Altan: Meydanlarda yakılmamı, çarmıha gerilmemi, derimin yüzülmesini de talep edecek misiniz?

Altan: Meydanlarda yakılmamı, çarmıha gerilmemi, derimin yüzülmesini de talep edecek misiniz?

Gazeteci Ahmet Altan, gazeteci Prof. Dr. Mehmet Altan ve gazeteci Nazlı Ilıcak'ın haklarında verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının Yargıtay tarafından bozulmasının ardından yapılan yeniden yargılamada 2. duruşma görüldü.

A+A-

Haber Merkezi- Gazeteci Ahmet Altan, gazeteci Prof. Dr. Mehmet Altan ve gazeteci Nazlı Ilıcak'ın haklarında verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının Yargıtay tarafından bozulmasının ardından yapılan yeniden yargılamada 2. duruşma görüldü. Duruşmada savcının mütalaasına karşı savunma yapan Ahmet Altan, "Beni hapiste tutmak istiyorsanız istediğiniz kadar tutabilirsiniz, hapishane beni korkutmaz. Böyle bir iktidardan korkmaktansa ömrümü hapishanede tamamlamayı tercih ederim. Bu iktidar bu gerekçelerle beni hapishanede tuttuğu sürece beni hapiste tutanlar küçülür..." ifadelerini kullandı.

Savunmaların ardından kararını açıklayan mahkeme heyeti, Ahmet Altan'ı “örgüte üye olmamakla birlikte bilerek yardım” suçundan 10 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırdı, suçun niteliği ve tutuklulukta geçirdiği süre gözetilerek tahliyesine karar verildi. 

 

Ahmet Altan'ın savunmasından başlıklar şu şekilde:

"AYM’nin “hak ihlali yoktur” kararı Mehmet Altan kararıyla birçok açıdan çelişiyor. Mahkeme başkanı muhalefet şerhiyle bunu açığa çıkartıyor. AİHM henüz karar vermedi.

Ben hayatımda ilk kez, bir savcının sanığa yönelttiği suçu bizzat kendisinin işlediğini itiraf ettiği bir mütalaa okudum.

Savcı, benim 15 Temmuz’daki “darbenin gerçekleşeceğini beyan ettiğimi” iddia ediyor. Bu yalan.

Böyle bir beyanım yok ve bu dosyada böyle bir beyanda bulunduğumun bir belgesi de bulunmuyor.

Savcıya göre, birisi darbenin olacağını biliyorsa mutlaka darbecilerle eylem birliği içindedir. Bu kadar net. Peki, sonra ne diyor? “Silahlı bir darbe gerçekleştirme ihtimalinin kuvvetle muhtemel olarak görüldüğü bir dönemde” yazılmış yazılar.

Demek 15 Temmuz’dan önce kuvvetli bir darbe ihtimali varmış. Ve savcı bu darbe ihtimalini görüyor ve biliyormuş.

Savcı, bir darbe ihtimalini, darbecilerle eylem birliği olmadan bilmenin mümkün olamayacağını söylediğine göre sormak istiyorum: Bir darbe ihtimali olduğunu hangi darbecilerle eylem birliği yaparak öğrendiniz?

Bir darbe ihtimali olduğunu bildiğiniz halde neden bir soruşturma başlatmadınız? Bu bilgiyi neden devletin diğer yetkilileriyle paylaşmadınız?

Ortada yüzlerce insanın hayatına mal olan çok ağır bir suç var. Ve biz belki de ilk kez bu darbenin devlet içinde birileri tarafından bilindiğini açıkça söyleyen bir itirafla karşı karşıyayız.

Beni ipe sapa gelmez suçlamalarla yargılamadan önce devletin, bu suçu işlediğini itiraf eden savcıya ve onun işbirlikçilerine bu soruları sorması gerekir.

Mütalaa, “terör örgütünün medya unsurlarından olan Taraf gazetesi” diye başlıyor. Bir savcı bu cümleyi yazdıktan sonra bu iddianın kanıtını da yazmak zorunda. Yazmış mı? Tabii ki hayır.

Bu söylediği gerçek değil, dolayısıyla bir kanıt da yok. Ama artık Türkiye’de iddialar da yargılamalar da kanıtsız yapıldığı için savcı aklına geleni rahatça söyleyebilir.

Sonraki iddia, sahibi suçlanan haberdar.com sitesinde haftada bir yazı yazmam. Benim yazı yazdığım bir yerin sahibi suçlandığında benim de otomatikman suçlanacağımı gösteren yasa maddesi ne?

Balyoz darbesinin gerçek olduğuna “inandığımı” söylediğim için darbe suçu işlediğimi ileri sürüyor savcı. Düpedüz bir şeye “inanmayı” suç sayıyor.

Bir şeye “inanmak” diye bir suç var mı? Ortaçağ’da vardı, şimdi de Türkiye’de var anlaşılan. Meydanlarda yakılmamı, çarmıha gerilmemi, derimin yüzülmesini de talep edecek misiniz?

Elbette Balyoz seminerinin kesinkes bir darbe hazırlığı olduğuna inanıyorum. Yargıtay başsavcısı da buna inanıyor, bunun için beraat kararının bozulmasını istedi.

AKP’nin eski başbakanı ve bakanları da buna inanıyor. Açıkça beyan ettiler. Onları da inançlarından dolayı yargılayacak mısınız?

Bir darbe girişiminin, girişimden altı yıl önce yayımlanmış bir haber sayesinde gerçekleştiğini iddia eden aklın, mantıkla bir bağı da bulunmuyor zaten.

Nurettin Veren adında biri benimle Fethullah Gülen arasındaki ilişkiyi Alaattin Kaya’nın sağladığını ve benim “sık sık” Kaya ile görüştüğümü söylemiş. Bunu söyleyen adam mahkemeye gelmeye bile cesaret edemedi.

Mahkemeye gelmeyen tanığın tanıklığı bizim yasalarımıza göre geçerli değil. Savcı bu yasayı bilmiyor mu? Yoksa yasalara aldırmıyor mu? Yasaları ciddiye alan bir tek ben miyim?

HTS kayıtlarına göre ben 2010 yılında bir kere telefonda görüşmüşüm Alaattin Kaya ile. Sonuncusu 2012 yılında olmak üzere iki de mesaj atmış bana. Bu, “sık sık” görüşme mi oluyor?

Siz on yıl boyunca Alaattin Kaya ile konuşmuş olan herkesi yargılıyor musunuz? Yoksa onunla bir kere konuştuğum için bir tek ben mi yargılanıyorum?

Söğüt ismli tanık Alaattin Kaya’nın 17-25 Aralık 2013’te bana belgeler getirdiğini söylüyor. Ben Taraf Gazetesi’ndem 2012 yılında ayrıldım. 2013 yılında Kaya bana nasıl belge getirebilir?

“Mutlak korku” başlıklı yazımda Recep Tayyip Erdoğan’ın anayasaya uymadığını yazmışım. Yazdım, çünkü anayasaya uymuyordu. Uymadığını “fiili bir durum” olduğunu söyleyerek kendisi de kabul etti.

Yazdığım doğru. Doğruları yazdığım için mi yargılanıyorum? Büyük bir ihtimalle bunun için yargılanıyorum. Çünkü doğrulardan, gerçeklerden ödünüz patlıyor.

Yazının sonunda da “sanırım kötü bir piyesin son perdesini seyrediyoruz. Bedeli biraz ağır oluyor ama biteceğini bilmek gene de iyi” diye yazmışım. Savcıya göre bunlar darbenin işaretiymiş.

Bu savcı AKP’nin normal bir seçimle işbaşından gitmeyeceğine inanıyor herhalde. Ona kötü haberi bir kere daha vereyim; AKP iktidardan gidecek. İstanbul seçimleri bu gidişin nasıl olacağını herkese gösterdi.

Montezuma” adlı yazımda savcıya göre “cumhurbaşkanının anayasayı çiğneyerek tek başına iktidarı ele geçirdiği şeklinde söylemlerde bulunmuşum.” “Söylemlerde bulunmak” ne tür bir suç, onu anlamadım.

Erdoğan’ı eleştirmek nasıl oluyor da “darbecilere yardım” olarak nitelenebiliyor? Erdoğan’ı eleştiren herkesi darbeci mi sayacaksınız?

Böyle bir niyetiniz var gibi ama o zaman bu halkın yarısından fazlasını yargılamanız gerekir ki, bunu yapmaya ne mahkeme salonlarınız ne de hapishaneleriniz yeter.

Birisini hapse atmaya karar verir de bunun için bir kanıt bulamazsanız saçmalamaktan başka çareniz kalmaz.

“Terör örgütü yöneticilerinden” Önder Aytaç ile konuşmuşum. Aytaç örgüt yöneticisi mi değil mi, bilemem. Benim soracağım soru daha basit ve daha net. Ne zaman görüşmüşüm? 2007’de.

2007’de Önder Aytaç, AKP hükümetinin danışmanı ve Polis Akademisi’nin hocasıydı. Taraf Gazetesi’nde yazı yazmak için beni arıyordu. İlginç olabileceğini düşündüğüm için ona yazı yazma imkânı verdim.

Ama bu hikâyenin savcının hiç söz etmediği bir devamı var. Önder Aytaç, benim yazılarına son verdiğim tek yazardır. İdam cezasını savunduğu için bir daha yazmasını istemedim.

Şimdi bir soru sormak istiyorum. Bugün görevde olan savcılarla yargıçlardan hiçbiri 2007 ya da 2010’da bugün tutuklu olan yargı görevlileriyle görüşmedi mi? Telefonlaşmadı mı?

Onlarla zamanında konuşmuş olan bir tek savcı ve yargıç yok mu? Benimkine bakıldığı gibi yargı mensuplarının hepsinin HTS kayıtlarına bakalım.

Ayrıca bugün iktidarda olan siyasetçilerin on yıllık HTS kayıtlarına da bakalım. Görelim, benim on yılda bir kez Kaya’yla konuşmamı utanmadan “sık sık” görüştü diye iddianamelere yazanlar kaç kez kimlerle görüşmüşler.

Beni suçlamaya çalışırken çok dikkatsiz davranıyor ve kendi başınızı derde sokacak suçlar uyduruyorsunuz. Üstelik bu iddiaları bizzat kaleme aldığınız için bunların hepsi itiraf sayılır.

Bir de Ekrem Dumanlı ile görüşmelerim var. En son 2015’te konuşmuşum. Ben Taraf Gazetesi’nin genel yayın müdürüyken Dumanlı da Zaman gazetesinin genel yayın müdürüydü.

Eğer Ekrem Dumanlı’nın Erdoğan’ın uçağına binme sayısı benim Dumanlı’yla yaptığım konuşma sayısından azsa suçlamaları kabul edeceğim. Değilse siz ne yapacaksınız?

Savcı, “örgüt yöneticisi” olduğunu söylediği Erkam Tufan Aytav’ın üçüncü bir şahısla yaptığı bir konuşmada çok sayıda yazarla birlikte benim adımdan da söz etmesini suç delili olarak saymış.

AYM ise MehmetAltan hakkında verdiği kararda, bu konuşmanın suç delili olmadığını açıkça belirtti.

Anayasaya göre yargının bütün mensupları AYM kararlarına uymak zorundadır. Ama bu savcı uymuyor, yok farz ediyor.

Bir savcı hangi cüretle kendini AYM “kanıt değildir” dediği hâlde o “hayır, kanıttır” diye ısrar edebiliyor? Anayasa’nın 153. maddesi bu savcıyı kapsamıyor mu? Savcı, anayasanın da üstünde mi?

Anayasa artık geçerli değil mi? Yargı anayasa hükümlerine uymamakta özgür mü? Yargı anayasayı ölçü olarak almıyorsa neyi ölçü olarak alıyor?

Mütalaanın bundan sonraki bölümünde Can Erzincan televizyonunda yaptığım konuşma geliyor ki, onda da durum aynı. Savcı buna da aldırmıyor.

Biz şimdi kimin sözünü geçerli kabul edeceğiz? Savcının mı AYM’nin mi? Kime göre karar vereceğiz?

Yargıyı böyle hukukî bir karmaşaya sokarsanız, savcılar Anayasa’nın hükümlerine aldırmazsa o ülke çöker. Anayasaya ve yasalara uymayan bir yargı bütün toplumu çürütür.

Bu mütalaanın en sonunda çok tuhaf bir söz var. Savcı, benim yazılarıma “mutad siyasi muhalefet görüntüsü vermeye çalıştığımı” söylüyor. Hukukî metinler berrak bir şekilde, rahatça tarif edilen net kavramlarla yazılmak zorundadır.

“Mutad siyasi muhalefet” ne? “Mutad siyasi muhalefet görüntüsü vermek” ne?

Mutad muhalefetle, mutad muhalefet görüntüsü verilen yazı arasındaki fark hangi net ölçüyle belirleniyor?

Bu bir hukukî metin değil, bu hapse atılması için adı daha önceden “listeye yazılan” birini hapiste tutabilmek için yazılmış acıklı bir kıvranma."

 


1.png

2.png

3-001.png

4.png

5.png6.png7.png8.png

Kaynak: T24 Ahval

 

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.