Demokrat Parti döneminde sakıncalı neşriyat
İçerik paylaşımı sitelerinin tamamına, yıllarca süren erişim engeli uygulamaları, ifade özgürlüğü açısından Türkiye’de pek bir ilerleme olmadığını ve bilginin paylaşılmasının ‘tehlike’ olarak görülmeye devam ettiğini kanıtlıyor
Demokrat Parti döneminde Bakanlar Kurulu kararıyla alınan yasak kararları incelendiğinde, karşımıza komik bir manzara çıkıyor: Çoban resimli kartpostalda Hıristiyanlık propagandası bulmak, 1958’de Paris’te Fransızca olarak basılan Kemal Tahir eserinin Fransızcasını bile yasaklamak… Bugün ‘erişim engeli’ ile uğraşan basının ve edebiyat dünyasının durumu geçmişte de hiç parlak değildi.
Resmi verilere göre 11 bin 157 gazetecinin işsiz olduğu, Adalet Bakanlığı verilerine göre 2003-2018 arasında 12 bine yakın gazetecinin hakim karşısına çıktığı ülkemizde, medyanın durumu geçmişte de pek farklı değildi. Gazetecilerin mahkeme karşısında ‘ifade özgürlüğü’ ve ‘halkın haber alma özgürlüğü’ savunması yapmak zorunda kaldıkları davalar haricinde, devletin başlangıcından beri basına sansür uyguladığı tarihi bir gerçek.
Türkiye’deki ilk basın kanunu, 1864’te Fransız Basın Yasası’ndan yapılan çeviriyle üretildi ve basın suçları ile bunlara verilecek cezalar bu kanunla belirlendi. 1867’de çıkarılan başka bir kanunla iktidarın gazete kapatma yetkisi almasının ardından, II.Abdülhamit döneminin istibdat rejiminde basın büyük baskıya maruz kaldı. Ülkenin I.Dünya Savaşı’na girdiği yıllarda çıkarılan Sansür Talimatnamesi ile basın tümüyle devlet kontrolüne girdi. Milli Mücadele döneminde basından yararlanılmasına rağmen 3 Kasım 1923’te kanuna eklenen bir madde ile Cumhurbaşkanı hakkında basında çıkacak olumsuz görüşlerin 3 aydan 3 yıla kadar cezalandırılmasına karar verildi. Şeyh Sait isyanında muhalif basının rolü olduğu gerekçesiyle 4 Mart 1925’te çıkarılan Takrir-i Sükun yasası sonucundaysa pek çok gazete ve dergi kapatıldı. Takrir-i Sükun yasası ancak 1929’da yürürlükten kaldırıldı.
Atatürk döneminde, çeşitli sebeplerle yasaklanan yayınların sayısı 144’tü. İnönü döneminde, çok partili sisteme geçiş öncesinde 65 yayın yasaklanmışken 1945-1949 arasında toplam 112 yasaklama kararı çıkarıldı.
DP DÖNEMİNDE ARTAN YASAKLAR
1940-1947 arasında uygulanan sıkıyönetim döneminde, basına sansür koyma yetkisi sıkıyönetim komutanlıklarına devredilmişti. İnönü döneminde 1946’da basın kanunu değiştirilerek devletin gazete kapatma yetkisi hükümetten alındı. Ancak çok partili sisteme geçişin ardından işler yine tersine döndü. Demokrat Parti döneminde, 15 Temmuz 1950’de kabul edilen 5680 sayılı Basın Kanunu ile yasaklama kararı alma yetkisi Bakanlar Kurulu’na ait oldu. Özellikle komünist propagandaya karşı mücadele için alınan yasak kararları, DP döneminde ciddi bir artış gösterdi. Atatürk (1923-1936 arası, özellikle 1930 öncesinde) ve İnönü döneminde (1938-1941 arası) komünizm içerikli yayınlara dair yasaklama kararları 10-11 civarındayken 1945 sonrasında yasak kararları giderek artmaya başladı. 1945-1949 arasında 26; 1949 yılındaysa 18 adet yasaklama kararı alındı. 1950-1960 arasında iktidarda olan Demokrat Parti dönemindeyse 47 yasaklama kararı çıkarıldı.
Türkiye’nin ABD ile yakınlaşmasına bağlı olarak komünizmin ‘yasaklı’ hale gelmesi söz konusu olmuştu. Yasaklı konuların başında komünizm gelmekle birlikte, Kürtçülük, Rumluk ve Ermenilik propagandası yaptığı iddia edilen yayınlar da yasaklandı. Atatürk devrimlerine yönelik hakaretlere dair Atatürk’ün kendisi ve İnönü döneminde alınmış yasak kararı olmamasına rağmen Demokrat Parti döneminde cumhuriyeti eleştiren birçok yayın yasaklandı.
İrticai hareketler, Hıristiyanlık propagandası ve misyonerlik faaliyetlerine yönelik yasakların yanı sıra İslamiyet’in yanlış anlaşılmasına sebep olacak yayınlara da izin verilmemesi erken Cumhuriyet döneminin resmi politikasıydı. İnönü döneminde irticai olduğu gerekçesiyle 39 yasak kararı alınmışken DP döneminde bu gerekçeyle sadece 7 yasak kararı çıkarıldı.
25 Temmuz 1951’de çıkarılan Atatürk’ü koruma kanunu ise yine yayın yasakları için üretilen bir başka gerekçe oldu. 19 Ocak 1950’den 26 Nisan 1960’a kadar, DP döneminde Bakanlar Kurulu kararıyla 53 dergi, 36 kitap, 34 gazete, 18 broşür, 15 bülten, 6 beyanname, 4 mektup, 3 rapor, 3 kartpostal ve 2 piyes yasaklandı.
13 Mayıs 1953’te alınan bir kararla Rusya’dan gelen her türlü matbuatın Türkiye’ye girişi yasaklandı. Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Dekan Yardımcısı Akdes Nimet Kurat, bu yasak üzerine başvekalete bir yazı yazdı. Kurat, Sovyet Rusya’da Türk tarihini inceleyen eserler bulunduğunu, ayrıca üniversite bünyesinde Rus Dili ve Edebiyatı bölümü bulunduğunu hatırlatarak, Orta Asya Türk tarihi hakkındaki eserlerle Rusya’da yayınlanan bilimsel dergilerin yasak olup olmadığının açıklanmasını talep etti!
DOĞU BLOKUNDAN GELEN ÇOĞU ŞEY SAKINCALI BULUNDU
1950’de İzmir Fuarı’nda açılan Çekoslovak standında dağıtılan “Çekoslovakya Sosyalizme Yürüyor” adlı kitap, yasaklardan ilk nasibini alan eserlerden biriydi. Macaristan, Arnavutluk, Bulgaristan ve Romanya’da yayınlanan dergiler ve gazeteler, hatta Bulgarca çocuk dergileri bile komünizmi övdükleri için sakıncalı bulundu. Fransa’da yayınlanan Action adlı gazete, “komünistlik davasının gizli hadimi manasını tezemmun eden sinsi komünistlik vasfı” dolayısıyla ‘muzır neşriyat’ sayıldı.
Elçiliklerin ülkeye getirdiği yayınlara bile yasak uygulanabildi. Romen Elçiliği’nin getirdiği 7 adet yayın, açıkça komünizm propagandası yapmadıkları halde, bu amacı taşıdıkları sonucuna varıldığı için yasaklanabildi. Komünist rejimlerle yönetilen ülkelerin daha iyi durumda olduğunu anlatan her çeşit yayın Demokrat Parti’nin radarına takıldı.
Kore Savaşı dönemi ise daha ilginç yasaklara sebep oldu. Atom bombasına karşı çıkan, Avusturya merkezli Dünya Barış Taraftarları Komitesi tarafından gönderilen mektuplar, ‘sözde barışı korumak adına komünist propaganda taktikleri uyguladığı’ için yasaklandı.
GÜVERCİN YASAĞI
1951 yılının yasak kararlarında, Paris’te Dünya Barış Severler Komitesi tarafından yayınlanan bir broşürle güvercin resimli bir kartpostal bulunuyordu. Kore Savaşı’na asker gönderilmesini eleştirenlerin kısmetine hapis cezası düşmüştü. Türk Barış Severler Cemiyeti, Kore Savaşı’na asker gönderilmesine itiraz edince bazı cemiyet üyeleri ‘milli menfaate aykırı davranmak’ gerekçesiyle hapse atıldı. İleri Jön Türkler Birliği adlı oluşumun bu olay üzerine BM Genel Sekreterliği’ne hitaben yazdığı beyannamede, hükümetin meclis kararı olmadan asker göndermesini eleştirmenin ifade özgürlüğü olduğu vurgulanarak tutuklanan cemiyet üyelerinin serbest bırakılması gerektiği yazılmıştı, ancak bu beyanname “Türk cemiyetinin düzenini bozmaya yönelik olduğu” gerekçesiyle yasaklandı.
Aynı yıl, Stalin’in Pravda gazetesine verdiği bir röportajda batının savaş yanlısı olduğunu söylemesi de bu röportajı anlatan beyannamelerin yasaklanmasıyla sonuçlandı.
MÜSECCEL KOMÜNİSTLER: NAZIM HİKMET, ABİDİN DİNO VE KEMAL TAHİR
1953’te Nazım Hikmet’in “Türkiye Hakkında Hikâye” adlı piyesi ile Suriyeli Dr.Ali Suat’ın yazdığı “Min Şiir Nazım Hikmet” adlı Arapça kitap yasaklandı. Bu Arapça kitabın önsözünde Nazım Hikmet’in komünist propagandasına mahal verebilecek şekilde tasvir edildiği ‘öğrenildiğinden’ bu kitabın çevirisinin yapılması yasaklandı. 1955’te ise Nazım Hikmet’in resminin bulunduğu “Üç Barış Türküsü” adlı broşür ile Nazım Hikmet’in yazdığı ismi belli olmayan bir şiir kitabı yasaklandı.
1950-1954 arası, ekonominin iyi gittiği bir dönem sayılmasına rağmen ifade özgürlüğü açısından durum pek iyi değildi. 1954’te Millet gazetesinin sahibi Fuat Arna, Menderes’e hakaret ettiği gerekçesiyle tutuklandı. Aynı gazetenin yazarı Nurettin Ardıçoğlu ile yazı işleri müdürü Hüsnü Söylemezoğlu, başka bir yazı için yedişer ay hapis cezası aldı. Yeni Ulus gazetesi yazarları da ‘hükümetin manevi şahsiyetini tahkir’ ettikleri için çeşitli hapis cezaları almayı başardılar. Bu arada DP hükümeti, özellikle Nazım Hikmet ile ilgili neşriyatın Kıbrıs üzerinden ülkeye sokulduğunu tespit etmeyi de başarmıştı. 1958’de Paris’te basılan ve Nazım Hikmet ile röportaj içeren bir dergi, Demokrat Parti Bakanlar Kurulu’nun yasak listesine girmekten kurtulamadı.
1958’de Suat Derviş’in “Yalının Gölgeleri” adlı romanı komünist ideolojiyi savunduğu gerekçesiyle yasaklandı. Romanda anlatılan paşa torunu genç kız, paraya önem vermeyen biri olduğu ve işçilere yapılan zulme karşı duyarlı davrandığı için, DP hükümetine göre, komünizm propagandası yapmaktaydı.
Aynı yıl ‘müseccel komünist’ Kemal Tahir’in yazdığı ve Münevver Andaç tarafından Fransızca’ya çevirisi yapılıp Paris’te basılan, üstelik ‘komünist ressam’ Abidin Dino’nun desenlerini içeren “Le Tors du Village – Köyün Kamburu” romanı ikinci defa yasaklandı çünkü Türkçesine çıkarılan yasak kararı, eserin Fransızcaya çevrilmesiyle delinmiş oluyordu.
6-7 EYLÜL OLAYLARI DÖNEMİ
DP hükümeti, 6-7 Eylül olaylarının suçunu önce ‘müseccel komünist’lere yıkmaya çalışmıştı. Aziz Nesin, Kemal Tahir, Dr. Can Boratav ve Asım Besirci gibi isimlerin, idam talebiyle yargılanmasını öneren belgeler gün ışığına çıkmış durumda. 9 Eylül’de İstanbul’da 3, Ankara ve İzmir’de birer askeri mahkeme kurulmuştu. Olaylar yüzünden günah keçisi ilan edilen İçişleri Bakanı Namık Gedik 10 Eylül’de istifa etti ancak hükümet bu olayları bahane ederek basına baskı uygulamaktan geri kalmadı. 19 Eylül’de muhalif yayınlarından dolayı Ankara’da Ulus Gazetesi tümüyle, İstanbul’da ise Hergün, Hürriyet ve Tercüman gazeteleri 15 günlüğüne kapatıldı.
6 Eylül akşamını Akbaba dergisinin Cağaoğlu’ndaki bürosunda geçiren Aziz Nesin, ertesi gün tutuklanıp Harbiye Cezaevi’nde Kemal Tahir ile aynı hücreye atıldığında, 6-7 Eylül olayları yüzünden tutuklanmış olduğunu ilk kez duydu. Bu dönemde tutuklanan tüm ‘müseccel komünistler’ Aralık ayında gerekçe gösterilmeden ve hiçbir açıklama yapılmadan serbest bırakıldı. Saldırı olaylarını, bu müseccel komünistlerin yapmadığını herkes biliyordu, üstelik onları suçlayacak kanıt da yoktu.
DP hükümetinin bu dönemde aldığı yasak kararlarında Yunanistan’da yayınlanmış pek çok dergi ve gazete yer alıyor. Türklere karşı düşmanca ifadeler içerdikleri gerekçesiyle yasaklanan o dönemdeki bu yayınlara rağmen, 6-7 Eylül olayları sebebiyle çocukken ailesiyle birlikte Türkiye’den kaçmış yaşlı bir Rum’a bugün Atina’da rastladığınızda, bu kişinin Türklere karşı hiç de düşmanlık beslemediğini, aksine Türkiye’den bahsedildiğinde gözlerinin dolduğunu görürseniz şaşırmayın.
ÇOBAN RESMİNDE HIRİSTİYANLIK BULMAK!
DP hükümeti son yıllarına doğru, basına ve muhalefete yönelik baskıyı iyice artırdı. 1956’da CHP’nin muhalefetini bastırmak için açık hava mitingleri bile yasaklandı.
3 Ağustos 1956’da “Kırklareli Valiliği tarafından gönderilen ve İstanbul – Edirne asfaltı üzerinde bir turist otobüsünden atıldığı bildirilen Arap harfleriyle Türkçe olarak yazılı kartpostalda, (beyaz zemin üzerine kırmızı mürekkepli matbaa basımı ve altında koyun ve keçi otlatan bir çoban resmi ile) ‘Turkish’ rumuzu bulunan mezkur kartpostalın yurdumuzda dağıtılmak üzere Londra’da hazırlandığı kanaatine varılmış ve Hıristiyan dinine teşvik edici bir propaganda vasıtası olduğu görülmüştür” ifadesiyle çoban resimli bir kartpostal bile yasaklandı.
Anlaşılan, bir kartpostaldan bile korkabilen Demokrat Parti’nin Bakanlar Kurulu’nda, “İyi çoban İsa” kompozisyonlarında keçinin yer almadığını bilen kimse yoktu.
Güvercin resmi görünce barışı sembolize ettiği için ‘Türk cemiyetinin düzenini bozma’ girişimi, Doğu Bloku’ndan gelen her şeyde ‘sinsi komünistlik vasfı’ bulan Demokrat Parti’nin demokrasi anlayışı, Feroz Ahmad’in “Modern Türkiye’nin Oluşumu” kitabında belirttiği gibi, ‘oldukça hamdı.’ Feroz Ahmad’e göre Demokrat Parti, “Tek parti döneminin antidemokratik zihniyetini ortadan kaldırmayı başaramadı. Bu zihniyet parti içinden gelecek muhalefet de dahil olmak üzere hiçbir muhalefete katlanamıyordu. Demokrat Parti’nin Türkiye’deki demokrasi uygulamasının gelişimine neredeyse hiçbir katkısı olmadı; ancak olumsuz katkısı oldukça önemliydi.”
Demokrat Parti’nin siyasi mirasının, ülkemizde kalıcı bir iz bıraktığı inkar edilemez. Bunu kanıtlamak için tek bir örnek göstermemiz yeterli olabilir: Şubat 1951’de bütçe görüşmeleri esnasında DP milletvekili Burhan Onat, “İrtica hortluyor diyorlar… Komünizm bir yıldırım ise bunun paratoneri dindir. Komünizm bir zehirse bunun panzehiri dindir, komünizm bir mikropsa onun serumu, aşısı yine dindir” diyordu. (TBMM Tutanak Dergisi, Dönem:9, Cilt:5, 22.02.1951, s. 446)
Demokrat Parti zihniyetinin bugünkü devamcılarının da aynı ‘ham’ anlayışla hareket ettiklerini söylemek mümkün görünüyor: Blogspot, Youtube ve Wikipedia gibi içerik paylaşımı sitelerinin tamamına, yıllarca süren erişim engeli uygulamaları, ifade özgürlüğü açısından Türkiye’de pek bir ilerleme olmadığını ve bilginin özgürce paylaşılmasının ‘tehlike’ olarak görülmeye devam ettiğini kanıtlıyor.
DP dönemi yasakları konusunda ayrıntılı bilgi için:
Prof. Dr. Mustafa Yılmaz- Dr. Yasemin Doğaner, “Demokrat Parti Döneminde Bakanlar Kurulu Kararı ile Yasaklanan Yayınlar”, Kebikeç Dergisi, S. 22, s. 151-204, Ankara 2006: http://www.ait.hacettepe.edu.tr/akademik/arsiv/demokrat.pdf
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.