Ayhan Bilgen: HDP’nin kendisini yeniden yapılandırması gerekiyor
.
HDP’den istifa eden ve yeni bir parti kuracağı söylenen eski HDP milletvekili ve Kars Belediyesi Eşbaşkanı Ayhan Bilgen, ”HDP kamuoyunda bilinen en önemli aktör olduğu için HDP’nin de kendisiyle ilgili bir yeniden yapılanma arayışını, tarzını masaya yatırması gerektiğini düşünüyorum.” dedi.
Rudaw TV’nin canlı yayına katılan Bilgen’in sunucu Hêvidar Zana’nın sorularına verdiği cevaplar şöyle:
HDP’den neden istifa ettiniz, aranızdaki görüş ayrılıkları nelerdi, istifanıza sebep olan durum neydi?
Türkiye’de Kürt sorununda bir tıkanma yaşanıyor bir çözümsüzlük ve karşı karşıyayız sadece HDP’nin sorumlu olduğu bir durum değil bu. Türkiye siyasetindeki bütün aktörler açısından, dış politikasını da ilgilendiren, Ortadoğu’yu ilgilendiren bir tıkanmadan bahsediyoruz. Siyasetin görevi bu tıkanmayı aşmaktır, konuşarak çözüm üretmektir. Taraflarla konuşarak çözüm üretmektir. Çözümün olanakları, koşulları gittikçe azalıyor. Koşullar olumsuza gidiyor. Bir müdahale gerekir. Bu sivil toplumdan mı, üçüncü taraflardan mı, toplumsal zeminden mi olur… Yani topyekün olarak siyasetin kendisini yeniden yapılandırması gerekir diye düşünüyorum. Şüphesiz HDP de kamuoyunda bilinen en önemli aktör olduğu için HDP’nin de kendisiyle ilgili bir yeniden yapılanma arayışını, tarzını masaya yatırması gerektiğini düşünüyorum.
Yeni bir hareketten bahsediyorsunuz. Eğer bir parti kuracaksanız bu nasıl bir parti olacak? MHP’den ayrılanların da size katılacağı söyleniyor. Bu doğru mu?
Şimdi tabii bizim önceliğimiz bir parti değil, önceliğimiz Türkiye’de doğru bir siyasal söylem kurmak doğru bir bakış açısı, kutuplaştıran çatıştıran bir yaklaşımı değil konuşan, diyalog kuran bir yaklaşımla çözüm arayan siyaset tarzını geliştirmek, hem iktidar-muhalefet ilişkileri bakımından hem de toplum ilişkilerinde, öteki ile ilişkilerde bunu esas almaktır. Bu doğrultuda yeniden siyaseti kurmak, deyim yerindeyse… Ama ne yazık ki bugün Türkiye’de herkes kendi mahallesinden öncelikler sıralaması yapıyor ve kendi yolunun doğru olduğunu düşündüğü için de öteki ile empati, iletişim imkanı kuramıyor. Ben Türkiye’de hem Kürtlerin kendi arasındaki iletişimin, diyaloğun daha sağlıklı hale gelmesi hem Kürtlerle Türkler arasındaki diyaloğun daha sağlıklı bir zemine oturması gerektiği kanaatindeyim. Türkiye siyasetini dönüştürmek istiyorsanız, farklı kesimleri bir araya getirip buluşturmak zorundasınız. Ben diyorum ki Kürt sorununda demokratik çözümün tarafı olan çevrelere “geçmişte şöyleydiniz” deme yani onları aidiyetleri üzerinden yok sayma, yani Kürtlerin şimdiye kadar maruz kaldığı şeyi şimdi başkalarına uygulamaya kalkmak hiçbir şekilde kabul edilemez.
Keşke Türk milliyetçisi çevreler Kürt sorununda sorumlu davranarak olumlu katkı yapsalar. Bu konuda duyarlı davransalar. Bu yükün paylaşılması rahat hareket etmemizi sağlar. Ama ‘bu sorun bizimdir, başka kesimlerin haddine değil tartışmak’ diye bakarsanız o zaman egemen olan siyasetten rahatsız olmayacaksınız.
Bülent Arınç’la aranızda nasıl bir ilişki söz konuş? Bu yeni hareketin öncülüğünü Bülent Arınç mı yapıyor? AK Parti ile doğrudan bir ilişkiniz var mı?
Sayın Arınç’la ben Mazlum-Der’deyken, yayıncılık alanında çalışırken, farklı radyo ve televizyonlarda program yaparken de görüşüyorduk. Şimdiye kadar görüştüm. Ülke sorunlarını istişare etmek değerlendirmek, görüş alışverişinde bulunmak siyasette yadırganacak bir durum değil. Görüşmemenin diyaloğu tercih etmemenin kendisi sorgulanmalı, yadırganmalıdır. Dolayısıyla organik bağımızın olması gerekmiyor. Mutlaka bir siyasi birlikteliğimizin olması gerekmez; ama ortak sorunlarınız varsa bunların nasıl aşılabileceğine, çözülebileceğine dair bir diyalog içerisinde olmamız da son derece doğal. Benim bugünkü iktidar partisi ile doğrudan kurumsal hiçbir temasım yok ama eski arkadaşlarımla, orada siyaset yapanlarla da gayet tabii Kürt sorununu da, ülkedeki demokrasi sorununu da yeni anayasa ihtiyacını da tartışıyoruz, konuşuyoruz. Ben siyasete girmeden önce de o diyalogları önemsiyordum, değerli görürdüm aktif siyaset yaparken de bugün de bunun önemli olduğunu düşünüyorum, Türkiye siyasetinde buna ihtiyaç var. Ama bir organik ilişki, bir kurumsal ilişki, katılmak gibi değerlendirmemek lazım. Bunlar biraz sansasyonel ve dikkat çektiği için galiba medyada tartışma konusu oluyor. Bizim arayışımız böyle bir arayış değil yani kendimize kişisel olarak bir yer edinme çabası değil. Ülke sorunlarına çözüm üretmek için üzerimize ne düşüyorsa bunu yapma çabasıdır.
Programınızda Kürt sorununun çözülmesi için neler yer alıyor? Eğer partileşirseniz Kürlerin sorunlarını nasıl çözeceksiniz?
Bunun en açık cevabı nasıl çözülmediğini objektif biçimde okumaktır. Bugüne kadarki yöntemleri benimsemek toplumun umutlarıyla oynamaktır. Nasıl çözülmediği konusunda eğer netleşirsek nasıl çözüleceğine dair sağlıklı bir arayışı inşa ederiz. Yani burada iki temel eğilim var. Birisi güvenlik politikaları ekseninde. İşte ‘bakın çözüm sürecinde çözemedik o zaman güvenlik politikaları ile çözelim’ yaklaşımıdır. Bunun tam tersi de işte Türkiye’nin çözüm sürecine giderkenki tartışmasıdır güvenlik bürokrasisinin de dahil olduğu. Yani bu iş sadece silahlarla çözülemez, çözülmüyor. Konuşarak çözelim.. Şimdi burada galiba ikisinin de başarısız olduğu varsayımının bizi yeni bir yönteme götürmesi gerekiyor. Ortada bir sorun varsa ve sorunun niteliği değişmişse biz de bu değişimi okumalıyız. Herkes kendisi açısından da haklı olabilir ama sonuç itibariyle değişen bir Kürt sorunu var önümüzde. Sosyolojisi, değişen sınıfsal yapısı, değişen eğitim imkanları bakımından, göç yoluyla, köyden kente göç… Kürtlerin yoğun olduğu kentlerden batıya göç, metropollere göç… Ya da işte Irak’ta Suriye’de Kürtlerin yaşadığı gelişmeler. Bütün bunları düşünerek yeni bir yöntem, yeni bir çözüm bulmak, bu konuda bugüne kadarki tekrarlara saplanıp kalmadan bir arayışı inşa etmemiz gerekiyor. Doğru olan çözümü bir süreç gibi okumaktır. Karşılıklı güven inşası, adım adım ilerlemek, korkuların kaygıların giderilmesi, hak temelli bir bakış açısı çözümü siyaset zeminine taşır diye düşünüyorum. Ama bence öncelikli olan güven artırıcı adımları atabilmektir.
İstifa metninizdeki son cümle birçok kesim tarafından HDP ve taraftarlarına tehdit gibi değerlendirildi. O son cümleyi neden yazma gereği duydunuz?
Aslında ilk yazdığım dilekçede son paragraf yoktu. Bu tartışmalara sebebiyet vermezdim ama sosyal medyada hakkımda yürütülen tartışmaların son derece kötü üsluplar içerdiğini herkesin bilmesini istedim. Parti kurulları da bunu bilmeli. Mesele sadece benim kırılmam, incitmem değil. Parti tabanında böyle bir durum var (bilinmesi lazım). Geçmişte zaman zaman, Mecliste farklı partilerden siyasetçilerin buluştuğu fotoğraflar ortaya çıktığında bir linç kültürü estirilirdi. İşte sen ona niye güldün, onunla niye tokalaştın gibi… Son derece insani bir durum. İşte ‘iktidar partisi ile ya da MHP’lilerle neden tokalaştın’ diye son derece insani bir davranış bile bu kitle tarafından yadırganıyor, adeta lince uğrarsın… Oysa parlamento bile kelime anlamı olarak konuşulan yer demektir. Yani konuşulan yerde herkesle küs olacaksınız! Bu işin doğasını algılamamadır. Maalesef bugün bana yönelik gözüken bu kampanya yarın bir başka siyasetçiye de yönelebilir. Bu tarzda siyaset yapamazsınız. HDP’nin de diğer partilerin de bu şekilde yaklaşan tabanlarını eğitmek sorumluluğu var. Ben bu sorumluluğu hatırlatmak istedim. Bana yapılan hakaretler tehditler sadece troller yapıyor diye geçirilecek bir şey değil. Benim bundan sonra kaybedecek bir şeyim yok. HDP tartışması yapacak bir durumum yok. Kürt sorununun çözümü konusundaki çalışmalara sivil platformlarda devam edeceğim. Eğer bundan sonra birlikteliğimiz devam etsin isteniyorsa bunun nezaketini herkesin göstermesi gerekiyor. Herkes bana uygun davranacaktır, bende böyle davranacağım. Profillerine HDP’nin sembollerini koyan ama ağızlarına gelen her şeyi söyleme gücünü gösteren kişiler de bu gücü kendilerinde görmeyecekler. Partiler okul görevi görüyorsa değerlidir. Ben HDP eleştirileri yaparken nasıl bir seviyeyi korumaya çalışıyorsan tabii HDP’lilerin de beni eleştirme hakkı vardır. Ben asla eleştiriden gocunmam, rahatsız olmam. Tepki vermedim ama hakaret, küfür, iftira, tehdit… Yani bunlar da kimsenin hakkı değildir. Partinin de sorumlu davranması lazım. İlgili kişilerin böyle değerlendirme lüksleri olmadığını bilmeleri lazım.”
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.