Depremler Urartulu mimarlara neler öğretti?
.
Urartulu mimarlar, bir uygulama planı hazırlarken bölgesel sismik davranışlardan edinilen bilgi birikimini kullanmış ve bu sismik davranışları dikkate almışlardır.
Arkeolojik ve epigrafik kanıtlar bize M.Ö. 7. yüzyılda Mezopotamya ve Akdeniz dünyasında sismik faaliyetlerin aktif olduğunu gösteriyor. Batıda, Girit’teki Phaistos kenti de M.Ö. 7. yüzyılın başlarında yıkıcı bir deprem yaşamıştır. Olasılıkla aynı depremde Girit’teki Prophitis Elias, deprem sonrası tahribatıyla terk edilmiştir. Doğu’da ise Mezopotamya’ya hükmeden Asur İmparatorluğu’nun aynı yüzyılın ilk yarısına yansıyan yazılı kaynaklarında, depreme ilişkin kayıtlar şaşırtıcı derecede artar. Özellikle Asur Kralı Esarhaddon ve oğlu Assurbanipal dönemi kayıtları depremden sıklıkla söz ederler. Bu kayıtlar yıkılan, hasar gören, onarılan bina ve yerleşimler hakkında bilgi veriyor. Depremler o kadar yıkıcı ve sık olmuş olmalı ki, Asur yazıtları bunların verdiği korku ile deprem felaketine karşı koruyucu ayinler düzenlendiğinden söz eder.
Yakındoğu ve Akdeniz’de gözlenen bu tablo Doğu Anadolu açısından da farklı değildir. Doğu Anadolu günümüzde olduğu gibi geçmişte de sismik faaliyetleri yoğun şekilde yaşayan bir coğrafi bölgedir. M.Ö. 9. yüzyılda, Doğu Anadolu’nun ilk ve tek krallığını kuran Urartular bu depremlere en fazla maruz kalan topluluktur.
Urartu yerleşim birimleri genellikle 'kale' olarak tanımlanır ve güçlü sur duvarları, idari binalar, sarnıçlar, saraylar, tapınak ve dinsel alanlar, depolar ve evsel mekânlar gibi çeşitli yapıları barındırır. Başkent Tuşpa’dan (Van Kalesi) eyalet merkezlerine ve taşraya ulaşım sağlayan yol şebekesi, Doğu Anadolu sınırlarını aşarak Kuzeybatı İran ve Güney Kafkasya’ya ulaşır ve kısmen bugün de kullanılır. Urartu merkezi gücünün, başkent ve çevresi başta olmak üzere, egemenlik kurduğu bölgelerde, bugün de kullanılan, “Şamram Kanalı” adıyla bilinen sulama tesisleri kuracak kadar gelişmiş mimari bir beceriye sahip oldukları düşünüldüğünde, depreme karşı etkin önlemler almaları şaşırtıcı değildir. Nitekim arkeolojik kanıtlar Urartu krallığının tarih sahnesinde kaldıkları 2 yüzyılı aşkın süre boyunca elde ettikleri deprem tecrübelerini kullanarak 7 ve üzeri büyüklüğe sahip yer kabuğu hareketlerine mukavemet gösterebilecek mimari önlemler geliştirebildiklerini ortaya koyar.
SUR DUVARLARI İLE DEPREM ÖNLEMİ
Urartu mimarisinin esası; kalenin ovaya hâkim doğal bir tepe üzerinde kurulması ve inşa edilecek yapıların temellerinin ana kayaya oturtulması ilkesine dayanır. Kireçtaşı ya da bazalttan yapılan sur duvarları doğal tepenin eteklerindeki en uygun hat üzerine şev verilerek inşa edilir. Sur duvarları aynı zamanda kendisine yaslanan mekânları ve kalenin diğer yapılarının ağırlık ve basıncını taşıyan, kendi başına teras duvarları olarak işlev sahibidir. Surları oluşturan taşların doğrudan ana kaya üzerine yataklar ve basamaklar oluşturularak konması, Urartu’nun olasılıkla depreme karşı aldıkları önlemin bir parçasıdır.
TAŞ TEMEL ÜZERİNE KERPİÇ MİMARİ
M.Ö. 7. yüzyılda daha güçlü kaleler yapılmaya özen gösterildiği açıktır. Özellikle Argişti oğlu II. Rusa döneminde yapılan kalelerde bu durum belirgindir. Örneğin Van Gölü’nün doğu kıyısına inşa edilmiş olan Ayanis Kalesi güney sur duvarlarında, ağır bazalt blokların kaymasını engellemek için taş temelde belirli aralık ve yüksekliklerde kilit taşları oluşturulmuştur. Bazalt blokların görünen kısımları, daha dayanıklı olması için, bombeli olarak bırakılmıştır. Bazı Urartu kalelerinde gözlenen ve 'rustika' olarak isimlendirilen bu teknik II. Rusa’nın Van Havzası’nda inşa ettirdiği ikinci başkenti Toprakkale (Van) ve Kefkalesi’nde (Adilcevaz/Bitlis) gözlenir. Yine özellikle M.Ö. 7. yüzyıl kalelerinde görülen, Urartu mimarisine direnç ve hareket kazandıran önemli bir unsur, köşe payandalarıdır (rizalit). Rizalit kullanımı Urartu tapınak mimarisinde ve payelerde dikkat çekici bir unsurdur. Paye köşelerinde birbirine kenetlenmek suretiyle oluşturulmuş köşe rizalitleri, payenin bloklarının birbirinden ayrılmasını önlemektedir. Büyük mekânların dışına uygulanan destek payandaları ise taş temel üzerine çeşitli yöntemlerle örülen kerpiç mimariye direnç kazandıran diğer bir mimari unsurdur.
Ayanis Kalesi çekirdek tapınak duvarı önünde açılan bir sondajda taş temelin ana kayaya kadar 7 taş sırası devam ettiği görüldü. Yumuşak zemin tabakalarından geçerken genliği artan ve salınımı daha fazla hissedilen depremin yıkımının azaltılması için sert ve dayanıklı zemin elde edilmesi gerekir. Kalelerin çeşitli yerlerinde kalınlıkları 6 m.’yi bulan istinat duvarları yine deprem gibi bir risk hesap edilerek tasarlanmış olmalı.
AYANİS TAPINAĞI ÖRNEĞİ
Van Bölgesi, doğu-batı yönlü fay hatlarına sahip olmakla beraber yüksek şiddette deprem üretebilen kuzey-güney yönlü sıkışmalı tektonik rejimin etkisi altındadır. Büyük yer sarsıntılarında kuzeydoğu-güneybatı ve kuzeybatı-güneydoğu yönlü hareketler etkili olur. Urartuların bu durumu tecrübe ederek kale içindeki mekân konumlandırmasını, bazı mimari düzenlemeleri buna göre yaptıklarını görüyoruz. Buna göre, uzun ekseni doğu-batı doğrultulu olan her yapının zarar görmesi muhtemel olacağından binaların yönlendirilmesinde bu durum dikkate alınmıştır. Çarpıcı bir örnek Ayanis Tapınağı’ndan verilebilir: Ayanis çekirdek tapınağının kuzey ve güney duvarına yaslanan yarım payeler, tapınağı kuzeyden ya da güneyden gelecek bir şoka karşı ayakta tutacaktır. Diğer bir ifade ile bu yarım payelerin, depremlerin kuzey-güney hareketine karşı önlem olarak yapılmış olduğunu gösterir.
Yerleşim birimlerinin depremden hasar görmelerinde depremin odak derinliği, şiddeti, oluşum mekanizması ve fayın türü kadar yerleşim birimlerinin seçildiği alan, inşa tekniği, inşa malzemesinin kalitesi ve yapıların konumlandırılma açılarının da etkisi vardır. Urartu sivil yerleşimlerinin (dışkentler) konumlandırılmasında seçilen yerin su kaynağına ve kaleye yakınlık dışında en belirgin özelliği ana kaya üzerine inşa ediliyor olmasıdır. Van Gölü’nün özellikle batı kıyısındaki modern yerleşim birimleri, eski göl çökelleri ve taşınmış alüvyonlu toprak üzerine kurulmuş olmaları nedeniyle günümüz depremlerinden kolayca etkilenir. Ancak hiçbir Urartu sivil yerleşiminin bu tür yumuşak zeminli alanda inşa faaliyeti gerçekleştirmemiş olması rastlantı değildir.
URARTULU MİMARLARIN 'DEPREM HAFIZASI' NASIL OLUŞTU?
Bu örnekler bize göstermektedir ki; inşa faaliyetlerinden sorumlu Urartulu mimarlar, bir uygulama planı hazırlarken bölgesel sismik davranışlardan edinilen bilgi birikimini kullanmış ve bu sismik davranışları dikkate almışlardır. Aslında deprem hafızası krallık kurulmadan çok önceleri, krallığı oluşturan beyliklerin bölgedeki yaklaşık 400 yıllık geçmişlerine dayanır. M.Ö. 1274’den M.Ö.858 tarihine kadar birbirinden bağımsız yaşayan yerel politik unsurlar (beylikler) uzunca bir süre deprem ile iç içe yaşamışlardır. Bu durum, ortak bir hafıza ve bilinç geliştirmiş olmalıdır.
Arkeolojik yerleşimlerde depremin izlerini sürmek kolay değildir. Ancak deprem açısından incelendiği zaman bazı cevaplanamayan sorulara yanıt bulunabilir. Bu açıdan Urartu merkezlerinde yapılan araştırmalar krallık tarafından kurulan kalelerde, depreme bağlı izleri gözler önüne serer. Urartu krallığının önemli kaleleri arasında sayılan Van Havzası’ndaki, Ayanis, Yukarı Anzaf ve Çavuştepe kalelerinde, Erzincan’daki Altıntepe Kalesi ve Ermenistan’daki Arinberd Kalesi’nde yapılan arkeolojik kazılar M.Ö. 7. yüzyıl tabakalarında depremi işaret eden önemli bulgular ortaya çıkardı. Ayanis Kalesi bu anlamda en kapsamlı araştırılan merkez niteliğindedir. Kalenin doğu sur duvarlarını oluşturan kireç taşlarında Urartu Dönemi’ne ait çatlak ve kırık gibi deformasyonlar ve güney surun bazalt taşlarındaki bazı hareketler deprem ile ilişkilendirilir. Kalenin tapınak alanında üst yapıyı taşıyan bazı payelerin kuzeye hareketi ile kilit yerlerinden açılarak dağıldığı anlaşılmıştır. Aynı alan içindeki bazı payeler, tapınağın güneyindeki mekânlarına devrilmiş şekilde bulunmuştur. Tapınak alanı içindeki güçlü taş duvarlara sahip çekirdek tapınak, desteklenmiş olmasına karşın depremin etkisiyle kaymış ve taban döşemesindeki taşlar yerlerinden çıkmıştır. Kalenin kerpiç duvarlarının yıkıntı yönleri, tektonizmanın kabaca kuzey-güney yönünde olduğunu gösteren önemli bir kanıttır. Yıkılan ve kalınlıkları 4-5 metreye varan duvarların yaklaşık kuzeydoğu-güneybatı doğrultusunda ya da genel olarak kuzey-güney doğrultusunda ve domino taşı gibi devrildiği gözlenmektedir. Diğer duvarlar ise bu duvarların çarpmasıyla yıkılmış olmalıdır. Bu, depremin yönünü ve şiddetini gösteren önemli bir ipucudur. Çavuştepe, Anzaf, Altıntepe, Arinberd kalelerinde ise deprem sonrasında alelacele yapılmış tadilat izleri depremin verdiği tahribatla ilişkilendirilmiştir.
DEPREMLER URARTU'YU NASIL ETKİLEDİ?
Deprem, önlenemeyen ve öngörülemeyen bir felakettir. Yarattığı sonuçlar günümüzde olduğu gibi geçmişte de çok ağır olmuştur. Günümüzdeki sonuçlarından hareketle Urartu Dönemi’nde yaşanmış önemli depremlerin sonuçları hakkında önerilerde bulunmak mümkün olabilir. Erozyonu tetikleyen depremin kıyı şeridindeki tarım arazilerini yok etmiş olması muhtemeldir. Deprem ve artçıları nedeniyle kalelerin yıkılması, kalede başlayan bir yangın ve yerleşim birimleri ile irtibatın kesilmesi önemli bir sorun teşkil etmiş olmalıdır. Su problemi ise uzun vadede yaşamsal bir sorun doğurmuş olmalı. Depremler, göl ve akarsular üzerinde etkilidir. Deprem sonrası göl ve çevresinde meydana gelen jeolojik ve jeomorfolojik değişimler sonucu göle su veren yer altı suyu kaynaklarının akış yönünün değişmesi ya da kuruması gibi sonuçlar oluşabilir. Yer yarıklarından çıkan zehirli kimyasallar ve radon gibi gazlar içme sularını, tarımsal arazileri, toprak özelliklerini olumsuz yönde etkiler.
Bunlara ilaveten kuyu, kerhiz ve sarnıç gibi su teminini ve depolanmasını sağlayan yapıların zarar görmesi suyun kesilmesine yol açarken, bazı yer altı su toplama düzenekleri kullanılmaz hale gelir. Su şebekelerinin zarar görmesi su sıkıntısına sebep olur, sağlıksız ve kirli su kullanılması sonucu salgın hastalık tehlikesinin ortaya çıkmasına zemin hazırlar. Bu durumu 2011 Van depreminde açık bir şekilde yaşadık. Girit’te gerçekleştirilen arkeosismik araştırmalarla, Geç Minos (M.Ö. 1600-1450) evresinde yaşanan depremlerin neden olduğu su teminindeki ciddi problemlerin Minos’un çöküşünde etkili olduğu anlaşılmıştır.
Bir diğer faktör psikolojik çöküştür. Deprem sonrası dönemi hayatta kalma, geçici konut kurma, yemek ve su gibi temel ihtiyaçların karşılanması gereken bir dönemdir. Bu yeterli oranda karşılanamaz ise öfke, hayal kırıklığı ve gerilim duyguları topluma hâkim olur. Böyle bir felakette zengin, elit yönetici sınıf ve liderler, su, yiyecek ve geçici barınma gibi ihtiyaçlara, sıradan halktan çok daha kolay erişme şansına sahip olur. Bu durum ümitsizlik yaratarak yağma ve hırsızlık gibi olaylara yol açar. Büyük boyutlu tahıl bakliyat, su, yağ vs. gibi besin depolama alanları ise yağmacıların birincil hedefidir. Böylesi bir durum zincirleme bir etki yaratarak büyük bir krallığın çöküşünü kolaylaştırmış olabilir. Doğu Anadolu’yu vuran yakın zaman depremlerinin yarattığı yıkımın onarılmasının bile aylar ve hatta yıllar sürdüğü düşünüldüğünde 2500 yıl öncesi koşullarındaki büyük sarsıntıların açtığı yaraların derinliği ortaya çıkacaktır.
* Prof. Dr. / 28 Haziran'da vefat eden Altan Çilingiroğlu saygıyla anıyoruz.
** Doç. Dr.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.