Ankara, Öcalan üzerinden olası İsrail-Kürt İttifakını durdurabilir mi?
Çetin Çeko
İsrail'in Kürtlerle geliştirmek istediği müttefiklik planı stratejik bir öneme ulaşmıştır. Bu önemli tarihi fırsat, soyut ve ideolojik "İsrail karşıtlığı", "emperyalizm karşıtlığı" veya “İslam kardeşliği” söylemlerine ya da Kürtleri kendi çıkarları doğrultusunda kontrol altında tutmak isteyen devletlerin emellerine feda edilmemelidir. Şayet PKK lideri Abdullah Öcalan'dan İsrail-Kürt ittifakına yönelik bir karşı çıkış çağrısı gelirse, bu çağrı başta kendi örgütü olmak üzere tüm Kürtler tarafından kesinlikle reddedilmelidir.
Türkiye’de Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) lideri Devlet Bahçeli’nin çağrısıyla, PKK lideri Abdullah Öcalan ile gerçekleştirilen görüşmelerin arka planında, Suriye’deki rejim değişikliğinin etkileri ve İran’da olası rejim değişikliği endişesi bulunmaktadır. Bu durum, İsrail’in bölgede kendi güvenliğini sağlamak amacıyla Kürtleri doğal müttefik olarak görmesi ve bölge güvenliğini Kürtlerle sağlama hedefinden kaynaklanan Ankara’nın kaygılarıyla ilişkilidir.
İsrail, Beşar Esad rejiminin çöküşünün ardından, Suriye'deki Kürtlerin Türkiye ve desteklediği cihatçı grupların saldırılarından korunması için uluslararası toplumu harekete geçmeye çağırdı. İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar, Kürt ulusuyla “doğal bir ittifak” kurmanın önemini vurguladı. Aynı şekilde, İsrail muhalefet lideri Yair Golan da “radikal Sünni İslam’ın” ülkeye hâkim olmasını önlemek için Suriye’deki Kürtlere destek çağrısında bulundu.
Bu bağlamda, bölgedeki jeopolitik gelişmelerin Türkiye’nin Kürtler ve Kürdistan siyaseti ile İsrail’in güvenliği arasında sıkı bir ilişki olduğunu göstermektedir. Özellikle, Türkiye’nin Suriye’deki Kürdistanlı gruplara yönelik tutumu ve bu grupların varlığı, İsrail’in stratejik hesaplamalarını etkilemektedir.
Suriye'deki Kürtlerin statüsü, ülkenin geleceğinin şekillenmesinde hem bölgesel hem de küresel aktörler açısından kritik bir öneme sahiptir. Türkiye’nin hedefleri doğrultusunda hareket eden cihatçı gruplar, Kürtlerin varlığını tehdit ederken, İsrail ise bu durumu kendi güvenlik çıkarları açısından değerlendirmektedir. Dolayısıyla, bu dinamikler ışığında, İsrail’in Kürtlere yönelik desteği ve işbirliği arayışı daha da anlam kazanıyor.
5-10 Haziran 1967 tarihleri arasında, İsrail ile Arap ülkeleri Mısır, Suriye, Ürdün ve Irak arasında kısa ama etkisi büyük bir Arap-İsrail savaşı yaşandı. Bu savaş, bölgedeki güç dengelerini değiştirdiği gibi, aynı zamanda İsrail’in Güney Kürdistan hareketi ile ilişkilerinin başlamasına ve gelişmesine de vesile oldu. Bu durum, her iki tarafın stratejik çıkarları doğrultusunda şekillendi ve ilerledi.
Savaşın ardından, İsrail ile Kürtler arasındaki ilişki konjonktüre bağlı olarak zaman zaman kamuoyuna yansıdı. Ancak genel olarak bu ilişkiler, özellikle Güney Kürdistan hareketi ile İsrail arasındaki bağlantılar gizlilik içinde yürütüldü.
Günümüzde hala Türkiye, İran, Irak ve Suriye, Kürtlerin İsrail ile siyasi, ekonomik, kültürel ve askeri ilişki kurmasını kriminalize ederek, ‘lanetli’ ve ‘günah’ olduğu algısını hâkim kılmaya çalışmaktadır.
1966 yılında dönemin Irak Savunma Bakanı Abdülaziz el-Uqayali, Güney Kürtlerini bölgede “ikinci bir İsrail” kurmaya çalışmakla suçlamıştır. Elli dokuz yıl sonra, Kürdistan’ın Yahudilerin veya İsrail’in ülkesi anlamına gelen “Yahudistan”ı taklit ettiğini iddia eden “ikinci İsrail” kavramı hâlâ Kürtlere karşı kullanılmaya devam edilmektedir.
Günümüzde, İsrail ile Kürtler arasındaki ilişkinin, bölgede meydana gelen ve devam eden jeopolitik değişimlerin ışığında Kürdistanlı siyaset yapıcılar tarafından yeniden değerlendirilmesi gerekiyor. Bu bağlamda, İsrail-Kürt ilişkilerinin gizli tutulması gerektiği anlayışı, Kürdistanlı hareketler ve reel politik açısından artık geçerliliğini yitirmiştir.
Kürtlerin uluslararası arenada daha görünür hale gelmesi ve jeopolitik dinamiklerin değişimi, bu ilişkilerin açık bir şekilde tartışılmasını zorunlu kılmaktadır. Dolayısıyla, geçmişteki korkular, kaygılar ve hassasiyetler bir kenara bırakılarak, iki taraf arasında daha sağlam bir diyalog ve stratejik müttefiklik ilişkisi geliştirilmesi önem arz etmektedir.
Kürdistan'ın dört parçasındaki siyasi aktörler, İsrail ile aralarındaki ilişkileri aleni bir şekilde ilan etmedikleri takdirde, İsrail'in Kürtlere yönelik destek açıklamaları tek taraflı bir söylem olarak kalacaktır. Bu durumda, Kürdistanlı siyasetçilerin bu açıklamalara kamuoyu önünde karşılık vermemesi veya işbirliği yönünde adım atmaması halinde, bu konu yalnızca sosyal medyada bazı Kürt yurtseverlerinin İsrail'in açıklamalarını paylaşmasıyla sınırlı kalacaktır. Sonuç olarak, bu yaklaşımdan en büyük zararı yine Kürtler görecektir.
Bu nokta, hem uluslararası alanda hem de iç politikada Kürtlerin pozisyonunu zayıflatacak ve onları daha da izole edecektir. Ayrıca Kürtlerin uluslararası arenada seslerini duyurmaları zorlaşacaktır.
Kürt siyasi aktörlerinin bu bağlamda atacağı adımlar, sadece kendileri için değil, aynı zamanda bölgedeki diğer etnik gruplar ve devletlerle olan ilişkileri açısından da kritik öneme sahiptir. Dolayısıyla, Kürtlerin bu süreçte daha proaktif bir yaklaşım benimsemeleri gerekmektedir.
İsrail ile ilişkilerin resmi bir biçimde ortaya konmaması, Kürdistan’ın farklı parçalarındaki somut koşullardan kaynaklanmaktadır. Örneğin, Güney Kürdistan’da 2005 yılında dönemin Kürdistan Bölgesi Yönetimi’nin (KBY) Başkanı Mesud Barzani, İsrail ile diplomatik ilişkiler kurulması çağrısında bulunmuştur.
2008 yılında Irak’ın o zamanki Cumhurbaşkanı Celal Talabani, Yunanistan’da düzenlenen bir konferansta dönemin İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak ile tokalaşmış ve kucaklaşmıştır. Bu olay, Bağdat’taki Arap siyasi çevrelerinde sert tepkilere yol açmıştır. Talabani, bu eylemi Irak Cumhurbaşkanı olarak değil, aynı zamanda Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) Başkanı ve bir Kürt kimliğiyle gerçekleştirdiğini belirterek eleştirilere yanıt vermiştir.
Süreç içerisinde, İran’ın Bağdat’taki etkisinin artmasıyla birlikte Güney Kürdistanlı siyasi aktörler, İsrail konusunda daha temkinli bir tutum sergilemeye başladılar. 2017 yılında gerçekleştirilen Bağımsızlık Referandumunu yalnızca İsrail desteklemiş olmasına rağmen, Güney Kürdistanlı siyasetçiler kamuoyu önünde İsrail’e teşekkür etme cesaretini gösteremediler.
Bununla birlikte, Güney Kürdistan halkı, İsrail’in desteğini sokaklarda düzenledikleri gösterilerle ifade ederek, ellerinde İsrail bayraklarıyla teşekkürlerini ilettiler. Ayrıca, 2009 yılında Irak Kürdistanı’nda yapılan bir ankette, Kürtlerin yüzde 71’inin İsrail ile normalleşmeyi desteklediği sonucuna ulaşılmıştır.
Mayıs 2022’de Irak Parlamentosu, İsrail ile ilişkilerin normalleşmesini suç sayan bir yasayı kabul etti. Bu yasaya, 329 milletvekilinden 275’i destek verdi. Şaşırtıcı bir şekilde, oylamada Kürt milletvekilleri de bu yasayı destekledi.
İsrail karşıtı yasanın kabul edilmesinin ardından Mesud Barzani’nin danışmanı Arafat Karam, “Kürtlerin yasayı desteklemesi, Erbil’in İsrail karşıtı koroya katıldığı anlamına gelmiyor.” açıklamasını yaptı. Bu tavır, Kürtlerin siyasi baskılar nedeniyle İsrail ile ilişkilerinde düşündüklerinin tersine pratikte başka bir tavır ortaya koyabilecekleri, yani hayatta kalma stratejisi uygulayabileceklerini göstermektedir.
Bugün Kürtlerin takiye yapmalarının nedeni kalmış mıdır?
Güney Kürtlerinin 1975 yenilgisine giden yolun taşları, 1973 Arap-İsrail savaşında Bağdat’a karşı savaşı durdurmalarıyla döşenmiştir. O dönemde, Mısır lideri Enver Sedat, Melle Mustafa Barzani’den Arap-İsrail savaşında Arap cephesine destek vermesini ve Peşmerge güçlerini İsrail’e karşı Araplarla birlikte savaştırmasını istemiştir.
Ancak Barzani, Bağdat'ın Kürdistan’daki savaşını gerekçe göstererek bu talebi reddetmiştir. Sedat ise Arap-İsrail savaşı süresince Peşmergelerin Irak ordusuna karşı saldırılarını durdurmasını talep etmiştir. Barzani, Enver Sedat’a Arap-İsrail savaşı devam ettiği müddetçe, Irak ordusuna karşı herhangi bir saldırıda bulunmayacağı güvencesini vermiştir.
İsrail, Barzani’ye bu kararının yanlış olduğunu, düşman zayıf ve meşgulken onu yenmenin en iyi zaman olduğunu söylemiştir. Çünkü İsrail’in desteği ile Peşmerge güçleri, Irak ordusu karşısında sahada önemli askeri başarılar elde etmeye başlamıştır. Peşmerge’nin Irak ordusuna saldırılarının devam etmesi hem İsrail’in hem de Kürtlerin çıkarınadır.
Ancak Barzani, İsrail’i dinlememiştir. Eğer 1973’te Peşmerge güçleri Irak’a karşı savaşmaya devam etseydi, bu durum 1975 Cezayir Anlaşması’nın belki de yapılmamasına veya Kürtlerle ilgili kısmının daha farklı olmasına yol açabilirdi.
İran’ın yayılmacı ve saldırgan gücü, önemli ölçüde İsrail tarafından zayıflatılmıştır. Bu durum, Güney Kürdistanlı güçlerin İsrail ile ilgili konularda daha rahat bir pozisyona geçmelerine olanak tanıyor. Artık, Güney Kürdistan’a İran ya da onun vekil güçleri tarafından yapılacak bir saldırı, karşılıksız kalmayacaktır.
İran, müttefikleri olan Hamas, Hizbullah ve Husileri korumak için risk alıyorsa, İsrail de oluşturmaya çalıştığı yeni güvenlik mimarisi ve konseptinde benzer bir yaklaşım benimsemeyi planlıyor. Yani yalnızca kendi topraklarına değil, aynı zamanda müttefiklerine yönelik yapılacak saldırılara da yanıt vermeyi hedeflemektedir.
Ankara’nın Öcalan planı.
MHP lideri Devlet Bahçeli ve Türkiye Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, sık sık "Kürt sorunu yoktur" açıklamasını tekrarlıyorlar. Bu bağlamda, Abdullah Öcalan ile yapılan görüşmelerde Ankara, PKK'nin silah bırakmasından ziyade, Öcalan üzerinden İsrail'in Rojava Kürtleri ile olası müttefiklik ilişkisini engellemeye yönelik girişimlerde bulunmayı hedefliyor. YPG ve PKK'nın bu plana nasıl yanıt vereceklerini önümüzdeki günlerde göreceğiz.
Rojavalı Kürt siyasetçiler, İsrailli yetkililerden gelen destek açıklamalarını memnuniyetle karşıladılar; ancak sözlü desteklerin somut eylemlerle desteklenmesi gerektiğini vurguluyorlar. PYD’nin üst düzey Kürt siyasetçilerinden Salih Müslim, Kürtlerin haklarını savunan her türlü gücün memnuniyetle karşılandığını belirtti. Ancak, retoriğin ötesinde pratik önlemlere ihtiyaç olduğunu da ifade etti.
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Zübeyir Aydar ise “İsrail’le ilişki kurabiliriz” açıklamasında bulundu. Aydar, “3. Dünya Savaşı koşullarında başkaları da Kürtlerin kapısını çalar. Kürtler alternatifsiz değil” ifadeleriyle durumu değerlendirdi.
The Times of Israel'in haberine göre, Rojava Kürdistanı bölgesindeki siyasi yetkililerin İsrail ile bir iletişim kanalı kurma girişiminde bulundukları bildiriliyor. Bu gelişme, bölgedeki Kürt siyasetinin geleceği açısından stratejik öneme sahiptir.
Rojava Kürtleri, eğer Abdullah Öcalan üzerinden Ankara'nın dayattığı planlara boyun eğer ve İsrail'in olası bir işbirliği teklifini geri çevirirlerse, Melle Mustafa Barzani'nin 1973 yılında düştüğü hataya benzer bir durumla karşı karşıya kalabilirler.
29 Eylül 1980'de dönemin İsrail Başbakanı Menahem Begin, İsrail'in 1965-1975 yılları arasında Irak'a karşı Kürtlerin mücadelesini desteklediğini resmen açıklamıştı. Bu tarihi itiraf, iki taraf arasındaki potansiyel işbirliğinin köklerinin geçmişe dayandığını ve İsrail'in Kürtlerin statü ve bağımsızlık mücadelesine vereceği desteğin yeni olmadığını göstermektedir.
Günümüzde ise Amerika Birleşik Devletleri (ABD) yönetiminin resmi olarak bağımsız bir Kürdistan devleti projesi bulunmuyor. ABD ve müttefikleri, Irak ve Suriye'nin toprak bütünlüğünü sıklıkla vurgulamaktadır. Bu durum, Kürtlerin bölgesel ve uluslararası ilişkilerde, özellikle de ABD'nin Kürdistan politikasının Kürtlerin bağımsızlığı lehine değişmesi konusunda İsrail'in desteğine ihtiyaç duyduğunu ortaya koymaktadır.
Zira İsrail, ABD'nin Ortadoğu siyasetini etkileyebilecek en önemli güç ve aktörlerden biridir. İsrail'in bu konudaki olumlu tutumu, ABD'nin bakış açısını etkileyebilir ve Kürtlerin statü ve bağımsızlık arayışlarına uluslararası alanda daha fazla destek sağlayabilir. Bu nedenle, İsrail ile Kürtler arasındaki ortak çıkarlar, tarihi bağ ve potansiyel işbirliği, günümüzdeki siyasi konjonktürde Kürtlerin hedeflerine ulaşmasında kritik bir role sahiptir.
Tarihsel olarak incelendiğinde, hiçbir ulusal kurtuluş hareketinin komşu bir devletin veya uluslararası bir gücün desteği olmadan bağımsızlığını kazanamadığı görülmektedir. Günümüzde Kürtlerin bağımsızlık arayışını açıkça destekleyen tek devlet İsrail'dir.
Hamas'ın 7 Ekim 2023'te İsrail'e gerçekleştirdiği saldırı, bölgedeki jeopolitik dengeleri kökten değiştirmiş ve İsrail'in güvenliğini en öncelikli konu haline getirmiştir. İsrail, ABD ve uluslararası topluma, bölgesel güvenliğini teminat altına almak için Kürtlere duyduğu ihtiyacı açık bir şekilde ifade etmektedir. Bu durum, İsrail'in Kürtlere yönelik desteğinin stratejik bir boyut kazandığını göstermektedir.
Bölgedeki jeopolitik değişim, dört parçadaki Kürtlerin ulusal birliklerini sağlamaları durumunda, tarihi fırsatlar sunmaktadır. Bu önemli tarihi fırsat, soyut ve ideolojik "İsrail karşıtlığı", "emperyalizm karşıtlığı" veya “İslam kardeşliği” söylemlerine ya da Kürtleri kendi çıkarları doğrultusunda kontrol altında tutmak isteyen devletlerin emellerine feda edilmemelidir. Şayet PKK lideri Abdullah Öcalan'dan İsrail-Kürt ittifakına yönelik bir karşı çıkış çağrısı gelirse, bu çağrı başta kendi örgütü olmak üzere tüm Kürtler tarafından kesinlikle reddedilmelidir.
X: @cetin_ceko
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.