Ali Fikri Işık yazdı: Mahmut Çıkman bir efsaneydi
Öldüğünü duydum. Çok üzgünüm.
1975 yılında ani bir kararla futbol oynamayı sonlandırmıştım. Bu kararımın altında Muhterem Biçimli’nin olağanüstü etkileyici portresi yatıyordu. Kulübümle çok ciddi sorunlar yaşamıştım ve ilk kez, sadece bir rastlantı eseri tanışmış olmamıza rağmen Muhterem Biçimli, kulüple var olan sorunlarımı on gün kısa bir sürede kökten halletmişti. Bu ihtişamdan çok etkilendiğimi hatırlıyorum.
Sorunu çözme biçimi, kullandığı sonuç alıcı güç, hız ve itibar, yeni bir algı ve perspektif edinmeme yetmişti. Hiç tereddüt etmeden onun ayak izlerinin peşine düştüm. Ayak seslerini hissedip, idrak ederken, önümde yepyeni bir dünya şekillendi. Futbolcu olma hayallerim giderek hızla belirsizleşmeye onun yerine, halkımın, ulusumun, kavmimin makus talihini kırmaya çalışan, devrimci arzularım, hayallerimin merkezi hikayesine dönüştü. Baba evinden uzaktım. Yalnızdım ve kendi kendime yeterli olmaya çalışıyordum.
Sükunet içinde futbolu bırakma kararımı uyguladım. Yine sükunet içinde, kayıp yıllarımı telafi etmek için kitapevlerinin kapılarını aşındırmaya başladım. Devrimci literatüre oburca saldırıyordum. Okuduklarımı anlamak yerine onları bir hafızın Kuran’ı ezberlemesi gibi ezberliyordum. Tam bir yıl sonra piyasa yapmaya başladım ve okuduklarım bir mıknatıs gibi bir çekim merkezi oluşturmaya başlamıştı. Kendi evimde sessizce yaptığım okumaları, bir yıl sonra yaklaşık on beş kişiyle, eğitim çalışmasına dönüştürmüştüm.
Bu süreçte Muhterem Biçimli’ye tekrar yollarımız kesişti. Bir akşam yemeği daveti aldım ondan. Harika bir yemek şöleninden sonra Muhterem Biçimli, sözü fazla dolandırmadan beni saflarına resmi olarak davet etti. Artık bir partiliydim. Benim de bir partim vardı. Çok gençtim ve deli gibi okuyordum. Beni besleyecek hazır teorik kaynaklardan yoksundum. Rakip siyasi hareketlerle tartıştıkça, hafızamdan yanıtsız sorular hızla birikiyordu. Doğrusu çok can sıkıcı bir durumdu. Muhterem Biçimli, her fırsatta beni saygın simalar ile tanıştırıyordu. Tanıştırırken de okuma ve kendimi eğitme çabalarımdan çok ne kadar “kavgacı” biri olduğuma vurgu yapıyordu.
Günü gününe hatırlamıyorum ama bir gün Diyarbakır’da, Diyarbakır TÖB-DER’ de beni Mahmut Çıkman’la tanıştırdı. Sanırım 1977’nin son günleriydi. Mahmut Çıkman’ın ağzından çıkan ilk cümle, adeta büyüledi beni: “Önemli olan bir şeyi nasıl yaptığımız değil, yönümüzün doğru olup olmadığıdır.” İçimin yağları erimişti. Zihnimde biriken yanıtsız sorular buharlaşmış, kendime ve partime yeniden iman etmiştim. Konuşmanın akışını kesmemek için huşu içinde dinliyordum. Ağzından çıkan her kelimenin hakkını veriyordu. Daha önce benim de kullandığım kimi cümleler, sanki gerçek anlamlarıyla buluşmuşçasına, zihnimde yepyeni pencerelerin açılmasına neden oluyordu. O konuşuyordu, ben acem bir çaylak olarak onu dinliyordum. Nefesimi tutmuş, bu konuşmanın sonsuza kadar devam etmesini diliyordum.
Nihayet beni en çok rahatsız eden soruyu sorma imkanı bulmuştum. Büyülenmiş gibi “Neden ayrı örgütlendik” dedim. Çünkü Leninst birlikte örgütlenmenin aşırı baskısı altındaydım. Duygularım ayrı örgütlenmemizi sorgulamıyor ama aklı sürekli beni rahatsız ediyordu. Bu sorunu konuştuğum kimi dostlarımdan, tatminkar yanıtlar alamıyordum. Şimdi sırasıydı ve bende sevimsiz olmak pahasına bu ateş saçan soruyu sormuştum. “Ayrı örgütlenmek bir tercih meselesidir” dedi Mahmut Çıkman. “Birlikte örgütlenmek bir zorunluluk değil, bir uyum ve mutabakat meselesidir.” Tercih lafı yetmişti bana. Sadece bu kelime ruhuma büyük bir özgüven taşımıştı. Artık başka bir seviyedeydim. Ve bütün bildiklerini yeni seviyeye taşıyarak orada onlara yeniden baktım. Kendimi muhteşem hissettim. İlk kez hiç kimseyle benim aramda bir mesafe kalmamış ve herkesle her şeyle eşitlenmiştim. O gündür bugündür “tercih” lafına bayılırım.
O konuşmadan sonra kendimi sık sık suçüstü yakalamaya başladım. Artık içimde bir Mahmut Çıkman vardı. Onun gibi konuşuyor, konuşurken onu yüz ifadesini takınıyor ve bu güçlü etkiyi onun el kol hareketleriyle tamamlıyordum. Kürt aydınları arasında tek taklit ettiğim kişilikti Mahmut Çıkman. Giyim tarzına da özen gösterirdim. Yemek yeme biçimine, özellikle lahmacunun arasına Adana kebap koyarak, yeme alışkanlığı ondan kalan mirastır.
Öldüğünü duydum. Çok üzgünüm.
Bu yazı ilk olarak K24’te yayınlanmıştır.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.