Abdullah Kıran: Trump, Suriye’den asker çekecek mi?

Abdullah Kıran: Trump, Suriye’den asker çekecek mi?

.

A+A-

Abdullah Kıran

Trump döneminde hem İsrail hem de ABD, öncelikle İran’ın Lübnan, Suriye ve Irak’taki gücünü kırmaya çalışacaktır. Bu denklemde Suriye, en önemli mihenk taşı konumundadır. Esad’ın veya başka bir gücün bir daha Suriye coğrafyasının tamamını denetim altına almasına müsaade etmeyeceklerdir, zira böyle bir yapı İsrail’in güvenliği açısından stratejik bir tehlike oluşturacaktır. 2003 yılından bu yana Irak’ın Kürdistan bölgesi dışındaki kısımlarını denetleyen İran’a, “ödül” olarak Suriye’nin tamamını da bırakmayacaklardır. ABD, Rojava olarak bilinen Suriye’deki Kürt bölgesinden askerlerini çekmeyecek ve (Trump’ın önceki döneminden farklı olarak) Türkiye’nin buralara karadan operasyon yapmasına müsaade etmeyecektir diye düşünüyorum.

ABD’nin yeni dönemdeki olası Orta Doğu politikaları üzerine bir şeyler söylemeden önce, 2024 seçimleri ve Trump’un seçim strateji açısından bir iki noktaya değinmek isterim.  Donald Trump 2024 seçimleri için adaylığını 15 Kasım 2022’de, yani seçimlerden 721 gün önce yaparken, Başkan Joe Biden adaylığını 25 Nisan 2023’te, yani seçimlere 560 gün kala yaptı. Kamala Harris aday olduğunu açıkladığında ise seçime sadece 107 günlük bir zaman kalmıştı. Trump rakiplerinden çok önce sahneye inerek önemli bir avantaj elde etti ve ülke çapında 900 miting düzenleyerek, Amerika first (Önce Amerika) ve Make America Great Again (Yeniden Büyük Amerika) sloganlarıyla kampanyasını sürdürdü.

Göçmen politikaları ve partilere yapılan bağışlar

2024 seçimlerine damgasını vuran en önemli hususlardan biri göç meselesiydi. Siena College Poll’un Ekim ayında yaptığı ve New York Times’da yayınlanan bir ankete göre, seçmenlerin % 15’i, adaylara oy verirken karar verme sürecinde göçmen meselesini göz önünde bulunduracaklarını belirtmiş. Özellikle 1970’lerden sonra ABD doğumlu olmayan nüfusta büyük bir artış yaşanmış ve 2022’de, sonradan vatandaş olmuşların sayısı toplam nüfus içinde % 14 civarına yükselmişti. Göçmen meselesi ve göçmenlere yönelik politikalar, belki daha önceki hiçbir Amerikan seçiminde, 2024 yılı seçimleri kadar işlenmedi.  Seçimlere 35 gün kala Amerika’ya geldim ve Trump’ın birkaç konuşmasını TV’lerde canlı yayında izledim; hemen her konuşmasında göçmenler konusu ve sınır güvenliği basmakalıp cümlelerle işlendi.

Amerikan seçimlerini değerlendiren çoğu analist, Demokrat Parti adayının seçimlerde birinci çıkacağı tahmininde bulundu. ABD seçimlerinin Nostradamus’ukabul edilen ve 1984 yılından bu yana gerçekleşen 10 başkanlık yarışından 9 tanesini doğru tahmin eden Prof. Allan Lichtman, seçim öncesinde sürekli Harris’in birinci çıkacağını söyledi. Ancak bu kez fena halde yanıldı ve seçim sonrası yaptığı değerlendirmede Elon Musk’u suçlayarak, “dezenformasyon eşi benzeri görülmemiş bir seviye ulaştı” sözleriyle kendini savundu. Doğrusu içimdeki ses, Trump’ın gümbür gümbür geldiğini söylüyordu, ama Misafir Öğretim Üyesi olarak bulunduğum University of North Carolina (Greensboro), Department of Peace and Conflict Studies’in başındaki sevgili arkadaşım Ali Askerov da Harris’in kazanacağını söyleyince, ben de Demokratların kazanacağına inandım. Belki de Lichtman,en çok akademik âlemi yanılttı.

Çoğu analist, parti kampanyalarına yapılan desteği göz önüne alarak, seçimlerde Kamala Harris’in birinci çıkacağını tahmin etti. Zira Kamala Harris’in 2024 seçimleri kampanyasına, kampanyanın üçüncü çeyreğinde 1 milyar dolardan fazla katkı sağlanırken, aynı dönemde Donald Trump’ın kampanyasına sadece 417 milyon dolar bağış verilmişti. Eylül ayı boyunca, Kamala Harris kampanyasına bireylerden günde ortalama 9.3 milyon dolar destek gelirken, aynı dönemde Trump kampanyasına günde 3.7 milyon dolar destek verilmişti (The Wall Street Journal, 21 Ekim 2024). Seçimlerde Swing States (kararsız, sallantıdaki eyaletler) olarak bilinen eyaletlerde, Cumhuriyetçiler ancak beşer kişiyi full-time çalıştırabilirken, Demokratlar bu eyaletlerde ekiplerini çok daha önce kurabilmişlerdi (The Times, 10 Nisan 2024). Financial Times, ABD tarihinin en çok para harcanan seçimleri olarak değerlendiği 2024 seçimlerinde, her iki adayın 3.5 milyar dolardan fazla para harcadığını yazdı.

5 Kasım seçimlerinde yaklaşık 158 milyon ABD vatandaşı oy kullanırken, seçimlere katılma oranı % 65 ‘e düştü. Oysa bir önceki 2020 seçimlerinde katılım oranı % 67 idi.  Sandığa gitmeyen seçmenin, Demokratların kazanacağına kesin gözle bakan kesim olabileceğini düşünüyorum.

Trump ve dış politika

Trump’ın ikinci döneminde, dış politikada bir önceki döneme göre çok daha kendinden emin hareket edeceğini öngörebiliriz. Avrupalı mevkidaşlarının bir kısmı değişmiş olsa da, Asya ve Ortadoğu’daki başbakan ve devlet başkanları yerlerinde duruyor.  ABD Başkanı bu kez ulusal güvenlik konularında muhtemelen daha homojen bir takımla çalışacak ve yeri geldiğinde, (önceden de olduğu gibi) önemli mevkilerdeki kadroları tereddüt etmeden değiştirecektir.  Trump’ın ikinci dönemiyle, ABD’nin Soğuk Savaş’tan sonra izleyegeldiği “liberal uluslararası düzen” savunuculuğu son bulacaktır. Yani ABD, kendi sınırları dışındaki diktalar ve totaliter rejimlerle, kendisine yönelik dolaysız bir tehdit olmadığı sürece uğraşmak istemeyecektir. ABD’nin müttefiki durumundaki ülkelerin, açıkçası NATO üyesi devletlerin, kendi güvenliklerini ilgilendiren konularda, kendi savunmaları için gerekli harcamaları yüklenmeleri istenecektir.

Trump seçim kampanyası sürecinde, ABD’nin Ukrayna’ya yaptığı dış yardımları eleştirdi. Eylül ayında, Florida sahil kesimlerinde etkili olan Helen Kasırgası milyarca dolar (bazı değerlendirmelere göre, 53 milyar dolar) maddi hasara yol açarken, en az 200 000 kişi kasırgadan etkilendi ve 230 civarında Amerikalı hayatını kaybetti. Trump, Ukrayna’ya milyarlarca dolar yardımda bulunan hükümetin Amerikalılara yeterince yardımcı olmadığını ileri sürerek, kendi dönemimde bu tür yardımların durdurulacağını söyledi. Rusya’nın Ukrayna’yı işgal ettiği 2022’de bu yan,a ABD Ukrayna’ya askeri, insani ve finansal anlamda 88 milyar dolar yardım verdi. Bu paranın yaklaşık 27 milyar doları, Ukrayna’da kamu sektöründe çalışanların maaşlarının ödenmesi amacıyla tahsis edilen bütçe desteği şeklindeydi.  Helen Kasırgasının seçim dönemine, seçimlere yaklaşık bir ay kala yaşanması, Demokratlar açısından tam bir talihsizlik oldu.

2024 seçimleri öncesinde yapılan bir anket, Amerikan toplumunun Ukrayna konusunda birbirine zıt iki kampta yer aldığını gösterdi. Ankete göre bir kısım Amerikalı, Doğu Ukrayna’nın kimler tarafında kontrol edildiğini pek umursamıyor. Onlar açısından ülkedeki enflasyon, yaşam koşulları ve 2023’te rekor düzeyinde göçmenin yasa dışı yollarla ülkeye giriş yaptığı güney sınırları, çok daha büyük bir önem arz ediyor.[1]

Ortadoğu politikaları

Trump’ın ikinci döneminde, Ortadoğu politikalarında İsrail’in güvenliğini esas alarak hareket edeceğini söyleyebiliriz. Trump, belki de ABD tarihinde hiç olmadığı kadar İsrail dostu bir kabine teşkil edecektir (nitekim etti de). İsrail’in güvenliğinden söz ettiğimizde, İsrail’in 7 Ekim 2023’ten bu yana savaş halinde olduğu aktörleri dikkate alarak, aşağıdaki gibi bir hipotez geliştirebiliriz. İsrail 7 Ekim’den bu yana Gazze’de Hamas, Lübnan’da Hizbullah, Yemen’de Husiler, Suriye’de Beşar Esat yönetimi ve Irak’ta Haşdi Şabi’ye yönelik operasyonlar yapıyor. Aslında bütün bu güçlerin İran’la doğrudan bağlantılı olduklarını biliyoruz. 1980 yılında kurulan Lübnan Hizbullahı, daha ilk günde itibaren İran’ın desteklediği bir yapıydı. Şii Emel örgütünün dağılmasıyla ortaya çıkan Hizbullahın, bizzat İran eliyle kurulduğunu dahi düşünenler az değil.  İran, Hizbullah modelini Bedir Tugayları örgütüyle Irak’taki Şiiler arasında da hayata geçirdi ve Saddam’a karşı kullandı. Saddam’ın Kuveyt’i işgal ettiği 1990 yılına kadar Körfez ülkeleri, başta FKÖ olmak üzere Filistinli örgütlere büyük parasal yardım yaptı. Ancak FKÖ, 1990’de Kuveyt’in işgalinde açıkça Saddam’ı desteklediğinde, Körfez ülkeleri Filistinli örgütleri desteklemekten vazgeçti ve böylece ortaya çıkan boşluğu hemen İran doldurdu. Nitekim İran, 1990’lardan itibaren Filistin’de İsrail’e karşı İslami Cihat ve Hamas örgütlerini desteklemeye başladı.  2011 yılındaki Arap Baharı süreciyle İran, Suriye’de Esad’ı ve Yemen’ de Husileri destekleyerek bölgedeki gücü ve etkinlik ağını daha da genişletti.

İsrail’in güvenliğini tehdit eden bütün örgüt ve devletlerin arkasındaki baş aktörün İran olduğunu, artık dünya âlem biliyor. İran da bu durumu gizlemiyor. Kısacası İsrail 7 Ekim’den bu yana, âdetâ İran adına vekâlet savaşı yürüten aktörlere karşı savaşıyor. Ancak İran İsrail ile doğrudan bir savaş içine girmek istemiyor ve İsrail de, ABD gibi bir gücün açık desteği olmadan İran’ı tek başına hizaya getiremeyeceğini biliyor. Son yirmi yılda Afganistan, Irak ve Libya gibi yerlerde savaşıp asker bulundurmak durumunda kalan ABD de hem maddi hem de manevi açıdan yoruldu. 2003’teki Irak Savaşı’ndan bu yana ABD’nin Ortadoğu’ya 8 trilyon dolar harcadığı yazılıyor. Ülkenin halihazırdaki dış borcu ise 35 trilyon seviyesinde. Bu nedenle ABD, İran meselesinde temkinli davranıyor; doğrudan doğruya herhangi bir savaşa girmeksizin, İran’ın İsrail’e yönelik tehditlerini bitirmese de kontrol edilebilir bir seviyeye getirmek istiyor.

Dolayısıyla hem İsrail hem de ABD, öncelikle İran’ın Lübnan, Suriye ve Irak’taki gücünü kırmaya çalışacaktır.  Bu denklemde Suriye, en önemli mihenk taşı konumundadır. Esad’ın veya başka bir gücün bir daha Suriye coğrafyasının tamamını denetim altına almasına müsaade etmeyeceklerdir, zira böyle bir yapı İsrail’in güvenliği açısından stratejik bir tehlike oluşturacaktır.  2003 yılından bu yana Irak’ın Kürdistan bölgesi dışındaki kısımlarını denetleyen İran’a, “ödül” olarak Suriye’nin tamamını da bırakmayacaklardır. ABD, Rojava olarak bilinen Suriye’deki Kürt bölgesinden askerlerini çekmeyecek ve (Trump’ın önceki döneminden farklı olarak) Türkiye’nin buralara karadan operasyon yapmasına müsaade etmeyecektir diye düşünüyorum.

Eylül ayında Hizbullah lideri Nasrullah’ın öldürülmesinden sonra, Hizbullah örgütünü ekonomik anlamda ayakta tutan bütün elitler, Suriye’deki Esat rejimi’nin desteğiyle kara yolu üzerinden Güney Irak’a geçti. Kasım Süleymani’nin 3 Ocak 2020’de ABD tarafından öldürülmesinden sonra Hizbullah yatırımlarını Irak’a kaydırmıştı. Eğitim, sağlık, inşaat ve altyapı alanlarında Irak’a yatırım yapan Hizbullah, Lübnan’dan yeni gelen zengin ve elit aileleri çok kısa bir sürede, huzurlu bir şekilde Irak’a yerleştirdi.[2] Kuşkusuz Lübnan, Suriye ve Irak üçgenindeki hemen her türlü gelişmenin İran’ın koordinasyonu ve bilgisi dahilinde gerçekleştiğini biliyoruz.

Sonuç olarak yeni dönemde ABD ve İsrail, İran’ın Neo-Pers politikaları bağlamında mihenk taşı olarak gördüğü Şii Hilâli’nde (diğer bir deyimle Lübnan, Suriye ve Irak’ta) İran’ı kuşatmaya devam edecek ve İsrail için güvenlik tehdidi olmaktan çıkarmaya çalışacaklardır. Konu ile iç içe olan Gazze meselesini ayrı bir yazıda değerlendirmeye çalışacağım.


[1] Dan Caldwell and Reid Smith, “Trump Must Not Betray  ‘Amerika first’”; Foreign Affairs, 13 Kasım 2024.

[2] Renad Mansour,  “Israel Is Underestimating Iran and Its Allies”; Foreign Affairs, 13 Kasım 2024.

Kaynak: Serbesiyet

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.