Dünya Kurdleri Tartışıyor!
“Siz Kimsiniz Ey Kahramanlar?”
“Kürtler için Adalet” adı altında; geçtiğimiz günlerde, Amerika Birleşik Devletleri'nin Connecticut eyaletinde bulunan Yale Üniversitesinde bir seminer düzenlendi. Seminerin adı „Kurdler İçin Adalet“(!)ti. Seminerin başlığı iki olguyu bir arada barındıran bir içeriğe sahip. Birinci olgu „Kurdler için adil“ davranması talebidir. Bu talebin içeriğinde medeni dünyaya ciddi bir eleştiri de var. „Medeni Dünya’nın Kurd‘elere adil ve adaletli davranmadığı“(!) eleştirisidir. İkincisi de; Medeni Dünya‘nın bu duyarsızlıktan çıkarak, Kurdlerin talebine uygun davranma, talebini dikkate alma ve koruma istemidir.
Seminerden sonra, Rûdaw New York muhabiri Mecid Nizameddin Gıli bir özel söyleşi programı sunuyor. Bu özel söyleşi programına; CIA eski Başkanı David Petraeus, Birleşmiş Milletler (BM) eski Suriye Özel Temsilcisi Staffan de Mistura, ABD’li milyarder Thomas Kaplan ve Kürt dostu Fransız düşünür Bernard-Henry Levy katılıyor. Rûdaw New York muhabiri Mecid Nizameddin Gıli, birbirinden önemli sorularla; Kurdlerin Ortadoğu’daki konumu, mevcut durumu ve eleştirisi, kurdlerin geleceği hakkında, dört yabancı uzmanın çarpıcı açıklamalarıyla önemli dokümanter bilgi-dosya elde edip, bize sundu.
Bölgeyi çok iyi tanıyan yabancı uzmanların gözlemleri, aktardıkları bilgiler, kurdlere yönelik eleştirileri, önerileri ve umutları bu anlamda çok önemli. Kurdistan ulusal hareketinin başarı ve zaafları, eksiklikleri, bölgesel konumu ve dünya ile ilişkileri açısından çok önemli. Özellikle Kurdlerin, Kurd aydını, yazarı, siyaset sınıfı ve düşünürünün, sömürgeci devletlerin düşünce alanından çıkarak, kendi sorunlarını tartışma ve ulusal bir strateji belirleme açısından çok önemli bir söyleşi.
Bu açıdan elimden geldikçe bu söyleşideki bu dört yabancı uzmanın kurdlere ilişkin söylediklerini, eleştirilerini, medeni dünyanın kurdlere ilişkin duruşunu, önerilerini tartışmaya sunmak için, irdelemeye çalışacağım. Dünya bizi tartışiyor, bizi tartışan bu dünyanın tartıştığı sorunlarımıza ilişkin bölümünde, biz nerede duruyoruz? Dünyanın kurdleri tartışması, Kurd siyasi sınıfı, aydınını ne kadar ilgilendiriyor. Bunun tespiti çok önemli.
ABD ve Kurdlerin direkt ilişkisi, Körfez Savaşı ile başladı. Bu ilişki, hiç kopmamasına rağmen, bazı süreçlerde, ABD’nin çıkar hesapları, ciddi ihmalkârlıkları, bölgede kurdler üzerindeki statükoyu koruma amaçlı siyaseti nedeniyle kırılmalar yaşandı. Gerek Güney Kurdistan’da Referandum süreci ve Kurdlerin canı, kanıyla elde edilen Kurd toprakların Kerkük de dahil, bir çok alanın, ABD siyasetinin bölgedeki statükocu ve ikircikli siyaseti nedeniyle kaybedilmesi, yeniden Kurdlerde; „biz Kürtlerin tek dostu bizi çepeçevre saran bu dağlardır.”(!) Gerçeğini seslendirdi.
Ayni şey, Güney Batı Kurdistan’da da yaşandı: ABD ile omuz omuza DAÎŞ terör örgütüne karşı savaşan Kurdler, Türk Devleti’nin saldırıları ve işgal hareketiyle baş başa bırakıldılar. Direniş umudunun canlı olduğu bir anda, ABD „bölgeden askerlerimizi çekiyoruz“ açıklamasıyla, kurdler yüzüstü bırakıldı. Dolayisiyle „kurdler bizim stratejik müttefiğimizdir“(!) belirlemesi ne kadar gerçekçi? Kurdler, ABD ve müttefiklerinin bu belirlemeleriyle, bütün olanlara rağmen neden güvensin sorusunu hep canlı tuttu. Kurdlerin, ABD ve müttefiklerinin yeniden onları yüzüstü bırakmaması için ne yapılması gerekir? ABD ve mürtefileri, Kurdleri yeniden yüzüstü bırakabilir mi? Bırakmayacaksa, bunun güvencesi nedir?
Bu sorulara açıklık getirmek için CİA eski başkanı David Petraeus; „Sanırım hayır“ şeklinde bir cevap veriyor. „Sanırım“ belirlemesi bir temennidir, ama garanti değildir. Sayın David Petraeus, açıklamanın devamında şunları ekliyor;
„2003 yılında ABD güçleri ile Kuzey Irak’a gittiğimde Erbil, Süleymaniye ve Duhok’u ziyaret ettim. Defalarca bana şunu söylediler; “General, biz Kürtlerin tek dostu bizi çepeçevre saran bu dağlardır.” Ben de “hayır, öyle değil, Amerika sizin dostunuzdur” dedim. Hem o zaman ve hem de son 20 yılda birlikte kan döktük. Amerika’nın Kürtleri desteklediğini düşünüyorum, sadece Irak’ta değil, kuzeydoğu Suriye’de de.“
Birleşmiş Milletler (BM) eski Suriye Özel Temsilcisi Steffan de Misturaise; şu belirlemeyi çarpıcı bir şekilde vurgulayarak öne çıkarıyor:
„Kürtlerin en zayıf özelliği ise bir stratejiye sahip olmamalarıdır!
Bu belirleme, Kurdistan’lı ulusal kurtuluşçuların en çok gündemde tuttuğu ve tartıştığı, Kurdistan Sorunu’nun can alıcı noktasıdır. Bunun en önemli stratejik hamlesi „Güney Kurdistan’da referandum ve bağımsız devlet kurma hakkı“ ile gündeme geldi. Bu hamle Kurd ve Kurdistan’da ciddi bir destek gördü. Güney Kurdistan referandumda %92.7 ile talebini dile getirdi. Bu ciddi bir ulusal irade idi. „Kurdler ne istiyor“ sorusuna açık bir irade beyanı idi.Fakat bu irade ve talebin içini dolduracak siyasal arka planı olmadığı için, Kurdistan ve dünyanın dört bir yanından akan enerji, ulusal bir stratejiden yoksun olduğu için, Kerkük işgali ile ciddi bir kırılma yaşandı. Kurd örgütlerinin büyük bir kısmının düşman(lar)la ilişkileri nedeniyle, parti çıkarları ulus ve ülke çıkarlarının önüne geçti. Bu, sevinçlerimizin kırılmasına neden oldu.
Kurd aydını, Kurd siyasi sınıfı, bu kırılmayı ve arka planının neden örgütlenemediği sorusunu yeteri kadar tartışmadı. Ulusal damarı temsil eden Serok Mesud Barzani ve partisi KDP’nin neden bu arka planı gerektiği gibi örgütlemediği, ya da örgütleyemediği tartışılmadı!
Ayni şekilde, referanduma karşı, bağımsız bir Kurdistan’a karşı duruş gösteren PKK, PYD ve askeri güçlerinin, kurumlarının tavrı tartışılmadı. Parti çıkarları savunmanın, Kurdlerin kanı ile kurtarılmış toprakları düşmana sunabileceği gerçeği yeteri kadar tartışılmadı. Buna bağlı olarak YNK’nin referanduma ve bağımsız Kurdistan’a karşı duruş gösteren güçlerle, Kerkük’ü düşmana hediye olarak vererek, kırılmaya neden olan partizancı ve ihanetçi tavrı, yeteri kadar tartışılmadı. Kurd siyasi sınıfı, örgütleri, kendi aralarında sorunlarını çözmeden, asgari ortak ulusal program konusunda ortak bir stratejiye sahip olmadan, ortaya „bir ulusal strateji“ çıkar mı?
Sayın Steffan de Mistura konuşmasında, Kurdlerin ulusal özelliklerine değiniyor. BM’nin bölgedeki eski temsilcisi olması açısından bu gözlemleri çok önemli:
„Kürtlerle çalıştığım süre içerisinde edindiğim izlenime göre, en güçlü özellikleri dirayet ve çalışkanlıklarıdır. İkincisi kültür ve inançlara olan saygılarıdır.“Peki bu özelliklere sahip, 50 milyona yakın ulus, neden hala köle muamelesi görüyor? Bu nedenleri tartışmamız gerekmez mi?
Bu soruya Sayin Steffan de Mistura, kurdlerin en zayıf yönünü ve kurdlerin ulaşması gerektiği konumu da şu belirlemeyle, üstüne basa basa yapıyor:
„Kürtlerin en zayıf özelliği ise bir stratejiye sahip olmamalarıdır. Bu defa artık Kürtlerin strateji belirlemesini ve ona göre yürüdüklerini görmek isterim.“
Sayin Steffan de Mistura, Güney Batı Kurdistan’a ilişkin de şu temennilerde bulunuyor:
„ABD yönetimi bir süre daha Suriye’de kalacakmış gibi duruyor.(!)Bu ucu açık temenniden sonra, bir belirlemede bulunuyor;„Anladığım kadarıyla bunun sebebi de petroldür.“(!) Bu belirleme de, kurdlerle „bir stratejik dost ilişkisi“nden çok, tek taraflı çıkara tekabul eden bir ilişki vurgusu yapılıyor. Sayın Steffan de Mistura, düşüncelerinin detayınca şunları ekliyor:
„ Bunun arkasında başka sebepler olduğuna da inanmak istiyorum. Bu sebepler ne zamana kadar kalır? Buna bağlı olarak; ben Kürt olsam ve orada yaşıyor olsam kesinlikle ABD’nin kalmasından veya bir konuda Kürtlere yardımcı olmasından yana olurdum. Şimdi burada söyleyeceğim sizin için ilginç olabilir ama geçmişte de bu tür şeylerin yaşandığına şahit olduk. Yani, ABD’den Rusya ile birlikte çalışıp Suriye hükümetini ve Başkan Esed’i Kürtlere saygılı yaklaşma, önem verme ve belli bir ölçüde özerkliklerini tanıma konusunda yardımcı olmasını beklerdim. Bununla birlikte tabi Kürtleri korumasını da.“
Sayın Steffan de Mistura Güney Batı Kurdistan’a ve „Türkiye’nin paranoya düzeyine ulaşmış güvenlik endişeleri“ne ilişkin temenni ve öngörülerini de şöyle sıralıyor:
„Burada bir husus daha var ki bence gözardı edilmesi yanlıştır. O da Türkiye’nin paranoya düzeyine ulaşmış güvenlik endişeleridir ki bir ölçüye kadar da meşru bir endişedir. Fakat bu da çözülebilir. Burada Ruslarla Amerika birlikte hem Kürtlerin korunmasını garanti altına alabilir hem de Türkiye’nin bu paranoyasını canlı tutmak isteyenler tarafından Kürtlerin kullanılmasını önleyebilir. Bu her iki taraf açısından da kazanım olabilir, ama henüz gerçekleşmemiş bir durumdur. Mevcut durumda bunun alternatifi, ABD’nin sözünde durması ve ani kararlardan uzak durmasıdır.“
ABD’li milyarder Thomas Kaplan’a yöneltilen „Kürtler Batı’ya bel bağlayabilir mi?“ sorusuna verdiği cevap ise, hem çarpıcı, hem de rasyonel!
Thomas Kaplan soruya şu cümle ile başlıyor: „Sanırım Kürtler her şeyden önce kendi kendilerine bel bağlamalı.“ Belirlemesi yaptıktan sonra, öneri ve eleştirilerini şöyle sıralıyor:
„Kürtler şu an iki şeye muhtaç; birincisi Rojava ile Irak Kürdistan’ı arasında daha fazla koordinasyon olmalı. Sanırım şimdi her iki tarafın da biraz feragat ederek yanlışlarını görmesi ve daha yakın işbirliğine girişmesi için uygun bir zaman. Bu da strateji hesabına girer. Kürtler strateji sahibi olabilmeli ki mevcut realiteye göre pozisyon alabilsinler.Çünkü kaos ve karmaşa dolu bir bölgede yaşıyorlar. Her ne kadar Kürtler dünyada haklarından mahrum bırakılan en büyük grup da olsa, gerçekten de bağımsız bir devlete sahip olmayı hak ediyorlar. Bununla birlikte çok kaotik dört devlet arasında bölüştürüldükleri gerçeğini de kabul etmek gerekir. Ben şahsen bu dört ülkede yaşayan Kürtlerin kendileri içerisinde daha fazla işbirliği olduğunu görmek istiyorum. Bu benim özel arzum. Şimdi tam da bunun zamanının geldiğine inanıyorum. Bu tarihte öyle bir zaman ki sadece bir twitt veya telefon görüşmesiyle tüm bölge kaos yaşayabiliyor. Bugünkü durumların olduğu gibi kalmasını Kabul edemeyiz. Sanırım Kürtlerin birbirlerine yakınlaşması da kontrolleri dışında cereyan eden gelişmelere karşı birlikte hareket etme ve çalışabilmelerine olanak sağlar. Bu da Kürtlerin özgürlükleri için daha iyi bir atmosfer yaratmalarına olanak sağlar.“
Kürtler „strateji sahibi“ olabilmeleri ve „mevcut realiteye göre pozisyon“ alabilmeleri için ne yapmaları gerekir?
Bizim ulus olarak ortak davranabilecek ulusal stratejik hedeflerde, bulunduğumuz bölgede, ulusal bir duruş sergileyen bir pozisyon elde edebilmemiz için, öncelikle herkesin sığındığı parti ve particilik pozisyonlarından çıkması gerekiyor. Ulus çıkarlarına öncelik tanıyacak, ulusu örgütleyecek pozisyona gelebilmemiz lazım. Bu mümkün mü? Tartışılması gereken sorunların başında geliyor bu durum. Herkesin kendi partisini güçlendirme yerine ulusu pozisyon olarak güçlendirici stratejik hedefleri öne çıkarmamız lazım. Kurdler, mevcut durumu ancak böyle bir strateji ile avantaja çevirebilir. Bu ayni zamanda bizim kendi öz gücümüze güvenmemizi de sağlayacak bir pozisyondur. „Partilerin varlığı“ önemi ile „herşey parti için“ mantığı arasında ciddi bir çelişki var. Bu çelişki, partiyi öne çıkaran, ama ulusu ihmal eden, tahribata götüren bir gerçektir. Kurdler hızlı bir şekilde bundan kendilerini geri çekmeli diye düşünüyorum.
Thomas Kaplan; „Özgürlükten kastınız bağımsız bir devlet mi? sorusuna da şu yanıtı veriyor:
„Bana, ‚bağımsız bir Kürdistan Ortadoğu’da istikrara neden olur mu?‘ diye sorarsanız, kesinlikle ‚evet‘ derim. Bununla kastım halkı tehlikeli işler yapmaya teşvik etmek değil.“ Diyerek, ulusal bir stratejiye sahip olmaları halinde; „Sanırım eğer uygun bir strateji olsa, onlar tüm olası gelişmelere karşı önceden bir uyarıya gerek kalmadan daha iyi hazırlıklı olabilirler.“ diye ekleyerek şu uyarıyı de yapmayı ihmal etmiyor:
„Planlanan olaylar dışında Suriye, Irak ve İran için öngörülen farklı senaryolar da var, ki bunların hiçbiri Kürtlerle alakalı değil. Kürtlerle müttefiklerini çok farklı durumlarla kaşı karşıya getirmek isteyebilirler ki bu durumların hiçbiri iyi niyetli olmayabilir.“
Fransız düşünür Bernard-Henry Levy‘ ye yöneltilen, „Irak ve Suriye’deki Kürtler uzun süreli istikrar için birlikte hareket edebilir mi?“ sorusuna bir temenni ile başlıyor:
„Hayata veda etmeden önce Erbil’de, yada Kamışlo’da düzenlenen büyük bir konferansta ‚Radikal İslam, Mülteci Sorunu, Vatandaşlık‘ ve bunun gibi önemli konuların tartışıldığını görmek istiyorum. Hayalim bir konferansı bir Kürt başkentinde böyle bir konferansa şahit olmak.“diyor.
Bernard-Henry Levy, Medeni dünyayı ve özellikle „kurdlerin müttefiki olduğunu“ iddia eden devletlere ve onların halklarına yönelik ciddi bir eleştiriyle başlıyor:
„Dostlarım, ‚Suriye Kürtlerinin başına gelen, Irak Kürtlerinin de başına gelebilir mi‘ diye sordular. Fakat ben de dostlarıma şunu söylüyorum; budaha önce zaten yaşandı. Ekim 2017’de yaşananları hatırlıyor musunuz? Kerkük’e yapılan saldırıyı anımsıyor musunuz? Altun Köprü’deki savaşı hatırlıyor musunuz? İran destekli Şii milislerin Abrams tanklarıyla saldırısını bazı Peşmerge komutanları burada (pirde de) kırdı. Malesef Batı ülkeleri parmaklarını dahi kımıldatmadı. Dolayısıyla bu tarihin en hoş olmayan konusu birkaç ay önce Suriye’de yaşananların aynısının iki yıl önce Suriye Kürdistan’ında da yaşanmasıydı. Yani, Kürtlerin tarihte yaşadığı tüm bu trajedilerin ve ödedikleri bedellerin dünya tarafından bilinmediği bir gerçektir. Şimdi bizler ne yapabiliriz? Kim ve kimler Kürtlerin müttefiği? Biz Batı kamuoyunda rolü olan iyi niyetli kadın ve erkekler ve bir de Batı ülkelerinde üst düzey görevlerde yer alan bazı kişiler.“
Bernard-Henry Levy,„Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’ta Kürt davası üzerine yakın zamanda bir seminer düzenledik. Bu seminerin konusu şuydu;‚Kürtlerin dağlardan başka dostu var mı?‘sorusuna cevap aramaktı“ diyerek, düşüncelerini açıyor:
„Bir grup üst düzey Suudi yetkilinin karşısında konuştum. Kendileri konuyla yakından alakalı da değillerdi. Onlara ne dedim? Kürtler tüm İslam dünyasına örnek olmalı, danışman olmalı dedim. İslam ve Arap dünyası radikal İslamla mücadele, modern İslam düşüncesine sahip olmak, seküler ve kadın haklarına karşı ılımlı olmak istiyorsa, tüm bu fikri ve ahlaki reform kabul ediyorsa, bu konuda parlayan bir yıldız gibi önümüzde duran Kürt halkının deneyiminden yararlanabilir. Dolayısıyla kimler Kürtlerin dostu oluyor? Batı halkı, aynı zamanda Arap ve İslam dünyasındaki iyi niyetli kadın ve erkekler. Dolayısıyla Kürtleri korumak için bu iki müttefik arasında büyük bir ittifak sağlanmalı. Bu Thomas Kaplan’ın ve benim stratejik amaçlarımızdan biri, Kürtler için adaleti tesis edecek kurumların kurulması.“
General Petraeus, Batının en prestijli askeri generallerinden biri. Kendisi Pakistan, Afganistan, Arap dünyası ve jeostratejik görevlerde bulunmuş. Bu anlamda David Petraeus’un bölgeye ilişkin de çok önemli izlenimleri var. Bu nedenle, „Kürtleri koruma“ ve „ahlaki bir sorumluluk“ konusundaki sorulara cevabı da önemli.
Şunları belirtiyor:
„Evet; bence ahlaki bir sorumluluktur. Bana göre yıllardır bu sorumluluğu yerine getirdik. Şunu unutmamak gerekiyor, 1991 yılından Saddam’ın devrilişi ve Irak’ın bir çok kentinin kurtarılması sonrasına kadar Kürtleri gerçek anlamda kim korudu?“ sorusunu yönelterek, David Petraeus’un bir asker olarak cevap veriyor:
„Ama gerçek şu, daha önceki konferansta da açıkladığım gibi, bütün bu olan bitenler gerçek siyasetten geçiyor. Örneğin Amerikan vatandaşları ile Avrupa’daki müttefiklerimizin Çin’in durumuna karşı güvenlik çıkarları ne olacak. Bana göre ahlaki boyutunun yanında etkili bir mesele de yaratılabilir. Böylece desteğimizi sürdürülebilir bir duruma getirecektir. Bu sadece bölge için değil, Ortadoğu’nun diğer bölgeleri içinde geçerli. Ancak her şeyden önemlisi bölgedeki varlığımızın devam etmesi gerekiyor. Varlığımızın devam etmesi de fon ve kan sarfiyatına bağlı. Yani askerlerimizin canı ve ülkemizin parasını harcamakla olur. Bence bu işin masraf ve harcamaları o kadar da çok değil, ama oldukça önemli. Her şeyden önce bitmeyen savaşları bitirmek isteyen Amerikan kamuoyunu bu konuda ikna etmemiz gerekiyor. Açıkçası hiç kimse savaşın sona ermesini, savaşa katılanlar kadar arzu etmiyor. Güvenlik ve diğer konulardaki somut adımlar hakkında ikna edici konuşmaların yapılması önemli. Ahlaki sorumluluk dediğimiz insani taraflarına da dikkat çekmek gerekiyor. Iraklı ve Suriyeli Kürtler dâhil bölgedeki bütün halklara karşı yanı titizlikle bu sorumluluğumuzu devam ettiriyoruz.“
Steffan De Mistura yöneltilen bir soru var. „Kurdlerin Amerika ile ilişkileri“ve „kurdlerin gittikçe değer kazanması“ üzerine bir soru. Steffan De Mistura, bu soruya şöyle cevap veriyor:
„Yıllardır Kürtlerin gittikçe değer kazanmaya başladıklarını görüyoruz, özellikle de Batı ülkelerinin güvenliğine katkı sağladıklarında. Bunlar insani özellikler taşıdığı gibi gerçekçi bir politikadır da. General Petraeus’un konferansta sunduğu argümanlar bana göre oldukça güçlüydü. Kürtler için en iyi strateji bölgede hala 22 bin IŞİD militanının olduğunu bilmektir. ABD’ye karşı tehlike unsuru olmaya devam ediyorlar. Açıkçası 11 Eylül saldırısını gerçekleştiren kişilerle alakalı. Başkent başta olmak üzere bütün kentlere karşı tehlike teşkil ediyorlar. Paris, Londra, Moskova, Budapeşte, Montreal ve diğer bütün bölgelerde tehlike arz ediyorlar. Savaş cepheleri ve sahada en etkili güç Kürtler olmuştur, hava saldırılarından bahsetmiyorum, sahada savaşan güçler olarak verdikleri kayıplara bakınız. Suriye’de durumlar değişirse ABD güçlerini nereye yönlendirecek? Irak’a mı? Irak’ta ABD güçleri için en güvenli alan ve bölge neresi? Kuzey Irak (Kürdistan Bölgesi), Kürtlerin yaşadığı bölgeler. Lojistik destek dâhil diğer bütün yönleriyle Erbil’e gitmeleri gerekiyor.“ diyerek, politikada „ahlak“a vurgu yapıyor.
„Politikada ahlak çok önemlidir, ancak maalesef politika bazen ahlakı hiç önemsemiyor. Keşke böyle olmasaydı. Sizin yaptıklarınız kadar sivil toplum kuruluşlarının faaliyetleri de çok önemli. Burada en önemlisi şu, size garanti vermeleri için siz Kürtlerin devamlı ‚biz sizin için en iyi seçeneğiz‘ demesi gerekiyor. El Kaide’yi istemeyen Rusya’ya da söyleyin. Arap ülkeleri de El Kaide’yi istemiyor. Batı ülkelerine de, onlara söyleyin, ‚sizleri bu örgütlerin belasından koruruz‘ deyin. Bu yolda kaç Kürt ölmeye hazır? 12 bin, 14 bin?“
Thomas Kaplan’ın ise, Amerikan’ın Suriye’den çekilme kararına ilişkin bir ABD üst düzey yetkili ile yaptığı bir görüşmeyi aktarıyor:
“Bu akşam bölgeyle ilgili konuşacağımız çok şey var. Ancak bugün olup bitenlerden dolayı sözlerimle sizi hedef alarak çok fazla zaman kaybetmek istemiyorum. Nedeni çok basit, aklı başında, ahlak sahibi, haysiyeti olan hiç kimsenin ya da hiçbir canlının bu kararınızı desteklediğine inanmıyorum. Bey efendi, ben bir örgüt başkanı olarak „Kürtler için adalet“ adına bunları size söylüyorum. Umarım bu sizin en kötü gününüz olur, çünkü bu karar ülkemizin haysiyeti ve onurunda bir leke olarak kalacaktır. En azından gelecek nesiler için.”dedim.
Sayın Thomas Kaplan, ABD üst düzey yetkiliye aktardıklarını şöyle bir özetle devam ediyor:
„Biz her zaman şunu söylüyoruz; müttefiklerimizin bizimle ortak adım atmalarını beliyoruz. Buna görev dağılımı diyoruz. Yani onlardan daha çok sahada savaşmaları gibi beklentilerimiz var. ABD’nin küresel bir güç olarak elindeki imkanları kullanmasının önünün açılması. İki taraf arasında adil bir sorumluluk paylaşımı yapılması gerekiyor. Ödeyecekleri bedeller konusunda da eşit olmalılar. Kürtlerin bu savaşta 12 bin kayıp verdiğini duyuyoruz, belki de bu sayı daha fazladır. 23 bin kişi de yaralandı. Suriye topraklarının yüzde 30’unu kurtarmayı başardılar. İran’ın hesaplarını göz önünde bulundurarak Kızıl Deniz ve Akdeniz’e doğru yöneldiler. Kürtler bu savaşta bizim müttefikimiz olarak savaştılar. Ancak ABD bu savaşta belki de sadece 10 askerini kaybetmiştir.“
Kurdlerin, ABD ile ilişkilerini „bir örnek“ olarak değinen Thomas Kaplan:
„Kürtleri İçin Adalet“ Örgütünü Kurduk!
„Eğer bu örnek, doğru bir örnek değilse, eğer bu örnek görev paylaşımı için doğru bir örnek değilse ve eğer bu örnek, ABD için bir savaşları kazanan ve bedel ödeyen müttefik modeli değilse de nedir? Ancak bu sadece hikâyenin bir kısmı. Küresel bir devletin politikasından sadece müttefiklerin çıkarlarına bel bağlamamalıdır. Aksine ortak değerleri de göz ardı etmemelidir. Şu bir gerçek, Kürtler sahada büyük bir kazanım elde etti, aynı zamanda kontrol ettikleri bölgelerinde Ortadoğu’nun en özgür ve adaletli toplumunu inşa ettiler. Bu şeffaf bir konudur. Bölgenin farklı bir yerinde olsaydı, askeri bir yönetim ilan edilir, ne özgürlükler ne de hak kalırdı. Kadınlara hiçbir hak tanınmazdı. Dinlerin bir arada yaşadığı bir modeli göremezdik. Saydıklarımın hiç birini bu bölgede görmezdiniz. Kürtler savaştı ve kazandı. Onurlarıyla bu hakkı elde ettiler. Bu nedenle ‚Kürtler için Adalet Örgütünü‘kurmaya karar verdim. Yaşananlardan önce de bu örgüt vardı, kurmaya karar verdik, çünkü Kürt halkına karşı kendimizi borçlu hissediyoruz. Aynı zamanda ortak değerlerimiz var. Ortak çıkarlarımız var, dolaysıyla bu değerler temelinde uzun vadeli ve daimi müttefikler haline gelmeliyiz.“
Bernard-Henry Levy:
„Kurdistan, İslam’ın demokrasi ile olabileceğini gösteren canlı bir belgedir“ diyerek, sözlerine şöyle devam ediyor:
„Amerika ve Avrupa’nın neresine giderseniz gidin halk,‚Peşmerge‘nin kim olduğunu, Kürt tarihini ve Kürt değerlerini biliyorlar. Kürtler hakkında daha önce olmadıkları kadar bilgi ve uzmanlığa sahipler.“ Diyerek, Kurdleri destekleme haklılığı konusunda üç önemli faktörü sıralıyor:
İlk olarak Kürtler askeri bir ortağımız. Ama siz sadece savaşçı değilsiniz. İkinci olarak, istikrar merkezi olmaları. Eğer gerçekten değerleri ve çıkarları Ortadoğu’da huzuru gerektiriyorsa açık bir şekilde biliyorlar ki huzur diktatörlüğün kaynağında değil. Demokrasi de her zaman huzurun kaynağıdır. Yani hem değerler yönünden hem de çıkarlar yönünden Kürtleri desteklemeleri gerekir. Bölgenin istikrarı için bunu yapmalılar. Bir başka istikrar merkezi de İsrail’dir. Kürdistan Bölgesi ve Rojava da aynı şekilde. Üçüncü olarak ise, daha önce dediğim gibi bugün önümüzde büyük bir engel bulunuyor. Gelecek nesillerin yaşamını bir dereceye kadar olumsuzlaştıracak bir engel. O da İslam’ın ne olacağı? İslam ya Hıristiyanlık ve Yahudiliğin yaptığı gibi reform ve aydınlığa doğru mu gidecek yoksa radikalizm ve aşırılığa doğru mu gidecek. Radikalizm yani cehennem. Aydınlanma ise bütün dünya için huzurlu bir nefes“ diyerek, „Kürdistan İslam’ın demokrasi ile olabileceğini gösteren canlı bir belgedir.“
„benim ülkem Fransa’da da bir çok kişi İslam’da demokrasi olup olamayacağını soruyor. Evet ya da hayır. Kürtler bunun için bir cevap ve belgedir. Kürtlere bakın, hem Müslüman ve doğru bir Müslüman ve aynı zamanda kadınların da eşitliğine ve demokrasiye saygı duyan, azınlıkları koruyan bir halk. Her ne kadar belki Yahudi yoksa da Yahudileri koruyan bir kurumun olması. Anlattığım bütün bu sebepler Kürtleri desteklememiz gerektiğini gösteriyor. Hepimiz bunu yapmak için çabalıyoruz. Dün bugün ve yarın çabaladık ve çabalamaya devam edeceğiz.“
Sayın Stefan De Mistura, „Suriye Kürtlerinin BM’nin yürüttüğü Suriye siyasi görüşmelerinin yapıldığı Cenevre’ye katılmasına neden izin vermiyorsunuz?“ sorusuna verdiği cevap ise; „3,5 ya da 3,8 milyon Suriyeli Kürt’ün ülkelerinin geleceği ile ilgili söz söyleme hakkının olduğuna ve yeni anayasanın yazımına katılma hakkına ilişkin hiç şüphe yok.“ diyerek, sözlerini şöyle sürdürmüş:
Stefan De Mistura:„Sünnilerin çoğunluk ve Kürtlerin azınlık olduğu Suriye’de anayasanın bütün azınlık ve çoğunluklara özgürlük getirmesi gerekir. Sadece Kürtler değil farklı azınlık gruplar da var. Bunda hiç şüphe yok. Daha önce Kürtlerin sürece nasıl katılım göstermesi gerektiğini düşündüm. Ama dediğiniz doğru, Türkiye karşı çıktı. Türkiye, Kürtlerin Suriye hükümetinde yer aldığını belirterek ve temsilcilerinin müzakerelerde yer almalarını istemeleri durumunda temsilcilerinin Suriye hükümeti heyetinin içinde yer alması gerektiğini söylüyordu.(!) Kürtler de Hükümet heyetinin bir parçası olmak istemiyordu.
Evet hem Amerika hem de Rusya bana, ‘Sayın De Mistura, rica ediyoruz Kürtlerin Suriye Anayasası Yazım Komisyonu’nda temsilcilerinin olması için Türkiye’yi ikna edin. Ben de affedin ama sözlerinizi doğru mu anladım? İki büyük güç yapamadığı bir şeyi BM’den isteyerek Türkiye’yi ikna etmesini istiyor.’ Gerçekten iyi bir şey olmadı. Cevabım şudur ki bunun zamanı da gelecek. Kürtler de bunu bildiği için şikayetçi olmadılar. Her nasıl olsa da önümüzde yapacağımız iş var. Kürtler de Anayasa Yazım Komitesi bir gün çalışmaya başladığında göz ardı edilmeyeceklerini biliyor.“
Sonuç olarak, Kurdler, Kurdistan’ı çevreleyen işgalci ve sömürgeci devletlerin dayatma ve çıkar ilişkilerinden kendilerini kurtarmak zorunda.Ulusu koruyacak, güçlendirecek ulusal bir perspektif olmadan, Kurdlerin mevcut bölge sorunlarının içinden yara almadan çıkmaları, kazanımlarını koruma ve ileriye götürmeleri çok zor. Kurd aydını, Kurd siyaset sınıfı, örgütleri bu sorumluluk ve bilinçle ulusal bir stratejiye ulaşmak durumunda. Bu olmadan, dış destek heba olacak ve biz sadece bölge ve dünya aktörlerinin askeri olarak, onların çıkarları için savaşacağız, ama kendimiz için değil.
09.03.2020
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.