615 bin “işkencesever”le yeni bir yıl…
.
Gökçer Tahincioğlu
Ağır işkence yöntemleriyle Diyarbakır Cezaevi’nin 12 Eylül döneminde tarihe geçen komutanı Esat Oktay Yıldıran’ın canlandırıldığı bir filmin görüntüleri ve bu tip insanlara ne kadar ihtiyaç olduğunu belirten, özlem dolu bir ileti sosyal medyada paylaşıldı; birkaç saat içerisinde 615 bin beğeni aldı… Esat Oktay Yıldıran yaşıyor elbette, binlerce kişide yaşatılıyor üstelik…
Başlığın şöyle düzeltilmesi gerekli aslında: “En az 615 bin işkenceseverle…”
İnsan çocuğuna ne öğretir?
Hak yememeyi, adaletli olmayı, vicdanı, dayanışmayı, merhameti ve cesareti… Merhamet ile adalet arasındaki farkı belki…
İyimser tahminler…
Dünya görüşünü aşılamamayı bir öğreti olarak temel alanlar bile aslında dünya görüşünü aşılar.
İnanç sistemini…
Bu ülkeye, dünyaya, evrene nasıl baktığını…
Öğütleyerek, konuşarak değil her zaman.
Bazen evdeki davranışla, bazen dışarıdaki davranışın evde yarattığı üzüntüyle, bazen sevinçle, sevinme biçimiyle, bazen araba kullanışıyla, bazen küfredişiyle.
* * *
İnsanın yaşadığı atmosfer içerisinde normalleşir, ne olursa normal gelmeye başlar bir süre sonra. Soluduğu havaya ciğerleri alışır. Sıcağa, soğuğa, yükseğe, alçağa…
Alışkanlıktan daha ölümcülü de yoktur aslında. Alıştığınızda incelikler, farklılıklar, renkler görünmez hale gelir. Alışmak, bin bir emekle inşa edilen rutin hayatın değerini bile kaldırır ortadan. Rutin bozulana, dengeler bozulana dek.
Alışmak ölümcüldür.
Bu yüzden de alıştırılmak istenirsiniz.
Açlık bütçelerine, o bütçeler üzerine yapılan “aslında normali bu, yoksa fiyatlar artar” sözlerine, siz o bütçelerle yaşarken birilerinin milyon dolarları bir çırpıda kazanmasına, sebepsiz zenginliğe, sebepsiz yoksulluğa…
* * *
Alıştırılırsınız…
Tayfun Kahraman’ın hastalığına rağmen cezaevi aracında elleri kelepçeli, sıcağın altında bekletilmesine…
Can Atalay’ın vekil seçilmesine ve ülkenin en yüksek mahkemesinin kararına rağmen cezaevinde tutulmasına…
“Umut hakkından” bahsederek AİHM üzerinden düzen kurmak istenirken, AİHM kararına rağmen Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş’ın cezaevinde yıllarını geçirmelerine…
Mükerrer suçtan yargılanarak suçlu bulunan avukat Selçuk Kozağaçlı’nın, tek suçu sadece bir avukatlık ofisinde bulunmak olan eşi Betül Kozağaçlı’nın cezaevinde unutturulmalarına…
Tolga Şardan’dan Furkan Karabay’a, Özlem Gürses’ten Fırat Can Arslan’a kadar uzanan gazetecilerin yatarı bile olmayan suçlardan, suç olmayan eylemlerden dolayı gözaltına alınmalarına, tutuklanmalarına…
İstanbul’da, barışçıl bir biçimde eylem yapan gazeteciler Gülistan Dursun, Can Papila, Pınar Gayıp, Serpil Ünal, Hayri Tunç, Enes Sezgin, Osman Akın’ın cezaevine konulmalarına…
Hakaret edilen kadın gazeteci Öznur Değer’in isyanına soruşturma açılmasına, sarı torbalarla tehdit edilmesine…
* * *
Yargı kararlarına uyulmamasına, kötü muameleye, gece yarısı operasyonlarına, grevlerin ertelenmesine, katliamların hesabının verilmemesine, mafyaya, mafyayla kol kola gezenlere, maden göçüklerine, kent felaketlerine, alışmadığınız yeni iklime, yaz saatine, kış üşümelerine…
Her birine alıştırılmak istenirsiniz. Alışırsınız da…
Alışmayanlar, alışmaya direnenler için dünya kolay değildir.
* * *
Ama sadece alıştırılmak, alışmak değil mesele.
Bir de biçimlenmek, biçimlendirilmek var.
Bütün dünyada popülist politikaların en önemli göstergelerinden biri sürekli düşman üretmek.
Bazen gerçek düşmanlar edinip, o düşmanları toplumun karşısına çıkarmak, bazen ortalıkta düşman yoksa öylece yaşayıp giden insanları düşmanlaştırmak.
O düşmana karşı yumruklarını, dişlerini sıkan kuşakları yetiştirmek.
Tarihi eğip bükmek.
Ve tarihte olup bitenleri meşrulaştırıp, yetinmeyip, yenileri için yol açmak…
Klasik mantık biliminin “formel yanlışlarından” biri de bir alanda otorite sayılan bir kimseye, alanı dışında sorular yöneltip, istenilen yanıtları almak.
Yüzlerce yıldır, yanlışlıklardan biri olarak gösterilen bu yöntem de popülist politikalardan biridir.
Değer yargıları değer sayılır, sözleri, tepkileri, tepki biçimleri esas kabul edilir.
Onlar da alıştırmanın kutsal aracılarıdır…
* * *
Küçük, küçücük bir örnek…
Sosyal bir medya hiçbir konuda temel bir ölçü değil elbette. Ancak bir ölçü yine de…
Nasıl bir toplum haline geldiğimizi, nasıl kuşakların yetiştiğini, bu iklimin bizi neye çevirdiğini görmek için ölçülerden biri…
Esat Oktay Yıldıran…
Diyarbakır Cezaevi’nin 12 Eylül döneminde tarihe geçen komutanı.
İnsanlara dışkı yedirmesiyle, lağım sularına yatırmalarıyla, havasız, yemeksiz, susuz bırakmalarıyla, köpeğine tapılmasını istemesiyle, aşağılamaları, ağır işkence yöntemleriyle…
O dönem, Diyarbakır Sıkıyönetim Komutanı olan, eski Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Kemal Yamak’a, Yıldıran’ın uygulamaları ve Diyarbakır Cezaevi’nde yaşananlar sorulduğunda, bakış açısını net biçimde göstermişti:
“Cennet mi yaşatacaktık?”
Ama nedense Avrupa’dan heyetler gelir gelmez, boyanıp süslenen cezaevinde cennet yaşanıyormuş gibi iki yüzlü hallere girenler de kendileriydi…
Yıldıran’ın elbette insanlık tarihindeki yeri belli…
Ancak herkes için aynı değil.
Her ülkede belli ölçüde insan, bu tip insanları destekler, farklı grupların, insanların yakılıp yıkılmasını ister.
Ama belli ölçüde…
Birkaç gün önce sosyal medyada Yıldıran’ın canlandırıldığı bir filmin görüntülerinin üzerine, bu tip insanlara ne kadar ihtiyaç olduğunu belirten, özlem dolu bir ileti paylaşıldı.
Birkaç saat içerisinde ileti 615 bin beğeni aldı…
Alıntılayanlar, etkileşim verenler…
Yanıtlayanlardan çok azı Yıldıran’ın yaptıklarını anımsatıyordu. Ve onlara da “senin bebeğini öldürseler görürdün” yanıtı veriliyordu.
Öyleymiş gibi, öyle olduğunda bile hukuk buymuş gibi, ölçüyü mağdur belirlermiş gibi… Ki öyle değil elbette…
Yıldıran’ın övülmesi yeni değil.
Kahraman olarak sunulan Yeşil’in posterleri maçlarda açılırken, Beyaz Toroslar bolca anımsatılırken, Cem Ersever’den Abdullah Çatlı’ya kadar uzanan bir dizi katil, uyuşturucu kaçakçısı da kahramanlaştırılırken garip değil bu olanlar.
Utanmadan, sıkılmadan Bahçelievler Katliamı gibi bir olay, biraz şöhret uğruna bir filmde, “iki taraf da şiddet gösteriyordu” gibi sunulmaya çalışılırken, şöhret uğruna masum bedenlerin üzerinde tepinilirken garip değil.
Ancak üzücü…
* * *
Üzücü zira yeni bir anayasa peşinde koşuyor iktidar.
Ne ilgisi var değil mi?
Peki bu iktidarın mevcut yetkilerle yapamadığı ne var?
Bu devasa yetkileri kullanım biçimini gördüğünüzde, yeni anayasa ile arzulananın 12 Eylül’ün etkilerini kaldırmak, demokratik bir toplum yaratmak olmadığını anlamak güç değil.
Peki neden yeni anayasa?
Ve referandumla belirlenecek olursa, ne çıkacağını görmek de zor değil böyle bir düzende…
12 Eylül zaten bütün hücreleriyle yaşarken, var olan birkaç demokratik kuralı da uygulanmayan 12 Eylül anayasasına da rahmet okutacak yeni bir anayasa neden arzulanıyor?
Bu yüzden üzücü…
Esat Oktay Yıldıran da yaşıyor elbette…
Binlerce kişide yaşatılıyor üstelik.
Binlerce insanda…
Bütün hücreleriyle…
Kaynak: T24
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.