A. Sırrı Özbek'in Namekânı
Ruşen Arslan
Geçen yılın Kasım ayında A. Sırrı Özbek'in NAMEKÂN-BABA İSHAK'IN UZUN YÜRÜYÜŞÜ adlı romanı, Belge yayınları arasında çıktı. Kitabı Aralık ayındaki TÜYAP'ta edinmiş ve kendisine imzalatmıştım. İmza sonrası İsmail Beşikci'nin TÜYAP'taki konferansını birlikte izlemeye gitmiştik. HEP Tunceli eski Milletvekili M. Ali Eren ile birlikteydik. Konferans başlamadan önce kitaba göz attığımda, iyi bir eserin elimde olduğunu düşünmüştüm. Nitekim yanılmadım, kitabı severek ve su içer gibi okudum.
A. Sırrı Özbek, hem eğitim enstitüsü ve hem de hukuk fakültesi mezunudur. Hem eğitici hem de hukukçu olma, eğer hakkıyla bir eğitim alınmış ise yazar için büyük avantajdır. A. Sırrı Özbek'in eserlerindeki bilgi derinliği ve şahane üslup, bunun kanıtıdır.
NAMEKÂN-BABA İSHAK'IN UZUN YÜRÜYÜŞÜ, Baba İshak'ın kişiliğinde somutlaşan bir tasavvuf ve direniş romanıdır. Tasavvuf, dini inancı olan veya olmayan, ister Ateist, ister Deist, ister Müslüman, ister Hristiyan, İster Yahudi, İster Budist, İster Rêya Hak ehli olsun, herkesi ilgilendiren bir konudur. Kimse tasavvufa yabancı kalamaz.
Direniş ve isyanlar da öyledir. Çoğunuz Spartaküs filmini benim gibi, belki on defa aynı zevki duyarak izlemişsinizdir. Çünkü Sırrı Özbek'in Kitabın başında aldığı Oscar Wilde'nin "Tarih okumuş herkes, itaatsizliğin insanın hakiki erdemi olduğunu bilir. İlerleme ancak itaatsizlik yoluyla kaydedilir, itaatsizlik ve başkaldırı yoluyla." sözünde belirttiği gibi, zulme karşı direniş olmasaydı; bugün tüm dünya zalimlerin zulmünün sürdüğü bir arenaya dönerdi.
Derin bir tarih, din ve tasavvuf bilgisi olmayanın, böyle bir eser yazması mümkün değildir. Okurken bilgi olarak çok şey öğrendiğimi de itiraf etmeliyim. Bu yanıyla da eser mükemmeldir.
Kitaptaki betimlemeler (tasvirler) çok güzel yapılmış. Sıkıcı uzunlukta değil. Aksine yöreyi bilenler için çekici ve yeniden yaşatıcı. Makaleyi yazarken rastgele açtığım bir sayfadaki "...İshak paramparça olmuş kalbinin ta derinliklerinde tarifsiz, dermansız bir eziklik, onulmaz bir acıyla başını almış gidiyordu. Kafasının içindeki dopdolu bir yoğunluk duygusundan başka hiçbir şey yok gibiydi. Hissettiği halde, hiçbir şey düşünemiyordu.Düşünme yetisini kaybetmişti sanki. Hissettikçe de alev alev yanıyor, acı çekiyordu. Acı çekip yandıkça da bir oraya bir buraya savrulup duruyordu. Gideceği yeri, izleyeceği yolu atının keyfine bırakmış gibiydi, nereden geldiğini bilmeksizin nereye gittiğini ve nerede ne zaman duracağını da bilmez halde. Yitirdiği bir şeyi mi arıyordu, yoksa içindeki fırtınanın uluyan sesine doğru mu gidiyordu, bilinmez..." tasvirindeki hali yaşamımızda kaç kez yaşamızdır. Baba İshak'ın çok sevdiği karısının ölümü üzerine duyduğu üzüntüyü, hangimiz hayatın cilveleri karşısında defalarca duymadık? İşte Sırrı Özbek, bu güzel betimlemesiyle, kendimizi Baba İshak'ın yerine koyup, acısını anlamamamızı başarılı şekilde beceriyor.
Yine Samsat'ın Eyyübi ve Selçuklular arasında el değiştirmesini, "Şimdiyse kim ona zorla sahip olmak isterse ne yazık ki Semsat kendini ona teslim eden bir yosmaya dönüşmüştü adeta." şeklindeki tasvirde şahane bir güzellik vardır.
Kitabın bence en güzel yanlarından biri, yer isimleriyle halklara özgü bazı sözcüklerin kitapta olduğu gibi kullanılmasıdır. Urfa için Ruha, Malatya için Melitî ve Adıyaman için Semsur gibi. Çünkü halk arasında bu isimler kullanılır. Yine erbane, kilam, sitran ve diğer birçok sözcüğün mahalli adının kullanılması önemlidir.
Erbane için dervişlerin zikrederken çaldıkları ve iç etrafı zincir halkalarla çevrili tef demek daha mı güzel olacaktı? Sitran yerine Türkü deseydi daha mı güzel olacaktı? Hiç sanmıyorum. Bir Kürt devrimcisin kahramanı olduğu bir romanı, Namekân'dan sonra okumaya başladım. Daha ilk sayfasında "Ama bu topraklarda artık kuşlar bile özgür değil. Türküler yasak, şiirler tutsak." diyor. Halbuki bu topraklarda yasak olan sitranlar ve kilamlardı, Türküler yasak değildi. Sırrı Özbek sitrana Türkü demek yanlışlığına düşmemiş. Kürtçe, Ermenice, Süryanice veya hangi dilden olursa olsun, mahalli eski adları kullanmakla, romanına Ahmet Arif'in şiir tadını vermiş.
Romanın beni bir macera romanı gibi sürüklediğini, Baba İshak'ın sonunu öğrenmek için kitabı elimden bırakamadığımı da belirtmek isterim.
Arkadaşım, dostum A. Sırrı Özbek'in romanından hem büyük haz aldım hem de gururlandım. Yazımı bir kitap eleştirisi olarak değerlendirmeyin Çünkü kitap eleştirmeni değilim. İçimdekini döktüm. 05/01/2018
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.