ABD kürtleri satar mı?
Rakka operasyonunun resmen başlamasıyla birlikte merak edilen konuların başında ABD-Kürt ilişkileri geliyor. Öyle ki bu konu, hiç değilse bölgenin egemen devletleri bakımından, IŞİD’in kaderinden daha önemli bir gündem oluşturuyor. Özellikle Türkiye bu konuyu kendisine iş edinmiş durumda; ABD ile ilişkilerini bu durum çerçevesinde ele almakta, neredeyse bütün dış siyasetini Kürtlerin bastırılması, en temel haklarından dahi mahrum edilmesi üzerinde bina etmektedir.
ABD ile Kürtler arasındaki ilişki stratejik mi yoksa IŞİD’in tasfiyesiyle son bulacak geçici bir iş birliği mi? Türklerin ifadesiyle ‘ABD Kürtleri satar mı?’ yoksa İsrail’le olduğu gibi görünür bir geleceğe uzanır mı? Merak edilen soru bu!
‘Dostane uyarılar!’
ABD’nin Suriye sathında Türkiye’yi ve bağlı güçleri değil de Kürtleri ve ilişkili kesimleri tercih etmesi karşısında, ABD’nin Kürtlerle olan serüvenini hatırlatarak olası tehlikelere dikkat çekenlerin yanında tehdit edenler de yok değil. Türkiye’de ‘ABD bir gün çekip gidecek, baş başa kalacağız, o zaman ne yapacaksınız?’ diye soran devlet uzantılı birçok çevre var. PYD/YPG somutunda ABD-Kürt ilişkilerini ele alan bir takım yazar-çizerin durdukları yere aldırmadan Kürtleri ‘ABD sizi satar!’ şeklinde uyarmaları ise bu durumun en düşündürücü sahnesini oluşturuyor. Bugüne kadar ‘Kürt anasını görmesin’ felsefesinden hareket eden bu kesimin uyarılarını ciddiye almak, pek mümkün görünmüyor; çünkü bunların gerçek kaygısı, Kürtlerin başına gelebilecek olası sorunlar değil, Orta-doğu’nun yeniden parsellendiği günümüz konjonktüründe hizmet ettikleri devletlerin gerek cephede gerekse masa başında etkisizleşmesi ihtimalidir. Bu çevreler için ‘ABD sizi satar’ söylemi, aslında, bilinçaltında taşıdıkları ‘umarız ABD sizi satar!’ histerisinin dışa vurulmasından başka bir şey değil dersek abartmış olmayız.
Her gün yıkıcı gücü artan ve bütün ezilenlere tamiri imkansız hasarlar veren yüzyıllık Kürt sorununun egemenler tarafından bastırılması gayreti karşısında gerçekten kaygı duyan, barışçıl ve eşitlikçi çözümden yana olanlar bir yana, gerek Türk cephesinde gerekse Kürt cephesinde sorunu gerçek etkenlerden hareketle ele alıp değerlendirmekten ziyade günün sıcaklığı ve olayların baskısı altında ele alıp sonuç çıkarmaya çalışanların sayısı bir hayli fazla. Kürtlere ilişkin doğru siyasetin Kürtlerin karşısında yer almak olduğunu düşünen Türk cenahındaki ağırlıklı eğilimin dışında kimi Kürtler de Türklerin dediğinin aksine hareket etmenin doğru siyaset olduğunu düşünmektedirler. Bu nedenle, kimi ‘dostlardan’ gelen ‘ABD tehlikelidir’ uyarıları, Kürtlerin önemli bir kısmı üzerinde ABD ile ilişkilere daha temkinli yaklaşmak yerine daha sıkı ilişkiler geliştirmek yönünde teşvik edici bir rol oynuyor. Çünkü Kürtler, bugüne kadar, bağlı bulundukları devletlerin halkından, kendi taleplerini dikkate alan bir yaklaşım görmediler ve bu durum günümüzde de devam etmektedir.
Öyleyse kimin dediğinden değil, ne dediğinden hareketle olaylara bakmak gerekmektedir. Niyeti farklı olanları dahi dikkate almakta yarar var, çünkü bizim gittiğimiz yoldan dönen onlar. Belli bir tarihsel perspektiften ve geleceğe uzanan çıkarlar ilişkisinden hareketle ABD-Kürt ilişkilerini ele almak ve sorulması gereken sorular ışığında sorgulamakta yarar var. Hem devletler arası ilişkiler hem ABD-Kürt ilişkilerinin geçmişi ve hem de kimi gerçekçi analistlerin ortaya koyduğu argümanlar bu türden bir bakışı zorunlu kılmaktadır. ABD-Kürt ilişkileri uzun vadeli bir düşüncenin ürünü mü yoksa Rakka Operasyanuyla sınırlı mı?
ABD- Kürt ilişkilerinin mahiyeti
Kuşkusuz bir ‘süreç’ yaşıyoruz ve kesin hükümler vermekten bir hayli uzağız. Değişken çıkarlar ve hareket halindeki ilişkilerden ve üstelik akışkan bir jeo-stratejinin hüküm sürdüğü coğrafyadan söz ediyoruz. Sadece şimdi değil, görünür bir gelecekte stabil ilişkilerin kurulabileceği bir hayli meçhul. Artık yeni bir ilişkiler yumağına adım atmış da olsak, bire bir eskiyi andırmasa da eskiyi bütünüyle terk etmeyen angajmanların yeniden hayat bulması mümkün. Duruma ilişkin görünür bir gelecekte kendisini hissettirecek bir tanım yapmak için, mevcut durumun ciddi ölçüde durulması, hiç değilse bölgesel egemen güçlerin rahatlıkla bozamayacağı bir dengenin oluşmasıyla mümkün olabilir. O zamana kadar söylenecek her şey ancak bir yönelime dikkat çekmek olabilir, kesin bir duruma değil. Ama boyutu şimdiden kestirilemese de güçler dengesine bağlı olarak, haritaların değişeceği açıktır. Ve bu değişimin cereyan edeceği alanlardan biri de Kürdistan olacaktır. Bundan dolayı Kürdistani güçlerin ne yaptığı ve bundan sonra ne yapacağı oldukça önemli bir rol oynayacaktır.
Bunları akılda tutmak kaydıyla, ABD, Kürtlerle, özellikle PYD/YPG/DSG ile ilişkilerini stratejik değil taktik olarak izah ediyor. Henüz Türk topraklarını terk etmiş olan Mc Gurk bir kez daha ifade etti ki, Suriye somutunda ABD-Kürt ilişkileri, şartların getirdiği bir tercih, stratejik değil. Hatta Rusya-ABD gerginliği arttıkça tehdit edici bir güç olarak devreye giren Türk tarafından tazyikler arttıkça ABD cenahı sadece ‘Rakka operasyonundan sonra DSG’ye verilen silahlar toplanacaktır’ nakaratını tekrarlamak dışında inandırıcı bir adım atamamaktadır.
Fakat Orta-doğu’yu iyi bilen kimi gözlemcilere göre durum daha farklı: Eğer ABD Orta-doğu’da kalıcı olmak istiyorsa, şu veya bu şekilde Kürtlerle ilişkili kalmak durumundadır. Kürtleri ihmal eden herhangi bir politikanın Orta-doğu’da iş göremeyeceği görüşü, hemen bütün uzmanlar tarafından kabul görüyor. ABD’nin Kürtlerle çalışması bu ‘doğal’ ve ‘zorunlu’ durumun ürünü. Bölgede yerleşik olarak bulunan, belli ölçülerde ulusal bilinçle hareket eden bir askeri kuvvetin teşekkül ettiği koşullarda ABD’nin, farklı amaçları olan, üstelik angaje olduğunda etkisiz kılınması daha güç bir kuvvetle çalışması, çıkarlarını ve onları elde tutmak konusunda oldukça tecrübeli olan bir güç için gayet anlaşılırdır.
ABD Kürtleri tercih ediyor çünkü Güneybatı Kürdistan’da ve kuzey Suriye’de meskun olanlar onlar. ABD Kürtleri tercih ediyor çünkü çıkarları, gelecekte görmek istediği Suriye’nin yeniden inşasında kendisine yakın gördüğü onlardır. ABD Kürtleri tercih ediyor çünkü kendi istediği bir statükonun kurulması için Türkiye’ye göre daha rahat ikna edebileceği kesim Kürtlerdir. ABD Kürtleri tercih ediyor çünkü kendine has çıkarları ve kuvveti olan bir gücü ortak edinmektense kendisine muhtaç ama aynı zamanda savaşmak konusunda motive edici ulusal fikirlere sahip daha kararlı bir kuvvetle çalışması daha aklı başında bir tercih. Olası bağımsız bir Güney Kürdistan’daki ABD çıkarları açısından da, Güneybatı Kürdistan’da Kürtler ile ilişkiler büyük önem taşıyor. Özet olarak ABD, kendi orta ve uzun vadeli çıkarları temelinde en yararlı ve şartların değişmesi durumunda en az zararla bir kenara bırakabileceği için, müttefik olarak Kürtleri tercih ediyor.
Mutlak bir ilişki olabilir mi?
Suriye somutunda ABD-Kürt ilişkilerinde garanti arayanlar ya da bunu bulamayıp Kürtleri uyaranlar, ne yazık ki, bir tarihsel eğilimden söz ediyorlar, somutta iş gören kuvvetlerin yapması gerekenden değil. Ne kadar haklı olurlarsa olsunlar, mevcutta dağılan bir coğrafyanın yeniden toparlanması ve tanımlanması için işe koyulmuşken önünüzde duran soru ‘bu işi nasıl ve kiminle yapacağım?’ sorusudur, geçmişte kimin ne olduğu ve kime nereye kadar güvenebilirim sorusu değil.
Uluslararası ilişkiler, klasik tabirle, karşılıklı çıkara dayanır. Bu şartlardan azade mutlak, sonsuza kadar sürebilecek bir ilişki biçimi yoktur. Dünya tarihi bunun en açık örnekleriyle doludur. Bugün ‘dost’ olan birtakım devletler yarın pek ala ‘düşman’ olabilirler. Çıkarlar üzerinden kurulan ilişkiler yine çıkarların farklılaşmasıyla değişir.
Son zamanlarda farklı bir boyut kazanan ABD-PYD/YPG ilişkilerini de bu kapsamda ele almak gerekir. Yakın bir zaman öncesine kadar, Suriye iç savaşının ürünü olan PYD/YPG ile ABD arasında herhangi bir ilişkinin olmadığı bilinmektedir. Bir zamanlar ABD’nin ‘hedef’leri arasında olan PYD’nin ‘müttefik’ statüsüne alınması, ABD’nin Orta-doğu’ya ilişkin siyasetinin değişmesiyle ilgilidir. Esad’ı devirmek adına bütün ‘muhalif güçler’ ile ilişki kuran ABD, Mısır deneyiminden sonra siyaset değiştirmek zorunda kaldı ve bu aşamadan itibaren ‘düşman’ ve ‘müttefik’lerini de değiştirdi. Uluslararası ilişkilerde birlikte çalışmanın mahiyetini belirleyen en son ve yeni örnek Türk-ABD ilişkileridir. Suriye somutunda bu güçlerin kafa kafaya gelmiş haline baktıkça Kürt-ABD ilişkilerinde garantiler aramak, ancak, olayın tabiatı hakkında bilgi sahibi olmamakla izah edilebilir.
ABD’nin Kürt siyaseti
ABD’nin bölgesel çıkarları esaslı ve kısmen de ‘Türk prizması’ndan geçen Kürte bakışı, Irak’a müdahaleyle birlikte giderek değişti ve Suriye’deki iç savaşın ardından bugünkü halini aldı. Bu değişimin seyri o kadar çok ABD çıkarlarıyla alakalıdır ki, NATO’da birlikte olduğu, birçok üs imkanı edindiği bir ülkeyi ihmal etmesinden anlaşılıyor. Dün Irak bugün ise Suriye’de Kürtlerle birlikte hareket etmesi, birilerinin iddia ettiği gibi ‘Kürtleri gözetmesi’ değil, Türkiye’yi bir kenara bıraktığı gibi nasıl çıkarlarını öne aldıysa, Kürtlerle birlikte hareket ederken de esas itibariyle kendi menfaatlerini gözetmesidir. Bu konuda ille de bir olumluluktan söz edilecekse, bölge şartlarının, ABD ile Kürtlerin birlikte hareket etmesini gerektiren bir sürece girmiş olmasıdır. ABD, günü geldiğinde, kendi çıkarları gerektirdiğinde, Türkiye’yi bir kenara bıraktığı gibi Kürtleri de bir kenara pek ala bırakabilir. Bunun en açık örneğini, Güney ve Güneybatı’da Kürtlerle hareket eden ABD’nin İran ve Türkiye’de Kürtleri pek de umursamamasıdır. İran’la yaşadığı bütün problemlere rağmen ABD’nin Kürtler konusunda hatırı sayılır bir tepki ortaya koymaması, ayrıca ele alınıp irdelenmesi gereken tipik bir davranış türüdür. Trump ile birlikte ABD’nin İran’a yönelik yeni siyasetinin, kimi olumlu sinyaller vermesine rağmen, Kürtlere nasıl yansıyacağı da henüz belirginleşmiş değil.
Olumsuzlukları azaltmak
ABD’ye büyük umutlar bağlayanlar olmakla birlikte Kürt siyasetinin önemli mercileri, ABD ile ilişkilerin ‘reel’ boyutunu bilmekte, buna göre adım atmaktadırlar. Tarih unutulmuş değil. 1975 Cezayir anlaşması, ortalama Kürt siyasetçisinin asla ihmal edemeyeceği bir vakadır. Halepçe katliamı esnasında, hatta IŞİD’in Şengal’i işgali süreci, Kürtlerin hafızasında ‘büyük devlet’lere ilişkin kolay kolay silinemeyecek bir imaj oluşturmuştur. Gerek Güney Kürdistan Yönetimi gerekse bugün ABD ile ilişki içinde olan PYD, dışardan bakanlardan daha çok durumun farkındadır. Çünkü Kürtlerin olduğu gibi ABD’nin de Kürtlere ihtiyacı var. Yani karşılıklı bir ‘yarar’dan söz etmek mümkün. Kürtlerin şansını artıran da bu gerçekliktir.
Dışardan bakıldığında bunu görmek mümkün. Şimdi tartışılmakta olan Güney Kürdistan Bağımsızlık Referandumu kararı karşısında ABD’nin farklı düşünmesine rağmen Kürtler, doğru buldukları adımı atmaktan imtina etmemektedirler. Buna benzer bir tutumu da Türkiye’nin Şengal ve Güneybatı Küdistan’a müdahalesi esnasında gördük. Uluslararası çıkar çelişkileri ve buna binaen oluşan güçler dengesini dikkate almak ayrı, uzun vadeli ilişkilerin kurulması için gerekli olan ‘iç bünye’ye sahip olmak ayrıdır. Eğer bir eksiklikten söz edilecekse ve gelecek adına Kürt-ABD ilişkilerinin ‘zayıf halkası’ndan söz edeceksek, bu konuya dikkat çekmek gerekmektedir. Gerek Güney’de ve gerekse Güneybatı’da ABD ile ilişkiler konusunda en zaaflı durum, Kürtlerin kendi aralarındaki ilişkilerdir. Kürtler arası problemler, ne yazık ki, sadece ABD’ye değil, ilişki kurduğunda istikrar arayan hiçbir ciddi devlete güven vermez. Kürtler ile ABD arasındaki ilişkilerin taktik mi stratejik mi olacağı, esasında ABD’nin bölgesel çıkarlarıyla da bağlantılıdır. Ama her şeyden önce, bölgenin yeniden şekillendirilmesinde en az bölge devletleri kadar gerekliliğine inanılan Kürtlerin, bunu stratejik bir ilişkiye dönüştürebilmeleri için kendi iç ilişkilerini, mevcut durumu dikkate alarak, görünür bir geleceğe göre yeniden yapılandırmaları zorunludur.
08.07.2017
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.