Şaban Aslan

Şaban Aslan

Yazarın Tüm Yazıları >

Bush'un, Saddam Hüseyin’i Devirmek İstediği Zamanda Türkiye'nin Durumu

A+A-

ABD Başkanı George Bush, Saddam Hüseyin’i Devirmek İstediği Zaman Türkiye’nin O günkü Durumu

 

1999 yılında yapılan milletvekili genel seçimlerinde hiçbir siyasi parti tek başına hükümet kuracak milletvekili çoğunluğunu sağlayamadı. Demokratik Sol Parti’si, Anavatan Parti’si ve Milliyetçi Hareket Parti’sinden oluşan üçlü koalisyon 57. hükümeti Bülent Ecevit Başbakanlığında kurdu. Mesut Yılmaz ve Devlet Bahçeli Başbakan yardımcıları oldular. Kurulan üçlü koalisyon hükümeti yamalı bohça misali kör topal, milleti yönetiyordu. Hükümet, düşünce bazında çok farklı üç partiden oluşmuştu. Koalisyon ortakları birçok konuda anlaşamıyorlardı.

 

O dönemde Amerika Birleşik Devletleri, Saddam rejimini devirmek için savaş hazırlıklarını yapıyordu.

 

Başbakan Bülent Ecevit 16 Ocak 2001 tarihinde Washington’a gitti. Beyaz Sarayda Başkan George Bush ile yaptığı resmi görüşmede, Irak konusunda Başkan George Bush’un kararlı olduğunu görüyor. Başkan Bush, ‘Saddam’la beraber yaşayamam, onu yaşatmam’ diyor. Başbakan Ecevit Washington The Ritz Carlton oteline döndüğü zaman, Irak hakkında Başkan Bush’un kendisine anlattıklarını gazeteci yazar Derya Sazak ve Fikret Bila’ya anlatıyor.

 

Düşünce bazında çok farklı hareket eden koalisyon ortakları, Başkan George W. Bush’un Irak ve Saddam Hüseyin hakkında Başbakan Bülent Ecevit’e anlattıkları Irak’a karşı savaş olayı koalisyon ortaklarının dengesini bozuyordu. Koalisyon ortaklarının en büyük korkuları ve endişeleri savaştan sonra, Güney Kürdistan’da oluşacak Kürt devletin korkusuydu.

 

Gazeteciler, Saddam’la ilgili soru sordukları zaman, Bülent Ecevit açık olarak itiraf ediyor. ‘Saddam Hüseyin’i düşünmüyorum. Savaştan sonra Güney Kürdistan’da meydana gelecek değişimi düşünüyorum’.

 

Gazetecilerin, Irak konusunda Ecevit’e sordukları başka bir soru da ‘bu konuda Başkan Bush’a nasıl bir cevap verdiniz’ şeklindedir. Bu soru karşısında Ecevit, ‘bölgede istikrarsızlık yaratacağını bu istikrarsızlığın bir felakete yol açacağını söyledim’ diyor. İşte Ecevit’in felaket dediği olay, savaştan sonra kurulacak olan Kürt devletiydi…

 

2000 yılının sonlarına doğru Ecevit’in hastalığı tamamen görünmeye başlamıştı. Şubat 2001’de yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısında sert tartışmalar başladı. Ecevit’in sağ kolu olarak görünen Hüsamettin Özkan, Anayasa kitapçığını Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e fırlatmakla, devletin zirvesindeki anlaşmazlık bardağı taşıran son damla oldu.

 

Pamuk ipliğiyle bağlı olan Türkiye ekonomisi yeni bir krize girdi. Türkiye öyle bir duruma geldi ki, Ecevit öksürdükçe dolar yükseliyordu. Adına şubat krizi dediler. Dolar 680 bin liradan 1.300. 000 liraya kadar yükseldi. Bu krizin acısını millet çekti.

 

ABD, Irak’a karşı savaş açmak için planlı ve programlı çalışmalarına devam ediyordu.

 

2001’in yaz aylarında askerler, Ecevit’in Başbakanlığı bırakmak için durmadan değişik kanalları kullanarak istifasını istiyorlardı. Bu konuda bazı gazetecileri bile devreye sokmuşlardı. Ecevit istifa etmiyordu.

 

Yazılı medyanın haberlerine göre sermaye sınıfının örgütü olan TÜSİAD ayrı bir kanaldan Bülent Ecevit’in Başbakanlığı başka birisine bırakması için durmadan zorluyordu.

 

Şubat kriziyle Türkiye ekonomisi felç oldu. Yatırımlar durma noktasına gelmişti. Banka faizleri her gün yükseliyordu. Repo sistemiyle paralar günlük olarak bankalara yatırılıyordu. Faizler %120’leri aşmıştı. Her geçen gün hükümet eksi puan topluyordu. Bununla beraber koalisyon ortakları olan siyasi partilerin hesapları farklıydı. İktidar koltuğunu kapmak için her siyasi parti ayrı bir telden çalıyordu.

 

Her geçen gün 57. hükümetin durumu kötüye gidiyordu. Kimsenin tasavvur edemediği 11 Eylül 2001 günü New York’taki Dünya Ticaret Merkezi olan ikiz kulelerin intihar komandolarının kullandıkları yolcu uçaklarıyla vurulması dünyada yeni savaş rüzgârlarının esmesine neden oldu.

 

Washington 11 Eylül olayını akıllıca kullanarak dünya devletlerinden büyük destek aldı. Zaman geçirmeden destek aldığı devletlerin askerleriyle Afganistan topraklarına girdi. Irak savaşıyla ilgili çalışmalarına hız verdi.

 

Ecevit’in hastalığı hayli ilerlemişti. Gelişen olayları fırsat olarak gören MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli 3 Kasım 2002 tarihini erken seçimlerin yapılacağı tarih olarak ilan etti. Sonuçta koalisyon ortakları 3 Kasım 2002 tarihini seçim günü olarak kabul ederek, erken seçim kararını aldılar.

 

3 Kasım 2002 tarihinde milletvekilleri genel seçimleri yapıldı. Koalisyon ortakları olan üç siyasi parti de Türkiye genelinde %10 olan seçim barajını aşamadılar. Birçok siyasi parti seçimlere katılmıştı. Yalnız Cumhuriyet Halk Parti’si ve yeni kurulmuş olan Adalet ve Kalkınma Partisi ülke barajını aşarak millet meclisinde 550 milletvekiliyle meclise girdiler. AK Parti Genel Başkanı Recep Tayip Erdoğan, cezalı olduğu için milletvekilliğine adaylığını koyamadı. 3 Kasım seçimlerinde AK Parti büyük bir zaferle seçimi kazandı. Recep Tayip Erdoğan, Abdullah Gül’ü Başbakan olarak atadı. Abdullah Gül 58. hükümeti kurdu. Seçimde AK Parti 370’e yakın milletvekili kazanmıştı. Adalet ve Kalkınma Partisi, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’dan aldığı destekle, anayasada yaptıkları değişiklik sonucunda Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı Recep Tayip Erdoğan’a milletvekilliği yolu açıldı. Gerekçe gösterilerek Siirt seçimleri iptal edildi. Mart 2003’te Siirt ili seçim bölgesinde yeniden yapılan itirazlı seçimle Recep Tayip Erdoğan Siirt’ten milletvekili seçilerek meclise girdi.

 

Amerika’nın öncülüğündeki koalisyon güçleri, Irak’a savaş açmak için, hazırlıklarını yapmışlardı. Irak Savaşıyla ilgili, Abdullah Gül Hükümeti ABD ile pazarlık masasına oturmuştu.

 

57.hükümet gibi 58. hükümette Amerikan’ın Irak savaşına karşıydı. Abdullah Gül savaşı önlemek amacıyla Arap ülkelerini ziyaret ediyordu. İlk durağı Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad oldu. Abdullah Gül, Arap ülkelerine yaptığı ziyaretler bir sonuç vermeyince eli boş olarak Ankara’ya döndü.

 

Siirt’te yeniden yapılan itirazlı seçimle Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı Recep Tayip Erdoğan milletvekili olarak meclise girdi. Abdullah Gül Başbakanlıktan istifa ederek emaneti sahibine devir etti. Savaş arifesinde Erdoğan 59. hükümeti kurdu. Kurulan 59. hükümette ABD ve Irak savaşına karşıydı.

 

Başta Meclis Başkanı Bülent Arınç ve bazı AK Partili milletvekilleri ABD’nin yanında yer alıp, Irak’a karşı savaşmak istemiyorlardı. ABD ile yapılan pazarlıklarda, Dışişlerinde bürokrat olarak, Osman Bölükbaşı’nın oğlu Deniz Bölükbaşı görevlendirilmişti. Türk medyası sık sık yazıyordu. Deniz Bölükbaşı kılı kırk yarıyor. 58. Hükümet ikili oynuyordu. Bir yandan savaşı önlemeye çalışıyordu, diğer yandan da Amerikan ile pazarlık masasına oturmuştu. Esas amaçları savaşı önlemekti. Bunu başaramayınca işi ağırdan almaya başladılar. Pazarlık masasında savaşı bir fırsat olarak değerlendirip İkinci Körfez Savaşında ABD’den fazla para koparmak istiyordu. Başlangıçta 26 milyar dolarla işe başladılar. Çok ince örüp sık dokuyorlardı. ABD İskenderun’dan Mardin, Kızıltepe’ye kader askeri yığınak yaparak savaşta kullanılacak her türlü savaş araç ve gereçlerini getirdiler. 1 Mart 2003 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde oylanan ikinci tezkere milletvekillerinin oylarıyla ret edildi. Yüzün üzerinde A K P milletvekilleri ret oyu kullandı.

 

İkinci tezkere olarak adlandırılan 1 Mart tezkeresi hazırlanırken C H P Genel Başkanı Deniz Baykal, iktidar partisine yükleniyordu. İki ayrı tezkere hazırlayın meclise getirin diyordu.

 

1-Türk askerleri Güney Kürdistan’a girsin. Biz parti olarak bu tezkereye kabul oyu veriyoruz.

2- Amerika askerlerinin Türkiye topraklarından Kuzey Irak’a girmesine ret oyu veriyoruz.

 

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, defalarca bu kin kusan kirli düşüncesini, meclis içinde ve meclis dışında tekrarladı. Amacı Amerikan ve Irak savaşını fırsat bilerek, ağır silahları ve ciddi bir ordusu olmayan Güney Kürdistan’daki 7 milyon Kürt insanını katletmekti. Bunun dışında hiçbir amacı yoktu. Türkiye’de sosyal demokrat düşünceyi savunan parti liderine bakın. Kürtler için Deniz Baykal’la, Saddam Hüseyin arasında hiçbir fark yoktu.

 

Çorum’da yeniden yapılan Belediye Meclisi Üyeliği seçimi için Çorum’a giden Deniz Baykal, hükümet yanlış hareket etti diye miting meydanında nutuk atarak Türk askerlerinin Güney Kürdistan’a girişi Amerika’nın iznine bağlı olduğunu söylüyordu. “Oraya on binlerce Türk askeri gitmeliydi”diye seçim meydanında halka hitap ederek, Kürtlerle, Türkler arasına kin ve nefret tohumlarını ekiyordu. Seçim dönemlerinde üç beş oy fazla almak için şoven duyguların esiri olmak kadar yanlış bir tavır sergilemek dünyadaki insanlar için en büyük yüz karasıdır.

 

Sosyal demokratım diyen Deniz Baykal, İkinci Körfez savaşında siyasal iktidarın hep yanlış politika uyguladığını ileri sürerek halkı tahrik ediyordu. Deniz Baykal’a göre Türkiye, Güney Kürdistan’a asker göndermediği için masada da söz sahibi olamayacağını vurguluyordu. Baykal’ın bütün korkusu, Güney Kürdistan’da Türkiye’nin istemediği Kürt Devletinin kurulmasıydı.

 

Eğer Kürtlerin kaderi, Deniz Baykal ve onun gibi düşünenler tarafından belirlenmiş olsaydı, dünyadaki bütün Kürtlerin payına zincirli kölelik düşecekti. Balkan ülkelerinde ki milletler, Osmanlıya karşı ayaklanmışlardı. II. Abdülhamit, Balkan ülkelerinin, Osmanlıdan ayrılacağını biliyordu. Çünkü yapacağı bir işlem kalmamıştı. Kürtleri ve Kürdistanı elden bırakmamak için, Van ve Musul illerini hassas bölge olarak ilan etti. Eşkıyalığı gerekçe göstererek, verdiği emir üzerine Kürtlerin ağalarını, mirlerini, şeyhlerini ve aşiret reislerini, bileklerine zincirler vurularak, Mersin’de gemiye bindirip, Selanik’e sürgüne gönderdi. Kürtlerin ileri gelenleri gemiden indirildikten sonra bileklerine vurulan zincirler açılıyor. Artık Kürdistan çok uzakta kalmıştı. Yıl 1903.

 

Uzun yıllardır Deniz Baykal siyaset sahnesini işgal etmiş. Tahminime göre Cumhuriyet Halk Partisi’nin tarih kitabını okuması lâzım. Ve bir zamanlar Milli Şef olan İsmet İnönü’yü de tanıması gerekir. İşte o Milli Şef 1946’dan itibaren niçin sırtını Amerika Birleşik Devletleri’ne dayadığını bilmesinde yarar var. 1947 tarihinde CHP’nin iktidarda olup Türkiye’nin kaderini elinde tuttuğunu ve ilk defa Amerika ile ikili antlaşmalar imzalayanları da mutlaka bilir. Bu söz Milli Şef’in sözüdür.” Büyük devletlerle ortaklık yapmak ayı ile beraber çuvala girmeye benzer.”

 

Washington ile Ankara bürokratları arasında, İkinci Körfez Savaşıyla ilgili çalışmalar devam ederken, Türk, Amerikan heyetleri, Kürtler konusunda anlaşamıyorlardı. Amerika ile Türkiye arasındaki en önemli konu Türk askerlerinin Güney Kürdistan’a girmesi konusuydu. Bu konu üzerinde bir türlü anlaşma sağlanmıyordu. İkinci önemli konu savaş öncesi, Kürtlere verilecek ağır silahların konusuydu. Masadaki pazarlık günlerinde Türk heyeti, Amerikan heyetini ikna edemeyince, savaştan önce Kürtlere verilecek ağır silahların, savaşın bitiminde Kürtlerden geri alınma yolunu denemek istiyordu. Bunun üzerine iki heyet arasında bir türlü anlaşma sağlanmıyordu.

 

Bugün değil, tam 71 sendir Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri’yle ikili antlaşmalarla işe başlamıştır. Her geçen gün yeni konularda işbirliği yaparak siyasi, askeri ve ekonomi alanında kaderini tamamen Amerika’ya bağlamış. Öyle bir bağlılık sağlanmıştı ki, Amerikan kontrgerilla uzmanları, Türk Ordusunda bazı subaylara kontur gerillaya karşı nasıl mücadele edileceğine eğitim veriyorlardı.

 

Deniz Baykal, CHP’nin tek partili iktidarı döneminde 1943 yılında 33 silahsız ve savunmasız Kürt insanın General Mustafa Muğlalı tarafından nasıl katledildiğini de bilmesi lâzım. Mustafa Muğlalı, tam teşekküllü hastanelerden aldığı sahte raporlarla cezaevine girmekten kurtuluyordu. Kürt Şair Ahmet Arif’’in yazdığı 33 kurşun şiiri “Hasretinden Prangalar Eskittim” adlı kitabında yazılıdır.

 

Deniz Baykal’ın düşüncelerine göre, Kürtlerin kurbanlık koyun gibi ve Osmanlı dönemindeki azaplar sınıfı misali Türkiye’nin ve Amerika’nın gül hatırı için ölüme gideceklerini, masa başında hesabını yapıyorlardı. Bu düşüncenin ne kadar büyük bir yanlış olduğunu bildikleri halde sonuna kadar diretiyorlardı.

 

Beyin hücreleri körelmiş insanlar ancak bu kadar aptalca düşünebilirler. Bu tür çağ dışı düşüncelere verilecek bir cevap bulamıyorum…

 

“Meşhur sözdür: Çakal gibi dostum olmaktansa, aslan gibi düşmanım olsun.”

 

Deniz Baykal’ın düşüncesine göre, bütün Kürtler bilinçsiz insanlardır. Siyaset yapmasını bilmedikleri gibi, ağır silahların ve hafif silahların ne olduklarını bilmiyorlardı. Kendisi CHP Genel Başkanı ve milletvekiliydi. Devletin güvenlik güçleri Lice’yi yaktıkları günlerde kendisi Lice’ye gittiği zaman bir komutan onu Lice’ye sokmadı. Ankara’nın göbeğinde polisler, onun partisinden milletvekili olan Selman Kaya’yı döverek yere serdiler. O gün koalisyon ortağı ve Başbakan Yardımcısıydı. Hiçbir şey yapmadı, sakız gibi makam koltuğuna yapışıp kaldı. Bilmiyorum, dünyanın başka bir ülkesinde, böyle olaylar bir partinin genel başkanı olan başka bir insanın başına gelirse acaba nasıl tavır takınacaktı...

 

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, gazetelere demeçler vererek, Kürt halkına karşı olan kinini hiç gizlemeden bir daha açık olarak ifade etmeye devam etmekteydi. 26 Temmuz 2005 tarihli Milliyet gazetesinin köşe yazarı Fikret Bila ile yaptığı sohbette içindeki kin ve nefreti, bir daha kusarak, Kürtlere karşı olan kirli düşüncelerini açıklıyordu.

 

Güvenlik şeridi kurulmalı

 

Baykal, bu koşullarda Türkiye'nin acilen Irak sınırındaki kontrolü zor dağ silsilesinin arkasında, Güney Kürdistan tarafındaki düzlük alanda bir "güvenlik şeridi, tampon bölge" oluşturulmasını öneriyordu. Baykal bu öneriyi henüz Amerikan, Irak'a müdahale etmeden önce Aralık 2002'de gündeme getirdiğini ancak hükümetin bunu dikkate almadığını anımsatıyordu. O dönemde önlem alınmadığı için bugünkü sorunlarla karşılaşıldığını vurguluyordu. PKK coğrafyanın zor koşullarından yararlanarak, Kuzey Irak'tan Türkiye'ye C-4'leri ve silahları sokabildiğine işaret ediyordu. Deniz Baykal diyordu, İngilizler bilinçli olarak sınırı, sarp dağlarda belirlediler. Yalan söylüyordu.

 

Sınırın hemen öbür tarafında zengin uranyum yatakları var. Tansu Çiller Başbakanlığı döneminde TSK, Güney Kürdistan’a girerken, Tansu Çiller’in adamları, sınırın öbür tarafından uranyum kaçırıyorlardı. O günlerdeki Türk medyası uranyum kaçakçılığını yazmıştı.

 

Güney Kürdistan’ın toprakları ne Deniz Baykal’ın tarlasıdır ne de babasının tarlasıdır. O topraklar Güney Kürdistan’da yaşayan Kürtlerin topraklarıdır. Deniz Baykal, ancak kendi sınırları dâhilinde güvenlik şeridini oluşturabilir.

 

Bu ifadeler bir korkunun belirtileridir. Bu şekilde siyaset yapmakla Türkiye yönetilmez.

 

Bulgaristan kendi ülkesinin güvenliğini sağlamak amacıyla, çok değil, yalnız bir futbol sahası büyüklüğünde, Türkiye toprakları dâhilinde güvenlik şeridini oluşturmak istese ve Deniz Baykal’da tesadüfen Başbakan olsa, kim bilir, kaç gün nasıl bağıracaktı? “Deniz Baykal konuşmasına devam ediyor.”

 

Terör yeni bir aşamadır

 

ABD, 1991'deki Körfez Savaşından beri Kuzey Irak'ta bilinçli olarak bir otorite boşluğu yarattı. Bu boşluğun nasıl dolacağını biliyordu. Bu yönde çaba gösterdi. Irak'a ikinci müdahalesinden sonra ise Kuzey Irak'ta bir etnik özerk bölge, bir peşmerge devleti oluştu. Irak parçalanıyor. Bu açıkça görülüyor. Irak etnik temelde parçalanmasından öncelikle etkilenecek olan Türkiye'dir. Bu etnik bölünmenin Türkiye'ye sıçrama riski küçümsenmeyecek bir risktir. Hükümet bu gerçeği görerek hareket etmek zorundadır. Bu gelişmeler ABD'nin yeni Ortadoğu politikasının sonucudur. ABD belki Türkiye'ye yönelik özel bir amaçla hareket etmiyor ama sonucu Türkiye'yi riske sokuyor. ABD, Ortadoğu'da daha çok devletli, çok faktörlü, çok piyonlu bir yapı istiyor ve oluşturuyor. Kuzey Irak'ta ikinci bir İsrail oluşturuyor. Biz buna dikkat çekmişiz. Irak'a müdahalenin Pandora kutusunun açılması anlamına geleceğini belirtmiştik. Bunun sonuçlarının iyi hesaplanması gerekiyor. Türkiye, savunma konseptiyle önlemini almak zorundadır.

 

(Yukarıdaki yazı; Güvenlik şeridi ve Terör yeni bir aşamadır. Başlıklı yazıda, Deniz Baykal, Fikret Bila ile yaptığı röportaj, Fikret Bila’nin köşe yazısından alınan bir bölümdür.)

 

Ebedi şef Mustafa Kemal tarafından kurulan CHP’nin, Kürtlere karşı uyguladığı katliam politikasını bütün Kürtler çok iyi biliyorlar. Ebedi şefin ölümünden sonra CHP’nin Genel Başkanı olan Milli şefi de Kürtleri çok iyi tanıyordu. Kürtler Milli şefin dipçikli politikasını unutmamışlar. Milli Şef, Kürt olduğu halde kendi ırkına ihanet etti. Milli Şef, Bitlis’te yaşayan Körüm ailesindendir. Bir zamanlar miting meydanlarında su kullananın, toprak işletenidir diyen CHP’nin Genel Başkanı Bülent Ecevit’i de gördük ve unutmadık. Kürt Devleti kurulursa felaket olur diyen Bülent Ecevit’ti. Bülent Ecevit’te İsmet İnönü gibi bir Kürt’tü.

 

Bir dönem CHP’nin Genel Başkanlığını yapan, Deniz Baykal eski başkanların koltuğuna oturmuş, daha ateşli bir şekilde Kürtlere saldırıyordu. Kürtler dikkatle CHP’yi inceleseler, görecekler ki CHP’nin bir tek görevi varmış. Kürtlere karşı devletin bütün imkânlarını kullanarak Kürtlere zincirli kölelik vermek olur. CHP’nin başka bir görevini görmüyorum CHP’nin altı ilkesi var. Devletçilik, Milliyetçilik ve Halkçılık ilkeleri ırkçı olan ve II. Abdülhamit’i askeri darbeyle tahttan indirerek ömür boyu hapis hayatını yaşatan İttihat ve Terakki Partisi’nin ilkeleridir.

 

Korku diyorum. Fazla ileri gitmenin bir anlamı yoktur. Yüz yıllık Türkiye’nin geçmişine bakıyoruz. Bu yüz yıldır Türkiye’yi yönetenlerin bir korkusu var. Dün başkalarıydı, bugün Deniz Baykal, Bülent Ecevit, Devlet Bahçeli, Mehmet Ağar, Murat Karayalçın ve daha niceleri! Bu korku Kürt korkusudur. Felaket dedikleri korku, henüz kurulmuş genç bir fidan gibi görünen Federal Kürt devletinin korkusudur. Evet, Kürt devleti kuruldu. Felaket diyorlardı. Deprem olmadı. Sel baskınları olmadı. Yer sallanmadı. Fırtınalar kopmadı. Denizler kabarmadı. Dikili olan ağaçlar ve bitkiler zarar görmedi. Dağlarda, ormanlarda, köylerde ve kentlerde havada uçan kuşlar zarar görmediler. Kürtler silaha sarılıp hiçbir canlıya tek kurşun sıkmadılar. Bunlar niçin korkuyorlar. Niçin korktuklarını onlar da biliyor, ben de biliyorum. Ve az çok dünyadan haberi olan bütün Kürtler de biliyorlar.

 

Yalnız ve yalnız, Kürtler de diğer dünya milletleri gibi kendi kaderlerini kendileri belirlemek istiyorlar. Bunun dışında Kürtlerin hiçbir amacı yoktur. Türk yöneticileri, Acem yöneticileri ve Arap yöneticileri tedirgin olmasınlar ve korkmasınlar, diyorum.

 

Deniz Baykal, peşmerge diyor. Kendi hürriyetlerini kazanmak için bu yüz yıldır peşmergeler güçlü devletlere karşı savaşıyorlar. Kendisi de bunu biliyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar