Dindar Seçmene Tepkiler

Dindar Seçmene Tepkiler

.

A+A-

Mesut Yeğen / Persfektif

Dindar seçmenin çoğunluğu ile meselesini halletmekten imtina eden muhalif kamuoyu, dindar seçmene yaklaşımını oy pragmatizmi çerçevesinde belirliyor. Eğer oyunu kazanabilecek gibi ise kapısını, penceresini açıyor, değilse hızla ve sert biçimde kapıyor. Böyle olunca de helalleşme, pragmatik bir araç olarak okunuyor. Bu gerilimli ilişki bir kısır döngüyle sonuçlanıyor.

Muhalif kamuoyunda siyaset, kaderci bir bakış ile izleniyor. Muhalefetin başarısı, iktidarın zayıflamasına ve iktidarı destekleyen seçmenlerin gerçekleri görmesine endeksleniyor. İktidarın yanlışları, seçmeni ikna eder diye varsayılıyor. Bu yüzden muhalif kamuoyunun muhalefetten beklentisi siyasi iletişimde yoğunlaşıyor. Siyasi irade, siyasi iletişim performansı olarak yorumlanıyor ve seçmeninin kopuşu bu yolla hızlandırabilir diye düşünülüyor. Seçmen ise tek yöne bakmıyor. Bir tarafın yanlışı ve beceri düzeyi ile değil, iki tarafı da karşılaştırarak, ellerinde olan ve olmayan ile ilgileniyor.

Son yıllarda siyasette, seçmen davranışına etkili bir siyasal iletişim ile yön verilebileceği inancı kuvvetlendi. Bu iktidar için de muhalefet için de geçerli. Oysa seçmen siyasi irade ve siyasi kapasiteyi de takip ediyor. Bu açılardan tarafların denk olduğu koşullarda siyasi iletişim ayırt edici bir araç olmaya başlıyor. Elbette siyasi iletişim olmadan olmaz ve kimi zaman iletişimin siyaseti olduğunun üstüne çıkarma performansına da tanık oluyoruz. Ne var ki bu dönemde siyasi iletişim, seçmeni muhalefeti destekleme konusunda ikna etmeye yetmiyor. Üstelik iktidarın siyasi iletişimdeki son yıllarda gözle görülen yetenek kaybına rağmen. İktidar da benzer şekilde beceri kayıplarını siyasi iletişimle örtebileceğine duyduğu kuvvetli inanç ile hareket ediyor. Oysa siyasi irade ve siyasi kapasite ile donatılmış beceriler ve araçlar yeterli olmadığında siyasi iletişim etkisiz kalıyor, hatta ters bile tepiyor. Örneğin İstanbul seçimleri bunun iyi bir örneği oldu. İktidar, hazır tüm araçlar elinde iken iletişim gücü ile 31 Mart’ı geri döndürebilirim diye umdu. Ama siyasi irade ve becerilerle bezenmemiş bir siyasi iletişim bünyeye oturmadı ve tüm iletişim çabaları ters teperek sonuçlandı.

Özetle, siyasi irade ve siyasi kapasite yokluğunda ya da eksikliğinde siyasi iletişim, seçmeni kandırma çabası olarak görülüyor. Mesajlar, seçmenin mağdur kollayıcı şefkatine çarptığı durumlarda da adrese ulaşmıyor ya da olumlu etki bırakmıyor. Siyaset, taraflar arası siyasi iletişim mücadelesine dönünce de seçmen yerinden kıpırdamamayı, kıpırdasa da yakın istasyonlara uğramakla yetinmeyi ya da kararsızlar mahallesinde beklemeyi yeğliyor.

“Dindar Seçmen Rahatsız, Kopuşa Hazır Ama Kaleyi Terk Etmekten Emin Olamıyor.”

Dindar seçmenlerin önemli bir kısmı iktidarı destekliyor ve bu da iktidarın moral üstünlüğü tamamen kaybetmemesini sağlıyor. Öte yandan son yıllarda dindar seçmenler arasında da hem iktidardan uzaklaşan hem de tam uzaklaşmasa da rahatsızlıklarını daha yüksek sesle ifade edenlerin sayısı artıyor. Üstelik, kamu kuruluşlarından İslami STK’lara, iş hayatından sosyal çevrelere her alanda bu iktidara muhalif dindarların sayısının artmış olması ve muhalefette dindar seçmenlere daha yakın siyasi partilerin aktif muhalefeti, muhalif kamuoyunda iktidarın eridiği izlenimini kuvvetlendiriyor. Ama iktidar ekonomi, adalet, eğitim gibi seçmeni etkileyen sorunların boyutlarıyla kıyaslandığında muhalif kamuoyunu tatmin edecek bir destek kaybı yaşamıyor.

Muhalif seçmenlerin kendi çevrelerinde algıda seçici olarak rast geldikleri aşırı-gözlem mahiyetindeki örnekler sahadaki durumu yansıtmıyor. Araştırma sonuçları algılanan durum ile farklılaştığı zaman hayal kırıklıkları oluşuyor.

Araştırma sonuçlarına bakarak, seçmenin bir kesimine kızan ya da küsen, kimi zaman da onları aşağılayan tepkisel bir davranış türü var. Kendi muhakemesine, varsayımlarına ve beklentilerine uzak sonuçlarla karşılaşma anlarında daha yoğunlaşan bir davranış. Genellikle kendi çevresi üzerine gözlemlerine ve yankı odalarındaki enformasyonlara dayanan değerlendirmelerden farklı sonuçların kabullenilmesi de zor oluyor. Beklentiyle uyuşmayan bu görüntüde fatura da veri kaynağına ya da (bizim örneğimizde) seçmene kesiliyor. Sonuç; umutsuzluk artıyor, kutuplaşma güçleniyor ve siyaset iradesi zayıflıyor.

Araştırmaların sonuçları siyasete, seçmeni anlamaya, tedbirler almaya, siyasi iradenin şekillenmesine katkı yapacak şekilde değerlendirilmeli. Oysa bunun tersine, sonuçlar istenmeyen bir fotoğraf verdiğinde, ilgili öznelere kızgınlık artıyor, tolerans seviyesi düşüyor, köşeli çizgiler geri çağrılıyor. Kasım ayında TEAM olarak gerçekleştirdiğimiz dindar seçmenler araştırmasına da bu türden bir hayli tepki verildi. Hakkını verelim, çok sayıda kanaat önderi sonuçları muhalefetin siyasi stratejilerini gözden geçirmek üzere yorumladı. Ama 2021’in ikinci yarısında güçlenen “gidiyorlar” söyleminin rüzgârına kapılan muhalif kamuoyundaki çoğunluk, sonuçları yorumlamak yerine seçmenlere kızmayı yeğledi. Kamuoyuyla paylaştığımız için araştırma sonuçlarını ve özetini bu yazıda mümkün olduğunca tekrar etmeden, muhalif kamuoyunun araştırma sonuçları üzerine seçmenlere tepkilerini ve sorularını değerlendirmeye çalışacağım.

“Seçmen Daha Ne Olmasını Bekliyor?”

Söz konusu araştırmanın yanı sıra hemen öncesinde tamamladığımız Türkiye temsili araştırmamızı da hatırlatmak isterim. Sonuçlara göre, 2021 Kasım ayı itibarıyla Cumhur İttifakı, ekonomi, adalet, eğitim alanındaki sorunlar, değer erozyonu, kayırmacılık vb. memnuniyetsizlikler ile 2018’de %53,7 olan oy oranından %43,9’a gerilemiş durumda. %53,7, oy kullanmamış ya da boş oy atmış seçmenler de katıldığında tüm seçmenlerde %45,3’e karşılık geliyor; yani Cumhur İttifakı 2018’de tüm seçmenlerin %45,3’ünün oyunu almıştı. Şimdi ise kararsızlar dağıtılmadan destek %35,3. Bu %10 puanlık kayıp, yaklaşık 60 milyon olan seçmende 6 milyon kişiye tekabül ediyor. Yani iktidar 6 milyon kişinin rızasını halihazırda kaybetmiş. Kopuşta son gelen ilk gider prensibi çalıştığı için muhalif seçmenin çevresinde bu 6 milyon kişinin yer alma olasılığı %35,3’tekilere göre daha yüksek. Buna algısal motifler de eklenince, “gidiyorlar” ve “geliyor gelmekte olan” söylemleri kuvvetleniyor. Öte yandan %43,9 gibi hâlâ yüksek olarak yorumlanabilecek bir oran ile karşılaşmak ise bu algıyla çeliştiği için tatmin etmiyor, moral bozuyor: “Daha ne olacak?” sorusu yükseliyor.

Seçmen için desteklediği partiden rahatsızlık, memnuniyetsizlik oy değişimi için yeterli bir koşul değil. Öyle olsa zaten muhalif partileri destekleyen seçmenlerin önemli bir kısmının iktidarı desteklemeye başladığını görürdük. Verilere göre iktidarı destekleyen seçmenin, eksiklikler, sorunlar konusunda bir bilgi ya da farkındalık açığı kalmamış görünüyor. Üstelik kötü gidişata ikna da olmuş. Ancak, muhalefete ikna olmuş değil. Birincisi becerisine, ikincisi kapsayıcı ve adil olacağına güvenmiyor.

Seçmen AK Parti’nin muhalefete göre tabir caizse temel becerilerde (hard skills, inisiyatifli bir çeviri ile) çok daha iyi olduğunu düşünüyor. İnce becerilerde (soft skills) ise muhalefeti daha iyi buluyor. Hem literatüre hem de deneyimlere göre, ekonomik krizin iktidarı daha fazla yıpratması gerekirken, belli bir sınırda kalmasında da bu beceri karşılaştırması önemli etkenlerin başında geliyor. Seçmen ekonominin durumunu kısmen kötü yönetime bağlıyor, kısmen de doğal bir felaket olarak algılıyor. Değerlendirmesini ise beceri karşılaştırmasına göre ve bunu da AK Parti’nin tüm zamanlardaki iktidar performansının ortalamasına göre yapıyor. Son ekonomik önlemlerin iktidara kısmi bir yükseliş olarak dönüşü, seçmenin ekonomik sorunların çözülüyor olduğuna ikna olmuş olmasından kaynaklı değil. Seçmeni etkileyen unsur, bu hamleleri AK Parti’nin ve Erdoğan’ın kaybetmeye başladığını düşündüğü yönetme becerisinin ve iradesinin toparlanışa yönelik bir işaret olarak görmesi ya da bunu ummuş olması. Bunun kalıcı olması benzer işaretlerin gelmeye devam etmesine bağlı. Aksi durumda getirdiğini de götürerek sonuçlanması muhtemel.

Seçmenin muhalefete bakışına dönecek olursak, seçmen temel becerilere göre iktidarla kıyasladığında muhalefete ikna olmuyor. Örneğin temel belirleyen ekonomi değil de eğitim olsa, direksiyonu muhalefete vermeye daha hazır. İkinci kaygı bulutunu ise özellikle “gidiyorlar” algısının güçlendiği zamanlarda muhalif kamuoyunda yükselen rövanşizm söylemi oluşturuyor. Gidiyorlar söylemi iktidara oy vermiş seçmende, gidenin kendisi olduğu duygusunu besliyor. Özellikle dindar seçmen, iktidar el değiştirirse hayatlarının zorlaşacağına dair güçlü bir duyguya sahip.

“Dindar Seçmenler Hâlâ Neden Kaygılılar? Daha Ne İstiyorlar?”

Muhalif seçmen dindar seçmenlere yönelik aşırı taviz verildiği yargısıyla, onların muhalefete yönelik kaygılarını samimi bulmuyor. Hatta kaygılarının kişisel çıkarlarla ilgili olduğunu düşünüyor. Elbette iktidardan pay alabilen bir kesim için bu doğrudur. Ancak dindar seçmenlerin büyük çoğunluğu da kayırmacılıktan rahatsız ve bir paya sahip olmadığı halde bugünkü muhalefetin iktidara gelmesine yönelik kaygılarını dile getiriyor. Çünkü bu kaygı ranttan ziyade gündelik hayat sosyolojisi ile ilgili. Gerek sosyal medyada gerek sosyal çevrelerinde psikolojik üstünlüğün arttığı anlarda, hesap sormalar ve iktidar değişince olacaklara dair göndermeler ya da muhalefetin dindar açılımlarının tam tersi yönde geçmişi çağıran tutumlar hemen dikkat çekiyor.

Aslında Kılıçdaroğlu’nun helalleşme çağrısındaki gibi dindarlara yönelik hamleler karşılık buluyor, ancak yeterli görülmüyor. İki nedeni var: Birincisi, çevresindeki CHP’lilerde bunun karşılığını arıyor ve bulamıyor. İkincisi de bunun bir söylemden daha fazlası olduğuna ikna olmuyor. İki şey bekliyor: Teminat ve değişime dair işaretler. Teminatlar sözlü de olsa razılar. İşaretlerin ise somut olması gerekiyor. Örneğin, seküler tabandaki ya da kimi siyasetçilerde tepedeki pozisyon ile uyumsuz çıkışlara tepki verilmesi isteniyor. Daha fazla adım atılması bekleniyor. Örneğin yerel seçimlerde Üsküdar gibi bir ilçede başörtülü bir aday iyi bir işaret olabilirdi. Başörtüsü ile ilgili sözlü teminatların da dayanağı olabilirdi. Artı bu adımların tabanda da tartışılması, benimsenmesi, rövanşizm kaygılarını azaltabilir.

CHP’li belediyelerin rövanşist olmayan, istihdam, sosyal yardımlar gibi konulardaki kapsayıcılıkları, belediye başkanlarının dindar kesime mesafeli olmayışı önemli işaretler olarak alındı. Bu işaretlerin artması bekleniyor. Oysa ters yönde işaretler daha sık karşılarına çıkıyor. Sosyal medya hezeyanları, içinden seküler kadın çıkararak özgürleştirilen zincirlenmiş çarşaflı kadın gösterileri gibi örnekler, Ortaçağ karanlığı göndermeleri işaretler olarak alınıyor.

“Cumhur İttifakı’na Desteğin Çok Daha Düşük Olması Gerekmez mi, Gençler İktidarı Desteklemiyor?”

Gençlerin iktidara desteğinin diğer yaş gruplarına göre daha düşük olduğu net bir olgu. Dindar gençler için de bu geçerli. Ancak gençler söz konusu olduğunda kamuoyunda abartılı bir algı var. Gençlerin farklı olması, gençlerin tamamının muhalif olduğu anlamına gelmiyor. Türkiye verisi ile örnekleyelim. 30 yaş altı seçmen nüfus, tüm seçmenlerin yaklaşık dörtte biri. Cumhur İttifakı oy oranı 30 yaş üstünde %46,4 iken gençlerde %36,5. Bu çok önemli bir fark, değişimin de habercisi. Fakat %36,5 hâlâ önemli bir oran. AK Parti, gençlerde ikinciliğe düşme sınırında olsa da gençlerden önemli bir oranda destek alıyor. Gençlerde kararsız oranının, diğer seçmenlere göre neredeyse iki kat fazla olması da diğer bir ayrıntı. Dindar gençlerin de 30 yaş üstü dindarlara göre daha az muhafazakâr, iktidara karşı da daha eleştirel olduklarını belirtelim.

Tabii ki gençler önemsiz bir seçmen grubu demiyorum. Dikkat çekmek istediğim şey, yine kaderciliğe teslim olan ve “etkili iletişimle olur bu iş” beklentilerinin gençler konusuna da yansıyor olması. Seçim kaybetme ya da kazanmanın sorumluluğunu bu gruba yükleyerek, ikna edilmesi zor bulunan diğer kesimleri önemsizleştirme refleksi. Üstelik gençler bunu yapabilecek homojen bir kimlik ya da hareket de değilken. Öte yandan siyaseten daha muhafazakâr olduklarına yönelik algımızın kuvvetli olduğu 50-65 yaş grubunda bir hareketlilik gözlemliyoruz. Sayıları da genç seçmen nüfusuna yakın. Dolayısıyla daha önemsiz değiller. Ancak konu iletişim olarak görüldüğü için bu kesime hitap etmek muhtemelen zor bulunuyor.

“Yeni Partiler Dindarları Çekemiyor mu?”

Evet çekemiyor. Bir bilinirlik sorunu olduğu açık. Ancak haklarında fikir sahibi olan dindar seçmenler arasında da yeni partilere ilgi zayıf. Onların gözünde bu partiler daha çok kişisel girişimler olarak görülüyor. Diğer partilerden farkları belirgin bulunmuyor, neden AK Parti’de kalarak eleştirilerini ortaya koymadıkları, bu kesimin en çok sorduğu sorular arasında. Buna karşın AK Parti teşkilatındaki kadrolara yönelik negatif bakışa, iyi bulunan kadroların yeni partilere gittiği yönünde değerlendirmeler eşlik ediyor.

 

“Dindarlar Dinciler mi?”

 

Muhalif seçmen, oy eğilimini beğenmediği dindarların dindarlığını da masaya yatırıyor. Muhalif kamuoyundaki dindar olanlar veya manevi yönü daha kuvvetli olanlar, “gerçek dindarlık bu değil” savunusuna geçiyor. Oysa öz dindarlık ne olursa olsun, reel dindarlık bu. Üstelik saf da değil, milliyetçilikle, muhafazakârlıkla, ataerkillikle bezenmiş (ki toplumun geri kalanının da bu eklemlenmelerden azade olduğu söylenemez). Dolayısıyla etik dindarlar diyebileceğimiz bir kesimin dindarlık çerçeveleri ile dindarları anlamaya çalışmak ve ne yapacaklarını buna göre kestirmek sonuç vermiyor. Daha seküler olanlar da kutsal alana söz söylememek adına bu grubu “dinci” olarak tanımlamayı yeğliyor ve tepkilerini “dincilere” yöneltiyor. Makbul olmayan bir dindarlık alanına iteleyerek bu kesim ile diyalog veya bu kesimi ikna sorumluluklarından da kurtulmuş oluyor.

Bu tutum başta belirttiğim kolaycı bir kaderciliğin sonucu. Dindar seçmenin çoğunluğu ile meselesini halletmekten imtina eden muhalif kamuoyu, dindar seçmene yaklaşımını oy pragmatizmi çerçevesinde belirliyor. Eğer oyunu kazanabilecek gibi ise kapısını, penceresini açıyor, değilse hızla ve sert biçimde kapıyor. Böyle olunca de helalleşme, pragmatik bir araç olarak okunuyor. Bu gerilimli ilişki bir kısır döngüyle sonuçlanıyor. Pragmatizmin tam karşılığını bulmadığı anlarda refleksler özüne dönüyor ve dindarları uzaklaştırıyor. Onlar uzaklaştıkça muhalefet de açılım hassasiyetlerinden uzaklaşıyor ve dindar seçmene rövanşizm duygusunu geçiriyor.

Seçmenin önemli bir becerisi var: Samimi olmayan adımları çabuk görüyor. Dindarlara yönelik açılımlar oy pragmatizminin ötesinde helalleşme çağrısındaki gibi sorumluluk alan ve kutuplaşmanın karşısında bir tavır olmadıkça bünyeye sinmiyor ve dindar seçmenlere de geçmiyor. Dindar seçmeni kazanmak için muhalefetin pragmatik ve taktiksel değil, kendilerinin de ikna olduğu samimi bir helalleşme ve diyalog çabasına ihtiyacı var.

“Bu Anketlerin Amacı Muhalefetin Moralini Bozmak mı?”

Bizim araştırmacı olarak sorumluluğumuz sahanın gerçekliğine yaklaşabilmek ve gördüklerimizi analitik bir biçimde aktarmak. Elbette siyasi iletişimcilik yapan araştırmacılar da olabilir. Ama ikisi bir arada olduğunda yanlılık oluştuğu da aşikâr. Bu da gerçeklikten kopuşu getirebiliyor. Muhalefetin siyasi iletişimden önce siyasi iradesini ortaya koyduğu, kapasitesini hissettirdiği bir durumda moraller zaten yükselişe geçer.

Ayrıca morali yüksek bir kaderciliktense, morali yüksek olmasa da siyasi iradesi kuvvetli bir muhalefetin başarı şansı daha yüksek görünüyor. En azından seçmenin beklentisi bu yönde.

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.