Aylardır "Geldim, Geliyorum" Diyen Çatışma: Şengal
Son iki ay içinde yazdığım ve sayfamın arşivinde bulabileceğiniz dört yazıdan ikisi -hatta üçü-, ap-açık planlamalar ve algı operasyonlarıyla "Geldim, geliyorum!..." deyip ve nihayet birkaç gün önce başlayan "Şengal Çatısması" tehlikesine ve buna bağlı olarak parçalar arası ilişkilerin nasıl olması gerektiğine ilişkindir.
Şengal Çatışması öncesinde, birçok yazar ve politikacı, aynı konuyu değişik bakışlarla yazdı, çizdi...
Olayı, hep beraber, sonucu adeta belli bir film gibi seyrettik, yaşadık...
Olayın belli başlı gelişimini hatırlayalım:
PKK, İŞİD'in saldırısına uğrayan Ezidilerle dayanışma için gittiği Şengal'de, Irak işgalini pekiştiren bir tutum takındı; orada uyduruk statüler ilan etti. Türk yetkilileri durumdan vazife çıkartarak "PKK Şengal'den çıkmazsa, çıkarmasını biliriz" yolunda demeçler verdiler. Tam da bu esnada, Güney Kürdistan'da, bazı Hükümet ve Peşmerge yetkilileri, Türkiye'ye vazife çıkarır/verir mahiyette, "PKK Şengal'den çıkmazsa silahla çıkartırız" yollu demeçler vermeye başladılar.
Böylece, "Film"in sonu için yol göründü ve nihayet Güney Kürdistan Federal Hükümeti'nin Başkanı Sayın Mesut Barzani'nin Türkiye ziyaretinin hemen sonrasında çatışma gerçekleşti.
Çatışma, şimdilik durdurulmuş olsa bile, başta Güney ve Rojava Kürdistan'ı olmak üzere tüm Kürdistana yayılma eğlimi gösteriyor.
"Film" boyunca, asıl senarist olan İran hiç görünmüyordu ve fakat son çatışma sonrasında işgalci milisleriyle haşmetli bir biçimde ortaya çıkıp Şengal'e yerleşmeye başladı bile.
*****
Olayın olgusu (gerçekliği) hakkında anlaşmayabiliriz, ama tüm bu olup bitenlerin Türk ve Kürt (daha çok Kuzey ve Rojava Kürdistanı'nı kastediyorum) toplumlarının ağırlıklı kesiminde yarattığı algının ne olduğu ortada:
"Bu senaryonun hayata geçmesinde Mesut Barzani ve Partisi kullanılıyor!"...
Yani, "Çatışmayı, üstelik birileri adına, onlar istiyor; planlıyor ve gerçekleştiriyor!".
Ağırlıklı toplumsal algı bu...
*****
Özellikle politikada, "Algı" deyip geçilmez... Bunun için kısa bir parantez açarak, politik mücadelede algının önemine değinmek gerekiyor.
Marks, çok ünlü bir sözünde "Olgular olduğu gibi görünseydi, bilime gerek kalmazdı" der. Aynı söz, politika için daha bir geçerlidir. Zira politikada aktörler, olayları, gerçeklikleri (olguları) yerine, kendi planları/çıkarları doğrultusunda yönlendirmeye, bunun için özel olarak yalan/yanlış hikayeler uydurmaya çalışırlar. Bu yöntem, toplumda, olguların gerçekliği ile ilgisi olmayan yanlış algılar yaratılmasına neden olur. Bunun içindir ki, politikada algı, çoğu zaman olgudan çok daha önemli bir "Gerçeklik" haline dönüşür. Böylece politik süreç, olgunun kendi gerçekliği ile değil, oluşturulan bu uyduruk algılarla yönetilip yönlendirilir; gelişmelere ve olaylara, oluşturulan bu algının penceresinden bakılır ve değerlendirmeler buna göre yapılır/oluşur.
****
Bu nedenle yukarıda belirtilen algının çok önemsenerek, kimler tarafından, nasıl yarartıldığının iyice ve doğruca irdelenmesi gerekiyor.
Güney Kürdistan Federal Hükümeti'nin Başkanı Sayın Mesut Barzani'nin, Türkiye'ye yaptığı ziyaretin belli yönlerine ilişkin belli tahminler yürütsek de, gerçek içeriğini henüz tam olarak bilmiyoruz. Sayın Mesut Barzani, ziyaret sonrasında, ziyaretin içeriğine ilişkin olarak sorulan bir soruya "Herşeyi görüştük" diyerek, spekülatif yorumlara adeta yol açtı.
Buna karşılık, ziyaret öncesinde ve sonrasında, Türk Devleti, Reisicumhuru ve Hükümet yetkilileri ile PKK ve çevresinin konuyla ilgili yaratmaya çalıştıkları ve belli bir noktada örtüşen algıyı, biliyor ve görüyoruz.
Türk yetkililer, basın ve medyaları vasıtasıyla kendi toplumlarına, Mesut Barzani'yi ve dolayısıyla Kürtleri, kendi çıkarları doğrultusunda, özellikle de PKK'ye karşı kullandıkları yolunda diplomatik mesajlar vermeye, toplumlarının algısını buna göre oluşturmaya çalıştılar, çalışıyorlar. Türkler, özellikle Başbakan ve Dışişleri Bakanı'na, tekraren, Sayın Mesut Barzani ve Güney Hükümeti'nin PKK'yi Şengal'den temizleyeceğine, olmazsa kendilerinin bunu yapacağına ilişkin demeçler verdirerek (Çavuşoğlu'nun dünkü demeci de böyle) konuyu gündemde tutuyor ve anılan algıyı tazelemeye çalışıyorlar.
Sayın Mesut Barzani, bu manipülatif ve müdahaleci tutuma karşı koymadığı veya bir açıklama getirmediği müddetçe, anılan algı daha da pekişmiş oluyor.
PKK ve çevre örgütlerinin konuyla ilgili tutumu ise, diplomatize edilmiş politik mesajlara bile gerek duyulmadan, benzer iddiları (Mesut Barzani'nin ve partisi I-KDP'nin, Türkiyenin çıkarları için PKK'ye ve Kürtlere karşı kullanıldığı), açık iftiralarla, kaba, saldırgan bir söylem ve yöntemle adeta kampanyalaştırmak oldu ve bu kampanya tüm hızıyla sürüyor.
Farklı amaçlı olsa da, bu iki tutum, sonuçta, "Mesut Barzani ve partisi kullanılıyor!..." noktasında örtüşerek, belirtildiği gibi, yoğunluklu bir toplumsal algıya dönüştü, dönüşüyor.
Gelinen noktada, Türk toplumunun neredeyse tümü ve Kuzey ve Rojava Kürdlerinin çoğu, malesef bu algıya sahiptirler.
Ve nihayet aylardır anılan aktörlerin çabalarıyla "Geldim, geliyorum!" diyen, Şengal çatışması, bu algıyı pekiştirdi, pekiştiriyor.
Oysa, asıl sahipleri İran, Türkiye ve PKK olan bu algı, ne tam anlamıyla gerçeğe uygundur ne de içinde bulunulan koşullarda, Kürd ve Kürdistan'ın ve ulusal hareketinin yararınadır.
Sömürgeci işgalcilerimiz olmaları nedeniyle iran ve Türkiye'nin yaptıkları anlaşılırdır ve minnetsizdir de.
Ancak, tamamıyla Kürt ulusal dinamizmine dayanan, gücünü bu dinamizmden alan ve fakat Kürd/Kürdistan davasının esası olan milletleşme ve devletleşmeye karşı duran PKK'nin tutumu ise, aşağıda belirteceğim hususlardan dolayı anlaşılır olsa da, kabul edilebilir değildir.
PKK, vazgeçtiği siyasal amaçlarının yerine, örgütsel güç ve iktidarını koruyup geliştirmeyi temel amacı haline getirmiş bulunmaktadır. PKK, vatan, millet, temel insan hak ve hürriyetleri dahil, siyasal mücadelemizin bütün prensip ve kutsallarını, şiddet üretme yeteniğini arttırmak için araçsallaştırmış durumdadır. Böylesi bir örgütten ve anlayıştan, Kürtler arası kavgayı durdurmasını, buna alet olmamasını beklemek gerçekçi değil.
Bunun içindir ki, konuyla ilgili yapıcı eleştiri ve taleplerimizin esas adresi, başta Kürdistan Federal Yönetimi'nin Başkanı Sayın Mesut Barzani olmak üzere, Güney Hükümeti ve siyasal partileri olmalıdır.
Konuyu ele alırken, taraflardan birinin katıksız taraftarlığı veya düşmanlığı yolundaki anlayış ve tutumlar yerine, gerçeği yansıtan eleştirel tutum takındığımız oranda yapıcı ve etkili olabiliriz.
Kastım, Sayın Mesut Barzani ile özellikle I-KDP'nin süreçteki yetmezlikleri ve yanlışlarıdır.
Ayrıntısına girmiyorum ama, I-KDP'nin, Güney'in iç politikasında ısrarla uygulamakta olduğu hegemonik pozisyon ve özelikle Türkiye ile ekonomik ve siyasi ilişkilerde, genel ulsal çıkar ve gerçekliğimizle bağdaşmayan ölçü ve hatalarının, yukarıda belirtilen algının yaratılmasının kolaylaşmasında ciddi payları bulunmaktadır.
PKK'yi, daha 1983'te, Kuzeyli Kürt hareketinin bütün uyarılarına rağmen, Suriye'den alıp Güney'e yerleştirmekle başlarına bela saran, Sayın Mesut Barzani dahil, I-KDP'nin kendisidir. Kuzey Kürdistanlı bir örgüt olduğu halde, Güneylilerin kendi toprakları üzerinde egemenlik kurarak devletleşmelerini engellemeye çalışan PKK'nin, bu konum ve tutumunu, I-KDP, konjonktürel çıkarları çerçevesinde zaman zaman dile getirse de, sistematik olarak açıkça sorgulamadı, sorgula(ya)mıyor.
Oysa konu açık ve basittir: Güneyliler olarak kendileri, Kobani dayanışmasını nasıl Rojavalı Kürtlerin komutası altında başarıyla gerçekleştirip, sonra kendi parçalarına döndülerse; PKK veya başka Kürt örgütleri de ancak bu yöntem ve koşullarla parçalar arası dayanışmayı gerçekleştirebilirler. Doğu Kürdistanlı örgütlerin Güney Kürdistan'daki varlıkları, bu yöntem ve kurallara dayandığı için, problem oluyor mu?
Sorun, I-KDP'nin ve Güneyli diğer örgütlerin, paraçalar arası ulusal strateji, dayanışma ve ilişkilerin hukuku konusunda gerçekçi, tutarlı ve sistematik bir vizyonlarının/politikalarının bulunmamasındadır. Bu, Güneylilerin diğer parçalara müdahale etmedikleri olarak anlaşılmamalıdır. Bu "defteri" uzun uzadıya açmak yerine, I-KDP (O zamanki adıyla Qıyad-a Muvekked- Geçici Komite) ile YKİTİ'nin, 1970'li yılların ilk yarısında, Kuzey'deki çalışmaları, çatışmaları ve dolayısıyla örgütlenmeleri biliniyor. Benim de yetkilisi bulunduğum KİP/DDKD örgütünün, YEKİTİ ile ilişkilerinin bozulmasında, YEKİTİ'nin, Hakkari'de doğrudan örgütlenme teşebbüsü yatıyor.
Demek istiyorum ki, Kürdistan parçalarının kendilerine özgü koşulları ve bu anlamda örgütsel aidiyetlikleri dikkate alınmadan, "Biz Kürdüz, tüm Kürdistan vatanımızdır, istediğimiz yerde/parçada istediğimizi yaparız!" anlayışıyla hareket etmek, Kürt ulusal hareketi için kaostur, iç çatışmadır ve bu nedenle de düşmanlarımızın işine yarar.
Bu kaosu aşmak için, "Ulusal kongre ve ulusal birlik"ten önce, dört parçadaki Kürt ulusal hareketi olarak acilen "Kürt ulusal hareketinde parçalar arası siyasal ve örgütsel ilişkilerin genel stratejisi ve buna uygun bir işbirliği ve dayanışmanın esasları/hukuku ve pratik gerekleri" gündemiyle toplanıp, bazı ortak prensip ve kurallara varmak gerekir.
Belli bir oranda devletleşmeyi gerçekleştirerek bağımsızlığın eşiğinde bulunan Güney Kürdistan ulusal hareketinin yapması gereken ilk iş budur.
6 Mart 2017
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.