Aktivist Mark Campbell: Kürt halkı ile kendi travmamı yendim
.
Jînda Zekioğlu/Gazeteduvar
İnsan hakları savunucusu Mark Campbell, son 10 yılda Kürtlerin yaşadıklarını sosyal medya aracılığıyla ve kurduğu kurdistansolidaritycampaign.org ile dünyaya duyuruyor. 1993'te Lice'ye tanıklık eden Campbell, "70'lerin sonlarında İngiltere'ye gelen genç bir Kuzey İrlandalı olarak yaşadığım deneyim bana Kürtlerin karşılaştığı ırkçılık hakkında çok şey öğretti. Kürt halkı bana yaşam, mücadele, alçakgönüllülük ve onurlu olmak hakkında çok şey öğretti" diyor.
Annesi İngiltere’nin güneyinde New Forest’ta varlıklı bir ailenin kızıydı. Babası ise Londra’da bir otelin valesi olarak çalışan İrlandalı işçi bir ailenin oğlu. Bakmayın annesinin öyle ‘varlık’ içinde olduğuna; O, İrlandalı genç bir delikanlıya aşık olup, onunla Kuzey İrlanda’ya göç edip, kadın ve barış aktivizmi ile adına Nobel Barış Ödülü ithaf edilecek denli geniş yürekliydi. Mark Campbell, böyle bir annenin ve babanın oğlu olmaktan onur duyuyor. Çocukluğundan tanıdık gelen o hikaye, insan hakları için mücadele eden dernekler adına çalışmasına kapı aralıyor. Campbell, 1993 yılında Diyarbakır’da Lice'de 16 kişinin ölümüne tanık oldu. Yangını fotoğraflamasıyla hem kendi kişisel yolculuğuna, hem de toplumsal tarihe iz bıraktı.
@Hevallo olarak tanıdığımız Mark Campbell, 2011 yılında başlattığı #TwitterKurds hashtagi ile Kürtlerin son 10 yılında yaşadıklarının onlarca dilde, onlarca ülkede fark edilmesini sağladı. Kürt sansürünü kırarak milyonlara ulaşmanın mümkün olduğunu gösterdi. İnsan hakları savunuculuğunun sosyal medyadaki bu yeni ‘cephe’sinde Kürt halkı tek gündemi oldu. Bu gündemi arşivlemek, güncelliğini korumak adına kurduğu kurdistansolidaritycampaign.org ile ulaşıyor artık insanlara.
Mark Campbell ile kişisel öyküsünü, Kürtlerle tanışmasını İngiltere’nin savaş oyunlarını ve dayanışmayı konuştuk.
Kişisel hikayenizi merak ediyoruz. Nerede doğdunuz ve nasıl bir ailede büyüdünüz?
Kişisel hikayem uzun ve biraz da film gibi. Annem New Forest'ta varlıklı bir ailedendi. Babamsa, Londra'daki bir otelde vale olarak çalışan işçi sınıfından bir İrlandalıydı. Ben küçükken, ailecek Kuzey İrlanda'ya taşındık ve İrlanda'da büyüdüm. Annem, kadın ve barış hareketinin merkezi olan Barış İnsanları’nda yer aldı. Betty Williams ve Mairead Corrigan tarafından Nobel Barış Ödülü'nü aldıkları törene -bu ödülün ithaf edildiği kişi olarak- Norveç'e davet edildi. 70'lerin sonlarında İngiltere'ye gelen genç bir Kuzey İrlandalı olarak yaşadığım deneyim bana Türkiye'deki Kürtlerin karşılaştığı ırkçılık hakkında çok şey öğretti.
Nasıl tanıştınız Kürt halkıyla?
Politik ilgim nedeniyle Kürt sorununu biliyor ve takip ediyordum zaten. 1993 yılında, Lice’deki yangının ardından bölgeye gittim. İki hafta kaldım orada. Yanan kasaba ve köylerde Kürtlere yönelik sistematik savaş suçlarını belgeledim. Ve gördüklerimi de bir daha unutamadım.
'YAŞADIĞIM TRAVMAYI TEK BİR ŞEKİLDE YÖNETEBİLİRDİM'
Bu sizi sivil toplum adına çaba sarf etmeye mi itti?
Bu benim için bir seçim değildi. Devletin yaktığı bir Kürt köyünde, Kürtlere karşı işlediği savaş suçlarına tanık olduktan sonra kendimi bir görgü tanığı gibi hissettim. Yaşadığım travmayı tek bir şekilde yönetebilirdim; Kürt halkının adalet ve temel insan hakları için derin mücadelesine daha fazla destek olmak ve dayanışmada bulunmak...
Kürtlerin sosyal medyada aktif olması konusunda çok etkili oldunuz. Sosyal medyanın gücünü bu anlamda görünür kıldınız. #TwitterKurds tag’i ile neler başardınız?
Sanırım 2011'de #TwitterKurds'u kurmamız önemli bir adımdı. Sosyal medyanın gücünü daha öncelerde hafife almıştık. #TwitterKurds, Kürtlerin sesini yükseltmede önemli bir rol oynadı ve bazı önemli olaylar; Roboski katliamı, Kobanê'deki direniş ve Rojava başta olmak üzere onlarca haksızlığı milyonlarca insana ulaştırdık, dikkat çektik. Var olan bir güç vardı, sosyal medya ile bu ivmeyi daha da hareketlendirdik.
Kürtler dışında siyasi olarak desteklediğiniz ve onların mücadelesine katkı sağladığınız başka halklar ya da politik kaygılar yok mu?
Tabii tüm mazlum halkların ve adaletsizlikle karşı karşıya kalanların mücadelesini destekliyorum ama tüm enerjim Kürt meselesi ile meşgul.
'TALEP EDİLEN HER NE İSE, ONUNLA DAYANIŞMAK ÖNEMLİ'
Kürtler, bugün her parçasında sistematik kolonyal müdahalelerle mücadele halinde. Kürtlerin bugünkü kazanımlarını nasıl yorumluyorsunuz?
Kürtler, 1923'ten beri sistematik olarak asimilasyonla mücadele ediyor. Türk devletinin kurulmasının ardından Bakur’da bir kimlik mücadelesi başladı. Kürtler, bu son derece ırkçı girişime karşı başlattığı mücadelede birbirine umut oldu. Rojava’da gördüğümüz de buydu. 1991 Körfez Savaşı'ndan sonra, Kürtler siyasi kazanımlarını ‘Uçuşa Yasak Bölgeler’in desteğiyle sağlamlaştırabildiler. Batılı ülkeler, kısmi Türk rejimi desteği de alındı. Buradaki sorunları herkes biliyor. Kürtleri bölmek ve yönetmek için mücadele eden rejimlerin etkisi de devam ediyor. Bana kalırsa en büyük tehlike; IŞİD'i Rojava'ya saldırmak için kullanan güçlerdir. İran da demografik değişimler ve acımasız baskılarla Kürtleri ezmeye devam ediyor.
Sizin deyiminizle ‘özgürlük mücadelesi’nin eksik kalan yanları var mı?
Eleştirmek bana göre değil. Bu haliyle, talep edilen her ne ise ona dayanışma göstermek önemli. Kürt halkı bana yaşam, mücadele, alçakgönüllülük ve onurlu olmak hakkında çok şey öğretti. Kürt halkıyla tanışmadan önceki halimle aynı kişi değilim. Onların onurlu mücadelesini paylaşabildiğim ve tanık olduğum için sevgi, saygı ve teşekkür dışında iletmeyi arzuladığım bir duygum yok.
'BATI MEDYASI ‘KOPYALA-YAPIŞTIR’DAN İBARET'
Sizin tercih ettiğiniz bu mücadele, politik/apolitik çevreniz tarafından nasıl karşılanıyor?
En büyük sorun, Kürt halkının mücadelesinin kriminalize edilmesi. Devletler hiçbir zaman Kürtlere karşı işlediği suçları kabul edecek kadar onurlu olamadı. Hatta, soykırım kurbanlarını kendilerini savunma ve adalet arama cüretine sahip oldukları için 'terörist' olarak etiketledi. En büyük utanç, silah ve mal ticaretini, Kürtlerin adalet mücadelesinin karşısına konumlandıran ve bu nedenle Türkiye’nin ırkçı etiketlerini sorgusuz sualsiz kabul eden ülkelerdir. Belçika'daki son dava, bu etiketlerin ne kadar anlamsız olduğunu ve acımasız baskıyı haklı çıkarmak için orada olduklarını gösterdi. Türkiye’nin, Kürt halkının mücadelesiyle ilgili yanlış bilgilendirme ve yalanlara yönelik psikolojik savaşı, çoğu zaman, hakikate veya adalete susamış tembel gazeteciler veya editörler tarafından Batı medyasında ‘kopyala-yapıştır’dan ibaret.
Daha somut yorumlar mısınız? Kim bu ülkeler, çıkarları nedir? Neden Kürtlerin savaşla yaşamasından besleniyorlar?
En başta İngiltere'nin Türk rejimiyle utanç verici bir ilişkisi var. Birleşik Krallık sınırları içindeki Kürt aktivistleri bastırması için aktif olarak rejime baskı yapıyor, yönlendiriyor. Tabii ki, dünya ülkelerinin çoğu Kürt halkının Rojava'da IŞİD'i mağlup etmedeki mücadelesine giderek daha fazla destek verirken, Türkiye’nin yakın ticaret ortakları da boş durmuyor. Rojava, Kürt halkının tarihi hak ve adalet mücadelesini temsil etmek için çok şey yaptı.
'İNGİLTERE GİZLİ SERVİSİNİN BİR BAŞINDA ANKARA AJANI VAR'
Altını özellikle çizdiğiniz destek İngiltere’nin geçmişini de hatırlatıyor. Bugün Kürtlerin mevcut sınırlarının çizilmesinde İngiltere’nin rolü büyük. Belki de oyun kurucu mu demeliyiz?
Başur Kürdistan'daki Kürtleri acımasızca bastırmasıyla ilgili olarak Birleşik Krallık'ın sömürge tarihini biliyoruz. Winston Churchill, Kürtlere karşı kimyasal silahlar kullandı ve Britanya, 1923'te Lozan Antlaşması'nı imzalayarak modern Türk devletinin bugünkü sınırlarının oluşturulmasında büyük rol oynadı. İngiltere, Türkiye'deki Kürtlerin durumuna kördür ve Türkiye'nin suç ortağıdır. Sivil nüfusa karşı büyük ve sistematik savaş suçları olanlara karşı, en çok da Kürtlere karşı sağır edici sessizliğin ve savaş suçlarının mimarıdır.
Türkiye’nin Kürtlere yönelik politikalarında İngiltere üzerine düşeni yaptı. İngiltere, Kürt politikası söz konusu olduğunda, sessizliğe bürünür ve açıktan kriminalizasyon uygular. Birleşik Krallık gizli servisinin yeni başkanı eski Türkiye büyükelçisidir. Başka ne olsun? Bu ilişki böyle böyle yozlaştı. İngiltere'de gizli servis bünyesinde bir Ankara ajanı(mız) var.
'VAR OLABİLMENİN YOLU MÜCADELE ETMEKTEN GEÇİYOR'
Kürtler, sadece siyasi değil kültürel olarak etkilendiğiniz bir halk mı? Kürtçe öğrendiniz mi? Ya da yemek kültürü, müziği, sineması… Sizi kültürel olarak ne etkiliyor?
Kürtler son 27 yılda bana çok şey öğretti. Her şekilde! Bu halk ile tanışmadan önceki halimden farklı biriyim. Her şekilde! Kürt kültürünü, müziğini, sinemasını, yemeklerini çok seviyorum. Tam anlamıyla Kürtçe öğrenemediğimi söylemekten utanç duyuyorum, ancak Kürtçenin nesli tükenmekte olan bir dil olduğunu ve öncelikle ırkçı devlet politikaları nedeniyle tehlike altında olduğunu ve her Kürt'ü aktif olarak desteklemeye açık olduğumun altını çizmeliyim.
Kürt halkıyla dayanışmanın dezavantajlarını da yaşadınız mı?
Elbette. Benimki de kimsenin hayatından daha değerli değil. Ama tahmin edeceğiniz üzere hayatım değişti ve hepimiz soykırım kurbanlarının üzerine yerleştirilen ırkçı etiketlere ve kriminalizasyona karşı mücadele ediyoruz. Ancak bu onurlu adalet mücadelesine mütevazı bir katkı yaptığım için onur duyuyorum. Bu hakaretlere katlananlar en onurlu olanlardır ve bu mücadele için canlarını verenler, fedakarlıkları ve mücadeleleri için devam etmemiz ve adalet aramamız için bize ilham vermeye devam ediyor. Kürtlerin ‘Berxwedan Jiyane’ mottosunu kesinlikle anlamaya başladım. Kürtlerin var olabilmesi için mücadele etmeleri gerekiyor.
Gelecek nesiller için nasıl bir dünya arzuluyorsunuz?
Elbette barış, eşitlik ve adalet diliyorum. Tüm Kürt halkına saygılarımı iletiyorum.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.