Bahoz Şavata: Diller Çözümlenirken Irkçılığın Sonu Ve Biz Kürtler
Medeniyet ve onun üstünde yükselen kültür her gün kendi dilini de üretmektedir. Kürdçe diller üstüne tarihi etimolojik sorgulamalar bu dilsel değişim evrimini bizlere gösterir.
Dillerin yapısal ve oluşum geçmişini Hristiyan aydınlar Orta Çağ boyunca din temelli olarak ve İbranice dil kökenli olarak incelemiştir.
En eski şekliyle kusursuz dil arayışı dil uzmanları arasında, tek-köken varsayımı biçimini almaktaydı. Dilde tek-köken varsayımı, bütün dillerin tek bir anadilden kaynaklandığını şeklindeydi.
İlk Hıristiyan aydınlarından Kilise Babaları, İbranice dilinin, dillerin karışmasından önce, insanlığın ilk dili olduğunu çürütülmesi olanaksız bir veri olarak kabul etmişlerdi. Ayrıca Fransız dil bilimci Guillaume Postel, “De originibus seu de Hebraicae linguae etgerıtis antiquitate (1538)” adlı yapıtında; “İbranice’nin Nuh’un çocuklarından geldiğini, Arapça, Keldanice, Hintce’nin ve dolaylı yoldan Yunanca’nın da İbranice’den türediğini belirtmişti. Dilin dinsel tandanslı bu köken tanımları modern dil bilim çalışmaları ile son bulacaktı.
18. yüz yıl başlarında Batı Avrupa’da milli devletlerin oluşumu sonrası dildeki bilimsel araştırmalar hız kazandı. Özellikle Batı Avrupa’da ve onların Afrika ve Asya’daki sömürgelerinde konuşulan dillerde yakınlıklar tespit edildi. Dünya üzerinde yapılan araştırmalarda Hindistan ile Avrupa arasında Aryan dil ortaklığı çok netti.
Bilindiği üzere yeni gelişmeler neticesinde “Aryan” kelimesi sadece Hint-İranlıları ifade etmek için değil, aynı zamanda Hint-Avrupa dil ailesinden olan dilleri konuşanları da ifade edecek şekilde bir yazım farkı ile; “Ariler” terimi olarak 19. yüzyılın sonunda Batılı aydınlar tarafından kullanılmaya başlandı. İlk etapta “Aryan” tanımı yerine “Ari” tanımı daha çok kullanılmıştı.
Özellikle İngilizlerin Hindistan’daki sömürgeci egemenliğine denk gelen bir dönemde bu terminolojinin onlar tarafından kullanılmış olması büyük bir talihsizlikti. Çünkü “Ariler” tanımı, Hindistan’da bulunan sömürgeci İngiliz yöneticileri tarafından soyluluk ve üstünlük içeren ırkçı bir tanıma yükseltilmişti.
Bu dönemde bölge kökenli aydınlar bu tespite uzak durdular. Bölge aydınlarının, İngilizlerin emperyalist emellerine hizmet eder siyasi kaygıları yerinde idi. Nitekim bu kaygılar gerçekleşti de.
Lakin geride yeni tespit edilmiş bir gerçeklik daha vardı. Batı kültürünü yaratan Cermen ve Latin toplumların da dilsel akrabaları bu coğrafyada yaşıyordu! Tarih, bu gerçekliğin inkârı üzerine kurulamazdı. Hiç olmazsa Ariler şeklindeki ırki tanımının yerine, daha gerçekçi kültürel bir tanım olan “Aryan” tanım ile yola devam edilmeliydi.
Alman Friedrich Schlegel’in (1772-1829) Latince’nin yerine Sanskritçe’yi organik bir dil (dillerin kaynağı) olarak ileri sürdü. -Bakınız onun “Über die Sprache und Weisheit der Indier” (Hintlilerin Dilleri ve Hikmetleri Üzerine, 1807 adlı kitabına.)
Beş Avrupa (Almanca, Fransızca, Latince, Yunanca ve İngilizce) ve iki Asya (Sanskritçe ve Ariyaca) dilinde 150 isim ve fiilli karşılaştırmalı olarak inceleyerek, bu diller arasındaki benzerliğin tesadüf olmadığını ve köken birliğini gösterdiğini, bu kökenin de bilinen aryan diller arasında en eskisi olan Sanskritçe olduğunu dile getirdi. Schlegel’in bu kitabı tüm Avrupa’da bir “Hint tutkusu” oluşturdu. Sanskritçe üzerinden gelişen Hindistan’ın Aryan kültürel kökenleri fikri daha sonra Avrupa’nın kökenlerinin ırka dayalı bir biçimde açıklanan politik bir dile temel oldu.
Diğer taraftan Hindistan’a dayalı bu “Ari Modeli”, Avrupa’nın kökenlerini Mısır’a dayalı olarak açıklayan eski çağ modelini yıkarak Avrupa kültürünü Akdeniz kökenli sayılmaktan kurtarmaya hizmet etmişti. Böylece Avrupa’nın müstakil bir gelişme seyrine ve özgün bir uygarlığa sahip olduğu tezleri ortaya atılabilmişti.
Bu dönemde Batı’nın kökenlerinin açıklanmasında Aryanizm’e ek olarak Yunan kökenlerinin keşfi ile yeni gelişmeler yaşanmıştı. Avrupa’nın medeniyet kökeni saydığı Yunanistan, yeni bulgular sonucu Hint kökenlere yöneldi. Yeni tanımlanan dil ailesi için Alman Hindolog H.J. Klaproth 1823 yılında Hint-Alman (Indo-Germanisch) ismini kullansa da Fransız Bopp’un (1791-1867) ilk kez 1816 yılında Thomas Young tarafından kullanılan “Hint-Avrupa” terimini tercih eden bilimcilerden yana çıkması ile bu kavram Aryan dil bilimcilerin diline artık yerleşmişti. *Bkz. İngiltere’de Aryan tezleri için “Avrupa’nın Aryan kökenleri fikri” (Bernal, M. (1998). Kara Atena: Eski Yunan uydurmacası nasıl imal edildi.1785-1985. Ö. Buze (Çev.). İstanbul: Kaynak Yayınları.1998, s. 326-327 ) Bkz. Trautmann, T. R. (1997). “Aryans and British India” Berkeley: University of California Press.10-1997.
Bu bağlamda Hint-Avrupa terimin başlangıçta dini bir-mitolojik bakışla Kafkaslarla ilintili olarak kurulması önemlidir. Bernal’in belirttiği gibi ilk kez 1795’te “Kafkas ırkı” şeklinde Blumenbach tarafından kullanılan terim daha sonra ‘Aryancılık’ temelinde Almanların saf ırkla ilişkisi bağlamında gündeme gelmiştir. Dini metinlerde yer alan özellikle Avrupalılara yakın duran Kafkasya mitolojileri devreye girmiştir. ”Zira Kafkasya Promete’nin hapsedildiği ve acımasızca cezalandırıldığı yerdir. Nuh’un üçüncü oğlu olan ve Avrupalıların atası sayılan Yafes ile özdeşleştirilen İapedos’un oğlu olan Promete’nin insanlar için kahramanca ve fedakârca ateşi çalması, daha sonra Ari davranışının simgesi olmuştur.” Avrupalıların, kendi ırksal kökenlerini tarihin başlatıcısı olarak gösterilen Promete’ye götürmeleri, Batı’nın mahiyetini açıklamada önemli bir noktadır. *Bkz. Bernal, M. (1998). Kara Atena: Eski Yunan uydurmacası nasıl imal edildi 1785-1985. Ö. Buze (Çev.). İstanbul: Kaynak Yayınları. S. 318-319. 1998.
Diğer taraftan; “Ari miti 19. yüzyıl sömürgeciliğine felsefi bir anlam kazandırmıştı. Alman kimliğinin ırkçı bir şekilde tanımlanmasında kullanılan Ari miti, aynı zamanda Hindistan’ın geçmişini, Sanskritçe konuşan Hint-Aryan işgalcilerini açıklamakta ve böylece Hindistan üzerinde bir hak iddiasını gündeme getirmekteydi.” *Bkz. Murti, K.P. (2001). India: The seductive and seduced “other” of German orientalism. Westport, CT: Greenwood Press. s. 2-3, 2001. ”Aryanizm, böylece Hindistan kökenle ilişkili konumunu korusa da gittikçe aşılmış, insanlığın evriminde Yunan mucizesine doğru gelişen bu süreçte, Yunanistan’ın Ön-Ari kökenleri fikri çerçevesinde Mısır ve Mezopotamya’nın Sami dilleri etkisinden kurtarılmıştı.
Böylece tarihsel süreç içerisinde Batı uygarlığı biricikleştirilmiş; Avrupa’nın Antik Yunan’dan başlayan benzersiz soyağacı çıkartılmış; nihayetinde “kapitalist mucize”yi yaratacak olan ilerleme çizgisinin medeni başlangıcı oluşturulmuştu.
Daha sonra Marx’ta ve Weber’de görebileceğimiz gibi günümüz toplumunun kendi başına Avrupa tarihinin içsel gelişmelerinin bir neticesi olarak ele alınabilmesinin önü açılmıştı.” *Bkz. Murti, a.g.e. s. 2-3, 200.
Yine “Ari” ırkı üstünlüğü şeklinde özetlenecek ırkçı teoriler, 20. yüz yılın başlarında Avrupa’nın dünya egemenliğinin pekişmesi ile Doğu’ya karşı bir üstünlük söylemi olarak ortaya çıkmıştı. Daha önce kısmi hayranlıkla şekillenen Doğu’ya bakış, bu sefer, ırkçılığından vaz geçmeden giderek bilimsel bir değerlendirme ve yargılama tonuna sahip olmuştu. “Durağan Doğu toplumları” karşısında “Dinamik Avrupa’nın” farklılığı, özellikle coğrafi ve iklimsel farklar, hatta ırkın üstünlüğü gibi faktörlere dayanılarak açıklanmaya başlanmıştı.
Soylara asillik, üstünlük vasıfları arkaik tarihin değer yargılarıydı. Modern dünya bu yaklaşımın insan varlığında toplumsal kümeler üzerinden yanlış bir tespit olduğunu bilimsel olarak kanıtladı. Din temelli tarih yorumları ve dil tanımları terk edildi. Dillerin ve onun üstünde şekillenen kültürün, toplulukların medeniyet ve düşün eserleri olduğu gerçeği olduğuna ulaşıldı.
Dünyanın tüm ırklarının insanlar için etik bir soyluluğu ve asilliği vardı. Bu hukuki ve ahlaki bir yorumdu. Ayrıca insani davranış alanında kalan, bilimsel, etimolojik ve kültürel kaygılar dışında olması gerekendi.
Günümüz bilimi insanların gensel ortaklığını ve karmaşasını tanımlarken insanların yakın akrabalıklarının insanın yüz binlerce yıl geriye giden tarihinde üç yüz yıl içinde dahi kaybolduğunu ve yeni karmaşık kökenlere yöneldiğini gösterir. Yani ırki olarak hiçbir topluluk tanımlanamaz. Ancak insan grupları ısrarlı toprak birliği ve siyasi kader birlikleri kurdukları coğrafyalarda yarattıkları medeniyet üstünde kullandıkları dil ve kültürel adları ile öne çıkarlar.
Kürdler de kültürel geçmişi bakımından Yukarı Fırat ve Dicle Platosunda oluşmuş, Hind-Avrupalı Doğu Aryan kültürlü bir topluluktur. Büyük kültürel dil ailesi Aryan kültürel soylu Kürdler, kültürel olarak Doğu Aryan kimliğine, Hindistan kültürü ile ilintisi bakımından tarihin belli bir döneminde diğer birçok İrani/Aryani etnik topluluk ile kavuşmuştur. Bu nedenle Kürdler, hala kendi içinde çok güçlü Hindui-Aryani etnik dilsel çeşnisini de barındırmaktadır.
Medeniyet ve onun üstünde yükselen kültür her gün kendi dilini de üretmektedir. Kürdçe diller üstüne tarihi etimolojik sorgulamalar bu dilsel değişim evrimini bizlere gösterir.
*Bu makale “Kürdlerin Tarihi” adlı kitabından faydalanarak hazırlandı.
Bahoz Şavata Kişisel Web Sitesi’nden alınmıştır.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.