bakan alındı.

        Arap sosyalistlerin ve Kürdlerin içinde bulunduğu yönetimin iktidara gelmesiyle Irak’ta yeni bir dönem başladı. Hazırlanan geçici anayasada Kürdlerin ulusal haklarının tanınacağı belirtildi. On iki yıldır Sovyetler Birliği’nde sürgünde bulunan Mela Mustafa Barzani Irak’a davet edildi ve dönen Barzani büyük törenlerle karşılandı. Takip eden günlerde, Musul ve Kerkük’te Türkmenlerin içinde bulunduğu olaylar oldu. Konu Türk basınında çok abartılarak ve Barzani’ye hakaretler yağdırılarak verildi.

        1940’lı yılların Birinci Bölge Müfettişi Avni Doğan, Mustafa Barzani’nin Irak’a dönmesinden sonra, Vatan Gazetesi’nde “Tehlike Çanı” başlıklı bir yazı dizisi yayımladı. 19-23 Kasım 1958 tarihleri arasında yayımlanan yazı dizisinde, tehlikeye karşı hükümet uyarılıyor ve öneriler sunuluyordu. 7 Nisan 1959 tarihli Cumhuriyet Gazetesi, Irak’taki olaylarda Türkmenlerin ölümleriyle birlikte tecavüzlerden de söz edince ortalık iyice gerildi. Bir gün sonra, 8 Nisan 1959 günü, CHP Niğde Milletvekili, emekli asker Asım Eren, TBMM’ne, Başbakan Adnan Menderes’in cevaplaması kaydıyla aşağıdaki soru önergesini verdi:

     “… Asırlardır Irak’ta mukim, Türk aslından yerli halkın siyasi hakları şöyle dursun, siyasi varlığının bile son Irak Hükümeti’nce tanınmadığı, Irak Geçici Anayasası’nın 3. maddesinde yalnız Arap ve Kürtlere siyasi varlık tanınmakta ve Türklerden hiç bahsedilmemektedir. Ayrıca General Abdülkerim Kasım, Irak Kürtlerine eşit siyasi hak tanımasına mukabil Türkleri hiç ağzına almamaktadır. Irak Hükümeti’nin ve Kürtlerinin, Türk tebaasına yaptığı baskı, Türklüğü unutturma, zulüm ve öldürme olaylarından dolayı, Hükümet ne gibi acil, siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik tedbirlere başvuracak ve gerekirse ‘mukabel-i bilmisil’ (aynıyla karşılık) hakkının kullanacak mı?..”

        Asım Eren’in bu önergesinin son cümlesi, açıkça, “Irak’ta öldürülen Türkmen soydaşlarımızın sayısı kadar, Türkiye’de Kürd öldürecek misiniz?” anlamına geliyordu.  Bu ırkçı öneri, İstanbul ve Ankara’da yüksek öğrenim gören Kürd öğrencileri ayağa kaldırdı. Aralarında Av. Ziya Şerefhanoğlu, Av. Canip Yıldırım, Dr. Sait Kırmızıtoprak, Dr. Naci Kutlay, Sait Elçi, Sait Bingöl, Ziya Acar, Faik Savaş, Nazmi Balkaş, Cezmi Balkaş, Fetullah Kakioğlu, Fevzi Avşar, Yaşar Kaya, Mehmet Aydemir, Haydar Aksu ve Fadıl Budak gibi aydın ve üniversite öğrencilerinin bulunduğu 102 kişi, 13 Nisan 1959 günü, topluca Asım Eren’e aşağıdaki protesto telgrafını çektiler.

       “Dokunulmazlık zırhı altında, demode sözlerle mantık ölçüsünü zorluyorsunuz ve Türkiye Kürdlerine karşı insani olmayan bir anlayış besliyorsunuz… Moskof uşaklığını, memleketi parçalamak temayülü gösteren fikirleri, biz değil siz yapıyorsunuz… Vatan menfaatlerinin ihlalinde Türkiye Kürdlerinin hassasiyeti, namus ve dindarlığı, sizinkiyle kıyas kabul etmez. Onlar vatan için her tehlikenin karşısında zulüm uşaklarına söz söyletmeyecek kabiliyettedirler. Memleket menfaatlerini her şeyden üstün tuttukları için, suratınıza asilce bir tokat atan Kürdler, Cumhuriyet Türkiye’sinin istiklal ve bütünlüğünde büyük hissesi olan ve birliğini muhafazada mertçe duran vatandaşlardır… Türkiye’de sizin gibi hortlak zihniyet eserlerinin çok az olduğuna inanıyor, bu hareketinizle Türk Amme Efkârı nazarında yaşayan bir ölü olduğunuzu hatırlatırız.”  [1]                                                                                                                               

      “Rommel” (Alman General) lakaplı CHP Niğde Milletvekili Asım Eren’e gönderilen bu toplu telgraftan başka, yine çoğunluğu öğrenci olmak üzere, Türkiye’nin çeşitli yerlerinden, Asım Eren’e bireysel protesto telgrafları da gönderildi. Bir gün sonra, 14 Nisan 1959 günü, 102 öğrenci adına, CHP Meclis Grubu’na da ikinci bir telgraf çekildi. O telgraf metni de şöyledir:

      “Partiniz milletvekili Asım Eren’in Kürd vatandaşlarını tehdit eden ifadesi karşısında sükût edilmesini hayretle karşılıyor; her nasılsa milletvekili seçilen Asım Eren’in, CHP’yi tutan ve TBMM’deki temsilinde büyük rolü olan Kürd vatandaşlara tercih edildiği görülmektedir… Böyle menfur ve melun bir zihniyetin şerrine karşı bütün mevcudiyetimizle mücadele edeceğimizi tekrarlar; Türkiye’de bu güne kadar devam ede gelen ve çok korkunç safhalar geçiren Kürd düşmanlığına artık son verilmesi lazım geldiğini bir vatandaşlık vazifesi olarak hatırlatırız.”

       Üniversiteli Kürd öğrencilerin ve aydınların Asım Eren ve partisi CHP’ye gönderdiği bu telgraflar büyük yankı uyandırdı. 15 Nisan 1959 tarihli Akşam Gazetesi, olayı, “102 Üniversiteli Kürtlük İddiasında Bulundu.” şeklinde, manşetten ve kışkırtıcı bir dille verdi. Yine ilk sayfada küçük bir başlıkla, “A. Eren’e telgraf yağıyor.” şeklinde bir haber veriyordu.

        Durum, hükümetin, devletin istemediği bir yöne doğru kaymıştı. Bunun üzerine, İstanbul 3. Asliye Ceza Mahkemesi, “Kürtçülük” konusuyla ilgili haberlere yayın yasağı koydu. Bir gün sonraki 16 Nisan tarihli Akşam gazetesi, mahkemenin bu konudaki kararını ve Asım Eren’le yapılan bir söyleşiyi yayımladı.

        Bir milletvekilinin ırkçı önerisine karşılık, şiddet içermeyen, sözle ifade edilen, demokratik bir talep, küçük bir açıklama, büyük bir galeyan yaratmıştı. Ancak, cin şişeden çıkmış ve Türkiye Kürdleri için bir yeniden uyanış süreci başlamıştı. Yirmi yıldır suskun kalan Kürdler, gençleri, aydınları aracılığıyla seslerini yükseltmeye başlamışlardı. Telaşlanan hükümet, çeşitli tedbirlere başvurmaya başladı. O dönemde kısa adı “MAH” olan “Milli Emniyet Hizmetleri Reisliği”, istihbaratla ilgili yoğun bir çalışmaya girdi. Kürd konusu her dönemde istihbaratın birinci konusu iken şimdi istihbarat daha çok çalışacaktı. Hükümet, MAH’tan (bu günkü adıyla MİT’ten) acilen bir “Kürt Raporu” hazırlanmasını istedi.

       Devletin istihbarat örgütleri harıl harıl çalışırken bir avuç Kürd aydını ve genci, yeni uyanışı halka aktarmanın çabasındaydı. Türk basını ise Irak’taki olayları kışkırtıcı bir dille vermeye devam ediyordu. Milliyet Gazetesi, 12 Nisan 1959 tarihli sayısında, “Rusya’dan Irak’a 1190 Kızıl Kürd Geldi”; 14 Nisan tarihli sayısında ise “Rusya’dan gelen Komünist Kürdler Kerkük Bölgesi’ne Yerleştiriliyor.” ve “1700 Türkmen Cezaevinde.’ diye yazdı. Türk basını, yalan, yanlış, abartılı haberlerle doluydu. (Oysa Irak’a gelenler, Mela Mustafa Barzani’yle Rusya’ya gidenler, aileleri ve çocuklarıydı.)

       Asım Eren ile Kürd gençleri arasındaki restleşmeden sonra, dikkatlerin içeriye çevrildiği sıralarda, Kerkük’ten yeni haberler gelmeye başladı. 14 Temmuz Devrimi’nin birinci yıl dönümü dolaysıyla, 14 Temmuz 1959 günü Kerkük’te düzenlenen kutlamalar sırasında kanlı olaylar yaşandı. Üç gün süren olaylarda, içinde bazı liderlerinin de bulunduğu otuza yakın Türkmen öldü.

       Temmuz ayı sonuna doğru, Hürriyet, Milliyet, Cumhuriyet ve Akşam gibi gazeteler, Kerkük’teki olaylara genişçe ve fotoğraflarla yer verdiler. Gazeteler, Barzani’yi ve Irak Komünist Partisi’ni suçlamakta yarış içindeydi. Türkiye Hükümeti, 26 Temmuz 1959 günü, Irak’taki olayların beynelmilel komünizmin bir eseri olduğu şeklinde bir açıklama yaparken daha politik bir dil kullanarak Kürtleri açıktan suçlamadı. Tabi, cumhuriyetin kuruluşundan beri Türkiye’de fazla konuşulmayan Musul-Kerkük senaryoları, yeniden Türkiye kamuoyunun gündemine girmişti. 1959 yılı boyunca, Irak’ta olaylar bitmedi, Türkiye’de huzursuzluk dinmedi...

      1958 temmuz ayı ve 1959 temmuz ayı arasındaki bir yılda, bu gelişmeler olurken Kürdlerde de devlette de bir hareketlilik vardı. Bir tarafta, değil bir parti, bir derneğe bile sahip olamayan örgütsüz, silahsız, haklı olmaktan başka bir şeyi olmayan üniversiteli Kürd gençleri ve bir avuç aydın; diğer tarafta NATO’nun güçlü üyesi Türkiye. Ortada bir şey yokken, “Kürdlük” ve “Komünistlik” korkusu sarmıştı Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni. 1959 yazı sıcak geçecekti…

(Gelecek Yazı: 49’lar Olayı Öncesinde, Kürdçe Kımıl Şiiri Olayı)

 


[1] 49’lar Davası, Bir Garip Ülkenin İdamlık Kürtleri, Yavuz Çamlıbel, Algı Yayın, 2007

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.