Barışı savunmak
Yüzyıllardır Özlemi çekilen ve gündemdeki yerini sürekli koruyan bir sorun, barış.
Romanlara, nice yapıtlara konu oldu. Şiirleşti, türküleşti milyonların dudaklarında. Uğruna çileler çekildi. Zindanlar mesken oldu barış savaşçılarına ve halen de barış türküleriyle yankılanıyor zindan duvarları.
Kırlarda, alanlarda gözyaşlı, yüreği yanık anaların dilinde . Suç oldu, çoğu kez, suçluluk sandalyesine oturtuldu her keresinde. Yargılandı barış ve barış savaşçıları pervasızca ve yargılanıyor halen çoğu yerde.
Ve öyle anlaşılıyor ki zulüm, zorbalık ve savaş denilen canavar sürdükçe, barış mücadelesi de gündemdeki yerini hep sıcağı-sıcağına koruyacak.
“Onurlu barış istiyoruz” diye haykırdılar, yıllarca. Oysa barış mücadelesinin kendisi zaten kana, gözyaşlarına, yoksulluğa karşı bir onurdur ve onuru yaşam biçimi seçenlerin uğraş alanıdır.
Diğer yandan “barış” sözcüğünü kendi anadillerinden haykırmaktan yoksun olan , “Em barışé dixwazin” (Biz barış istiyoruz.) diyen, Türkçe konuşamayan, ama Kürtçe bilmeyen evlatları doğuran, zılgıtları ve haykırışlarıyla kulakları çınlatan, evlatlarının hasreti ile “prangalar eskiten” bağrı yanık analarımız.
Neler yapılmadı ki bugüne dek barış için. Teorik belirlemeler, ideolojik kaynaklar, tarihsel süreç içinde geçirdiği evreler dile getirildi sürekli. Sosyolojik-politik tahliller yapıldı barış üzerine. Ne derece gerekli olduğundan, ekmek-su kadar "mübarek" olduğu vurgulandı. Seminerler, konferans¬lar, paneller, gösteriler birbirlerini izledi. Örgütlenmeler, inisiyatifler oluşturuldu. Uçurtmalar, güvercinler uçurtuldu. Gün oldu barış zincirlerini, gün oldu barış nöbetlerini izledik. Özcesi, barışın yankılanan bir ses, gür akan bir ırmak olması için nice cefalara, eziyetlere katlanıldı.
Kimileri bu yüce amaç için alanları, kitleleri seçerken, karşılarında karanlık dehlizleri, işkenceleri, zindanları görürken, birileri de barış mücadelesini küçümsedi, önemsemedi ve gülerek geçip gitti. Oysa alınan canlara, dökülen kanların sonucu, mutlaka barış ile taçlandırılır. Tarih sayısız kez bunu böyle kanıtlamıştır.
İnsan toplumlarının tarihi aynı zamanda barışın ve barış mücadelesinin de tarihidir. Kanla, gözyaşıyla yazıldı bu tarih. Ve halen devam ediyor bu acılı tarih. Ta ki barış ağacı büyüyüp meyvelerini verinceye dek devam edecek anlaşılan.
Barışı savunmak, yaşamı savunmaktır. Güzellikleri, aydınlığı, doğayı insanlığı ve onun değer yargılarını savunmaktır, besbelli. Bu nedenle diyoruz; kardeşçe yaşamanın, umudun, özlemin, erdemin, onurlu bir yaşamanın adıdır barış. Geleceğe ve çocuklarımıza bırakacağımız en büyük armağandır.
Kim korkar barıştan, kimler karşıdır barışa? Bilmem derinlemesine yanıtını irdelemeye gerek var mı? hayır. Yanıt artık herkesçe biliniyor aşağı - yukarı.
Sadistler, zorbalar, yaşama, kardeşliğe, dostluğa düşman olanlar elbette ki barışı istemezler, karşıdırlar barışa. Savaşı kendilerine meslek seçenler, silah tüccarları, demokrasiden, insan haklarından korkanlar, uygar olmayanlar, ileriyi görmeyenler, duyarsızlar, kör olanlar, yaşama hakkını pervasızca çiğneyenler elbette ki barışı istemezler, barışa karşı tuzaklar kurarlar.
Peki kimdir bunlar? Gıdalarını savaştan alan tarafların şahinleridir.
Besbelli ki barış bir eğitim-kültür olayıdır. Bu nedenle barış istemi soyut değil, somuttur. Araç değil, amaç olmalıdır. Bir inanç işi, bir yaşam biçimidir barış, öyle olmalıdır. Ticareti yapılan bir meta, ağızlarda, amaçsız çiğnen sakız değildir, barış.
Tek yanlı değildir, barış. Çünkü anaların göz yaşlarının rengi aynıdır.
Ortak dil, ortak bakış, oluşturulmadan barışın zemin bulması olası değildir. Irkçı, şoven ağızların kullandığı saldırgan bir dil barışa hizmet etmez. Tam aksine savaş çığırtkanlığına hizmet eder. Bu nedenle geçilen kritik dönemlerde herkesin kesinlikle üslubuna özen göstermesi ve toplumun sinir uçlarıyla oynanmaması lazım.
Herkese, her kesime göre belki ayrı değerlendirilip, yorumlanır ama özünde tek anlamı vardır, barışın. O da herkesin kardeşçe, dostça beraber yaşamak, külfetlerden ve nimetlerden eşitçe yararlanmak, insanca yaşamanın kurallarını içine sindirebilmek ve özümsemek, sorunları kavgasız - dövüşsüz çözmek, hoş görülü, geniş, toleranslı olmaktır.
Elbette ki kolay şeyler değil bunlar. Bu nedenle diyoruz, barış kişinin ve toplumun aldığı eğitim ve kültür düzeyi ile özdeştir. Çevremize ve içinde yaşadığımız topluma bir göz attığımızda bu durumu olunca çıplaklığıyla her an görebiliriz.
Geri bıraktırılmışlık, öyle sanıldığı gibi basit bir olgu değildir. Geri bırakılmışlığın yarattığı gerilimin izlerini yaşamın her alanında, günün her anında hissetmek olasıdır. Ailenin eğitim düzeyinden tutun da eğitim sisteminin yozluğuna kadar olumsuz etkileri görmek mümkün. Bu olumsuz etkilerin sonucuyla insanlar yetişiyor, politika yapıyor, yönetim kademelerinde yer alıyorlar.
Eğitimin ırkçı, tekçi, asimilasyoncu ve saldırgan yapısı insanların şovenist duygularını kamçılıyor. hoşgörüsüzlüğü pompalıyor. Bu nedenle geri kalmış toplumlarda barış mücadelesi daha bir zorludur. Bu nedenle barışı özümsetmek, onu bir yaşam biçimi olarak şekillendirmek kolay değildir.
Nasıl kolay olsun ki ? Eğer içinde yaşadığınız toplumun eğitim sistemi, yoz, gerici, tüketici, baskıcı, ret ve inkar üzerine kurulmuşsa, eğer körpe beyinlere şovenizmi, ırkçılığı, asimilasyonu şırıngalamayı kendinize amaç edinmişseniz, eğer ders kitaplarınız militarizmle savaş çığırtkanlığı ile tank ve toplarla doluysa, eğer her biriniz bir dünya ya bedelseniz, bu ninnilerle uyutulup, büyütülmüşseniz, sizde yavrularınızı aynı teraneyle büyütmeyi ahdetmişseniz ve bu durum ana kucağından, yar ocağına kadar sürüp gitmişse, barış mücadelesinin rizikosu ve zorluğu kendiliğinde ortaya çıkar.
Sorunun başka bir yönü de öncelikle kişinin ve giderek toplumun kendi-kendisiyle barışık olmasından geçer. Kendisiyle ve toplumuyla barışık olmayanlar, dünyanın tüm olanaklarına sahip olsalar bile barışı ve özgür bir toplumu kurma şahsını her an yitirebilirler.
Bugünlerde barış Kürt ve Türk siyasilerinin dilinde düşmüyor. Barış söylemleri sanki savaşı kışkırtıyor. Ret ve inkar şaha kalkmış. Toplumun nabzını tutmanın ötesinde, sinir uçlarıyla oynanıyor. Umut hançerleniyor adeta. Üslup oldukça yaralayıcı. İhmaller, kayırmalar, her iki tarafta da diz boyu.
Heyetler, ziyaretler, görüş alışverişleri tüm olumsuzluklara rağmen elbette ki önemli.
Ama anaların gözyaşları herkesten, her şeyden daha önemli. Bu gözyaşlarını ayırımsız önemseyenlerin çabaları bu ülkeye barışı getirebilir.
Tüm bunlardan dolayı barış, kısa erimli ve kişisel çıkarlara kurban edilmemeli. Anaların gözbebeklerindeki ruhsal yansıma hesaba katılarak, hiçbir kesimin ulusal onuru ve gururu incitilmemelidir.
Unutulmamalı, barışın kaybedeni ve kazananı olamaz.
Bu muştuların özlemiyle
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûpela Nû'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir)
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.