Arzu Yılmaz: Türkiye’de Kürtler için siyaset alanı kapandı demek yanlış olmaz

Arzu Yılmaz: Türkiye’de Kürtler için siyaset alanı kapandı demek yanlış olmaz

RUKEN HATUN TURHALLI-BASNEWS

A+A-

Ortadoğu’daki güç savaşları içerisinde Kürtler uluslararası statüsüzlüklerine rağmen, kendilerine bir statü yaratma konusunda, savaş sahasında kendilerini güç haline getirmeyi başardılar. Uluslararası düzeyde bu askeri başarıları tartışmasız takdir toplarken, bunun siyasal bir güce dönüştürülmesinde içten ve dıştan kaynaklanan engelleri mevcudiyetini korumakta. Kürtlerin yaşadığı sorunları, Rojava Kürdistanı’ndaki Güvenlikli Bölge mutabakatını ve Kuzey Kürdistan’daki 3 büyükşehir belediyesine atanan 2’inci kayyum dönemini ve bundan sonra Kuzey Kürdistan siyasal hareketine etkilerini Ortadoğu uzmanı Dr. Arzu Yılmaza Sorduk.

Asrın Hukuk Bürosu’ndan avukatların Abdullah Öcalan’la  yaptığı görüşmenin kamuoyu ile paylaşılmasının ardından, toplumun bütün kesimlerinde yeniden bir çözüm süreci beklentisi oluşmasının akabinde 3 belediye başkanının görevden alınıp yerine kayyum atanması sürecini nasıl okumak gerekir ?

Şu çok açık ki, Türkiye Kürt sorununa siyasi bir çözüm niyeti taşımıyor. Zaten ne mevcut uluslararası ne de iç politika alanlarında, Türkiye’yi siyasi bir çözüm arayışına zorlayan koşullar var. İnsan hakları, demokrasi, anayasal vatandaşlık gibi kavramlarla siyasetin şekillendiği dönem geride kaldı. Şimdi siyasete şekil veren kavramlar tehdit, güç ve güvenlik.  Bu tabloda tezahür eden Yeni Türkiye ise kendini bölgesel bir askeri güç ya da İngilizce ifadesiyle ‘hard power’ olarak konumlandırmak istiyor. Bu bağlamda, Abdullah Öcalan üzerinden yürütülen müzakereden Türkiye’nin ne murat ettiği de belli: bölgede askeri ve siyasi bir güç olan Kürtleri kendi yanına çekmek. Bu açıdan bakıldığında, Öcalan’la görüşme kanallarının yeniden açılmasını İmralı sürecini yeniden canlandırma çabası olarak da okuyabiliriz. Zira İmralı süreci de temelde bölgesel ölçekte Türklerin ve Kürtlerin stratejik işbirliğini amaçlıyordu. Ama aynı zamanda, Başkanlık sistemine geçiş yoluyla Türkiye’de Kürtlerin siyasi statüsünün anayasal güvenceye kavuşturulması da hedefleniyordu  -en azından Kürt tarafının beklentisi buydu. Şimdi durum farklı. Türkiye Başkanlık sistemine geçti ve bu sistem Kürtlerin beklentisinden çok farklı olarak demokratik değil, otoriter bir rejim olarak kuruldu Ve yukarıda da söylediğim gibi, buna ne dışardan ne içerden ciddi bir itiraz olmadı. Türkiye de bu özgüvenle Öcalan üzerinden Kürt hareketine yalnızca bölgede askeri işbirliğine kapı açacak bir teklif dayatıyor. Bir bakıma, tıpkı Özgür Suriye Ordusu gibi, kendi amaçları doğrultusunda  savaşacak, kendine tabi militer bir güç olarak kullanmak istiyor Kürtleri. Bunu da Kürt Hareketi kabul etmez; etmemeli de zaten. Öcalan’ın çözüm önünde bir engel olarak işaret ettiği devlet aklı da sanırım bu akıl.

Kayyum siyaseti sonrası Türkiye’de Kürt siyasal hareketini ne tür sorunlar bekliyor. Sizce bundan sonraki süreçte Kürt siyasal hareketi kendini nasıl konumlandırmalıdır?

Geldiğimiz aşamada Türkiye’de Kürtler için siyaset alanı kapandı demek yanlış olmaz. Bu aslında 2015’ten bu yana böyle. Özellikle 31 Mart yerel seçimleri çerçevesinde, bu durum CHP ile zımni bir ittifak yoluyla aşılmaya çalışıldıysa da bir sonuç vermedi. Deyim yerindeyse CHP Kürt oylarının üstüne yattı ve bir erken seçime gitme planlarının olmadığını açıkladı. Oysa Kürtlerin sorunlarının aciliyeti bir muhalefet değil, iktidar projesine muhtaç. CHP’nin de böyle bir projesi belli ki yok. Ayrıca CHP’nin Kürt sorununa yaklaşım konusunda AKP ya da diğer partilerden farklı bir perspektif taşıdığını söyleyecek bir veri de yok elimizde. Bu koşullarda, sine-i millete dönmek Kürt kitlesinde görebildiğim kadarıyla giderek zemin kazanan bir tutum. Tabii HDP’nin nasıl bir politika izleyeceği belli değil Ama günün sonunda Kasım 2015’ten bu yana yapılan her seçime katılmanın ve bu yolla siyasette bir varlık mücadelesi yürütmenin,  mevcut otoriter rejime meşruiyet kazandırmaktan başka bir işe yaramadığı da ortada.

ABD ile Türkiye arasında ‘Güvenlikli Bölge konusunda oluşturulan mutabakatı  ABD, Rojava Kürdistanı ve Türkiye açısından nasıl okumak gerekiyor ve bu konuda ne tür sorunlar yaşanabilir, süreç neye evirilebilinir?

Türkiye’nin aksi yöndeki tüm çabalarına rağmen aslında ortaya çıkan durum ABD arabuluculuğunda Türkiye ve Rojava Yönetimi’nin bir müzakerenin tarafları olarak belirdiğini gösteriyor. Diğer yandan, Türkiye’nin olası bir tek taraflı müdahalesi bu mutabakat ile bertaraf edilmiş oldu. Bu sonuçlar bağlamında, ‘her şerden bir hayır çıkar’ diye umutlanmak mümkün. Ama sorun şu ki, bu mutabakatın içi boş. Ayrıntılar konusunda henüz bir anlaşma olmadığı açık. Ve bir kez anlaşma sağlandığında, eğer ABD Suriye sahasını tamamen terk eder ve güvenli bölgenin kontrolünü Türkiye’ye bırakırsa bu durumda bugünden daha büyük risklerin doğması kaçınılmaz. Bugünün şartlarında bu pek ihtimal dahilinde görünmüyor. Ama gelinen aşamada, Rojava’daki kazanımların güvence altına alınmasından kalıcı ve sürdürülebilir bir uzlaşmanın sağlanmasından çok uzak olunduğu açık. ABD’nin politikalarına Suriye sahasından bir an önce çekilme, Türkiye’nin politikalarına ise Orta Doğu’da genişleme öncelikleri yön verdiği sürece de bu durum değişmeyecektir.

Rojava Kürdistanı’nın da uygulanan iç ve dış siyaseti nasıl görüyorsunuz, artıları ve eksileri sizce nelerdir? Rojava’nın geleceğini nasıl okuyorsunuz?

Kürtlerin Rojavada’ki kazanımları hiç kuşkusuz çok önemli. Neredeyse varlığı unutulmuş, vatandaş bile sayılmayan bir halk dünya sahnesine çıktı ve bölgesel denklemde bir askeri ve siyasi güç haline geldi. Fakat tüm bunlar olup biterken, Suriye Kürtlerinin ortaya koyduğu mücadelenin meşruiyeti yalnızca IŞİD üzerinden arandı ya da kuruldu. Bu mücadelenin özünde bir halkın hak arayışı olduğu göz ardı edildi, öne çıkarılmadı. Nihayetinde, IŞİD’le savaş sürecinde beliren öncelikler ve girişilen askeri işbirlikler bağlamında Suriye’de yürütülen hak mücadelesi bir güç mücadelesine dönüştü. Dolayısıyla, bugün İŞİD’le savaşın büyük ölçüde bittiği bir aşamada, Suriye Kürtlerinin kazanımlarının korunması çabaları zemin bulmakta zorlanıyor. Rojava Yönetimi açısından bu kaçınılmaz bir zorunluluk muydu, yoksa taktik bir tercih miydi tartışabiliriz. Ama geriye dönük bir muhasebede bu tartışmanın yapılması gerektiği muhakkak. Öte yandan, Suriye Kürtlerinin kazanımlarının arka planında tüm Kürdistan parçalarını kapsayan bir mücadele ve destek ortadayken, Rojava Yönetimi’nin kapsayıcı bir Kürt politikası ortaya koyamaması da bir başka muhasebe konusu. Bu bağlamda, Rojava Yönetimi ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi arasında çözülemeyen sorunların her iki tarafa da hiçbir şey kazandırmadığı gibi çok şey kaybettirdiği görüldü. Geldiğimiz aşamada, Rojava’nın geleceği belirsiz ve bu belirsizliklerin ortadan kalkmasına da Kürtler tek başına yardımcı olamaz. Fakat Kürtlerin de yapabilecekleri var ve bu da, her şeyden önce, Kürtlerin kendi aralarındaki uzlaşmazlıkları çözmeleridir. Bu yapılabilirse hem içerde hem dışarıda Rojava Yönetimi’nin çok daha güçlü olacağına hiç şüphe yok.

Türkiye uzun bir süre Rusya ekseninde siyaset yaparak, Suriye sahasında manevra kabiliyeti kazandı fakat bundan sonra İdlib sorunundan dolayı ‘Türkiye için Ruslar ve Suriye ile ilişkilerde yolun sonu görüldü deniliyor’ siz bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bunu söylemek için henüz erken. Ama Türkiye’nin ve Rusya’nın Suriye politikalarında temel bir yaklaşım farkı olduğunu bu aşamada not etmek yerinde olur sanırım. Türkiye Rusya ile giriştiği işbirliğine rağmen, Esad rejimine karşı pozisyonunda aslında hiçbir değişikliğe gitmedi; bu pozisyonunu, Suriye politikasının öncelikler sıralamasında geriye aldı ama tutumunu değiştirmedi. Öte yandan, yine Türkiye, kendi söylemine ve Rusya’nın net politikalarına rağmen, Suriye’nin toprak bütünlüğü ve egemenlik hakları konusunda farklı bir pratik ortaya koydu. Uluslararası hukuka aykırı ve fakat ortaya attığı güvenlik argümanıyla uluslararası toplumun zımni onayına dayanarak Suriye topraklarını işgal etti. Üstelik bugüne kadar Suriye’den hangi koşullarda çıkacağına dair de hiçbir taahhütte bulunmadı. Bilakis, ABD ile güvenli bölge üzerinden yürütülen müzakerelerden de anlaşılacağı gibi, kontrol ettiği alanları genişletme ısrarını sürdürdü. Bu iki unsur bağlamında, Türkiye ve Rusya’nın günün sonunda Suriye sahasında karşı karşıya gelmesi aslında kaçınılmaz. Zaten Türkiye de bu varsayımdan hareketle bugün net bir uzlaşma ortada olmamasına rağmen, ABD ile güvenli bölge konusunda bir mutabakat kotarma telaşında. Nihayetinde, ABD ve bu arada Avrupa ülkeleri de Suriye’de Rusya’dan çok Türkiye pozisyonuna yakın. Ne ABD ne Avrupa ülkeleri güçlü bir Esad rejiminin görevde kalmasını istiyor. Öte yandan, ABD Fırat’ın doğusundaki askeri mevcudiyeti ile zaten fiili bir bölünme yaratmış durumda. Bir de tabii, Türkiye-ABD-Avrupa devletlerini Suriye sahasında birbirine yaklaştıran, Suriye muhalefetinin diri tutulması konusu ve mülteci sorunu var. Dolaysıyla, bugün itibariyle Türkiye Rusya ilişkilerinde yolun sonu göründü demek için erken. Ama Suriye’de savaşın sonuna gelindiğinde Türkiye ve Rusya’nın karşı karşıya kalması da hiç kuşkusuz yüksek bir ihtimal. 

 

RUKEN HATUN TURHALLI-BASNEWS

 

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.