Barış Vakfı Başkanı Hakan Tahmaz: Kürt sorununda problemler, riskler ve fırsatlar olabilir
.
Faik Bulut
Faik Bulut Independent Türkçe için Barış Vakfı Başkanı Hakan Tahmaz ile konuştu
Barış Vakfı, "Kürt Sorununa Toplumsal Bakış: 2010-2022" başlıklı raporunu İstanbul'da düzenlenen bir toplantıda açıkladı.
Prof. Dr. Ayşe Betül Çelik, Prof. Dr. Evren Balta ve Prof. Dr. Mehmet Gürses tarafından hazırlanan rapor, el kitapçığı olarak da basıldı.
Rapor, "Kürt Sorununun Kökeni ve Endişe Siyaseti", "Ayrımcılık ve Toplumsal Kutuplaşma", "Kürt Sorununda Kültürel Haklar", "Kürt Sorununda Siyasal Haklar", "Dış Politika ve Kürt Siyaseti", "Kürt Sorunu Nasıl Çözülür?" ve "Müzakere Gündemi" konularını kapsıyor.
Barış Vakfı raporu
İlaveten KONDA Araştırma şirketinin 2010-2022 yıllarında yaptığı araştırmalarında Kürt meselesi hakkında topluma yönlendirdiği sorulara verilen yanıtlara dair anketler ve sonuçları da bulunuyor.
Konuyla ilgili haber ve yorumlar, 20-25 Nisan 2022 tarihleri arasında basında da yer aldı.
Biz tanıtım yerine Barış Vakfı Başkanı Hakan Tahmaz ile bir röportaj yapmayı daha uygun bulduk.
Barış Vakfı Başkanı Hakan Tahmaz
1960 Ünye doğumlu Hakan Tahmaz 78 Kuşağı mensuplarından, 12 Eylül askeri darbesi mağduru bir aydın.
Kendisi 10 yıl cezaevinde kalmaya mahkûm edildi. Tahliye sonrası Kurtuluş Sosyalist Dergisi'nde uğraşını verdi.
BSP'nin (Birleşik Sosyalist Parti) ve ÖDP'nin (Özgürlük ve Dayanışma Partisi) kuruluş çalışmalarında yer aldı, merkez yönetimlerinde bulundu.
"Irak'ta Savaşa Hayır Platformu", "Küresel BAK" gibi sivil toplum inisiyatiflerinde çalıştı.
Mart 2005'te Gencay Gürsoy, Nuray Mert, Tayfun Mater, Osman Kavala ile birlikte 150 imzalı barış bildirisini hazırladı.
10 Haziran 2005 tarihinde Gencay Gürsoy başkanlığında 10 imzacıyla birlikte Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Ankara'da başbakanlıkta görüştü. Kendisine, çatışmasızlık zeminin oluşmasına katkı sunması için, Barış Bildirgesi sunuldu.
2005 yılından itibaren esas olarak Kürt meselesinin nedenleri ve çözümü konusuna yoğunlaşan Tahmaz, kamuoyunda barışa adayan muhalif (aktivist) biri olarak tanınıyor.
"Şemdinli'den Ankara'ya Kürt Sorunu" (2007), 31 siyaset ve akademisyenle yapılan söyleşirlerden derlenen "Kürt Sorununda Çözüm Önerileri" (2009) ve Türkçe dilbilimci, çevirmen, yazar ve barış aktivisti Necmiye Alpay ile birlikte hazırladığı "Barış Açısını Savunmak" (2015) isimli üç kitabı yayımlandı.
BirGün, Gündem, haftalık BasHaber gazetelerinde ve IMP News ve internet sitesinde düzenli olarak yazdı ve çalıştı. Günümüzde de Tükenmez Haber gazetesinde haftalık yazılar kaleme alıyor.
Türkçe dilbilimci ve yazar Necmiye Alpay, Hakan Tahmaz ile birlikte "Barış Açısını Savunmak" (2015) isimli barış için ortak bir kitap hazırladı
- Barış Vakfı'nı kısaca tanıtır mısınız? Faaliyet ve amaçları nelerdir?
Barış Vakfı, Şubat 2016'da tüzel kişilik kazandı ve 2007'de kuruldu. Türkiye Barış Meclisi'nin çalışmalarına süreklilik kazandırmak, kurumsallaştırmak ve uzmanlaşmış çatışma çözümü çalışması yapmak amacıyla, farklı kesimlerden ve görüşten 34 kişi tarafından kuruldu.
Aydın Çubukçu, Hakan Tahmaz, Necmiye Alpay, Türkiye Barış Meclisi toplantısında
Vakfın amacı, senedin 3.maddesinde "İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi başta olmak üzere uluslararası sözleşmeler, Anayasa ve yasalarla güvence altına alınan yaşam hakkının ve diğer temel hak ve özgürlüklerin korunması, evrensel insan hakları" prensiplerinden hareket ederek Türkiye'de ayrımsız herkes için demokrasinin ve sosyal adaletin tesisi ve bütün bunlar için temel şartlardan biri olan kalıcı barışın sağlanmasıdır.
Türkiye Barış Meclisi etkinliğinde; A. Çubukçu, H. Tahmaz, Dr. Tarık Ziya Ekinci
Vakıf; bu kapsamda "barışın adil, eşit ve demokratik biçimde inşasına, toplumda barış ve uzlaşma kültürünün geliştirilmesine, bir arada yaşamın sosyal zeminlerinin güçlendirilmesine katkı sunar" biçiminde tanımlamıştır.
Barış Vakfı'nın çalışma alanı esas olarak Kürt sorunudur. Kürt sorununda tarafları, sivil toplum örgütlerini, karar alıcıları, toplumun kanaat önderlerini barış konusunda teşvik etmek, uyarmak, bilgilendirmek ve karar almalarını kolaylaştırmak için çalışmalar yapıyor. Bunlar; arama toplantıları düzenlemek, çeşitli konularda konunun uzmanlarına rapor hazırlatmak biçiminde oluyor.
Barış Vakfı'nın Nisan 2022 toplantısında "Kürt Sorununa Toplumsal Bakış" raporu tartışıldı
Bugüne kadar uzmanlarına, "Kürt Sorununa Toplumsal Bakış (2010-2022)-Yerel Yönetimlerin Toplumsal Barışın İnşasındaki Rolü-2013-2015 Çözüm Süreci'nde Sivil Toplum Kuruluşları-Dolmabahçe'den Günümüze Çözüm Süreci-Çözüme Doğru: Olasılıklar, İmkânlar ve Sorunlar Üzerine Değerlendirmeler" başlıklı 6 rapor hazırlattık ve yayımladık. İstanbul, Ankara, Mersin, İzmir, Diyarbakır, Van ve Malatya'da çok sayıda toplantı yaptık.
İki kez uluslararası tecrübenin aktarımı için farklı ülkelerden çatışma çözümü çalışan akademisyen ve sivil toplum temsilcilerinin aktarımlar yaptığı bir çalıştay düzenledik.
Barışın El Kitabı, Çatışma Çözümünde Uluslararası Deneyimler ve Yeni Zamanlarda Barış başlıklı 3 kitap hazırladık.
Ayrıca pandemi döneminde, farklı konularda geniş katılımlı 5 ayrı çevrimiçi konferans yaptık.
Bu çalışmaların yanı sıra MHP hariç bütün siyasi partiler nezdinde sayısız diplomasi çalışması ve heyetler halinde görüşmeler yapıldı. Çalışmalarımızın detayı için barısvakfi.org adresine bakılabilir.
Çatışma Çözümleri Deneyimleri paneli. (Sağdan birinci) Prof. Dr. Fuat Keyman, (ikinci) Prof. Mithat Sancar
- 6-7 Ekim 2014 "Kobanê eylemleri" bahanesiyle tutuklanan bazı HDP yetkililerine, bilhassa HDP yöneticilerine, Kars Belediye Başkanı ve Meclis üyelerine yönelik operasyon sırasında yaptığınız 2 Ekim 2010 tarihli açıklamanızda o zamana kadar gerçekleştirilen çok yönlü saldırılarla baskıları eleştirdiniz. Aynı zamanda biricik çıkar yolun "demokrasi, hukuk, adalet, diyalog, çözüm ve barış" olduğuna vurgu yaparak, "Barış ve çözüm odaklı adımların atılmasının gerekliliğine" işaret ettiniz. Hâlâ bu noktada mısınız?
Evet! Barış Vakfı'nın varlık gerekçesi budur. Kürt sorununda çatışmanın/savaşmanın sona erdirilmesi ancak diyalog ve müzakereyle olabilir. Başka bir yolu yoktur.
Öldürmek, inkâr etmek sorunu kronikleştiriyor. Barışın ve çözümün garantisi diyalog ve müzakeredir. Türkiye demokratikleştiği oranda barışa yaklaşacaktır. Barış fikri kuvveden fiile dönüştükçe demokratikleşecektir.
Barış gösterisi, 2018 / Fotoğraf: Artıgerçek
- Başkanı olduğunuz Barış Vakfı, 18 Kasım 2017'de, "Çözüm Süreci'nde Sivil Toplum Kuruluşları" başlıklı bir rapor hazırladı. 85 sayfalık bu raporda "barışın yol haritasını" göstermişsiniz. Bu münasebetle şunları söylüyorsunuz:
"Çözüm sürecinde toplumun büyük ve önemli kısmı 'umutlanmışken' geldiğimiz noktada 'ne barışı, kiminle barış' sözlerini sıkça duyuyorsak, barış sesi bu derece zayıf çıkıyorsa, hatta suça neden oluyorsa çok düşünmeliyiz. Osman Kavala gibi barış insanları, akademisyenler binbir uydurma ve saçma iddialarla tutuklanıyorsa; dün barış isteyenler bugün bu antidemokratik uygulamaları sessizce, film izler gibi izliyorsa, 'Biz nerede yanlış yaptık, neyi eksik bıraktık, bunları neden yapamadık?' sorularına cevap aramak zorundayız."
O günden bu yana ne gelişti, ne değişti?
Türkiye sözü edilen dönemde iktidar eliyle bir korku tüneline sürüklendi. Bir yıl öncesine kadar Kürt sorunundan veya barıştan söz edilemiyordu.
Barış için mücadele edenler (tutuklama, işten atılma, gözaltı, ülkeden ayrılmak gibi) ağır bedeller ödedi. 2021 sonbahar aylarında Kürt meselesi siyasetin yeniden ana gündemi oldu.
CHP'nin "Kürt sorununu Mecliste çözeceğiz; muhatabımız HDP" demesi ve "helalleşme" söylemi, AK Parti'nin "Çözüm sürecini biz bitirmedik HDP'liler bitirdi" gibi söylemleri ve HDP'nin 27 Eylül 2021 tarihinde yayımladığı "Adalete Çağrı, Demokrasiye Çağrı, Barışa Çağrı Deklarasyonu" ile ürkek de olsa barış ve çözüm çok daha fazla konuşulur hale geldi.
Sorun kendini dayatıyor. Çözüm farklı dillerde de olsa konuşulmaya başlandı; barışa yeni bir yol arayışı siyasi partilerin, sivil toplum örgütlerinin masasının üstünde.
Bu, Kürtlerin ve az sayıda barış isteyenlerin mücadelesiyle başarıldı.
Çatışmanın ve savaşın ağır bedeli; barış fikrinin ve çözüm sürecinde silahların susmasının kıymetinin anlaşılmasını sağladı. Bugün en zor koşulda bile seçmenin yüzde 30'u diyalog ve müzakere istiyorsa, bu silahların çözüm sürecinde susmuş olmasının toplumsal bir sonucu.
- "Barış gazeteciliği" yapanların önemli bir kısmının, iktidarın ve devletin politikaları doğrultusunda nasıl tutum değiştirip savaş kışkırtıcılığı yaptıklarını da gördük. Barış Vakfı da bu noktaya dikkat çekiyor. O tarihten bu yana daha fazla kutuplaşmış olan Türkiye toplumunda, iktidar yanlısı basın ile ona yakın bir tutum alan merkez medya da (Hürriyet, Milliyet, Haber Türk, CNN Türk, Haber Global, TV 1001 vb) savaşçı ve çatışmacı bir dil kullanıyor. Bu hususta söyleyeceğiniz bir şeyler var mı? Sadece eleştirmek için değil; onlarla temas kurarak aklın yolunu gösterip geleceğe ışık tutma adına önerileriniz nelerdir?
İşin doğrusu Türkiye'de ne siyaset, ne sivil toplum ne de medya geçmişten ders çıkarabilir durumda değil. Birçok medya çalışanının 2000'li yıllarda, 1990'larda Kürt savaşına genelkurmay gazeteciliği yapmış olması eleştirildi.
Ortada barış gazeteciliğinin bilinmemesi gibi bir durum yok. Aslında gerçek gazetecilik ve medya diye bir şey kalmadı. Bu iktidarın yaratmak istediği rejimin parçası olma/propaganda aracı olma amaçlı ideolojik bir tercih.
Az sayıda barış gazeteciliği yapan insan var. Bugün yapılması gereken öncelikle bunlara güçlü destek vermek ve onların da her şeye rağmen ısrar etmesidir.
İkincisi de bizim gibi çatışmanın çözümüyle uğraşanların temel görevi, hiçbir gerekçeye sığınmadan genelkurmay ve devlet gazeteciliği yapanları uyaracak kanalları geliştirmek için yol ve yöntem bulmaktır.
Bu konuda Vakıf, sorumluluğunun bilinciyle davranıyor, köprüleri atmıyor, temaslarını sürdürüyor ve ısrarla barış dilinin kullanılması için uyarı görevi yapmaya çalışıyor. Tabii, bu da karşı tarafın temastan kaçınması nedeniyle oldukça zor oluyor.
Yerel yönetmlerin barıştaki rolü
- Barış süreçlerinde kitle kuruluşları, yerel yönetimler ve benzeri yapılar dâhil kamu diplomasisi yapabilecek oluşumların rolü hayati önemdedir. Bu yönde kamu diplomasisi faaliyetleriniz oldu mu? Bu alanda yapılması elzem olan neler var? Yetersizlikler ve tereddütlere ilaveten karar sahiplerini etkileyebilecek girişimler nasıl çoğaltılabilir? Mesela Mart 2019 Yerel Yönetim Seçimleri sonrasında "çatışma çözümü" üzerinde durmuş; yerel yönetimleri "insanların nefes alabildiği mekânlar" olarak tanımlamışsınız. Ancak HDP belediyelerine el konuldu; başkanlarının yerine kayyımlar atandı. O günden bugüne değişen olumlu şeyler var mı?
2021 yılı sonrası çalışmalarımızın ağırlık noktalarından birini yerel yönetimler oluşturuyor. Esas olarak İstanbul, İzmir ve Ankara illerini kapsayan çabalarımız var.
Ancak bu konuda ciddi bir yol alındığını söylemek mümkün değil. Ülkenin siyasi atmosferinden, baskı ve korku ortamından yerel yöneticiler de etkilenmiş durumda.
Çekingen bir tutum içindeler. Bu üç büyük belediyedeki CHP-İyi Parti ittifakı beklentilere yanıt verebilmekten çok uzaklar.
Tahmaz, "Barış için Ankara" çalıştayında konuşuyor
- Kasım 2021'de basına açıkladığınız "Yerel Yönetimlerin Toplumsal Barışın İnşasındaki Rolü" başlıklı raporunuzda vurgu yaptığınız şu husus dikkatimi çekti: "Barışı alışılageldik ve geleneksel bir bakış açısıyla inşa etmeye çalışan yaklaşımlar doyurucu gelmeyebilir. Bu nedenle ezberimizdeki sloganları ve basmakalıp yargıları bir kenara bırakıp, barışın inşasına yeni bir bakış açısıyla yaklaşmak bizim için kaçınılmaz görünüyor."
Bahsettiğiniz "bakış açısını değiştirme" tam anlamıyla nedir? Somut örnek ve önerilerle açıklar mısınız?
Her şeyden önce barış sadece tarafların ve siyasi aktörlerin inşa edebileceği bir şey değil. Bizde "Liderler karar verdi mi gerisi gelir!" anlayışı egemen. Liderlerin kararları belirleyicidir.
Ama sivil toplumun, hak savunucularının, barışseverlerin ve bütün toplumsal kesimlerin de barışın toplumsallaşması, kalıcı hale gelmesinde önemli görev ve sorumluluğu vardır.
Birleşmiş Milletler (BM) Sürdürülebilir Kalkınma Araçları Değerlendirme Raporu'nda (2015 yılı F16), yerel yönetimlere toplumsal barışın inşası için 2030 yılına kadar gerçekleştirilmesi hedefiyle bir dizi görev tanımlandı.
2019 Mart seçimlerinde üç büyük şehirde yönetimi devralan muhalefet partileri, bu kapsamda Kürt sorununun çözümünü kolaylaştıracak, yeni bir çözüm sürecinin gelişmesine etki edecek çok şey yapabilirlerdi.
Bu konuda yasal mevzuat yerel yönetimlere küçümsenmeyecek yetkiler veriyor.
Örneğin Kürtçe kreşler açmak, Kürtçe kurslar açmak, İzmir'de, İstanbul'da, Ankara'da turistik bölgelere Kürtçe tabelalar asmak gibi. Katılımcı ve demokratik yerel yönetim modeli kapsamında yerel sorunların çözümü için müzakere ve çözüm masaları kurmak gibi.
Kent konseylerinin yönetimlerinde Kürt sivil toplum örgütlerine de tıpkı kadın örgütlerine pozitif ayrımcılık uygulandığı şekilde pozitif ayrımcılık uygulamak gibi.
Bütün bunlar barışın toplumsallaşmasına katkı sunar, merkezi idarenin şekillenmesini zorlar.
Benzer biçimde sivil toplum örgütlerinin de barış için diplomasi ve hak savunuculuğunun ötesinde yapabileceği uluslararası kabul görmüş işler de var.
Mağdurlara doğrudan hizmet sunma, gruplar arası ve içi sosyalleşme, barış kültürü, çatışmaya duyarlı bölge yaratma gibi önemli görevleri var. Bunları da hayata geçirmekle mükellefiz.
Barış Anaları / Fotoğraf: Sivilsayfalar
- "Barış, Adalet ve Güçlü Kurumlar ile Toplumsal Barış" kavramlarından ne anlamalıyız?
Toplumsal barışın güçlenmesi, Türkiye bakımından cumhuriyetin kurucu felsefesinin değişmesi, dönüşmesi anlamına gelmektedir.
Çok kültürlü, çok inançlı ve çok kimlikli bir toplum yapısına uygun bir idarenin ve siyasetin, demokratik, eşit ve katılımcı yeniden yapılandırılması anlaşılmalıdır.
Barış ve adaletin yokluğunda her türlü kurum ve yapı, güvensizdir ve sorun üretir. Toplumsallaşma gücünü siyasetten değil, toplumla olan ilişkisinden alır. Her şeyin esas gücü budur.
Hakan Tahmaz, barışa olan umudunu diri tutuyor
- Farklı görüşlerden sınırlı sayıda aydın ve şahsiyetlerin davet edildikleri 20 Nisan 2022 tarihli toplantıda "Kürt Sorununa Toplumsal Bakış" başlıklı yeni raporunuzu açıkladınız. Rapordaki bir tespitiniz şöyleydi: "Türkiye'yi ilgilendiren güvenlikçi/otoriter uygulamalarla bu son dönemde de Kürt sorununu sadece güvenlik odaklı siyaset yoluyla çözmeye dair bir yola girilmiştir. Bu soruna kalıcı bir çözüm bulmamak Türkiye'nin demokrasi/otoriterlik sarmalından çıkamamasının en temel nedenlerinden biridir." Sizin deyiminizle "sadece güvenlik odaklı siyaset" eksenli çözümün yanlışı nerededir?
Kürt meselesi, her şeyden önce esas olarak bir güvenlik meselesi değildir. Türkiye'nin demokratikleşmesi meselesidir. Otoriterlik, gücünü yapay güvenlikten alır. Özgürlükçü demokratikleşme ise güvenlik riskini bertaraf eder.
Türkiye'nin "beka" (varolma) kaygısı bahanesiyle uyguladığı güvenlikçi politikalarla ekonomisi risk altında; siyasi kriz derinleşiyor ve toplumsal huzursuzluk almış başını gidiyor. Sadece içerde değil, dış politika da sorunlar yumağı büyüdü.
Aslında muhalefetin gözden kaçırdığı şudur: Türkiye'nin Kürt sorununda demokratik çözüme kapılarını kapatması; güvenlikçi ve otoriter bir yönetim tercihine yol açmaktadır.
Demokratik bir yönetim isteyen, amaçlayan mutlaka güvenlikçi politikaları revize etmek (gözden geçirip değiştirmek-FB) ve Kürt sorununda yeni bir barış sürecini başlatmak zorundadır.
Kürt sorunu çözüm yoluna girmeden ne güvenlikçi politikalar esaslı olarak terk edilebilir, ne de özgürlükler geliştirilebilir.
- "En büyük kutuplaşma, Kürtlerin varlığından kaynaklanmaktadır" diyorsunuz. Oysa Türkiye'de eğitim, enflasyon, göçmenler, demokratikleşme, kadın-erkek eşitliği gibi pek çok yakıcı sorun var. Bunlar da kutuplaşma ve çatışma nedeni sayılabilir. Bu sorunların aralarındaki bağlantı nedir?
Kürt meselesi, bütün diğer sorunların ortak kesişme noktasını oluşturuyor. Askeri operasyonlar ve güvenlik güçlerine harcanan kaynaklar ekonomik krizin önemli bir başlığı.
Göçmenlerin büyük bir kısmı Suriye'den geliyor. Türkiye'nin Suriye ve PYD politikası, Suriye'de savaşın bitirilmesinin önünde büyük bir engel.
Yargının yürütmenin başına bağlı çalışmasında, çözüm süreci sonrası izlenen siyasal Kürt düşmanlığının önemli etkisi var. Yine Kürtleri şeytanlaştıran iktidar ve muhalefet dili kutuplaşmanın en ağırını oluşturuyor.
Barış mitingi, 2018 / Fotoğraf: Artıgerçek
- KONDA anketine göre; kendini Kürt olarak tanımlayanların yüzde 40'ı, Kürt meselesini "öncelikli sorun" şeklinde olarak tanımlamış. Kürt meselesini ayrı bir devlet kurma düşüncesi olarak görenlerin oranı yüzde 25-30 arasında değişiyor. Yani ankete katılan Kürtlerin yüzde 60'ı bu meselenin "ayrılıkçı fikirlerden kaynaklandığı" fikrini yanlış buluyor. Barış Vakfı'nın raporunda, bir yandan "Kürt sorununa bakış hususunda Kürt ve Türk kesimler arasında algılama farklılığı var; diğer yandan, böyle bir ayrışmanın, siyasi seçkinlerin konuya el atmasıyla görüş farkının ortadan kaldırılması suretiyle barışa katkı sağlayacak" diyorsunuz. Bu bir temenni mi, yoksa gözlem mi?
Temenni değil. Raporda, KONDA'nın ve başka araştırma verilerine göre, kutuplaşmanın çok keskin olması nedeniyle seçmen davranışını belirleyen en önemli unsurun siyasi liderlerin tutumu olduğu tespiti yapılıyor.
İktidar ve muhalif siyasal partilerin seçmenleri, karşı olarak gördüğü tarafın politikalarının tam tersine tutum almaktalar. Siyasal partiler yalpaladığında ya da seçmene anlamlı ve tutarlı bir çerçeve sunamadığında, seçmen de yalpalıyor.
Kürt sorununda siyasi partilerin yaklaşımlarına göre seçmenlerin tutumunun değişiyor olmasının belki de en olumlu yanı, siyasal partilerin söylemlerinin değişmesinin toplum nezdinde de karşılık bulacağına işaret etmesidir.
Örneğin anadilde eğitim, konuşulabilecek ve en rahat biçimde toplumsal uzlaşmanın sağlanabileceği konulardan biri.
Olumsuz yanı ise; siyasette var olan ayrımcı, ötekileştirici ve şiddet içeren dilin aktive edilmesinin toplumu bu sorunu çözmeye yönelik iradeden uzaklaştıracak olmasıdır.
Kürt sorunuyla ilgili toplumsal korkular ve endişelerin liderler tarafından seçim kazanmak veya iktidarda kalmak için araçsallaştırılması, tehlike oluşturuyor. Bu konuda uyarıcı ve uyanık olmak durumundayız.
- Kürtlerin demokratik hak mücadelesini farklı şekilde algılayıp anlayanlar arasındaki fikir ayrılıklarını giderme konusunda girişim ve planlarınız var mı?
Önümüzdeki günlerde raporun çıktılarını siyasi parti liderleriyle, sivil toplum örgütleriyle, temsilcileriyle paylaşacağız.
Ayrıca mayıs ayının ilk haftasında Diyarbakır'da sivil toplum ve kanaat önderleriyle raporun verilerini paylaştığımız ve müzakere ettiğimiz bir toplantı yapacağız. Daha sonra farklı illerde benzer toplantılar planladık.
Çatışmaların çözümleri konulu bir konferans
- Kürt siyasetçilerinin yönettikleri belediyelere kesinlikle kayyım atanamayacağını düşünenlerin oranı yüzde 18 iken, bunun doğru bir uygulama olduğunu düşünenlerin oranı yüzde 38'dir. Öte yandan demokrasi kuralları açısından bakıldığında, ülke genelinde kendisini Türk olarak tanımlayanların yüzde 60'ı, Kürt olarak tanımlayanların ise yüzde 73'ü seçilmiş yönetimin görevden alınamayacağını düşünmektedir. Konu Kürtler olunca, algı ve anlayış farkları burada da ön plana çıkmaktadır. Bu çelişkili durum, nasıl ve hangi yolla çözülebilir?
Çelişkili durum, Kürt meselesinin aslında Türk sorununa dönüşmüş olmasından kaynaklanıyor. Demokratik siyasal mekanizmalara Türklerin güvenmediğini ve içselleştiremediğini gösteriyor.
Bu durum, 2015 sonrasında izlenen Kürt karşıtlığının bir sonucu. HDP başta olmak üzere Kürt demokratik kurumlarının kriminalize edilmesi aslında demokratik siyaseti ve mekanizmaları da tahrip etti.
- Eylül 2019'daki KONDA anketine bakılırsa; Türkiye genelinde hem AKP iktidarının Suriye politikasına hem de o bölgedeki askeri operasyonlarına karşı çıkanların oranı yüzde 66, destekleyenlerin oranı ise yüzde 19. Malum, 18 Nisan'da geniş kapsamlı sınır ötesi askeri operasyonlar başlatıldı. Irak Kürdistan'ının farklı mıntıkalarındaki "Pençe-Kilit" operasyonları, Sincar ve Suriye'nin kuzeyinde de devam ediyor. İHA-SİHA ve uzun menzilli toplarla hemen her gün Rojava'nın çeşitli yerleri bombalanıyor. Çelişkiyi ve değişimi nasıl açıklıyorsunuz?
Bu operasyonlar, Ukrayna-Rusya savaşı sonrasına bir hazırlıktır. Savaş sonrasında ABD, AB ve Rusya arasındaki gerilim Suriye'ye kayacak. Türkiye burada hem ABD'ye hem de Rusya'ya mesaj veriyor.
Bir taraftan da Suriye ile temas kurma arayışı var. Kürtlerin kazanımları, hâlâ tehdit olarak görülüyor. Bu askeri operasyonların başka bir anlamı yok. Tabii ki, Türk milliyetçisi ve Kürt karşıtı kendi seçmenini de seçimlere giderken konsolide etmiş olacak.
Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ile Kurmay Heyeti, sınır ötesi operasyonu hakkında bilgi alıyorlar / Fotoğraf: Arif Akdoğan, AA
- Günümüzdeki operasyonların başarılı olacağını bekliyor musunuz? Bunun iç politikaya yansımalarını nasıl görüyorsunuz? Mesela CHP, operasyonu destekleyen tutumuyla AKP-MHP iktidarının çizgisine kaymanın ötesinde, helalleşme söylemiyle ziyaret ettiği Kürt çevrelerinde tepki topladı.
Başarıdan ne anladığımıza bağlı... Kürt silahlı güçleri etkisiz kılınabilir, tasfiye edilebilir. Yani sanmıyorum ama çeşitli nedenlerle 40 yıldır başarılamayan bu kez başarılabilir.
Ama meselenin esası çözülür mü derseniz, kesinlikle hayır! Bu nedenle daha fazla ölüme, yerleşim yerlerinin ve doğanın tahribatına yol açan bir yöntemi başarılı addetmek mümkün değil. Kürt siyasal mücadelesi ve sorunu başka bir boyuta ulaşalı yıllar oldu.
- Geçen hafta Diyarbakır'ı ziyaret eden DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, Kürt meselesine yaklaşımında CHP'den daha cesur davranarak hem operasyonlara hem de sağlık durumu çok kötü alan HDP eski milletvekili Aysel Tuğluk'un hapiste tutulmasına karşı çıkan konuşmalar yaptı. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?
CHP'nin örgütsel ve ideolojik yapısı Kürt sorununun demokratik çözümünde sınırlayıcı bir işleve sahip... Yakın ve uzak geçmişten gelen ağır yükü var.
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu partiyi sınırlı da olsa değişime zorluyor. Ama yerinden kımıldatabiliyor mu ya da radikal bir değişim istiyor mu, emin değilim.
Ali Babacan ise hem partisine daha fazla hâkim hem de kendi içinde daha tutarlı bir politik hat izliyor, en azından şimdilik.
Kürt sorununa yaklaşım farkı, sorunu kavrayıştaki farklılıktan kaynaklanıyor. CHP tekçi cumhuriyetin kurucusu olmakla ömür tüketen, DEVA ise küresel gelişmelerin rüzgârına göre yön belirleyen bir parti.
Bu nedenle Babacan, Kılıçdaroğlu'ndan daha cesaretliymiş gibi bir görüntü veriyor. Ama bu çizgi ne kadar sürdürülebilir, bilinmez.
Hakan Tahmaz'a göre Kürt sorununda eşikteyiz; "Barışa araçsal yaklaşılmamalı"
- Gençlerin "demokratik çözüm" konusuna pek inanmadıkları yolunda bir tespitiniz var. Kürt meselesinin Meclis'te çözülebileceğine ilişkin görüşün muhalefet partileri arasında yaygın olduğunu da belirtiyorsunuz. Bu meseleyi çözmenin anahtarı siyasilerin elindeyken, gençlerin katkısı ne olabilir?
Bu meselenin çözüm anahtarı az önce söylediğim gibi bizim, yurttaşların elinde. Hiçbir zaman siyaset, toplumsal isteklere uzun süre direnemez.
Gençler umutsuz ama siyasal bagajları dolu olmadığı için değişime çok açıklar ve toplumun en dinamik kesimlerini oluşturuyorlar.
Siyasal bagajları bölünme veya aldatılmalarla dolu olan, ağır travmalar yaşayan kesimlere göre diyaloga ve müzakere fikirlerine daha açıklar.
Bu tür süreçlere çok hızlı adapte oluyorlar ve pozitif etki yaratıyorlar. Kadınların ve gençlerin etkin olmadığı bir barış süreci veya barışın toplumsallaşması imkânsız.
- Gerek anket sonuçlarına gerekse günlük politikalarına bakıldığında, Millet İttifakı'nın oluşturan 6 parti arasında bilhassa CHP ve İYİ Parti'nin Kürt meselesinin çözümüne ilişkin tutumlarıyla politikaları umut verici görünmüyor. Olumlu anlamda politika değişikliği için ne yapılmalı?
Evet, böyle bir sorun var. Ancak CHP liderinin "Helalleşme" ve "Kürt sorununu biz çözeceğiz ve muhatabımız HDP'dir" sözleriyle işaretini verdiği yeni süreç ciddiye alınmalıdır.
Enerjimizi siyasal bagajların esiri olmadan bu açılımın yarattığı fırsatları değerlendirerek, Kürt sorununun çözüm yolunun bulunmasına harcamalıyız.
CHP liderinin savaş ve çatışma dışı bir yol denemek istemesini teşvik etmeliyiz. Deneyimlerimiz ışığında yapıcı önerilerimizle uyarmalıyız.
Türkiye'nin yakın gelecekte barış yoluna girebilmesi, CHP'nin değişmesi oranında başarılabilecek. Raporumuzdaki verilerde gösteriyor ki, HDP seçmeninden sonra en çok CHP seçmeni Kürt sorununun demokratik çözümüne yatkın.
Kürtlerin temel haklarını kullanmalarını istiyorlar. Bu gerçekle hareket edilmesi gerekiyor.
- Temenni etmekle olmuyor; yine de "barış dileği" tutup geleceğe umutla bakmalıyız. Vaktinizi ayırdığınız için teşekkür ederim.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.