Darbe ve Demokrasi
Darbe; zor ve şiddet içeren bir eylem olarak, gönüllülük esasına dayanan demokrasi ile zıt kutupta yer alır. Bu nedenle darbe diyince doğal olarak diktatörlük akla gelir.
Tabii darbeler ile darbeler arasında da fark vardır: Eşeğin çitmesi ile itin ısırması arasındaki darbe farkı yanında, dost kazığı da anılmaya değer bir yer tutar. Elbette büyük güçlerin darbesi daha büyük olur ve bu nedenle sonuçları itibarı ile yedi magnitud üzeri deprem etkisinde yıkım bırakması olağan durum sayılır.
İnsanlar darbe vurmaya yatkın bir varlık. Devletler de darbeler; esas olarak, zorun kudretine elindeki silahlar sayesinde sahip olan ordu veya ordu içindeki güçler tarafından yapılır. Darbe, meşruiyetini çoğunluk oyundan alan iktidara karşı olabileceği gibi, gayrimeşru bir iktidara karşı da gerçekleşebilir. Kendisi meşruiyet içermeyen darbe gibi bir eylemin iyi sonuçlara vesile olması herhalde nadir bir şey olsa gerek.
DARBELER TARİHİ
Türkiye'ye gelince buranın Latin Amerika'dan daha meşhur bir darbeler ülkesi olduğunu biliyoruz. Çok uzağa değil de Ankara da Büyük Millet Meclisi'nin açılışı günlerine gidecek olursak, bunun o güne dek meşru sayılan Istanbul hükümetine ve Meclisin'e karşı, o günün yasal bir meşruiyetine dayanmayan bir eylem neticesinde gerçekleştiğini görürüz. Yeni Meclis'in Mevcut durumda zaten var olan batılılaşma yönündeki adımları hızlandırıcı etkide bulunması bahsettiğimiz gerçekliği değiştirmiyor. Parti ile devletin özdeşleştiği, Ordunun nerede ise bütün devletin yerinde göründüğü koşullarda muktedirlerin kendilerine karşı darbe ihtiyacı tabiiki olmıyacaktır.
Sonrasını her on senede tekrarlanan darbeler ile biliyoruz. Peki darbe ihtiyacı nereden doğmakta? Çoğu darbenin başarılı olmasının ardındaki sır nedir?
DARBENİN KÜLTÜREL KÖKLERİ
Bir kere darbeciliğin kökenleri ile ilgili açık ve net bir fikire varılmadan bu anlayışı marijinalize etmek mümkün değildir. Çeşitli vesilelerle tekrarladığım üzere, Türkiye toplumunda dominant siyasal kültür İslam ve Türklük mirası üzerinde biçimlenmektedir. İslam diyince, özellikle bir rol model olarak Hz. Muhamed'in görüşleri ve pratiği İslami kesimlerde gıpta ile bakılan bir şey. Demokrasi güçler ayrılığı sayesinde otoriter yönetimleri engelleyen bir modeldir. Dinin devlete hakim olmasının önüne geçilmesi veya din vasıtasıyla otoriterliğe varan hakimiyette karşı batı da seküler model geliştirilmiştir.
Kendisi bir teolog olan Hz Muhammed, peygamberliği yanında aynı zaman da bir hükümdar, ordu komutanı, yargıç ve hakim. Bu rol modelden güçler ayrılığı değil, güçler birliği demek olan otoriterlik çıkar. Hz Muhamed henüz ölüm döşeğinde iken, halifeleri arasında başlayan kavga sonuçta üçünün "darbe" ile saf dışı edilmesi ile sonuçlanmıştır. İslamcılar'ın en övündüğü bu dönem işte böyle... Emevi ve Abbasiler konusunda öncekinin Kerbela, ötekinin Kürt Ebu Müslüm i Horasani'yi katletmesi anmaya değer darbeler cinsindendir. Dolayısıyla, o tarihlerde Arap ve sonraları İran etkisinde olan İslam'ın kendisinde var olmuyan bir durumdan, ne kadar sıkılırsa sıkılsın ne kadar demokrasi çıkacağı şüpheye şayan bir durumdur. Bunun için insanlığın demokratik mirasına yönelmek ve diğer insanlar ile kendimiz arasındaki önyargısal bariyerleri aşmak gerekmektedir
MİLLİYETÇİLİĞİN DARBE HİZMETİ
İşte bu nokta da milliyetçilik devreye giriyor. Türk milliyetçiliği hem İslam'ı ve hem de Türk ırkını referans alıyor. Orada da demokrasi açısından işlerin berbat olduğunu söylemeye gerek yok. Gerek Selçuklu ve gerekse Osmanlı sayısız darbelere sahne olmuştur. Bu konuda kardeş katilleri arasına en namlı padişahların bulunduğunu ve hatta Yavuz örneğinde olduğu gibi bunun babasını öldürttüğü de bilinmekte, ama geçmişe sahip çıkmak adına bunlar iyi birer yönetici modeli olarak sunulmaktadır. Bu bakımdan "dinci nesil "yetiştirme stratejisi darbeciliğin zeminini korumaktan başka bir şeye hizmet etmez, etmemiştir. Oysa olgulara dayanan bilim, gerçek yandaşlığı nedeni ile, ne Sultan'ı ve ne de kralı savunma misyonuna sahip olma gereği duyar. Batı'da da krallar var ve hatta Hitler örneğinde olduğu gibi bizdekinden daha azılı diktatörler de var, ama onlara kimse "Ecdad" diye sahip çıkmıyor, onların isimlerini her sokağa veya köprüye vermiyorlar.
KILIÇ KİMDE İSE İKTİDAR ONDA
Demekki Türkiye'de diktatörlük ideolojisini, referansları çoğunlukça benimsenen geniş bir sosyal zemini var. Bu zemin nedeni ile Adnan Mendres rotayı şaşırdı.Fakir fukaranın hakkını " ne istedikten vermedik! Rabbim şahididir" diyerek cemaate verenlerin ahlaki meşruiyet üzerinde bina edilmiş olan adalet yolunda ilerlediğini söylüyemeyiz. Fetullah ve Öcalan'a gelince, her ikisinin de velayet veya hilafet anlayışı ile bütün yetkileri kendinde toplayan Hz Muhamed'in misyonuna özendiklerini anlamak için kahin olmaya gerek yok. Bu özlem herkesin kendi karekterinin meşrebine göre farklı trajedilere sebebiyet vermiştir. "Feto darbesinin" sonuca ulaşmaması sonrasında Erdoğan'ın elinde kalan kılıcın muarızlarına karşı aynı amaçlar için kullanılmadığını söyleyebilmek için henüz elimizde yeterince veri yok. 84 bin kamu çalışanının açığa alınması tersi bir trende işaret ediyor.
CEMAATİN İŞBİRLİKÇİLERİ
Kamuoyuna FETÖ darbesi olarak takdim edilen darbe girişiminin yolları, başta AKP olmak üzere önceki iktidarlar tarafından dizilmiştir. Cemaatin ekonomideki gücü gibi devletteki gücü de ahlaki meşruiyetten yoksun idi. Biz AKP'nin iktidarının bu "gayrimeşru cemaat" sayesinde mümkün olduğunu da biliyoruz. İki taraf uzun zaman simbiyoz halinde aynı ekonomik ve ideolojik kaynaklardan beslendiler, ikisinin de gıdası Türk İslam milliyetçiliğidir. Menbaası Cemaat ile aynı olan MHP bir yana, CHP'de bir dönem onunla iş tutmaya çalıştı. Seçimlerde PKK ile Cemaat arasında bir tür "dirsek teması" yaşanmış olması şaşırtıcı değil. Cematin gayrimeşruiyetini tartıştığımız zaman onun desteği ile oluşan kimi sonuçların meşruiyeti de doğal olarak gündeme geliyor. Son kırk senede cemaatin etkin bir siyasal aktör olduğunu düşünecek olursak, durumun nasıl berbat bir kirlilik hali olduğunu anlamış oluruz. Dolayısı ile sadece cemaatin değil, buna bulaşmış olanların da ahlaki meşruiyeti tartışılmayı gerektiriyor.
DARBELERDEN ARINMAK
Böyle bir tartışmanın ve arınmanın olmaz ise olmaz koşulu; düşünce ve tartışma özgürlüğü yanında, fikirleri yaymanın aracı olarak basın özgürlüğüne sahip olmaktan geçiyor. İşte bu sayede beğenilmeyen bir iktidarı değiştirerek arınma imkanları da hasıl olur. Rejimler yırtık ve döküklerini alternatif demokratik mekanizmaları devreye sokarak tamir ederler. Oysa devletin desteği ile ikinci adamın olmadığı Öcalanvari sistem Türkiye tarafında da yükselen Erdoğan kültü ile alternatifi olmayan sorunlu siyasal bir statükoyu kalıcı hale getirmiş oluyor. Kültü kalıcılaştırmak için 'Erdoğan olmazsa Türkiye'nin parçalanacağı' korkusu iktidar yanlısı basın tarafından bilinçli olarak pompalanıyor.
Darbe zor ile gayri meşru bir eyleme yeltenmek olduğuna göre, zor içeren diğer eylemler karşısındaki tutum ne olmalı? Örneğin seçimle gelmiş iktidarın kullandığı her zor meşru olarak görülebilirmi?
DEĞİŞİK DARBELER
Bu konuda PKK'nin gayri meşru hendekleri bahanesi ile, bizzat en baştakilerin onayı ile son derece orantısız bir zorun bütün bir Kürt halkına karşı devreye sokulduğu ve bunun sonucunda sekiz bin insanın öldürüldüğü, şehirlerin harabeye çevrildiğini, yüz binlerin göç ettiğini biliyoruz. AKP tarafından daha önceleri atılmış olumlu bazı adımların varlığı meşru iktidarın Kürt halkına karşı bu DARBE'sini haklı çıkaramaz.
Devlet içerisinde cemaatçi yapılanmaya gelince, onların; darbe öncesinden yapılan plan dahilinde sempatizanına varıncaya dek demokratikleşme proğramından yoksun bir perspektif ile, tümden tasfiye kapsamına alınmasınn doğru olup olmadığı da ayrı bir tartışma konusu. Erdoğan'ın ifade etmiş olduğu "inine girme, kökten temizleme" anlayışı pekala yine darbeci anlayışın tezahürlerinden biri olarak da okunabilir. Burada öç alma ve güç gösterisi yürürlüğe sokulmaktadır. Belli ki cemaatin öfkesinin bir nedeni de eski bir dost tarafından hançerlenmiş olmak duygusudur. Bu hissiyatın kimler tarafından, nasıl manipüle edildiği konusunda spekülasyonlar yapılabilir. Bu konuda 'başka bir cemaatin sesi' Yeni Şafak gazatesi zaten yeterince aktif. Halbuki darbe öncesi de gerekli olan, kapsamlı demokratik bir reformun bir parçası olarak, suçluların ayıklanması olmalı idi. Esas olan kişilerden ziyade bir geleneğin ve bir anlayışın tasviyesidir. Zor olan ve darbeleri yaşatan zemin de burada saklı.
Darbe girişimi sonrası işler cadı avına, öç almaya dönüştürüldü. Şu ya da bu düzeylerde cemaata bulaşmış (bazen de bulaşmamış) çok insan darbe ile hiç bir ilişkisi olmamasına rağmen ya göz altına alındı ya da işlerine son verildi. Oluşturulan mağduriyetler darbeye başka bir darbe ile karşılık verildiğini gösteriyor. Dolayısı ile darbeci zihniyetin girdabında henüz kurtulunmuş değil. Bu ara bombalı eylemler ile PKK de aynı darbeci anlayış ile devreye girdi.
Demek oluyor ki, darbe için, zorun tek seçenek olarak görüldüğü; yaygın sosyal, kültürel ve siyasal zemin var. Halkın bu sefer kendisine yakın iktidarı koruma saiki ile sahnede yer alması demokratik hassasiyetin arttığına delalet değildir. Eğer aynı güçler, aynı darbeyi dindar olmayan bir güce karşı yapmış olsalardı, başta mütedeyinler olmak üzere çoğu Türk milliyetçisini kendi darbelerinin şakşakçısı olarak görmek şaşırtıcı olmayacaktı. Yeni kapıdaki ruh hali bu konuda çok şey anlatmaya yetiyor. Bu kaygan zemini sonlandıracak başka bir pencere açmak sıradan insanın işi olamaz. Bu konuda öncelikli sorumluluk başta devlet ve hükümete düşüyor.
PANZEHİR: DEMOKRASİ KÜLTÜRÜ
Türkiye'de demokrasi eksikliğinin en başta gelen sebebi KÜRD'ün iradesine gayri meşru şekilde el konulmasında, din ve inanç özgürlüğünün tersi olarak Aleviler'e Sünnülük dayatmasında yatıyor.
Darbecilik gayri meşru anlayış ve pratikte yatıyor. Bu gayri meşruiyetin değişik türevlerini tetikliyor.
Herkesin kendi kaderini özgürce ve akılca belirleyeceği şiddetten arınmış bir iklim öncelik olarak kendisini dayatıyor.
Kürt sorunun çözümü ise asgari olarak bir Kürdistan ( belki daha fazla) meclisinin oluşumunu gerekli kılıyor.
Sorunları çözme cesaretinden yoksun politikacılar, çokça gördüğümüz üzere, ters yöne doğru koşmaya devam ediyor
Yeniden bir badanaj yapma riski hafife alınamaz...
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.