Doktor Şükrü Mehmed Sekban’ın ‘La Question Kurde’ kitabının hikayesi -7
Kürd ulusal mücadelesinin Osmanlı son dönemi ve Cumhuriyet ilk döneminde olmak üzere, yaklaşık “35 sene siyaseti umumiye ile alakadar olmuş ve milli şuura sahip”[1] Dr. Şükrü Mehmed Sekban’ın hakkındaki en büyük tartışma, hiç kuşkusuz 1933 yılında Paris’te Fransızca olarak Dr. Chukru Mehmed Sekban adıyla basılan “La Question Kurde” (Kürt Meselesi) isimli kitapçığı üzerinden yürütülüyor. Son paragrafında “siyasi hayata veda ediyorum”la[2] biten ve 1933’te Almanya’da hastanedeyken peçete kağıtları üzerine yazdığı “La Question Kurde” adlı kitabı nedeniyle önemli eleştirilere muhatap olmuş. Türklerin “gerçeği görmek”, Kürdlerin çoğunluğu tarafından ise davadan dönmek ya da değişim olarak, bir kısmı tarafından da “Kürtlere yönelik kırım ve kıyımları önlemek amacıyla”, “Kemalist yönetimi yumuşatma çabaları”[3] olarak da değerlendirilen ve bizatihi kendisinin de “sahte ve uyduruk kitabım”[4] dediği “La Question Kurde” kitapçığını yazmakla, Ankara’nın cahil ricalinin Kürtler üzerindeki zulümlerini hafifletmeyi amaçladığını belirtir.[5]
"La Question Kurde" kitabının kapağı.
Doktor Şükrü Mehmed Sekban, yıllar sonra Musa Anter’e anlattığına göre, “Böyle bir şeyi tasavvur dahi etmemiştir. Kendi deyimiyle “sahte ve uyduruk” olan kitabını yazmasının nedeni şudur: “1925’te Kürdistan sahipsiz kalmış, her türlü zulüm ve soykırıma tabi tutuluyordu. Ne Avrupa’dan ne de İslam aleminden en ufak himaye ve protesto gelmiyordu. Tüm inisiyatif Ankara’nın faşist hükümetine kalmıştı. Biz de dışarıdan bir şey yapamıyorduk. Aslına bakarsanız Türklerin isyan bildiği hareketler Atatürk’le yapılan antlaşmaların yerine getirilmemesine bir reaksiyondu. Çünkü Kürtler, gaddar İttihat Terakki Partisi ve padişahlardan, Cumhuriyet kurulduğunda çok insani davranışlar bekliyordu. Fakat baktılar ki Cumhuriyet idaresi Kürtlere daha ağır baskılar getirdi.”[6] Bu zulüm ve baskıları bir nebze de olsa azaltmak amacıyla, Almanya’da hastanede tedavi görürken, kendisine gelen kağıt peçeteler üzerine adı geçen kitapçığı yazar ve hastaneden çıktıktan sonra Paris’te Sorbon Üniversitesi matbaasında bastırır.
Bahsi geçen kitapçık ya da broşür, yayınlandığı andan itibaren artarda gelen Cumhuriyet hükûmetlerinin resmi ya da yarı resmi kurumları tarafından ve özellikle de 1960 darbesinden sonra, hatta günümüzde bile bir propaganda aracı olarak Kürdlerin aleyhinde kullanıldığını görüyoruz. Adı geçen eser ilginçtir yayınlandığı zaman değil yaklaşık 35 yıl sonra 1960 darbesinden sonra, 1971 darbesinden önce, Kürt hareketinin ciddi bir şekilde canlandığı sırada hatırlanacak ve Kürtlerin Türk olduğunu da kanıtlamaya çalışan bir dergi olan Belgelerle Türk Tarih Dergisi tarafından çevrilerek basılacaktır. Daha sonra Kürtlerin Türklüğünü kanıtlamaya çalışan bir kurum olan Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü de bu eseri tekrar tekrar basacaktır.[7] Doktor Şükrü Mehmed Sekban’nın bu eseri; ayrıca 1970’te Menteş Basımevi, 1979’da Kon Yayınları, 1998’de Kamer Yayınları, 2006’da Kum Saati Yayınları ve 2009’da da Bilge Karınca Yayınları tarafından basılmıştır.
Resmi görüş açısından kitabı değerlendiren A. Hasip Kalyon, Kürdler ve Şark İsyanları başlığıyla hazırladığı raporda, “Kürt Teali Cemiyeti’nin nâfiz azasından ve en müfrit Kürtçülerinden tanınan ve milli ordunun İstanbul’a girmesi üzerine Suriye ve Irak’a kaçarak 10 seneden fazla oralarda diğer Kürtçülerle faaliyette bulunan Dr. Şükrü Mehmed, senelerce devam eden tecrübeden sonra tuttuğu yolun Kürtler için hiç de faydalı olmadığını anlayarak eski fikir ve kanaatlerinden rücu ederek aslen Turanî olan Kürtlerin, Türk kardeşleri ile samimi bir işbirliği yaparak mesut olabilecekleri kanaat ve neticesine varmış, bu kanaatini Fransızca olarak yazdığı La Question Kurde adlı kitabında dile getirmiştir. Uzun uzun izah ve müdafaa eylediğimiz kitabın mühim kısımlarını buraya nakletmeyi faydalı gördüm. Çünkü Dr. Şükrü Mehmed’in bu ihtidası (görüşlerinden dönmesi) emsali Kürtçülere daha müessir bir cevap olması lazım ve tabiîdir.”[8] Doktor Şükrü Mehemd Sekban Bey’in niyeti ne olursa olsun, Cumhuriyet yönetimi ele geçen fırsatı kaçırmamış. Adı geçen kitabın yayınlanmasından itibaren, Kürdlerin aleyhinde kullanılmak üzere resmi ya da gayri resmi, tahrifat dahi yapılarak birçok kez Devlet desteğiyle yeniden basılıp dağıtılmıştır. Doktor Naci Kutlay, ölümünden kısa bir süre önce bu konuya dair kendisiyle yaptığı sohbetti şöyle aktarır: 1960 yılında ölmeden önce, kendisiyle tanışmamızda, bu konuyu sordum kendisine; çok üzüldü ve sıkıntı çekti beni yanıtlarken. İnanmadığı şeyler yazmak zorunda kaldığını da ekledi. Bu kitapçık, sonraları, Kürtler aleyhine çok kullanıldı ve bugün de kullanılıyor.[9] Burada benzer bir çerçevede ve yine 1933’te Paris’te yayımlanmış diğer bir kitabı daha hatırlatmak gerekir; Mesud Fanizade’nin “La Nation Kurde et Son Evolution Sociale”[10] (Kürt Ulusu ve Sosyal Gelişimi) adlı doktora tezi çalışmasıdır. İkisi de Kürdistan Teali Cemiyeti ve Hoybun üyesi olan bu iki Kürd aydının eserlerinin birbiriyle ilişkili olup olmadığı konusu ayrıca araştırılması gerekir.
Doktor Şükrü Mehmed Sekban ise kitapçığın yazılış hikayesini ve amacını Musa Anter’e şöyle aktarır: Ben Nuri Sait Paşa’yı İstanbul’dan tanıdığım için kendisinin Kral I. Faysal döneminde Irak’ta kurduğu hükümette sağlık bakanı oldum. Herhalde üzüntüden olacak ki, verem başlangıcı bir zafiyet geldi. Almanya’ya tedaviye gittim. Alman gazeteleri her gün Türkiye’deki vahşi olayları yazıyorlardı. Bu üzüntüler içinde şöyle düşündüm: Ankara’nın cahil ricali bütün dünya Türk diyor, bari ben de ‘Kürtler Türk’tür’ diyeyim de belki Kürtlerin üzerindeki bu zulümler hafifler. İşte bu sahte ve uyduruk kitabımı bu fikirle hastanede bana gelen kâğıt peçeteler üzerine yazdım.
Ama arkadaşlarım çok üzüldüler. Dönüşte Şam’da Celadet Bedirhan’la birlikte yemek yiyorduk. Bize tanımadığım bir Arap yemeği geldi. Celadet Bey’e ‘Bu nedir’ diye sordum. Dedi ki “Doktor, patlıcandır ama sen kabak diyebilirsin!…” Anladık ki Celadet Bey benim kitabımı kastediyor. Sonra daha basit tenkitler de ileri sürüldü. Güya ben İstanbullu Çerkez karımın etkisinde kalmışım. Karımın İstanbul hasreti yüzünden kitabı yazmışım ve gayem Atatürk’ün affına uğramakmış… Halbuki yemin ediyorum böyle bir şey yoktu.”[11] Peki ne oldu da Şükrü Mehmed Bey, adı geçen kitabın basımından on yıl önce yani 1923’te Mustafa Kemal’e gönderdiği mektuptaki düşüncelerinden radikal bir dönüş yapmıştı. Tarihçi ve siyaset bilimci Mehmet Ö. Alkan göre; “Türklerin gerçeği görmek, Kürtlerin ise döneklik olarak nitelediği bu değişim gerçekten ilginçtir. Aslında değişimin nedeni ne “milli hidayete ermek” ne de teslimiyet veya döneklik olduğu anlaşılıyor. Amacının daha fazla Kürdün ölmesinin ve öldürülmesinin önüne geçmek gibi insani bir hassasiyettir. Anlaşılması çok kolay bir insani refleks ile bunu yapmıştır.”[12]
(Devam edecek.)
[1] Mehmet Bayrak, Açık-Gizli/Resmi-Gayrıresmi Kürdoloji Belgeleri, Özge Yayınları, Ankara, 1994, s. 129-130
[2] Mehmet Ö. Alkan, Kürtlerin Türklüğü ya da “… patlıcandır ama sen kabak diyebilirsin!”, Birikim, Sayı: 295, Kasım 2013
[3] Mehmet Bayrak, Ateş-Kan-Barut Günlerinde Kürt Diplomasisi, Özge Yayınları, Ankara, 2021, s. 400
[4] Mehmet Bayrak, Age., s. 400
[5] Musa Anter, Hatıralarım, Aram Yayınları, İkinci Baskı, 2011, s. 70
[6] Musa Anter, Age., s. 70
[7] Mehmet Ö. Alkan, Kürtlerin Türklüğü ya da “… patlıcandır ama sen kabak diyebilirsin!”, Birikim, Sayı: 295, Kasım 2013, s. 95
[8] Mehmet Bayrak, Açık-Gizli/Resmi-Gayrıresmi Kürdoloji Belgeleri, Özge Yayınları, Ankara, 1994, s. 129-130
[9] Naci Kutlay, İttihat ve Terakki ve Kürtler, Beybûn Yayınları, Genişletilmiş 3. Baskı, Ankara, 1992, s. 136
[10] Messoud Fany, La Nation Kurde et Son Évolution Sociale, Librairie L. Rodstein, Paris, 1933
[11] Musa Anter, Hatıralarım, Aram Yayınları, İkinci Baskı, 2011, s. 70
[12] Mehmet Ö. Alkan, Kürtlerin Türklüğü ya da “… patlıcandır ama sen kabak diyebilirsin!”, Birikim, Sayı: 295, Kasım 2013