Cuma Çiçek: Yeni bir İslami radikalizasyon süreci yaşanıyor

Cuma Çiçek: Yeni bir İslami radikalizasyon süreci yaşanıyor

.

A+A-

Rojhat ABİ

Akademisyen Cuma Çiçek, Diyarbakır'daki saldırıların arkasında yeni bir 'İslami radikalizasyon' sürecinin yattığı uyarısında bulundu. Çiçek, "Son 8 yılda kayyımlarla beraber dindar-muhafazakâr Kürtlüğün sokaktaki görünürlüğü de arttı" dedi.

 Son dönemde Diyarbakır'da bazı kafelere ve seküler yaşam tarzı içeren etkinliklere yönelik saldırılar bölgede 90'lı yılları hatırlatırken tedirginlik ve tepki yarattı.

Uzun yıllardır Kürt sorunu, siyasal İslam, sınıf ve kimlik ilişkileri, çatışma çözümü ve toplumsal barış inşası konularında çalışmalar yürüten akademisyen Cuma Çiçek, bu saldırıları Artı Gerçek'e değerlendirdi.

"Türkiye'deki İslami radikalizasyonun ilk sahası çoğu durumda Kürt alanı oluyor" tespitinde bulunan Çiçek, 'dindar - muhafakar Kürtlük tahayyülü'ne son 8 yılda kayyımlarla beraber alan açıldığını, görünürlüğünün arttığını belirtti. Çiçek, "90’lar farklı bir durum gibi. Daha çok sınırlı gruplarda da olsa yeni bir İslami radikalizasyon süreci yaşanıyor gibi" uyarısında bulundu.

'İSRAİL'İN GAZZE'YE SALDIRILARI İSLAMİ CAMİADA TOPLUMSAL MOBİLİZASYON YARATTI'

- Diyarbakır'da yaşam tarzına yönelik saldırılar sürüyor. En son Suriçi'ndeki iki kafeye silahlı saldırı düzenlendi. Sizce bu saldırıları nasıl okumak gerekiyor?

Son dönemde İsrail’in Gazze’ye dönük saldırılarından kaynaklı İslami camiada biriken tepkiler belli bir toplumsal mobilizasyon yaratmış durumda. Bu mobilizasyon ilk olarak İsrail’i destekledikleri varsayılan kimi işletmelere yöneldi. Daha önce büyük oranda barışçıl gösteriler şeklinde cereyan ederken son dönemde şiddet eylemlerine dönüştü. Ayrıca İsrail karşıtlığının yanı sıra yaşam tarzından kaynaklı da kimi gruplara ve mekanlara saldırılar yapıldı. Bu mobilizasyon en son yerel seçimlere de yansıdı. Belli bir kesim daha pasifist bir eylemsellikle tepkisini AK Parti'ye gösterdi; ya sandığa gitmedi ya da Yeniden Refah Partisi’ni destekledi. AK Parti de bu tür protesto gösterilerinin önünü açıp oluşan toplumsal tepkiyi soğurmaya çalıştı. Çünkü esasında siyasi, ekonomik, diplomatik gücü olan bir hükümetin İsrail üzerinde etki etme gücü daha fazla. Ama İslami camia, AK Parti'nin, İsrail karşısında daha net bir tutum almaya yönlendirecek tutumlardan ziyade kimi işletmeleri, markaları hedef alan protestolar, boykotlar yaptı, yapıyor.

'TEPKİNİN KENDİSİNE YÖNELMEDİĞİ SALDIRILAR AKP'Yİ RAHATLATTI'

- O halde AKP'nin mevcut durumdan memnun olduğunu söyleyebilir miyiz?

Elbette, bu durum açıkçası belli ölçüde AK Parti'yi rahatlattı. Tepkinin ona yönelmesini engellemiş oldu. Zaten bu tür protesto eylemlerini çok fazla engellemedi. Hükümeti eleştiren İsrail karşıtı protestolara çok sert müdahale edilirken işletmelere dönük şiddete varan eylemlere son saldırıya kadar bir cezasızlık politikası da uygulandı. Son saldırı sonrası okuduğum kadarıyla üç kişi tutuklandı. İlk eylemlerde etkin bir soruşturma yürütülseydi cezasızlık politikası uygulamasaydı, bunların önü alınırdı. Ama sanırım Gazze meselesi etrafında ortaya çıkan toplumsal tepkilerin şiddete varması, farklı yaşam tarzlarındaki kesimlere yönelmesi, son saldırıda silahın kullanılması yeni bir İslamcı radikalizasyon ihtimalini de dikkate almamız gerektiğini gösteriyor.

'TÜRKİYE'DE İSLAMİ RADİKALİZASYONUN İLK SAHASI ÇOĞU DURUMDA KÜRT ALANI OLUYOR'

- Bu saldırıların Diyarbakır'da yoğunlaşmasını nasıl değerlendirirsiniz?

İsrail’in Gazze’ye dönük saldırıları sadece Diyarbakır’da tepki yaratmıyor, Türkiye’nin birçok kentinde toplumsal tepkilere neden oluyor. Yine, Türkiye'nin birçok yerinde seküler hayat tarzı yaygın. Ama Diyarbakır'da bir ayda dört saldırının arda arda olmasının, görebildiğim kadarıyla Kürt alanının kendine özgü dinamikleriyle bağları var. Bağlardan ilki şu; Türkiye'deki İslami radikalizasyonun ilk sahası çoğu durumda Kürt alanı oluyor. Sovyetlere karşı Afgan direnişine de bölgeden birçok genç katıldı. 90'lardaki Hizbullah deneyimi de ortada. En son IŞİD vakasında sadece Suriye ve Irak’tan değil, Türkiye’den de birçok Kürt genci bu örgüte katıldı. İkinci ve asıl mesele sanırım 90'lı yıllardan bu yana Türkiye’de iki farklı Kürtlük halinin ve toplumsal tahayyülün olması ve bunlar arasında artan rekabet.

- Söz ettiğiniz 'iki Kürtlük' hangileri?

Toplumsal cinsiyet eşitliği, sınıf ve sekülerizm gibi değerlere önem veren bir Kürtlük tahayyülü varken bunun karşısında da dindar-muhafazakâr Kürtlük tahayyülü var.

'KÜRT SİYASETİNİN SOKAKTAKİ HEGEMONYASI AŞINDI'

- Bu iki farklı Kürtlük tarihsel olarak nasıl bir ilişki içerisinde?

Farklı Kürtlük tahayyülüne sahip Kürtler arasında son 30 yıldır özellikle politik ve sosyal alanda bir rekabet var. Özellikle 2015-2016'dan sonra ana akım Kürt siyasetine karşı atanan kayyımlar, tutuklamalar, derneklerin-vakıfların kapatılması, medya kuruluşlarının kapatılması ana akım Kürt siyasetinin kurumsal yapısını büyük oranda ortadan kaldırdı. Bu da Kürt siyasetinin sokaktaki hegemonyasını aşındırdı ve dindar-muhafazakâr Kürtlüğün sahasını genişletti. Son 8 yılda kayyımlarla beraber dindar-muhafazakâr Kürtlüğün sokaktaki görünürlüğü de arttı. Bu da sanırım ekonomik ve siyasal alanda yaşanan birçok dinamikle beraber, yine bölgesel ölçekteki gelişmelerle birlikte İslami radikalizasyon için uygun bir zemin oluşturdu.

'SOYLULAŞTIRMA' SÜRECİ YAŞANAN SURİÇİ, İSLAMCI ÖRGÜTLERİN UZUN SÜREDİR ODAKLANDIĞI BİR YER'

- Saldırıların Suriçi'nde olması bize ne anlatıyor?

Söz konusu eylemlerin kanaatimce bir de sınıfsal boyutu var. Zira, Diyarbakır genel olarak son yıllarda sınıfsal ayrışmaların mekânsal ayrışmalara vardığı kentlerden biri. Suriçi, Diyarbakır'ın en yoksul bölgesi. Özellikle son yıllarda Suriçi'nde bir 'soylulaştırma' süreci yaşanıyor. Bir yandan kent çatışmalarında yıkılan mahallelerde AK Parti liderliğinde yerel aktörlerin de katılımıyla bölge yeniden kuruluyor. Burada mahalle sakini yoksul insanların yerinden edildiğini ve bölgenin orta-üst sınıfların tüketim mekanlarına dönüştürüldüğünü görüyoruz. Öte yandan, yerel aktörler tarafından da benzer bir 'soylulaştırma' süreci işletiliyor. Kent çatışmalarının dışında kalan bölgelerde tarihi Diyarbakır evleri restore edilerek buraları da orta-üst sınıfların tüketim alanlarına dönüştürüldü. Bu mekanların yer aldığı mahalleler Diyarbakır’da derin yoksulluğun yaşandığı bölgeler. Ayrıca radikal gruplar da dahil İslamcı örgütlerin uzunca bir süredir odaklandığı ve örgütlendiği mahalleler. Burada sınıfsal bir öfkenin biriktiğini göz ardı etmemek gerekiyor. Diyarbakır’daki sınıfsal ayrımlar siyasal alanda çok konuşulmasa da toplumsal olarak gündemdeki yerini koruyor.

surici.jpg

'KÜRT AKTÖRLERİNE DE BÜYÜK SORUMLULUK DÜŞÜYOR'

- Bu tür saldırıların devamı gelir mi?

Bu hem devletin bu olaylar karşısında alacağı pozisyona hem de Kürt aktörlerin alacağı tutuma bağlı. Diyarbakır’ın ve bölgenin 90’lar hafızası canlı. Yine Çözüm Süreci’nde Kobani’ye dönük IŞİD saldırıları sonrası bölgede yapılan protestolarda benzer bir gerilim hattı ortaya çıktı. İnsanlar doğal olarak kaygılılar. Burada cezasızlık politikası devam ederse benzer saldırılar yaşanabilir. Zira, son saldırılarda silah da kullanıldı ve mesele maddi zarar vermekten öteye geçti. Son saldırı sonrası toplumsal tepkilerin de etkisiyle üç kişinin tutuklanması bu açıdan önemli. Saldırılarında hedef olan mekanları ve grupları dikkate aldığımızda ana akım Kürt siyasetinin merkezde olduğu bir vakayla karşı karşıya olmadığımızı düşünüyorum. Bu anlamda 90’lar farklı bir durum gibi. Daha çok sınırlı gruplarda da olsa yeni bir İslami radikalizasyon süreci yaşanıyor gibi. Devletin yanı sıra Kürt aktörlerine de büyük sorumluluklar düşüyor.

'DİYALOGU MÜMKÜN KILAN PLATFORMLARIN YOKLUĞU RİSKLERİ ARTIRIYOR'

- Nedir bu sorumluluklar? Özellikle Kürt siyasi hareketi bu saldırılar karşısında ne yapmalı?

Kürt aktörleri toplumsal yarılmaları ve çatışmaları bir düşmanlık ilişkisine dönüşmeden siyasal zeminde tutabilme becerisini geliştirmeli. Bu da esas olarak bence iki şeye bağlı. Bir; farklı siyasi eğilimlere sahip Kürt aktörlerinin diyalog ve müzakere zeminlerini güçlendirmesi, buna yönelik platformlar inşa etmesi gerekir. İki; bu tür yapıları kurumsallaştırmaya ihtiyaç var. Ortak çoğulcu kurumların inşa edilmesi gerekiyor. Bu tür çatışma zeminleri her zaman olacak. Bahsettiğim çatışmalar sınıf bazlı olabilir, toplumsal cinsiyet bazlı ya da sekülerlik-dindarlık, yaşam tarzı bazlı olabilir. Kürt toplumu içinde kapsayıcı, diyalogu ve müzakereyi mümkün kılacak platformların, kurumların olmaması bu meselenin yönetilmesini zorlaştırıyor. Bugün Diyarbakır’da bu tür bir kurumun ya da platformun yokluğu riskleri artırıyor. En azından İslami ve seküler sivil toplum örgütleri bir araya gelerek meseleyi değerlendirebilir ve bu tür saldırıların önünü alabilir.

NE OLMUŞTU?

diyarbakir-saldiri.jpg

9 Haziran'da Kayanpınar'da Swingamed dans okulunun Tema Park'ta düzenlediği dans etkinliği tekbir getiren bir grubun saldırısına uğradı. Ertesi gün HÜDA PAR parkta etkinlik düzenledi.

22 Haziran’da Kayapınar'da Starbucks ve Sur ilçesinde bulunan Burger King şubeleri saldırıya uğradı. Polis ve bekçiler saldırıya müdahale etmezken, tepkiler üzerine gözaltına alınan 16 kişi serbest bırakıldı.

28 Haziran’da yine Kayapınar'da bir grup erkek site havuza giren kadınları engelledi ve "Sizin ağababalarınızı öldürmüşüz daha mezarları belli değil” diyerek tehdit etti.

Son saldırı ise 11 Temmuz'da Sur'da düzenlendi. Eski Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi’nin eşi, CHP Milletvekili Türkan Elçi'ye ait Karga Kafe ve kültür sanat etkinliklerinin yapıldığı Hewş Kafe'ye ses bombalı ve silahlı saldırı yapıldı. Saldırganların daha önce de kafe sahiplerini 'buraya açık giyimli kadınlar giremez' diye tehdit ettiği ortaya çıktı. Son saldırıyla ilgili üç kişi tutuklandı.

Kaynak: Artı Gerçek

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.