Ahlat’ı Yöneten ”Sökmenoğulları” Kürt müydü?
Murad Ciwan
Şah-ı Ermen devleti
Van Gölü’nün kuzeybatı yakasındaki Xelat (Axlat/Xlat/Ahlat) Kalesi’nden başlayarak kuzeye, batıya ve güney batıya doğru yayılıp, Ahlat, Malazgirt, Erciş, Muş, Bargiri, Van şehirlerinde egemenlik alanı oluşturan adları en eski İslam, Gürcü, Ermeni ve Batı kaynaklarında Şah-ı Ermen (Shah-i Arman/Ermenşahan) olarak geçen hanedanın adı Osmanlının son dönemlerindeki ve Cumhuriyetteki tarih kitaplarında ”Sökmenoğulları” ya da “Ahlatşahlar” olarak yer aldı. Bazı tarihçilere göre 1087-1208, bazılarına göre ise 1100-1207 yılları arasında egemen olan bu hanedanı Türk tarihçileri Anadolu’nun Türkleşmesinde önemli rol oynayan bir Türk hanedanlığı olarak öne çıkardılar. 19 yüzyıl Osmanlı tarihçilerinden Ahmet Cevdet Paşa ve Cumhuriyet döneminin tarihçilerinden Mükrimin Halil İnanç, Fuat Köprülü, Faruk Sümer, Osman Turan ve diğerleri bunlardandır.
Türk Tarihçilerine göre Sökmenoğulları, Van gölü çevresinde 1100-1208 yılları arasında hüküm süren bir Selçuklu Türk beyliğidir. Kurucusu, Melik Şah döneminde Azerbaycan’da emirlik yapan Selçuklu hanedanı üyelerinden Kutbettin İsmail bin Yakut bin Çağrı’nın (Selçuk’un oğlu, Tuğrul Bey’in kardeşi) Türk asıllı kölesiyken başarı ve cesaretinden dolayı büyük bir komutan olmuş, Sökmen El Kutbi’dir.
Önce Kutbettin İsmail’in adına Ahlat’ı yöneten Sökmen El Kutbi, Selçuklu şehzadeleri arasındaki saltanat mücadelelerine karışan Emir Kutbettin İsmâil’in 1095’te ölümü üzerine, onun küçük yaştaki oğlu Mevdud’un hizmetine girmiştir. Fakat Mevdud’un da 1102 yılında beklenmedik bir zamanda ölümü ile Azerbaycan meliklerinin soyu kesilmiş, Sökmen el-Kutbi, diğer bazı emîrleriyle birlikte Melik Şah’tan sonra gelen Selçuklu sultanı Muhammed Tapar’ın hizmetine girmiştir.[1]
Aslında Emir Kutbettin, Ahlat’ı küçük yaştaki oğlu Mevdud’a vermiş, Sökmen El Kutbi’yi yanına atabek olarak vererek onları Ahlat’a göndermiştir. El Kutbi önce atabek olarak Ahlat’ı Emir Kutbeddin adına, o ölünce de küçük Mevdud adına yönetmiştir. Mevdud da kısa bir süre sonra ölünce idareyi doğrudan doğruya kendi adına alarak artık Azerbaycan’a değil, doğrudan merkeze; Sultan Muhammed Tapar’a tabi bir vasal olmuştur.
Şah-ı Ermen devletinin kurucusu olarak kabul edilen ve hanedana adını veren şahsiyeti dönemin Arapça ve Farsça kaynakları Sökmen El Kutbi değil, Sekman el Qutbî olarak kaydederler. Kimi tarihlerde, Ermenşahilerin kurucusu Sekman El Qutbî ya da onun torunu olan II. Sekman’ın adı Artuklu hanedanının kurucusu Artuk Bey’in oğlu Sökmen’le karıştırılmış, bazen Sukman/Suqman olarak da belirtilmiştir.
Ermenşahilerin kurucularının Sekman el Qutbî olan adı cumhuriyetten sonra Sökmen El Kutbi olarak yazılmıştır. Eski kaynakların tümünde bu ad Sekman El Qutbi olarak geçer. Handanın adı da Sökmenoğulları değil, Şah-ı Ermen (Shah-i Arman) ya da Ermenşahî (Ermenşahlar) olarak geçer. Ahlatşahlar da sonradan uydurulan addır.
Sekman El Qutbî‘den bahseden o döneme en yakın kaynaklar, onun bir biçimde Qutbeddin İsmail’in hizmetinde olduğunu, becerikliliği, gözü pekliği sayesinde ordusunda en büyük komutanlardan biri haline geldiğini belirtirler. Adının sonuna El Qutbî’nin getirilmiş olması, onun daha önce Selçuklu hanedanından Azerbaycan Emiri Kutbeddîn İsmail’in kölesi/gulamı/ hassı iken bu adla meşhur olduğunu gösterir ama onun etnik olarak Türk kökenli olduğunu belirten ilk dönem kaynakları yok. Örneğin, İbn Esir’in El Kamil fi’t-Tarih adlı eseri, Ermen Şahlar beyliğinden en çok bahseden, döneme en yakın kaynaklardan biridir. İbn Esir aynı isimle iki emirden, olayların yeri geldikçe bahseder ve onları Sekman el Qutbi ve Nasıreddin Sekman (II. Sekman, I. Sekman el Qutbi’nin torunu) olarak anar, etnik kökenlerinden hiç bahsetmez ve en çok da II. Sekman döneminde yaşanan olaylara değinir. Hanedan en güçlü dönemlerini bu emir zamanında yaşamıştır. Merkezlerini de Xelat (Ahlat) olarak belirtir.
İbn Kesir ise bu beyliğe bir iki yerde değinir, önemsemez ve adlarını da Sekman olarak verir. İbn Xelikan bu sülalenin şahsiyetlerine yer vermez. Süryani tarihçi Ebü’l Farac, Sökmen ya da Sekman hiç ad vermez, muhtemelen İbn Esir’den alarak detaylı verdiği bilgileri sunarken bunlara hep ”Ermenşah” der. Ermeni vakanüvis Urfalı Mateus Sekman’ı bazı yerlerde, neredeyse adını hep yanlış vererek, hatta kimi yerlerde ‘’sultan’’ diyerek anar. 14 yüzyılın ikinci yarısında yaşamış olan Tunuslu tarihçi İbn Haldun onu anarken Türk sıfatını verir, anlaşıldığı kadarıyla etnik kökeninden dolayı değil, Türk Selçuklu devletine tabi bir hanedanlığın kurucusu anlamında bu adı verir.
Faruk Sümer, Ebü’l Fida’nın mahalli bir kaynağa dayanarak Ahlat, Mervanoğullarının idaresinde iken onların zulmünden bıkmış ve usanmış olan halk 493(1099/1100)’te Türk emirlerinden Sökmen el-Kutbi’yi çağırıp şehri ona teslim etmiş olduklarını belirttiğini yazar.[2]
Türkiye Diyanet İşleri Vakfı’nın hazırlamış olduğu İslam Ansiklopedisi’nin ”el-Muxtasar’ (El-Muhtasar) maddesinde, ”Ebü’l-Fidâ, [eseri] el-Muhtasar’ın 628 (1231) yılına kadar olan kısmında, İzzeddin İbnü’l-Esîr’in el-Kâmil fi’t-târîḫ’ini özetleyerek kitabına almıştır.” demektedir. Ebû’l Fida ”Sökmen El Kutbi” (1099/1100) ile ilgili bölümü ve bir otuz yıl sonrasına kadar uzanan dönemi özet olarak İbn Esir’den almış ise, onun mahalli bir kaynaktan bilgi aldığı iddiası doğru değil. Ayrıca, İbn Esir, Sekman el-Qutbî’nin etnik kökenine hiç bir yerde değinmediğine göre. ”Türk emir” bilgisi onda olmadığına göre, eserini ondan özetleyen Ebü’l Fida’da da olmaması gerekir. Ebü’l Fida, Kürt Eyyubi hanedanına mensup bir emir, şair ve tarihçidir. Bunu yapmasının mantıki bir gerekçesi yok.
Ermenşahîlerin hanedanı iki dönemden oluşur. Birinci dönemde Sekman El Qutbi’nin başa geçmesiyle başlayıp II. Sekman’ın ölümüyle soyu tükenen asıl hanedan ailesi ile ikinci dönemde bu ailenin memlüklerinin başa geçtikleri ve II. Sekman’ın kölesi Bektimur ile başlayıp Balaban’la sona eren ikinci dönem.
Ortaçağ’da Kürt tarihi üzerine bir süredir yoğunlaştırdığım çalışmalarda iki ciddi kaynakta Ermenşahîler’in kurucusu Sekman El Qutbi’nin Kürt olduğuna ilişkin bilgilerle karşılaştım.
Bunlardan biri ABD’li tarihçi ve coğrafyacı Robert H. Hewsen’dir. Hewsen, Armenia: A Historical Atlas (Ermenia: Tarihsel bir Atlas) adlı kapsamlı tarihsel atlasında Ermenşahîleri ‘’Kürt hanedanı’’ olarak belirtir. Kitabın “Selçuklular Döneminde Ermenistan” bölümünde şunlar belirtilir:
‘’Gürcüler kuzey Ermenistan’da bir dereceye kadar üstünlük elde edince ülkenin güney-orta bölgeleri, kendilerine Ermeniya Kralı anlamına gelen Şah-ı Ermen (1100-1207) diyen bir Kürt emirliğinin (hanedanlığının) eline geçti. Van Gölü’nün kuzey batı kıyısındaki Xelat’ı (Ermenice Xlat, Türkçe Ahlat) merkez edinen Şah-ı Ermen devletinin 12. yüzyıl boyunca siyasi durumu, bu şahların vasallık bağları çerçevesinde [kasıt İran Selçuklu devleti vasallığı] ne yaptıklarına ve neyi amaçladıklarına bağlı olarak güçlü bir şekilde değişikliğe uğradı.’’[3]
New Jersey’de Rowan Üniversitesi’nde tarih profesörlüğü yapan Robert H. Hewsen (d. 1934) Güney Kafkasya’nın yani tam da Kürtlerin, Ermenilerin, Gürcülerin ve diğer Kafkas milletlerinin yan yana, iç içe yaşadıkları bölgelerin antik tarihi konusunda uzmandır. Dünya çapında bir referans eser olarak değerlendirilen ve 2001’de yayınlanan Armenia: A Historical Atlas adlı tarihi-atlas, harita ve ilgili metinlerini içinde barındırır. Eser Ermenistan, Gürcistan, geniş Kafkasya, Anadolu ve Kürdistan’ın antik çağdan çağdaş döneme kadar tüm dönemlerin haritalarını vererek, bu geniş bölgede tarih boyunca kurulan devletleri ve oluşan sınırları belirtir.
Hewsen, Ermeni, Gürcü, Arap, Fars, Süryani, Grek, Latin ve çağdaş dillerden başlıcaları olan İngilizce, Rusça ve Fransızca kaynaklardan, onlarca müze ve arşivhaneden, bilimsel araştırma ve çalışmalardan yararlanarak bu eserini ortaya koymuştur. Onun ortaya koyduğu ciddi eserler ve özellikle antik Güney Kafkasya alanındaki uzmanlığı, dikkate alınması gereken biri olduğunu gösterir. Alanında özellikle konumuzla ilgili dönemin Ermeni, Gürcü ve lokal kaynaklarını yakından tanıdığı anlaşılmaktadır.
Ermenşahileri Kürt olarak gösteren diğer bir kaynak da çok yakınımızda, oldukça tanınmış bir Osmanlı alim, mutasavvıf ve tarihçisi olan Münnecimbaşı’dır. Ataları Konya’nın Ereğli ilçesinden olan ve kendisi babası Lütfullah’ın taşındığı Selanik’te 1041 (1631/1632)’de doğan, İstanbul’da eğitimini tamamlayıp önemli düzeylerde memuriyetlerde bulunan ve ömrünün son yıllarını geçirdiği Mekke’de 27 Şubat 1702’de ölen Müneccimbaşı Ahmed bin Lütfullah, Arapça kaleme aldığı Camiü’d-Düvel adlı eserinde sonraları ‘’Sökmenoğulları’’ denen hanedana başlı başına bir yer ayırmaktadır. Daha bölümün başlığında hanedanın kurucu emirine Sekman El Kurdî el Qutbi demektedir. Eserin beşinci faslı bu hanedanla ilgilidir ve şöyle denmektedir:
‘’Beşinci fasıl her birine Şah-ı Ermen denilen Ahlat ve ona bağlı yerlerin hükümdarlarının zikri hakkındadır:
Bunlar üç[4] hükümdardır. Başkentleri Ermeniye’de Ahlat’tır. Saltanatlarının başlangıcı 486 (1093) ve yıkılışları 580 (1184/1185) yılındadır. Hakimiyet süreleri 94 yıldır.’’
Müneccimbaşı Sekman El Qutbî’nin soyundan gelen Ermenşahları bir hanedan, onlardan sonra 1184/1185 ile 1207/1208 yılları arasında hüküm süren memluklerini, onların hanedanlarını devam ettirdikleri ve aynen onlar gibi Ermenşahlar olarak adlandırıldıkları halde ayrı bir hanedan olarak ele almaktadır. Bu kölemen hanedana Bektimuriyan (Bektimuriler) da denmektedir. Diğer tahrihçiler genellikle iki dönemi birleştirerek tek bir hanedan gibi ele almaktadırlar.
Münnecimbaşı Şah-ı Ermenlerin ilk hükümdarı için şu ara başlığı atmakta ve ardından gelen açıklamayı vermektedir:
‘’I. Şah-ı Ermen Sekman el-Kurdî el-Qutbî (1093-1111)
Bunların ilk hükümdarı Şah-ı Ermen Sekman el-Kurdi el-Qutbî’dir. Sekman, Qutbuddevle[5] Îsmaîl b. Yaqutî b. Davud b. Çağrı Bey es-Selçuqî’nin adamlarının haslarındandı. Bunun için onun adına nisbetle ‘Sekman el-Qutbî’ denilmiştir. Ahlat ve ona bağlı olan yerler İsmail’in iktalarındandı. İsmail, buraya Sekman’ı vali tayin etmişti. Kendisi 486 (1093) yılında öldürülünce Sekman, Ahlat vilayetinde bağımsız kaldı. Efendisinin oğlu Emir Mevdud b. İsmail’in 496 (1102/1103) yılındaki ölümüne kadar Emir Mevdud’a itaat ediyordu. Onun ölümünden sonra Sekman, doğrudan Sultan Muhammed [Tapar] b. Melikşah’a tâbi oldu. Kardeşi Berkyaruk ve başkaları ile yaptığı bütün savaşlarında Sultan Muhammed’in yanında bulundu. Sultan, Sekman’ın memleketine yakın olan yerleri de onun iktâına kattı.’’[6]
Münnecimbaşı daha sonra bu emirin torunu Nasıreddin Muhammed’i anlatırken de şunları belirtir:
“3-Şah-ı Ermen Nâsıreddin Muhammed (1127-1185)
[2. Hükümdar] olan Zahireddin İbrahim’den sonra, yerine ’Devletşah’ lakaplı oğlu Şah-ı Ermen Nasıreddin Muhammed b. İbrahim b. Sekman el-Qutbî hükümdar oldu. Muhammed’in hükümdarlıktaki günleri epeyce uzadı, yaşı da bir hayli ilerleyip sekseni aştı. Çevredeki hükümdarlar nezdinde azametli biri idi. Kendisine ikram edilir ve sayılırdı. Akıllı, adaletli, ahlakı ve davranışı güzel bir hükümdardı. Ülkesinin halkı onu çok severdi. Ölümünden sonra bile uzun müddet adını andılar. Cesur ve mücahit idi. Gürcü kâfirleri ile yaptığı savaşlarda ve onları İslâm topraklarından uzaklaştırmasında güzel anıları vardır. Bu bölgenin Kürtleri ona itaat ederler ve saygı gösterirlerdi. O kendisine bağlı bu halk sayesinde ülkesine komşu olan hükümdarlara karşı güç kazanmıştı. “[7]
Müneccimbaşı Ahmed bin Lütfullah, çeşitli ilimlerde ihtisası olan ve değişik sahalarda eserler yazan büyük bir alim olarak kabul edilir. Dini sahada verdiği eserlerin yanında tıp, astronomi, astroloji (nücûm) ve musiki alanlarında da telifler yapmıştır. Dil ve edebiyat, mantık, ahlak, tefsir ve diğer ilimlere ait eserleri vardır. Arapça, Farsça ve Türkçede şiirler yazmış bir şairdir.
Asıl onu meşhur eden ve tarihçi olarak tanıtan Camiü’d-Düvel adlı Arapça genel tarihidir. Eser, bir dünya tarihi olup yaradılıştan başlayarak h. 1083(1672/1673) yılına kadar gelmektedir.
Eserinde olayları devlet devlet olarak ele almıştır. Yeryüzünde Müslüman olan ve olmayan devletlerin çoğuna yer vermiştir. Eserin başlangıç kısmında yazarın tarih ilmi üzerine görüşleri de geniş yar almaktadır. Camiü’d-Düvel, genel ve İslam tarihini yazan bir çok tarihçinin eserlerinde yer almayan irili ufaklı devlet ve devletçiklerin, hatta çok küçük ve kısa ömürlü ufak kabilelerin de tarihlerine yer vermektedir. Bu durum tarihçinin ve eserinin önemini arttırmaktadır.[8]
Kürt tarihi kısımlarında, Mervanilere, Şeddadilere, Revadilere, Dinever’deki Hasanveyhi Kürt hanedanlığına, Kakaveyhilere, Mirdasilere, Ermanşahîlere, Kastamonu’da Candaroğullarına (İsfendiyaroğullarına), Menteşayilere, Kütahyayı başkent edinen Germiyanilere, Aydınoğullarına yer verir.
Müneccimbaşı, eserinin başında, yararlandığı kaynakların adlarını sıralamıştır. Bu kaynakların 47’si Arapça, 17’si Farsça ve 8’i Türkçe olmak üzere 72 adettir.
Geniş bir listeyi oluşturduğu için yazının dipnotunda yararlandığı tüm eserlerin adları verilmektedir.[9] Bunlar arasında İbn’ül Esir, İbnü’l Kesir, İbnü’l Celal el-Taberi, Mes’udî, İbn Xelikan, İbnü’l Verdi el Halebi, Îbnü’l Hacer, İbn Haldun, Zehebi, İbnu’l Cezvî, Makrizî, Hamdullah Müstevfi el Kazvini, Eminüddin Ahmed Er-Razi, İdris-i Bidlisi, Şerefeddin el Yezdi, İbn Bibi, Şeref Xan Bidlisi, Ebu Bekir el-Tıhrani, Ali Çelebi, Hoca Saadeddin Efendi, Aşık Paşazade, Kâtib Çelebi, Joannes Tarihi vb gibi temel eserler var.
Kaynakları arasında bir eser var ki konumuz açısından özellikle belirtilmeye değer: bu, Tarih-i Babi’l Ebvab ve Şirvan ve Aran adlı Arapça bir kaynaktır. ‘’kıt’a min’’ deyip bu eserden ilgili bölümleri olduğu gibi almıştır.
Eser, Güney Kafkasya; Azerbaycan, Şirwan, Arran, Ermenistan, Gürcistan ve öteki Kafkas bölgelerinin ortaçağ tarihiyle ilgilidir. Güney Kafkasya’yla ilgili ciddi araştırmaları olan ve bu çerçevede Müneccimbaşı’nın Camiü’d-Düvel’inin Kürt Şeddadiler ile ilgili bölümünü değerli dipnot ve açıklamalarla birlikte Studies in Caucasian History adlı çalışmasında İngilizce olarak yayınlayan Vladimir Minorsky, adı geçen kaynak üzerinde özellikle durmuştur.
Müneccimbaşı’nın eserinde çok sayıda kaynağa başvurduğunu belirten Minorsky, onun eserinin Şeddadilerle ilgili bölümlerine yaptığı açıklamalarda, bunlar arasında fakihlerden (hukukçu) biri tarafından yazılan ve bugün kayıp olan bir eserin de yörenin tarihini anlatan Tarih-i Babi’l Ebvab ve Şirvan ve Aran adlı eserdir der. Minorsky o kaynağı kendisinin de daha önce kullandığını belirterek, ‘görüldüğü gibi Müneccimbaşı’nın Arapça olan Camiü’d-Düvel’i yörenin tarihi olan bu eserin orijinalinin bir bölümüdür’ demektedir. Müneccimbaşı’ya göre Tarih-i Babi’l Ebvab ve Şirvan ve Aran 500 (1106) yıllarında tamamlanmış. Şeddadiler, Babi’l Ebvab (Derbend) ve Şirwan üzerine yazılan diğer iki bölüm 468(1075)’de bitmiş ve aynen yazıldıkları gibi kalmışlardır. Eserin Şeddadilerin daha sonra Ani’de hüküm süren dalına değinmemiş olmasını Minorsky ilginç buluyor.
Minorsky devam ediyor: ”Berde’li birinin yazdığı Tarih-i Babi’l Ebvab ve Şirvan ve Aran ile İbn Heyca el Rewadi’nin Aras nehrinin güneyindeki olaylar üzerine yazdığı Azerbaycan Tarihi arasındaki ilişkiler hakkında bir şey söyleyecek durumda değiliz. Onlar hakkında bildiklerimiz sadece eserlerin adlarıdır.
Yazımızdaki bazı canlı bölümlerin de gösterdiği gibi, yazar Gence’ye yakın bir yörede kalmış, eseri yazdığı dönemde ya yörenin vakayinamelerini (kroniklerini) kullanmış ya da bazı kitapların başlangıç bölümlerinden yararlanmış. Kendisi, Hristiyanlara karşı sert biri, Türkler karşısındaki duyguları da daha olumlu değil. Kendisinde o yörenin Farslarının ya da Kürtlerinin bir damarının varlığı tahmin edilebilir. Yazıları da Mesud İbn-i Namdar’ın yöresel belgelerden oluşan derlemelerine benziyor. En son bölümü, kırk yıl sonra Gence Şeddadileri üzerine yazılmış. Bu durum, onun Müneccimbaşı’nın kaynağıyla sağlam ortak macerasını ortaya koyuyor.’’[10]
Bu yazılı kaynak, Müneccimbaşı’nın Ermenşahilerin kurucusu olan Sekman El Kurdi el Qutbi’nin kurduğu Ermanşahlar hanedanının bir Kürt hanedanı olduğu belirlemelerinin ciddi, hem zaman hem de mekân bakımından yerinde ve güvenilir kaynaklara dayandığını gösterir.
Anlaşıldığı kadarıyla sözkonusu kaynak, Ermenşahilerin Kürt kökenleriyle ilgili bilgi veren biricik eser de değil. ABD’li tarihçi Robert H. Hewsen’in belirttiklerinden, aynı bilgileri veren başka kaynakların varlığını da anlıyoruz. Hewsen kitabının biografi listesinde, pek çok dilde yazılmış kaynakları sıralamasına rağmen, bu ve benzeri bir eserin ya da Camiü’d-Düvel’in adını vermiyor. Öyleyse ‘’hanedanın Kürt olduğu’’ tespitini ondan almamış olması çok güçlü bir ihtimal. Adı geçen lokal eseri vermemiş olması ilginç gelebilir ama, zaten eser basılı değil, hatta Minorsky’e göre kayıp. Hewsen pek çok ülkenin müze ve arşivlerinin kaynaklarından yararlanmış, bu kaynakların adlarını tek tek vermemiş, sadece yerlerini belirtmiştir. Kayıp esere Hewsen’in onlar arasında rast gelmiş olma ihtimali gözden uzak tutulamaz. Kendisi de Minorsky gibi bir Güney Kafkasya uzmanı olan Hewsen’in Ermeni ve Gürcü tarih ve arşivlerine yeterince vakıf olduğu bilinmelidir. Onun bilgileri, muhtemelen diğer Ermeni ve Gürcü yazılı kaynaklarıdır.
Verdiğimiz bilgilerden, Müneccimbaşı ve Robert H. Hewsen’in ayaklarını tam doğru yere basmış oldukları ve mutlaka ciddiye alınmaları gerektiği sonucu çıkar. Sekman el-Qutbi’nin Türk kökenli köle olduğu iddiasındaki tarihçilerden daha sağlam kaynaklara dayanmaktadırlar. Ermenşahiler hanedanının etnik kökeni hakkında Türk tarihçilerinin tezlerini bir yana bırakıp daha geniş araştırmalara yönelmek gerekir.
Sekman el-Qutbi’den önce Xelat şehri yöresiyle beraber bir eyalet olarak Kürt Mervani emirlerinin yönetimi altındaydı. Şehirdeki son Mervani yöneticisi memleketi iyi idare etmeyip halka kötü davranmaya başlayınca bizzat Ahlatlılar Azerbaycan Emiri Qutbeddin İsmail’e haber vererek şehrin yönetiminin başka bir emire verilmesini istemişlerdir. Azerbaycan emiri de henüz küçük yaşta olan oğlunu oraya atamış, atabeği olarak Sekman El Qutbi’yi de beraber Xelat (Ahlat)’a göndermiştir. Önce Azerbaycan Valisi el Qutbi, kısa bir süre sonra da oğlu ölünce Sekman el Qutbi bizzat kendi adına yönetimi devralmış, Ermenşahlar hanedanı dönemi böylece başlamıştır. 1090/1100 ila 2007/2008 yılları arasında her iki aşamada hanedan varlık göstermiş 2007/8 yılında yine Ahlat halkının isteğiyle Ahlat kendisine bağlı yerlerle birlikte Eyyubi hanedanı emirlerinden Selahaddin’i Eyyubi’nin kardeşi Melik Adil’in oğlu Melik Evhad’a isteyerek barışçıl bir biçimde teslim olmuştur.
Azerbaycan emiri Kutbeddin İsmail Selçuklu sultanlarıyla yakın akrabadır. Selçuk’un oğlu (Tuğrul Bey’in kardeşi) olan Çağrı Bey’in oğlu Yakut Bey’in oğludur. Selçuklu hanedanı içinde yaşanan iktidar kavgalarına da katıldığı belirtilir. O aslen Türkmen bir emir. Hizmetinde olan Sekman el Qutbi’nin adının sonundaki el Qutbi bir kölenin ya da savaş esirinin kendi efendisinden kalan bir sıfatı olması da bir işarettir. Ama memlukluktan/haslıktan/gulamlıktan gelmiş olması, onun Türk olduğunu göstermeye yeterli değil. Gerçi İslamiyet’in doğuşunun ilk yıllarında doğuya, Maveraünnehr’e ve Orta Asya’ya yapılan seferlerde henüz Müslümanlaşmamış Türkler (Oğuzlar ve diğer boylar) esir alınıyor ve savaş ganimeti olarak köle pazarlarında satılıyorlardı. Ya da orduda, muhafız alaylarında, saray askeri yönetimlerinde görevlendiriliyorlardı. Bunlar arasında becerisi ve cesaretiyle ortaya çıkan pek çok komutan ve başka üst düzey görevli vardı.
Sekman El Qutbi ise bu dönemden oldukça sonraki bir tarihte yaşamış, Oğuzların Müslümanlaşarak Türk/Türkmen adını aldıkları, Selçuklu devletinin İran, Azerbaycan, Ermenistan, Kürdistan ve Arabistan’ın önemli bir bölümünde egemenlik kurdukları bir döneme rastlar. Sultan Tuğrul ölmüş, yerine Alparslan, o ölmüş yerine Melik Şah ve o ölünce de yerine Muhammed Tapar gelmişti. Aslında bir Türk emiri olan Qutbeddin İsmail’in Ermeni, Gürcü, Çerkez, Grek (Rum) hatta Kürt kökenli kölelerinin olması daha normalken bir Türk kölesinin olmuş olabileceği ilginçtir.
Daha Türkler gelmeden önce Azerbaycan’da, Kürdistan’da, Ermenistan ve Gürcistan’ın doğu ve güney bölümlerinde Rewadi, Merwani ve Şeddadi Kürt devletleri egemenlerdi. Azerbaycan ve Güney Kafkasya, Horasan, Gilan, Şirvan ve Derbent yörelerinde sadece idareci emir ve komutanlar düzeyinde değil, kavim olarak Kürtlerin yoğun varlığı daha 7. yüzyılın başlarından hatta 6. yüzyılın sonlarından itibaren egemen unsur olarak belirdi.
Oğuz/Türkmen istilaları ve Selçuklu egemenliği ilk başlarda değil daha çok ikinci aşamalarda bu devletlerin tam istiklallerine son verse de Farslar, Araplar, Ermeniler, Gürcüler ve Grekler gibi onların egemenliklerini kabul eden Kürt beyleri, Mervanoğulları’nın farklı emirleri, Ravvadi ve Şeddadi emirleri belli yerleri yönetmeye devam ettiler. Gence Şeddadileri ve Ani Şeddadileri diye ikiye ayrılmış olan Şeddadiler 13. yüzyılın sonlarına kadar varlıklarını korudular.
Bunların ötesinde Azerbaycan, Ermenistan ve Kafkasların uc bölgelerinde özellikle Ermenilerle ve Gürcülerle karşılıklı savaşlar, gaza ve fetihler devam ediyor, bir dönem farklı halklardan Müslümanlar tek başlarına ya da birlikte ilerliyor, bazı dönemlerde de Bizanslılar, Ermeniler ya da Gürcüler ta Ahlat’a, Sason’a kadar olan yerleri ele geçiriyorlardı. Ayrıca Darü’l İslam’da (İslamın egemen olduğu diyarlarda) Müslüman egemenliğini kabul ederek Gürcü, Ermeni, hatta Rum Hristiyan prenslikleri yaşamlarını devam ettiriyorlardı. Elbette bunların idareleri altında hem kendi Hristiyan halkları hem de Müslümanlar birlikte var olabiliyorlardı. Aynen Müslüman Kürt, Fars, Türkmen ya da Arap emirliklerin egemenlikleri altında farklı etnik aidiyetten gelen Hristiyan toplulukların bulunduğu gibi.
Yöredeki Kürt varlığı sadece müslümanlardan oluşmuyordu, İslam öncesi Zerduşti/Mecusi dininden olanlar, Müslümanlıktan Hristiyanlığa geçen ve daha sonraları bir iki yüzyıl bölgede Hristiyan hanedanlık kuran, Ermeni ya da Gürcü krallarının hizmetlerinde onların vasalları olarak görev yapan, bazen ele geçirdikleri topraklarla ta Van gölünün kuzey ve batı sahillerine kadar ulaşabilen, bölgedeki Şeddadi, Revvadi, Mervani hanedanları, Ermenşahlar ve en son olarak da Eyyubilerle komşu olan, bazen onlarla savaşıp bazen de barış içinde ilişkiler sürdüren Kürt varlıkları da vardı.
Daha ilk kuruluşları döneminde Şeddadiler ile Hazar’ın güneyindeki Deylemliler arasındaki savaşlarda, yoğun olarak farklı Müslüman mezheplere ve gayri Müslim dinlere bağlı Kürt nüfusundan bahsedilir. Müneccimbaşı, Camiü’düvel’inin Şeddadiler bölümünde 951’den sonraki yıllarda onlarla Deylemliler arasındaki savaşları anlatırken Erdebil’de olan Deylemli İbrahim ibn Merzuban’ın, komutanının bir savaşta Muhammed İbn Şeddad’a karşı yenilgisini hazmedemeyerek, Deylemlilerden, Kürtlerden ve Tirahayelerden meydana gelen bir orduyu Debil (Dwin) üzerine gönderdiğini belirtir. Savaş kızışınca Debil halkı Muhammed ibn Şeddad’a karşı çıktı, onu kendi savaşçılarıyla yalnız bıraktı, bunun sonucunda Muhammed yenilerek kalesine geri çekildi. Fakat bir süre sonra Debil halkı Deylemlilerin idarelerinden çok şikayetçi olduğu için Muhammed’den özür diledi, Muhammed Debil’e geri döndü, Deylem idaresine son vererek şehrin durumunu düzeltti.
Deylemlilerin askerleri, Deylemlilerden, Kürtlerden ve Tirahayelerden oluşmuşmuş. Biz, iki yüz elli yıl sonrasını anlatan Süryani tarihçi Gregori Ebü’l Farac’dan bu Tirahayelerin de Kürt ama Müslüman olmayan bir kavim olduğunu anlıyoruz. Ta 950’li yıllarda kendilerinden bahsedilen bu Kürt topluluk 1205’te yani yaklaşık iki yüz elli yıl sonrasında da gayri Müslim varlığını koruyordu. Ebü’l Farac şöyle yazıyor:
Arapların 602 (M. 1205) yılında Madai (Medya) dağlarında yaşayan ve kendilerine Tirahaye denilen Kürtlerden bir kabile dağlardan indiler ve bu havalide büyük tahribat yaptılar. İranlıların askerleri bir araya gelerek bunlarla dövüştüler ve birçoklarını öldürdüler.
Bu dağlılar, İslâm dinine girmemişler, kendi memleketlerinin iptidai putperestliği ile Mecusiliği kabul etmişlerdi. Bunların eline bir Müslüman düştü mü onu en şiddetli işkencelere uğratarak öldürüyorlardı.”
Ebü’l Farac ya olayı Müslüman bir vakanüvisten naklen aldığı için, ya da kendisi de ”ehli’l-kitab” olduğu için Tirahayeleri tanıtmaya çalışırken çok bildik olan şu hikâyeyle onları karalamaya da kalkışıyor: ”Bunlarda bir kız çocuğu doğduğu zaman kızın babası evinin kapısı önünde durur ve şöyle bağırır: ‘Bu kızla kim nişanlanacak?’ Şayet biri çıkar da kızı isterse babası onun yaşamasına razı olur. Kimse çıkmazsa babası onu öldürür.
Bu yüzden bunların aralarında kadınlar çok azdı ve bir kadın bütün bir ev halkının zevcesi sayılırdı. Bir erkek bir kadının yanına girdiği zaman ayakkabısını o evin kapısı önünde bırakır. Başka bir adam gelirse ayakkabıyı görerek eve girmez ve içerideki kimsenin çıkmasını bekler. Doğan çocuklara gelince erkeklerin yaşlısı onun babası sayılır.”[11]
Başka bir örnek de daha çok namları ve önemli rolleri Gürcistan tarihinde yer etmiş olan ama Ermenilerle Gürcülerin bir türlü paylaşamadıkları Mxargrjeli (Uzun kollular)ya da Zaxarid (Zekerialılar) olarak adlandırılan Kürt kökenli hanedandır.
Minorsky, Şeddadi Kürtleri ile ilgili çalışmasında başlı başına bir bölümü bu Kürt kökenli Mxargrdzelilere ayırmıştır. Gürcü kraliçesi Tamar’ın zaferlerinin her şeyden önce Zakare ve İwane adlı komutanlar sayesinde olduğunu yazan Minorsky, doğruluğu için her türlü sebebin olduğu geleneksel bir anlatıma göre onların ataları Mezopotamya Kürtleriydi, Babirakan (Bapirekan) aşiretindendi der. Taşındıkları Kafkasya’da ilk ataları, Xusro (Husrev) diye biri bilinir. Xusro’nun Sergis ve Kerim adında iki oğlu vardı. Sergis Kürt ailede Müslümanlığı terk ederek Hristiyanlığı seçen ve muhtemelen bundan sonra Sergis adını alan ilk insandı.[12]
Ermeni kronikörü Vardan Areweltsi de İwane ve Zakare (Zekeria) adlı iki muteşem prensten bahseder, bunların 1186 yılı dolaylarında Tsararak (Çararak) şehrinde yaşadıklarını belirtir ve haklarında şu bilgileri verir: Sergis ve Zakare (Zekeria) adındaki iki muhteşem prens, Sergis’in oğullarıydı. O da Vahram’ın, o da (1.) Zakare’nin, o da Kürt kavminden olan Sergis’in, o da Xusro’nun oğluydu.
Araweltsi’ye göre, Xusro’nun oğlu ve Kerim’in kardeşi olan bu birinci Sergis ve adamları Hristiyan dinine geçerek onurlandırıldılar. Xoşorni yaşamlarını sürdürmeleri için kendilerine mülk olarak verildi. Çok cesur bir halk oldukları için her gün şan, şeref ve statü elde ettiler, makamları yüceldi. Ailenin birinci dönemi Ermenistan’da geçti. On birinci yüzyılda Lori (Taşir) Ermeni krallarının hizmetlerinde bulundular. Ancak Ermenistan Müslüman ve Türk saldırıları karşısında geri çekilince Gürcistan yayılma fırsatı bulup Ermenistan’ın da büyük bir bölümünü hakimiyeti altına aldı, bir imparatorluğa dönüştü.
Mxargrjeliler kendi bölgelerinde bir hanedanlık kurdular ve 1089 yılında krallığın çökmesiyle, Kraliçe Tamar döneminde Gürcü İmparatorluğu’na katıldılar, 1201’den itibaren de Gürcülerin orta ve kuzey Ermenistan’daki vasalları ve ordunun baş kumandaları (generalleri) haline geldiler. Araweltsi’nin adlarını verdikleri Zakare ve İwane adlı hanedan yöneticileri imparatorluk divanında önemli görevlere yükseldiler, Gürcistan’ın elde ettiği zaferlerde ve genişlemesinde önemli roller üstlendiler.
Bunların emrindeki Gürcü ordusu, 1200 yıllarından itibaren bölgenin pek çok küçük Müslüman emirliklerine boyun eğdirdi kendi yönetimlerini onlara kabul ettirdi. Müslüman tarihçiler İran’ın doğusundaki Horasan’ın içlerine kadar yayılan Gürcistan’dan dolayı endişelerini dile getirdiler. Tarihçi Cuveyni, yakında Gürcülerin Bağdat’a bile ulaşabilecekleri ve oradaki Halifeyi Hristiyan keşişle değiştirebilecekleri, camileri kiliselere dönüştürebilecekleri korkusunu dile getirdi.
General İwane Gürcistan’dan güneye doğru da oldukça ilerledi ve 1210 yılında, daha önceleri Eyyubilerin eline geçmiş olan ve Selahaddin Eyyubi’nin kardeşi oğlu Melik Evhad tarafından yönetilen Ahlat’a saldırdı. Ancak çok şansız bir biçimde atından düşerek Ahlat Kürtleri tarafından esir alındı. Özgürlüğünü kazanmak için kızı Tamta’nın Melik Evhad’le evlenmesine, daha önce ele geçirdiği pek çok Müslüman kalesini geri vermeye, 100 bin dinar tazminat ödemeye ve beş bin Müslüman savaş esirini serbest bırakmaya razı oldu. Serbest bırakıldı. Mxargrjeliler hanedanı bundan sonra da Gürcistan’da büyük roller üstlenmeye devam etti.
Böylece Oğuzların/Türkmenlerin Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan ve Kürdistan’da önceleri gaza ve talanlarla başlayan, sonra istila ve fetihlerle şekillenen, giderek üst egemenlik konumlarıyla zirveye ulaşan varlıkları, iki yüz yılı aşsa da buradaki Kürt, Fars, Ermeni, Gürcü, Rum ve Arap nüfusları da varlıklarını bağımsız, yarı bağımlı ya da tam bağımlı olarak sürdürmeye devam ettiler. Savaşlar, talanlar, esir ticareti hep var olmaya devam etti. Bu esirler daha çok gayri-Müslimlerden olmakla beraber, Müslümanlardan da olabildi.
[1] Dİ Ansiklopdisi.
[2] Sümer, Faruk; Selçuklular Devrinde Doğu Anadolu’da Türk Beylikleri, TTK Basımevi, Ankara 1990 s. 53.
[3] Robert H. Hewsen; Armenia: A Historical Atlas, s. 129.
[4] Bazı kaynaklara göre dört. Ancak bi z çalışmamızı sadece hanedanın etnik kökeniyle sınırlandırdığımız için bu tür farklı bilgiler üzerinde durmayacağız. M. Ciwan
[5] (Diğer tarihçilerde Kutbeddin/Qutbeddin M. C.). Aslında esas ismi İsmail’dir. Kutbeddin sonradan verilmiş bir sıfattır. Bu sıfat da genellikle ‘Qutbü’d-Devle ve Din’ biçiminde verilirdi. Muhtemelen burada da esas sıfat budur.
[6] Müneccimbaşı Ahmet bin Lutfüllah, Camiu’d-Düvvel; Selçuklular Tarihi, Yayınlayan Doç, Dr. Ali Öngül, Akademi Kitabevi İzmir 2001, c. 2. s. 217-226, ve aynı kitabın ekindeki Arapça bölümünün ilgili yerleri.
[7] Age, aynı yer.
[8] Age, c 1, giriş bölümü.
[9] a. Arapça Kaynakları:
- İbnü’l-Esir, İzzeddin Ebu’l-I Hasan, el-Kamil fi’t-tarih.
- İbn Kesir, İmâdeddin İsmail b. Ömer, el-Bidâye ve’n-nihâye.
- İbn Cerir et-Taberi, Tarih-i Taberi.
- Mes’ûdi, Mürûcü’z-zeheb.
- Cenâbi, el-Aylemü’z-zâhir.
- İmam el-Yâfi’i, Mir’atü’l-cenân.
- Melik el-Müeyyed el-Eyyubi, el-Muhtasar.
- İbnü’l-Verdi el-Halebi, Tetimmetü’l-Muhtasar.
- İbnü’l-Verdi el-Halebi, Durerü’l-hasâyis.
- İbn Kuteybe , el-Ma’arif.
- Ebu Zeyd el-Belhi, el-Bed’u ve’t-Tarih.
- İbn Abdi Rabbihi, el-Ikd (el-Ferîd).
- İbn Hallikan, Vefeyatü’l-a’yân.
- İbn Haldun, Mukaddime.
- İbn Hacer, İnbâu’l-gumr.
- İbn Hacer, ed-Dureru’l-kâmine.
- Zehebi, Düvelü’l-İslâm.
- Sehâvi, Zeylu Düvelü’l-İslâm.
- Kadı İyaz, eş-Şifâ.
- İbn Hişam, es-Siyer.
- Süheyli, Şerhu Siyer-i İbn Hişâm.
- İbnü’l-Cevzi, Safvetü’s safve.
- İbnül-Cevzi, es-Siyer.
- Kastalani, el-Mevahibü’l-ledünniye.
- Kâzeruni, es-Siyer.
- Diyârbekirî, el-Hâmis.
- Tirmizi. Eş-Şema’il.
- Makrizi, eş-Şema’il.
- İmam Ebû Abdillah Muhammed, el-Misbâhü’l-Mudî’e.
- Süyûtî, Tarihü’l-hulefâ.
- İbn Ayas, Tarihü’l-hulefâ.
- Kudai, Tarihü’l hulefa.
- İbn Şıhne el Halebi, Ravzatü’n-nâzirîn.
- Karamani Ebu’l-Abbas, Tarihü’l-Karamânî.
- Makrizi, Nüzhetü’l-mukleten fi ahbâri’d-devleteyn.
- Makrizi, es-Sülûk fi ahbâri’l-milûk.
- Süyûti, Hüsnü’l-muhâdara.
- İbnü’n-Neccar, Tarih-i Bağdad.
- Hazreci, Tarihü’l-Yemen.
- Kutbü’l-Mekki. el-Berkü’l-Yemâni.
- Kutbü’l-Mekki, Tarih-i Mekke.
- Şerif el-Fâsi, Tarih-i Mekke.
- Semhûdî, Tarihü’l-Medine.
- Bestami, Müsâmeretü’l-mülûk.
- Kıt’a min (bir kısım] Tarih-i Bâbi’l-Ebvab ve Şirvan ve Arran.
- İbn Hakîmâ, Tarih-i İbn Hakîmâ.
- Dimaşkî, Nuhbetü’d-dehr.
Farsça Kaynakları:
- el-Fâzil Muslihuddin el-Lâri, Tarih (Mirâtu’l-edvar)
- Hamdullah Müstevi [Kazvini], Tarih-i Güzide.
- Reşîdeddin el-Vezir, Câmiu’ tevârih.
- Seyyid Yahya el-Kazvini, Lubbü’t-tevârih.
- Gaffâri, Cihan-ârâ.
- Gaffâri, Nigâristân.
- Emineddin Ahmed er-Razi, Heft iklim.
- Hakîmeddin İdris el – Bidlisî, Heşt Behişt.
- Şerefeddin el-Yezdî, Zâfer-nâme.
- Hoca Abdürrezzak el Kâşi (es’Semerkandi), Matlau’s-sa’deyn.
- Hoca Fazlullah el-Hindi, Ekber-name.
- Şah-Selim b. Celâleddin Ekber Padişah, Selim-name.
- Şeref Han el-Bidlisî, Tarih-i Kürdistan (Şeref-name ).
- İbn Bibi, Târih-i Selâçiketi’r-Rûm (el-Evamirü’l-Alaiyye fi’l-umûri’l-Alaiyye).
- Aksarâyi, Müsâmeretü’l-ahbâr.
- Kadı Ebû Bekir Tihranî, Târihu’l-Bayindiriyya.
- Suveru’l-memâlik ve’l-mesalik.
Türkçe Kaynakları:
- Ali Çelebî, Künhü’l-ahbâr.
- Âli Çelebi, (Fusûlü) hall’ü-akd.
- Hoca Sa’deddin Efendi, Tacü’t-tevârih.
- Hacı Halife (Kâtib Çelebi), Fezleke.
- Aşık Paşazâde, Tarih-i Aşıkî (Tevârih-i Al-i Osman).
- Ruhi, Tarih-i Ruhi.
- İbrahim Efendi, Murad-name,
- Joannes Tarihi tercümesi.
Müneccimbaşı bunların dışında daha birçok risâle ve mecmuadan istifade ettiğini de kaydetmektedir.
[10] Vladimir Minorski, Şeddadi (Şedadiler), Studies in Caucasian History’nin İngilizcesin’den Kürtçeye çeviren M. Emin Narozi, Avesta Yayınları, İstanbul, 2010 s. 14-15.
[11] Gregori Ebü’l Farac, ABU’L – FARAC TARİHİ, c. 2, s. 488
[12] Minorsky, Vladimir, Şeddadî, Avesta yayınları, 210, İstanbul. s. 123.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.