Ali Fikri Işık yazdı: ABD’nin beklenmedik hamlesi
Ali Fikri Işık bu hafta K24’te yayınladığı yazısında Delta Crescent Energy LLC isimli petrol şirketinin SDG ile yaptığı petrol anlaşmasına ABD hükümetinin verdiği desteği yazdı
“Al-Monitor’den Amberin Zaman’ın haberinde, Delta Crescent Energy LLC isimli petrol şirketinin SDG ile anlaşmasına ABD hükümetinin destek verdiği belirtildi. Zaman’a konuşan kaynaklar, anlaşmanın ‘üzün süredir gündemde olduğunu’ ve şirketin Suriye’de faaliyet göstermesi için ABD Hazine Departmanı’na bağlı Dış Varlıklar Kontrol Ofisi’nden (OFAC) lisans aldığını dile getirdi.”
Yukarıda alıntılanan haberi birkaç bakımdan yorumlamak mümkün: Birincisi ve her şeyden öncesi, ABD, Suriye’de kalıcılaşıyor. İkincisi, ABD’nin Kürtleri satmadığı, tam tersine, konjonktürel müttefiklikten, stratejik işbirliğine sıçrama yaptığı ve Kürt meselesinin çözümüne tıpkı 2003’te olduğu gibi müdahil olduğu ve sorumluluk üstlendiği anlamına geliyor.
Aynı haberde ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey’nin Türkiye’ye petrol anlaşması hakkında bilgi verdiği ve ‘Ankara’nın olumsuz tepki vermediği’ aktarılıyor. Aslında haberin belki de en ilgi çekici tarafı burasıdır. Bilindiği gibi Suriye’de olası siyasi çözüm sırası ve sonrasında Kürtlerin hiçbir hakka ulaşmamasını isteyen iki taraf var. Taraflardan birincisi Türkiye’dir ki, sırf bu amaçla Suriye sahasına askeri güç yığınağı yapıyor. Diğeri de Şam rejimidir. Hatta belki de kimi anayasal haklar verilmesi hususunda Şam rejimi Türkiye’de daha tavizkar görünüyor.
ABD’nin hem anlaşmaya zemin hazırlayıp, anlaşmayı imza altına alması hem de bu anlaşmayı hemen Türkiye tarafına bildirmesi, olası çözüm denkleminde, Türkiye’yi etkisiz aktör haline getirme niyetinden başka bir anlam taşımıyor. Şurası artık çok açık, Suriye sorununun çözümünde Türkiye ve ABD aynı safta aynı seviyede ve aynı çıkar ekseninde durmuyor. Kısaca Türk - Amerikan ilişkileri Suriye’de bu kararla birlikte artık uzlaşmaz hal alıyor.
Türkiye’nin Suriye sahasında, rahatsız edici jeopolitik genişlemesi, bir sert kayaya çarpmak zorundaydı. Çünkü Türkiye’nin Suriye’de bu oranda genişleme arzusu, Suriye iç dinamikleriyle izah edilebilecek bir durum değildir. IŞİD’in bu kadar zayıfladığı ve çaptan düştüğü bir süreçte, IŞİD’le mücadele, söz konusu jeopolitik genişlemeyi meşrulaştıracak argüman niteliği taşımıyor. Tam tersine, Türkiye’nin Suriye’deki askeri varlığı selefi güçlere kalkan olma ve Kürtleri bir biçimde baskılama nedenine dayalı olduğu çok iyi biliniyor.
Bir yanıyla imzalanan petrol anlaşması, bu nedenselliğe cevaptır da. ABD reel olan bir etnisiteyle işbirliği içinde olduğu için, her tasarrufu meşruiyet dairesinde değerlendiriliyor. Ama aynı şeyleri Türkiye için söylemek mümkün değil.
Bilindiği gibi Arap baharı aslında küresel güçlerin Ortadoğu’daki bilek güreşinden başka bir şey değildi. Silah ve enerji sermayesi, laptop ve cep telefonu sermayesine karşı, kısmi ve geçici bir zafer kazandı. Bu anlaşmada aslında bu zaferin ganimet paylarından biri. Ama herhangi bir uluslararası hukuki çerçeve sahip olmayan Kürtler için dev bir adım ve dev bir koruyucu şemsiye.
Kürtlerin uluslararası koruyucu hukuki şemsiyelere çok ihtiyacı var. Dolayısıyla söz konusu petrol anlaşması, bir tür uluslararası hukuk niteliğindedir. Ve bana kalırsa askeri destekten daha değerli ve daha kalıcıdır.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.