BAK’çılara farklı kararlar: Amaç Demokles’in kılıcı orada kalsın
.
Çözüm sürecinin ardından yaşanan çatışmalı dönemde yaşanan ölümlere karşı “Bu suça ortak olmayacağız” başlıklı metni imzalayan ‘Barış Akademisyenleri’ (BAK) OHAL döneminde yayımlanan Kanun Hükmünde Kararnamelerle üniversitelerinden, öğrencilerinden uzaklaştırıldı. Kimi zaman bir sokakta kimi zaman ise bir parkta dersler veren, pasaportları iptal edildiği için yurt dışında akademik çalışmalarına devam edemeyen akademisyenlerin başlattığı hukuk mücadelesinde yedi yıl geride kaldı.
Bu süreçte Anayasa Mahkemesi’nin bildiriyi ifade özgürlüğü kapsamında kabul etmesine rağmen yerel mahkemeler ceza davalarını düşürmedi. OHAL Komisyonu AYM’yi referans almadan ret kararları verdi. İdare mahkemelerine mücadelelerini taşıyan akademisyenlerin bir kısmı üniversitelerine geri döndü, bir kısmı ise yine ret kararlarıyla karşı karşıya kaldı. Üniversitedeki görevlerine başlayanların yeniden yürütmeyi durdurma kararlarıyla okullarından uzaklaştırıldığı süreçte akademisyenlerin “hangi kritere göre” iade edilip edilmediğini hukukçular da açıklayamaz durumda.
YÜZLERCE İHRAÇ, PASAPORTLARA EL KOYMA
11 Ocak 2016’da yayımlanan ‘Bu suça ortak olmayacağız’ başlıklı metin 2 bin 212 akademisyen tarafından imzalandı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bildiriyi imzalayanları “aydın müsveddesi, cahil, karanlık” olarak nitelendirdi, ihanetle suçladı. Erdoğan’ın bu açıklamalarının ardından akademisyenler hakkında “terör örgütü propagandası yapmak” suçlamasıyla hızla soruşturmalar açıldı, bazıları tutuklandı. Süreç bununla da sınırlı kalmadı, yüzlerce akademisyen KHK ile görevlerinden ihraç edildi, 406 akademisyenin pasaportlarına el konuldu. Yedi yıllık bu dönemde istifa eden, edilmeye zorlanan, emekli olan, olmaya zorlanan, işten çıkarılan ve OHAL KHK'sı ile kamu görevinden ihraç edilen akademisyen sayısı 549 oldu.
TBMM’de milletvekilliği yaparak mücadelelerini Meclis kürsüsünde de sürdüren ‘Barış Akademisyenleri’ne dair ilk hukuki “olumlu karar” Temmuz 2019’da Anayasa Mahkemesi tarafından verildi. Bildiriyi ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirerek cezalandırılamayacağına hükmeden AYM’nin bu kararının ardından açılmış 822 ceza davasında mahkemeler beraat kararı verdi. AYM'nin kararından sonra yeniden yargılanan akademisyenler hakkında çok az sayıda dava bulunuyor.
OHAL KOMİSYONU KAPATILMADAN VERİLEN RET KARARLARI
Haklarında açılan ceza davalarının yanı sıra üniversitelerine öğrencilerine dönmek için de mücadele eden akademisyenlerin dosyaları yıllar boyunca OHAL Komisyonu’nda bekletildi. Komisyonun kapatılmasına günler kala iade taleplerinin neredeyse tamamına ret kararları verildi.
Ret kararları ile yaklaşık yedi yıl sonra ihraç edilen akademisyenler için “hukuk yolu” açılmış oldu. Ayrı ayrı idare mahkemelerine dosyaları yönlendirilen akademisyenler için de bu süreçte farklı kararlar çıkmaya başladı. Örneğin Ankara 21’inci İdare Mahkemesi’nin göreve iade kararı verdiği bir dosyanın benzerine Ankara 25’inci İdare Mahkemesi ret kararı verdi. Ocak 2016’dan Mayıs 2023’e kadar gelen yanıtlardan yalnızca 58 akademisyene göreve iade kararı verildi. Geri kalanlar için ya ret kararı verildi ya da dosyalara hâlâ yanıt bekleniyor.
Öte yandan göreve dönme kararı verilen akademisyenlerin durumu da belirsizliğini koruyor. Üniversite yönetimleri yürütmeyi durdurma gibi yöntemlerle geri dönüşlere itiraz ediyor, istinaf mahkemelerinde yeniden dosyaların görüşüldüğü durumlarla süreç başa dönüyor.
Bu yaşananların gölgesinde ‘Barış Akademisyenleri’ tüm haklarının şartsız tazmini ve işe dönüş koşullarının oluşturulacağı yasal bir düzenleme talep ediyor.
‘KORKU YARATMA AMACININ ETKİSİNİ DÖNÜNCE AÇIK BİR ŞEKİLDE GÖRDÜM’
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ndeki (Mülkiye) görevinden ihraç edilen Dinçer Demirkent, Ocak 2023’te Ankara 21’inci İdare Mahkemesi’nin iade kararının ardından üniversiteye döndü. Yargı kararının işletilmesi için de ayrıca mücadele eden Demirkent’e göre yedi yıl sonra üniversiteyi tekrar görmek “acı” oldu. OHAL KHK’leriyle Türkiye’ye yeni bir biçim verilmeye çalışıldığını, ihraç kararnamelerinin üniversitelerde kalan akademisyenler ve öğrenciler açısından büyük bir korku ve suskunluk yaratma amacı taşıdığını ifade eden Demirkent, “Korku yaratma amacının etkisini dönünce açık bir şekilde gördüm” dedi.
KHK’larla kurumsal düzenlemeler yapılarak rektörlerin doğrudan cumhurbaşkanı tarafından atandığını hatırlatan Demirkent, “Üniversitelerin yapılarını, ruhlarını, dokularını değiştirme ve dönüştürme çabası oldu. Ülkenin geri kalanında olduğu gibi üniversitelerde bir tür fetih stratejisi izlendi” dedi. Demirkent sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bu analizlerin somut halini üniversiteye döndüğümüzde gördük. Üniversitede öğrenciler yok. Bir tür hayalet binalara dönmüş durumda. Biz atıldığımızda üniversiteler ‘Sizi biz atmadık’ diyordu. Mahkemelerde taraf olan bizim atıldığımız kurum, Ankara Üniversitesi. Yerel mahkemelerin iade kararı verdiği herkes için önce istinaf mahkemesine başvuruyor, sonra da Danıştay’a kadar götürüyor. Bizi üniversitelere almama stratejisi idari yollarla da izleniyor. Mahkeme kararının uygulanması için dahi mücadele ettiğimiz bir süreci yaşıyoruz. O uygulandı, bekliyorsunuz ki altı yıl üniversiteden uzak kalmışsınız, bir sürü hakkınız elinizden alınmış, akademik birikiminizi heba etmeye çalışmışlar, bari okula dönünce bir ‘hoş geldin’ denir ya, hiçbir idari makamdan bırakın böyle bir şeyi, sorumluluklarımızı konuşabileceğimiz telefon bile almadık. Okulda geçirdiğim iki ayım bir tür dilekçe yazmak, o dilekçeye cevap almak ve ona göre mahkemeye gitmeli miyim gitmemeli miyim diye düşünmekle kendimi buldum.”
‘SANKİ TATİLE GİTMİŞ VE DÖNMÜŞÜZ GİBİ BİR HAVA YARATILMAYA ÇALIŞILIYOR’
Akademisyenlerin göreve iadesinin ardından yönetimlerin yaptığı itirazlarla yeniden görevlerinden uzaklaştırılmalarının kendilerini iyi hissettirmediğini belirten Demirkent, “İdarenin bize tavrı bir tür yokmuş gibi davranmak. Hiçbir şey olmamış ve sanki tatile gitmiş ve dönmüşüz gibi bir hava da yaratılmaya çalışılıyor. Üniversitede böyle tuhaf bir hava var” dedi.
Bu süreçte ekonomik olarak da çokça hak kaybına uğrayan akademisyenlerden Demirkent, üniversiteye dönüşünün ardından haklarına dair adım atılıp atılmadığı sorusuna, “Mahkeme kararındaki gibi geriye dönük aylıkları ödemek zorundalar. Hala ödedikleri var ödemedikleri var. Kaybımız bununla sınırlı değil. Bütün kayıplarımız için özlük hakkı mücadelemiz bu süreçte olacak” ifadeleriyle yanıt verdi.
İADE EDİLİP YENİDEN GÖREVİNDEN UZAKLAŞTIRILAN ÖZİNANIR: SİNİR BOZUCU
Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’ndeki görevinden ihraç edilen akademisyenlerden Can Irmak Özinanır da altı yılı aşkın mücadelesinin ardından idare mahkemesinin göreve başlama kararıyla üniversiteye döndü. Bir buçuk ay görevini sürdüren Özinanır, üniversite yönetiminin itirazı sonrası verilen yürütmeyi durdurma kararıyla okulundan bir kez daha uzaklaştırıldı. Yeniden görevden uzaklaştırılmasını “sinir bozucu” olarak nitelendiren Özinanır, “Sebebini bilmiyoruz ve süreci anlamıyoruz. Baştan herkese ret geliyordu ve iadeler başlayınca beklenti doğdu. Bu insanın psikolojisini etkiliyor” dedi.
Göreve döndüğü süreçte hibrit eğitim olması nedeniyle okulun boş olduğunu, kampüsü özlediğini fark ettiğini ifade eden Özinanır, “Güçlü hissetmeye başlamıştım. İade edilen diğer arkadaşlarımız da gelmeye başlamıştı. Onlarla beraber olacağım diye heyecanlıydım, olmadı” ifadelerini kullandı.
Yürütmeyi durdurma kararına karşı yargı sürecine devam eden Özinanır, “Tavrımız başından beri durduğumuz yerden geri adım atmamak. Biz bir suç işlemedik sadece barış istedik. Buna verdikleri tepki bizi birbirimize kenetliyor. Çok ciddi bir dayanışmayı bu süreçte gördüm. Bizim açımızdan değil, genel olarak dayanışmanın çok önemli olduğu günlerden geçtiğimizi düşünüyorum. Sadece ‘Barış Akademisyenleri’ değil eziyet edilen. Bugün mesela hedef gösterilen başlıca kimlik LGBTİ+’lar. Dolayısıyla tüm ezilenlerle dayanışma önemli ve güçlü olmak zorundayız. Birbirimizi iyileştireceğiz ve ayağa kalkıp tekrar mücadele edeceğiz” diye konuştu.
‘İDARE MAHKEMELERİNİN YAKLAŞIMLARININ FARKLILAŞTIĞINI GÖRÜYORUZ’
Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi’ndeki görevinden ihraç edilen ve mayıs ayında iade mahkemesinin kararıyla görevine iade edilen isimlerden biri de Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim- Sen) Genel Başkanı Nejla Kurul. Üniversite yönetiminin söz konusu kararı uygulamasını bekleyen Kurul’a göre ‘Barış Akademisyenleri’ yedi yıldır bir yandan ekonomik ve politik yaşam mücadelesi bir yandan da hukuk mücadelesi veriyorlar. Siyasal iktidarın “baskı ve ideolojik aygıtlarıyla” barış talepli ifade özgürlüğünü yok saymaya devam ettiğini, yargıyı da etkilediğini belirten Kurul sözlerini şöyle sürdürdü:
“Seçim sürecinin de etkisiyle OHAL Komisyonu'nun ret kararlarına yürütmeyi durdurma istemli akademisyenlerce açılmış davalara Ankara İdare Mahkemelerinin yaklaşımlarının farklılaştığını görüyoruz. Geçen haftaya dek 74 akademisyene mahkemelerce göreve iade kararı verilmiş durumda. Bu kişilerden biri de benim. Bu sayı bu hafta içinde 80’e yaklaştı diye tahmin ediyorum. Üniversiteler de boş durmuyor, göreve iade kararları için yürütmeyi durdurmak üzere üst mahkemeye başvuruyor. İstinaf Mahkemesi’nin kararları önümüzdeki süreci etkileyecek. Ancak aynı zamanda 130’a yakın da ret kararı çıktı, aynı suç isnadı ile karşılaşan aynı konulu davada akademisyenler yeniden cezalandırılmak isteniyor. Ortada bir suç yok ancak açık ve neden bir cezalandırma sürüyor.”
‘ÜNİVERSİTENİN İÇİNDE YA DA DIŞINDA EMEK MÜCADELESİ DEVAM EDİYOR’
İktidarın akademisyenlere dair “belirsiz” ve “karanlık” bir tablo için uğraştığını, öngörülebilir bir hukuk sürecinin olmadığını ifade eden Kurul, “’Barış Akademisyenleri’ atomize edilemedi, birlikteyken, yan yana kolektif bir mücadeleyi sürdürmeye devam ediyorlar. Eğitim-Sen ile, inşa ettikleri okul, kooperatif, dernek gibi toplumsal yapılarla örgütlü bir mücadele bu” dedi. Kurul sözlerine şöyle devam etti:
“Üniversitenin içinde ya da dışında emek mücadelesi, hak mücadelesi, demokrasi ve barış mücadelesi devam ediyor. Barış kardeşleri olarak umutsuz değiliz, hayatlarımız kırılgan, bu nedenle olumlu ya da olumsuz gelişmeler karşısında keder ve sevinç duygularını hemen yaşayamıyoruz. Bir arkadaşımızın iade kararına sevinirken bir başkasına ret kararı gelmesi bu duygu haline yol açıyor. Öte yandan büyük resmi görüyor, kolektif bir özgürleşmenin peşinden giderken küçük hikayeleri, izliyor, dayanışmayı sürdürüyor ve her alanda toplumsal mücadeleye katkı vermeye çalışıyoruz. Tek başına kurtuluşun mümkün olmadığının açıkça farkındayız. Bu nedenle herkes için umutlu, eşit ve özgür bir yaşam ve mücadele uğraşısının varoluşlarıyız.”
ALTIPARMAK: AMAÇ DEMOKLES’İN KILICI ORADA KALSIN
Barış Akademisyenleri'nin hukuki mücadelelerinin yakından takipçisi olan ve destek veren isimlerden biri de avukat Kerem Altıparmak. Barış Akademisyenleri'ne dönük yargı kararlarının farklı farklı verilmesinin “stratejik” olduğunu düşündüğünü ifade eden Altıparmak, “Olumlu kararların da olumsuz kararların da stratejik olduğunu düşünüyorum. Bu bazen acayip farklılaşıp bazen tek tipleşen bir süreç oldu hep. Ceza davaları devam ederken birebir aynı içerikteki dosyalarda bazı mahkemeler 301’den bazıları propagandadan işlem yaptılar. Sonra Anayasa Mahkemesi bütün hepsinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiğine karar verdi” dedi.
Türkiye yargısı içerisinde farklı ceza mahkemesinin bir tanesinin dahi “ifade özgürlüğü” kararı vermemesinin garip olduğunu belirten Altıparmak, “Şimdi de şu garip; aynı dosyaya yan yana mahkemeler bakıyor, birebir meselede Anayasa Mahkemesi’nin kararını bir kısmı ‘iade kararı vermem gerekiyor’ diye yorumlarken bir kısmı ‘yok canım bizle alakası yok’ diye okuyor” dedi. Altıparmak sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bu absürtlüğün hepsinin, mahkemelerin sanıldığı gibi özgür iradeleriyle karar veremediğiyle alakalı olduğunu düşünüyorum. İstinaf aşamasındaki üç farklı mahkeme de yürütmeyi durdurmalarla ilgili farklı kararlar veriyor. Amaç Demokles’in kılıcı orada kalsın, dönen de orada rahat edemesin gibi bir strateji var. Bu dönüşler 12 Eylül sürecinde ihraç edilen 1402’liklerin dönüşü gibi olmadı. 1402’liklerin dönüşünde Türkiye’de bir dönem kapanmış ve simge haline gelmişti. O zaman idari yargının verdiği karar da radikal özgürlükçü karardı. Bugün hiçbir karar o dönem Danıştay’ın verdiği karar gibi özgürlükçü olmadığı gibi bir dönemin kapanıp yeni bir dönemin açılması söz konusu değil. Onun için gerçekleşen her şey ikircikli, öngörülemez, ‘Acaba ne olur’u düşündüren nitelikte. Bu konunun topyekûn çözümlenmesi Türkiye’nin ana siyasi meselesinden bağımsız düşünülemez. O nedenle hukuki yorumlamak gerçekten zor. Hiçbir tereddüde yer yok Anayasa Mahkemesi o kararı verdikten sonra OHAL Komisyonu’nun herkesi geri döndürmesi gerekirdi. İki kere iki dört. Biri ‘beş’ biri ‘üç’ diyor ama hukuki meselenin tartışılacak hiçbir yanı yok. “
BARIŞ AKADEMİSYENLERİNİN BİLDİRİSİNDE NE YAZIYORDU?
Bu ülkenin akademisyen ve araştırmacıları olarak bu suça ortak olmayacağız!
"Türkiye Cumhuriyeti; vatandaşlarını Sur'da, Silvan'da, Nusaybin'de, Cizre'de, Silopi'de ve daha pek çok yerde haftalarca süren sokağa çıkma yasakları altında fiilen açlığa ve susuzluğa mahkûm etmekte, yerleşim yerlerine ancak bir savaşta kullanılacak ağır silahlarla saldırarak, yaşam hakkı, özgürlük ve güvenlik hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı başta olmak üzere anayasa ve taraf olduğu uluslararası sözleşmeler ile koruma altına alınmış olan hemen tüm hak ve özgürlükleri ihlal etmektedir.
Bu kasıtlı ve planlı kıyım Türkiye'nin kendi hukukunun ve Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası antlaşmaların, uluslararası teamül hukukunun ve uluslararası hukukun emredici kurallarının da ağır bir ihlali niteliğindedir.
Devletin başta Kürt halkı olmak üzere tüm bölge halklarına karşı gerçekleştirdiği katliam ve uyguladığı bilinçli sürgün politikasından derhal vazgeçmesini, sokağa çıkma yasaklarının kaldırılmasını, gerçekleşen insan hakları ihlallerinin sorumlularının tespit edilerek cezalandırılmasını, yasağın uygulandığı yerde yaşayan vatandaşların uğradığı maddi ve manevi zararların tespit edilerek tazmin edilmesini, bu amaçla ulusal ve uluslararası bağımsız gözlemcilerin yıkım bölgelerinde giriş, gözlem ve raporlama yapmasına izin verilmesini talep ediyoruz.
Müzakere koşullarının hazırlanmasını ve kalıcı bir barış için çözüm yollarının kurulmasını, hükümetin Kürt siyasi iradesinin taleplerini içeren bir yol haritasını oluşturmasını talep ediyoruz. Müzakere görüşmelerinde toplumun geniş kesimlerinden bağımsız gözlemcilerin bulunmasını talep ediyor ve bu gözlemciler arasında gönüllü olarak yer almak istediğimizi beyan ediyoruz. Siyasi iktidarın muhalefeti bastırmaya yönelik tüm yaptırımlarına karşı çıkıyoruz.
Devletin vatandaşlarına uyguladığı şiddete hemen şimdi son vermesini talep ediyor, bu ülkenin akademisyen ve araştırmacıları olarak sessiz kalıp bu katliamın suç ortağı olmayacağımızı beyan ediyor, bu talebimiz yerine gelene kadar siyasi partiler, meclis ve uluslararası kamuoyu nezdinde temaslarımızı durmaksızın sürdüreceğimizi taahhüt ediyoruz."
GAZETE DUVAR
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.