AVRUPA’DAKİ KÜRDİSTAN
Kırsal alanlarda yaşayan Kürdistanlı geniş kitleler, devletin kolluk kuvvetleri ve paramiliter güçleri tarafında direkt hedef haline gelmişlerdi.
Kürdistan’da yürütülen kirli savaş mevcut yerleşim yerlerini yaşanmaz hale getirmektedir. Dün olduğu gibi bugün de yerleşim yerlerim tahrip edilmeye devam edilmektedir. TC devleti, milyonlarca insanımızı, yaşadığı topraklardan uzaklaştırdı. Büyük kitleler, aktif üretim ilişkisine sahiplerdi ve pazara mal üreten bir konum arz ediyordu. Ancak giderek ekonomik ve Kürd ulusal yaşam biçiminden uzaklaştırıp, onları asimilasyona uğramalarını ve fakirleşmelerini hızlandırarak zorla Türkleştirmek girdabına çekmektedirler. Bu aynı zamanda Türk devletinin de hesaplayamadığı külfet ve zararlara neden olmuştur. “Misaki Milli“ sınırları içindeki kültürel ve asimilasyoncu soykırım yetmezmiş gibi, ülke dışına kaçmaları için özel teşvik ve programlar uygulamaktadırlar.
Avrupa’ya İlk etapta, sömürgeci devletin zulmünden kaçıp sığınmak için gelen Kürd aydınlardır. Bunu takiben ekonomik amaçlı gelen kitlenin yanısıra büyük oranda, Kürd “tüccarlar” için de bir fırsat imkanı vermiştir. Bu Kürdistan’da ticaret ve asimilasyoncu politikasının etkili ve gelişkin olduğu şehirlerden gelmeleri dikkat çekicidir.Siyasi amaç için gelen insanlar yıllarını ülkelerinin hak-hukuk sahibi olmaları ve özgürlüğüne kavuşması için büyük çaba sarf etmişlerdir.
Ekonomik amaçlı gelen Kürd kitleleri ise, mevcut siyasi insanların oluşturdukları kurumların desteğini alarak yerleşim haklarını elde ettikten sonra uzaklaşmış ve şikayetçi oldukları devletin ticari can simidine dönüşmüşlerdir. Göçmen statüsü alan bu kitleler Almanya ve İngiltere başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesinin TC ile ticari kapasitesinin büyümesine katkı sunmaktadır. Büyük oranda Kürd olan bu kitleler açtıkları yüzbinlerce iş yerleri ile Türkiye’deki ekonomik yapıya ve sömürgeci sisteme katkı sunmakta, onların adeta temsilcilikleri konumundadırlar. Bu kirli ticaret anlayışı, kendisini sömürge etmiş bir devletin ekonomisine katkı sunmaktadır. Göründüğü kadarıyla iki tarafın “kazan kazan” anlayışı ile para kazandığı dokunulması zor bir sistem oluşmuştur.
Avrupa’da 4 milyon nüfusu bulan Kürdler, Türk Devleti ile olan ekonomik ilişkilerini giderek geliştirmektedirler. Adeta Avrupa’da mevcut Türk mallarının yasal temsilciliklerini Kürdler yapmaktadırlar. Yüzbinlerce iş yerleri olan insanlarımız, Türk mallarını satın alarak, devletin ekonomik çöküntüsünü engellemek ve zararlarını bertaraf etmektedir. Bu anlayış Türk Devleti’nin Kürdistanı yıkım politikasına bilinçli olmasa da katkı sunmaktadır.
Ticari kaygı ve çıkarları olan insanlarımızın ihanete hep yakın duran kesim olduğu unutulmamalıdır. Korku ve sindirilmişlik dışında ekonomik bağımlılık bu işbirlikçilerine katkı sunmaktadır. Bazı siyasetçilerimizin, devletin politikalarına yakın davranmalarının bir nedeni de budur. Her defasında ‘Kürd Devleti istemediklerini; birlik, beraberlik istediklerini” dile getirseler de, devlet bu söylemleri yetersiz bulup, onları ezmeye devam etmektedir.
Diğer bazı Kürdler ise, yüksek Kürd Devlet talepleri olanlardır. Konuşma ve taleplerinde bağımsız Kürdistan istemleri oldukça havada kalmaktadır. Gerçekleşmesi için çaba sarf etmeyip, bedel ödemekten kaçanlardır. Hedefe devletten ziyade kendi soydaşlarını düşman gören bir anlayışa sahiplik yapmaktadırlar. Sömürgecilerle kavgada, parlak Kürdi söylemler söyleyip, düşmanı aklamak ahlaksızlıktır. Bu iki anlayışın, ortak paydası, devletten korkmak onun siyasi ve ekonomik gücünden yararlanmayı amaç olarak gütmektir.
Örgütlerin başına bela olmuş işbirlikçiler ve ajanlar temizlenerek yola devam edilmelidir. Devletin güçlü teknolojik üstünlüğünden ziyade mücadelemizin içine sızanlar bizi sekteye uğratmaktadır. Avrupa’daki Kürd diasporası Kürdistan'ın bağımsızlığını dillendirmeye devam etmelidir. İlerde koşullar dahilinde, Rojava ve Bakur’un birleşmeleri büyük bir heyecan ve yeni alternatifler yaratacaktır.
Güney ve Rojava Kürdistanı ekonomik olarak alışverişleri başta olmak üzere, Türk devletine ekonomik bağımlılıklarının hayati düzeyde olması büyük bir çelişki ve çıkmazdır. Böyle gitmesi halinde bağımlı bir statü ile yaşamlarını sürdürmeleri kabul edilmezdir. Yakın bir geleceğe ilişkin topraklarını kullanıma açma veya ekonomik kalkınma programlarının gündemlerinde olmayışı bu bağımlılığı teyit etmektedir.
Ülkede yaşayan insanlarımız özellikle siyasi öncülük yapan bazı aktivistlerin kişisel banka hesaplarında yüksek miktarda para bulundurmaları veya ekonomik varlıklarından dolayı Kürd sorununda eğri davrandıkları görülmektedir. Paranın ve imanın kimde olduğu bilinmediği gibi bunların da herkes tarafından bilinmemesidir. Çevremize baktığımızda, şan, şöhret sahibi, milletvekilliği yapmış, işyerleri, yüksek banka hesapları, geniş arazi, mal ve mülkleri olan zengin insanlarımız bulunmaktadır.
Mevcut devletlerin bugünkü politik menfaatleri ekonomik açlıklarını gidermeye yöneliktir. Aynı zamanda refah ve ulusal sınırlarını genişletmek amacı gütmektedir. Devleti olmayan Kürdün ise politikası devletleşmeye endeksli olmalıdır. Kürdistan devletleşme hakkı olmadığı sürece ekonomik varlığımız, ulusal varlığımız hem kitlesel hem de kişisel olarak tehlikededir. Kürdlük adına yola çıkanların devlet istememeleri çok açık bir deyim ile Kemalizm’dir. Kendi ulusal kurumlarında tartışmadan alınan bu kararlar yöneticilerinin dayatmaları olduğu bilinmektedir.
Sömürgeci sistem içinde “temiz” kalıp zenginleşmemiz mümkün değildir. Belki bu yurtdışında yaşayan ve vatandaşlık hakkı almış kitlemiz için geçerli olabilir. Ancak sömürgecilerin denetiminde yaşayan bir halkı için bu mümkün değildir. Eskiden konulan varlık vergisinin hala paslı arşivlerde olduğu unutulmamalıdır.
TC Devleti, güvenlik, terör, askeri ve baraj inşaatlarını gerekçe göstererek, Kürd köylerine zorla el koymakta, güvenlik bölgesi deyip binlerce km topraklarımız yasak ilan etmektedir. Kürdistanı her alanda ilhak ve işgal hareketi en kaba şekilde devam etmektedir. Biz Avrupa'da devlet teröründen uzakta yaşayan insanlar olarak, geldiğimiz süreçte daha da aktif bir rol oynamamızı engelleyen Türk devleti değil, aksine güç sahibi Kürd örgütlerinin olduğunun altı çizilmelidir.
Sömürgeci devletlerin hükümranlık ve ekonomik alanından uzak yaşamamız, bizi daha da “Kurdewari” bir politika üretmemizi sağlaması gerektiriyor. Kürdistan halkının kurtuluş mücadelesinde, Avrupa’da yaşayan kadrolar bu engeli kırmak için çaba sarf etmelidirler.
Yakın bir zamanda örgütlü, örgütsüz yurtseverler, hem diplomatik hem de uluslararası görüşmelere, gözlem ve katılımcı bir diplomasi ekibi oluşturmak için ortak bir çatı gerekmektedir. Bu bir zaruret olarak zuhur etmektedir.
Herkesin kendi sıcak evinin penceresinden Kürdistan’daki gelişmelere seyirci kalmaktadır. Avrupa’da bir vagon yükü ağırlığında kitap yazmış abilerimiz bulunmaktadır. Kütüphanelerden çıkmayan bu anlayış, Kürd kültürüne ve halkımıza katkı yaptıkları tartışılmazdır. Ancak asıl hedef olan özgürlüğe ulaşmadığımız sürece çokta anlamı yoktur. Kürd halkının, düşman karşısında eğilmeyen bir partinin liderliğine ihtiyacı vardır.
Biz risk almadığımız sürece, haklarımızın hiç kimse tarafından bize verilmeyeceği bilinmelidir. Devletlerin zayıflaması hoşumuza gidebilir. Fakat biz doğru bir politika yürütmediğimiz ve mücadelede cesur davranmadığımız sürece bize bir kazancı olmaz. Sömürgeci kölelik ve zulüm politikası devam eder.
ABD’deki yani başkanlık seçimi sonrası, dünya dengelerinin yeniden Kürdlerden yana değişeceğini görmeliyiz. Ve bize zarar vererek giden Trump’a göre değil, gelen Jo Biden’a göre hesap yapmalıyız. Türkiye’de Akp iktidarı, Kürtlerle yeniden barış süreci başlatması büyük bir ihtimal olarak görünmektedir. TC Devlet’inin Kürde dayattıkları aldatma ve kırımdır. Kürd tarafının, muhatap sunamayacağı bir çözüm süreci daha kapıda beklemektedir. Biz ülkemizin dışında yaşayan Kürdler olarak talepler listesini oluşturup, Avrupa Devletlerinin bu sürece katılmalarını sağlamak için çaba sarf etmeliyiz. Onların standartları, eski çözüm sürecine katılan Kürd tarafından daha yüksek olduğu bilinmelidir.
Artık sadece barıştan, ortak vatandan, demokrasiden bahis etmenin artık beş para etmeyeceğini bilmemizin zamanı geldi de geçmedi mi?