Düşmanlarını sevindiren bir halk…
Ismail Beşikçi
Bu, Kürd halkını tanımlayan bir ifade… Şüphesiz Kürd halkının tamamını kapsamıyor. Ama Talabani ailesinden bir kesimin ortaya koyduğu düşmanla iş birliği ilişkisi, Kürd halkının, Kürdistan’ın tamamını kapsayan olumsuz sonuçlar ortaya koyuyor.
Tarihte, Kürdler için ‘Yiğit bir halk’, ‘Kahraman bir halk’ ‘Gözünü budaktan esirgemeyen bir halk’ gibi ifadeler, kavramlar kullanılır. Kürdlerin davranışları bu tür nitelemelerle dile getirilir. Kürdler, başka bir halkın, örneğin, kendilerini esir eden bir halkın hizmetinde çalışıyorlarsa, savaşıyorlarsa, kendilerini ezen bir halkın kılıcını kuşanmışlarsa bu nitelemeler doğrudur. Ama, kendileri için savaş yürütmeyi akıl etmişlerse, düşmanla işbirliği içine girmek, cepheden kaçmak, düşmanı sevindirmek daha belirleyici bir tutum olmaktadır.
Haşdi Şabi ile Gizli Anlaşma
Celal Talabani’nin büyük oğlu Bafil Talabani, yeğenleri, Talabani ailesinden birkaç kişi daha, 16 Ekim 2017’den birkaç gün önce, Haşdi Şabi’nin yöneticisi Kasım Süleymani ile gizli bir anlaşma yapmış. Haşdi Şabi ve Irak kuvvetleri Kerkük’e saldırdıkları zaman, Bafil Talabani’nin, yeğenlerinin komuta ettiği güçler, cepheden hızla çekilecek, Kerkük düşmana teslim edilecek… 16 Ekim’de yaşanan budur. Kürd şehri Kerkük düşmana teslim edilmiştir. Halepçe’de yaşanan soykırım, Enfal, Süleymaniye Merkez Güvenlik Karargahı… hepsi unutulmuş… Hala Irak’ın birliği savunuluyor. 17 Ekim 2017'de, Kerkük’ün düşman güçlerine Haşdi Şabi’ye tesliminin ikinci günü, Haşdi Şabi yöneticisi kime teşekkür ediyordu?
Haşdi Şabi’nin Kürd düşmanı bir örgüt olduğu yakından biliniyor. Haşdi Şabi yöneticisi Kasım Süleymani’nin, Süleymaniye’ye sık sık gelmesi, Talabani ailesi tarafından misafir edilmesi, zaten kuşku verici bir süreçti. Birkaç ay önce, Celal Talabani’nin Tahran’a götürülmesi de öyle…
Bafil Talabani, Kerkük’ü düşmana teslim ettikten sonra yaptığı bir konuşmada, ‘Çalıntı petrolün koruyucusu olamazdım…’ şeklinde bir konuşma yapıyor. ‘Çalıntı petrol’ kavramı Irak hükümetinin kullandığı bir kavramdır. Irak hükümeti, Kürdlerin kendi doğal zenginliklerine sahip çıkmasını böyle değerlendiriyor. Senin ülken çalındı, kimliğin çalındı. Daha doğrusu, silah zoruyla gasp edildi. Ülken, kimliğin gasp edilmişken petrolün adı mı olur?
Kendi halkına bu kadar hasım kalmak, düşmanına aşık olmak ancak eğitimle olur. Bu Talabanilerin eğitim süreçleri incelenmelidir. Bafil Talabani nasıl bir eğitim almıştır? Saddam Hüseyin’in sağ kolu olarak nitelendirilen Taha Yasin Ramazan da bir Kürd’dü. Kürd soykırımını, Enfal’i, organize ediyordu. Bunun için Ali Mecid’le ilişki içindeydi. Onunla Bafil Talabani arasında fark var mı? Bugün Kürdler, Tuzhurmatu gibi Kürd şehirlerinde, yani Kürdistan’dan koparılmış alanlarda, Haşdi Şabi’nin katliamlarıyla karşı karşıya. Kürdler, yoğun, yaygın bir mezhepçi katliam yaşıyor. Bunun nedeni, Kerkük’ün 16 Ekim’de, Haşdi Şabi ve Irak güçlerine teslimidir.
Kerkük’ün düşmana teslim edildiği gün, komutanlardan Şeyh Cafer Mustafa da şöyle diyordu. ‘Eğer çatışmaya girseydik, binlerce peşmergenin can güvenliği sorun olurdu…’ Eğer Irak için, Araplar için silah kuşanılsaydı, binlerce peşmergenin kaybı falan hiç sorun olmazdı… Şeyh Cafer Mustafa, ‘geri çekilme emrini ben verdim. Bundan Mesut Barzani’nin haberi yoktu’ demeyi de ihmal etmedi.
15 Ekim günü, televizyonlardaki görüntü şuydu. Ekran Karşısında, Başkan Mesut Barzani oturuyor. Bir yanında Hero Talabani, öbür yanında Irak Cumhurbaşkanı Fuad Masum ve Qosret Resul oturuyor. ‘Referandumdan dönüş yok’ açıklaması yapılıyor.
Birkaç gün önce, televizyonlarda yine aynı görüntüler… Başkan Mesut Barzani, Kerkük Valisi Necmettin Kerim, Qosret Resul yine benzer açıklamalar yapıyorlar. Düşman saldırılarına karşı, Kerkük’ün her karış toprağının savunulacağını vurguluyorlar. Cephe komutanları Kemal Kerküki, Muhammed Hacı Mahmud vs. benzer açıklamalar yapıyorlar. Kerkük’ü karış karış savunacaklarını söylüyorlar. Gizli anlaşmadan kimsenin haberi yok…
‘Referandumdan dönüş yok’ açıklamasında Başkan Mesut Barzani’nin yanında oturan Hero Talabani’nin tutumunu nasıl değerlendirmek gerekir?’ Hem Haşdi Şabi yöneticisi Kasım Süleymani ile anlaşma, hem Başkan Mesut Barzani ile yanyana oturma … İyi polis, kötü polis senaryosu mu?
Burada, Kerkük’ü düşürme planlarının, başka bir senaryoyu da içerdiği düşünülebilir. Haşdi Şabi ve Irak güçleri, Kerkük’ü düşürmekle birlikte, brakuji de düşünmüş olabilir. Bunun gerçekleşmemesi şüphesiz çok iyidir. 16 Ekim günü bağımsızlıkçı peşmergeler, bağımsızlıkçı Kürdler Kerkük’ü düşürme sürecine karşı bir direniş gösterseydi, düşmanla işbirliği yapan Kürdlerin, Haşdi Şabi ile birleşerek, bağımsızlıkçı peşmergelerle, bağımsızlıkçı Kürdlerle savaşmayacağını kim söyleyebilir?
Partilere bağlı ordulardan merkezi bir orduya geçilememesi, şüphesiz, Kürdistan Bölgesel Yönetimi için önemli bir eleştiri konusu olmalıdır. Peşmerge Bakanlığı’nın komutanlara bölge dağıtımı konusunda titiz bir inceleme, değerlendirme yapmadığı anlaşılmaktadır. Peşmerge Bakanlığı bu yönlerden dolayı da eleştirilmelidir.
Savaşta, düşmanla işbirliği yapmanın muhakkak bir yaptırımı olmalıdır. Böyle bir yaptırımın gündeme gelmemesi de endişe vericidir.
Düşmanlarının Kılıcını Sallamak
Kürdlerin, son yıllardaki gelişmelere bakarak, artık kendileri için savaştığını, düşmanlarının kılıcını taşımanın onur kırıcı bir durum olduğunun bilincine vardıklarını düşünüyorduk. Ama 16 Ekim 2017, bunun böyle olmadığını gösterdi. Talabani ailesinin bazı fertleri, Kürdistan tarihine kara bir leke bıraktılar. Aynı zamanda aile tarihlerine de silinmeyecek bir leke sürdüler.
Özgürlük bağımsızlık en önemli değerdir ilkesinin bilincine varan genç Kürd evlatları, düşmanını sevindirmenin, kendi öz halkını acılara garketmenin yaşam olmadığının bilincine varan genç Kürd evlatları, düşmanın kılıcını sallamanın ne kadar onur kırıcı olduğunun bilincine varan genç Kürd nesilleri, birinci lekeyi silip Kürdleri, Kürdistan’ı, dünya uluslar ailesine katabilir, dünya uluslar ailesinin eşit bir üyesi yapabilir. Ama Talabani ailesinin bazı fertlerinin, ailenin tarihine sürdüğü leke silinmeyecektir.
1975’den 2017’ye
Bugün, Kürdistan yaralıdır. Kürdistan ağır bir yara almıştır. Durum, 1975'teki yenilgiden çok daha ağırdır. 1975'te, uluslararası anti-Kürd nizamın yaşam bulmasıyla bir yenilgi olmuştu. Türkiye’nin de yönlendirmesiyle, Cezayir’de, İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi (1919-1980) ve Irak lideri Saddam Hüseyin’i (1937-2006) bir araya getirilmişti. ABD, Sovyetler Birliği, İngiltere, Fransa, Cezayir gibi güçler bu toplantıyı teşvik etmişti, desteklemişti. O zaman, CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit’in (1925-2006) bu toplantının düzenlenmesinde çok büyük bir rolü olmuştu.
Irak Şattülarap su yolu üzerindeki haklarını İran’a devretmişti.
İran’da Kürdlere yapılan yardım kapısını kapatmıştı. Bu Kürdler için yıkımdı. Zira Kürdlere tek yardım bu kapıdan giriyordu.
Bugün Talabani ailesinden bir kısım üyelerin düşmanla işbirliği yapması sonucu bir yıkım yaşandı. Bu şüphesiz çok daha ağır bir durum ortaya koyuyor.
Burada, Cezayir olgusu için de bir açıklama yapma gereği ortaya çıkmaktadır. Cezayir, 1954-1961 arasında, Fransa’ya karşı ulusal kurtuluş mücadelesi yürütmüştü. Cezayir’de, Irak lideri Saddam Hüseyin’in ve İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi’nin Cezayir’de bir araya getirilmesi Kürdlerin, Kürdistan’ın başına lanetli bir çorap daha geçirmek anlamıma geliyordu.
Cezayir’e, Kürdistan üzerinde baskı kuran bu iki lideri bir araya getirecek bir toplantı önerildiği zaman, Cezayir’in şöyle demesi gerekmez miydi? ‘Biz ulusal kurtuluş mücadelesi yaparak bağımsızlık kazandık. Kürdlerin de böyle bir mücadele yapma hakları var Kürdlerin de bağımsız devlet kurma hakları var.’ Fakat böyle olmadı. Cezayir, ‘Biz bu kirli işe ev sahipliği yapmayacağız’ demedi. Cezayir de, emperyal, sömürgeci devletlerle birlikte hareket etti. O zaman Cezayir Başbakanı ulusal kurtuluş savaşı liderlerinden Huari Bumedyen’di (1932-1975).
Benzer bir süreç 1999’da Kenya’da yaşandı. Kenya’da 1950’lerde, Büyük Britanya’ya karşı ulusal kurtuluş mücadelesi yaparak bağımsızlık kazanmıştı. Ama Kenya’da da Jumo Kenyatta’nın (1891-1978) çocukları da, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edilmesine ev sahipliği yapmıştı. ‘Biz bu kirli iş için ev sahipliği yapmayacağız’ dememişti.
Kürd/Kürdistan gündeme geldiği zaman emperyal ve sömürgeci güçlere karşı mücadele yürüten Cezayir, Kenya gibi devletler de, sömürgeci ve emperyal güçlerden yana tavır koymaktadır. Kürdlerin bu ilişkileri saptaması da önemlidir.
Kerkük’ün düşmana tesliminden ve Haşdi Şabi ve Irak ordusunun Kürdistan’a saldırılarının başlamasından sonra, sürecin, Avrupa’da yaşayan bir kısım Kürdlere nasıl yansıdığına da bakmak gerekir.
Biz Demedik mi Diyenler…
Kendi ülkesinden sürgün edilmiş, yurt dışında yaşamaya zorlanmış, sürgün hayatı yaşayan bu Kürdlerden bazıları, düşmanla işbirliği yapan aile üyelerinden hiç söz etmeden, sadece Başkan Mesut Barzani’yi suçlayan, eleştiren yazılar yazmışlardır. Aşirettir, ağadır, feodaldir, sömürücüdür, ilkeldir, yolsuzluklar, adam kayırmalar vs. Bu şekilde, biz demedik mi diyerek, biz defalarca uyarmıştık vs. diyerek, anti-Kürd duygu ve düşüncelerini de ortaya koymuşlardır. Bunların bazıları, Kerkük’ün Haşdi Şabi’ye, düşman güçlerine teslimini sevinç çığlıklarıyla karşılamışlardır.
Başkan Mesut Barzani, ulusal kongrenin toplanmasına engel olmakla da suçlanmakta ve eleştirilmektedir. Bu konuda kısa bir açıklama yapmak gereği ortaya çıkmaktadır. Başkan Mesut Barzani’yi, ulusal kongrenin toplanmasını engellemekle suçlayan PKK/KCK tarafının, ‘bağımsız Kürd devletine karşıyız’, ‘Devlet kötüdür. Devlet baskı aracıdır. Demokratik Türkiye’den, demokratik Irak’tan, Irak’ın birliğinden, demokratik Suriye’den, demokratik İran’dan yanayız…’ görüşünde olduğu bilinmektedir. ‘Bütün Ortadoğu’yu demokratikleştireceğiz, Kürd sorununu da bu şekilde çözeceğiz…’ görüşünde olduğu bilinmektedir. Bağımsız Kürd devleti talep edenlerle, buna karşı çıkanların aynı kongrede olmaları anlamsızdır. Bu iyi niyetli bir öneri değildir. Delege çokluğuyla, bağımsızlıkçıları esir almaya, etkisiz bırakmaya yönelik bir öneridir.
Bu konuda şu ilişkilere dikkat çekmek daha önemlidir. Bağımsız Kürd devletine karşı olanlar, aslında, Türkiye, İran, Irak, Suriye gibi devletlerdir. Kürdleri, Kürdistan’ı müşterek olarak yönetmek isteyen devletlerdir. Bu bakımdan ‘bağımsız Kürd devletine karşıyız’ sözleri bu devletlerin sözcülüğünü yapmaktan başka bir şey değildir.
'Devlet kötüdür’ söylemi de böyledir. Bu, sadece, muhtemel Kürd devleti için dile getirilen bir slogandır. Yoksa, bu anlayışı dile getirenler hiçbir zaman, örneğin, Kürdlere/Kürdistan’a soykırım yapmış Irak’a karşı bir eleştiri, bir kınama yapmamışlardır. Bu bakımlardan ‘devlet kötüdür’ sloganı da Kürdleri/Kürdistan’ı müşterek olarak yöneten devletlerin, devlet çıkarlarına hizmet eden bir slogandır. Bu görüşü savunanların, örneğin bağımsız Filistin Arap devletini destekledikleri, bu süreci teşvik ettikleri de, çok yakından biliniyor.
Avrupa Birliği, Amerika Birleşik Devletleri
Burada, AB ile ilgili bir değerlendirme yapmak gerekiyor. 16 Mart 1988’de, Saddam Hüseyin rejimi Halepçe’de, Kürdlere karşı zehirli gaz kullandı. Altı binden fazla Kürd, çok kısa bir zamanda, zehirli gazların etkisiyle boğuldu. Binlerce insan yaralandı.
Fakat bu insanlığa karşı işlenmiş suç konusunda, dünyanın hiçbir yerinde bir tepki gelişmedi. Ne Paris’te, ne Londra’da, ne Roma’da,ne Berlin’de, ne Washington’da, ne Moskova’da bir tepki gelişmedi.Tel Aviv hariç dünyanın hiçbir yerinde, gösteri yürüyüşü vs. olmadı, protesto olmadı.
Saddam Hüseyin rejimi 1988 yaz ayları boyunca, Haziran, Temmuz Ağustos aylarında, Enfal soykırımını sürdürdü. 20 Ağustos 1988, sekiz yıl süren İran-Irak Savaşı’nın bitiş tarihidir. Bundan sonra Enfal daha yoğun bir şekilde sürdürülmüştür. Yüzlerce çukur açılmış, Kürdler, 75 kişi 75 kişi kurşuna dizilip bu çukurlara doldurulmuştur. Batı demokrasileri, ABD, Sovyetler Birliği,Türkiye, İran, Suriye gibi devletler elbette biliyorlardı. Ama Irak’ı destekleme politikası bu soykırımların da önünü açtı.
Batı’nın demokratik devletleri, 16 Mart 1988’de Halepçe’de yaşanan soykırıma karşı sesini yükseltseydi, Saddam Hüseyin 1988 yaz sonbahar ayları boyunca soykırıma varan bu kitlesel cinayetleri işleyebilir miydi?
Bugünse, AB devletleri, Kürdlerin referandum sürecine karşı duyarsız. Bu demokratik süreci tanımıyor. Varılan % 93 sonucu tanımıyor. Irak’ın birliği diyerek insanlığa karşı suç olan soykırımlara bile onay veriyor. Acaba evrensel demokrasinin bir istisnası mı var? ‘Kürdistan’da demokrasi işletilmeyebilir, Türkiye, İran, Irak, Suriye Kürdleri, Kürdistan’ı istedikleri gibi yönetebilir, her türlü idari ve cezai yaptırımı uygulayabilir, katliamlarla, soykırımlarla yönetebilir’ şeklinde bir istisnası mı var? Bu istisnaya Katalanlar da mı eklendi?
Acaba, ümmetçi enternasyonalin, ‘Bütün İslam hakları kendi bağımsız devletlerini kurabilir, Kürdler hariç…’ şeklinde bir anlayışı mı var? Kur’an'da, ‘Bütün İslam milletleri kendi devletlerini kurabilir, Kürdler asla…’ şeklinde bir ayet mi var?
Irak’ın birliği diyerek, otoriter, mezhepçi, soykırımcı, ırk devletinin yaşamasına yol veren, Kürdlerdeki demokratik gelişmeyi tanımayan, AB, Andrey Sakharov Barış ve İfade Özgürlüğü Ödülleri düzenlemekten de geri kalmıyor. Bu Andrey Sakharov (1921-1989) adının istismarından başka bir şey değildir.
Andrey Sakharov, Kürdlere yaşatılan soykırımı ayrıntılı bir şekilde incelemiş, Kürdlere, Kürdistan’a yapılan tarihsel haksızlığın bilincine varmış, Kürdlerin yaşadığı acıları duyumsamış, Kürd sorununu, Kürdistan sorununu Birleşmiş Milletler’e götürmek için çaba harcıyordu.
Ölümü, bu projenin yaşama geçmesine izin vermedi. Kürdlere yaşatılan bu acılar, AB’nin umurunda bile değil…
Demokratik Kürdistan’a karşı, otoriter, ırkçı, mezhepçi, soykırımcı devlete arka çıkan AB, Saddam Hüseyin Ödülleri düzenlemelidir. Bu ödülleri kazanmak için, Türkiye’den, İran’dan, Irak’tan, Suriye’den, Avrupa’dan o kadar çok aday olur ki, AB, birinci, ikinci, üçüncü seçmekte epey zorlanabilir. Ama, AB, bu zorluklara da katlanarak Saddam Hüseyin ödülleri düzenlemelidir. Böylece, Andrey Sakharov’un güzel adı da istismar edilmekten kurtulmuş olur…
14-15 Ekim tarihlerinde, Başkan Trump, İran’a ambargodan, İran’a yaptırım uygulamaktan söz ediyordu. Haşdi Şabi’yi yaptırım listesine aldık diye gürlüyordu. 16 Ekim’de, Kürdistan’a karşı, İran’ın yanında yer aldığı görüldü. Irak’a her yatırım, Haşdi Şabi’ye yatırımdır, İran’a yatırımdır. ABD, Kürdistan’a karşı İran’ın yanında yer alarak, İran’a karşı dile getirdiği ambargoyu bizzat kendisi delmektedir. Haşdi Şabi, Kürdlere, Kürdistan’a, ABD’nin IŞİD’le savaş kapsamında Irak’a verdiği silahlarla saldırmaktadır. ABD bu ağır silahları, Irak’a, Haşdi Şabi’ye vermiş ama Kürdlere vermemiştir.
Son 20-25 yıllık zaman içinde,30 civarında yeni devlet kuruldu. Sovyetler Birliği dağıldı. 15 yeni devlet çıktı. Yugoslavya dağıldı 7 devlet çıktı. Çekoslovakya kendi içinde ikiye bölündü. Eritre bağımsızlık kazandı. Güney Sudan bir referandumla Sudan’dan ayrıldı. Endonezya’ya karşı mücadele yürüten DoğuTimur Bağımsız oldu. Filistin Birleşmiş Milletler’de gözlemci devlet statüsü kazandı. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti çoktandır, devlettir. Bütün bunlar, dünyada çok doğal karşılanmıştır. Ama sıra Kürdistan’a gelince, yer yerinden oynamaktadır. Irak çok ‘kutsal’ bir devlet...
Türkiye Tarafı
Kerkük’ün Kürd düşmanı Haşdi Şabi’ye ve Irak güçlerine teslimi Türkiye’de, devlet ve toplum katında, basında, büyük sevinçlerle, coşkulu ifadelerle karşılandı. ‘Barzani’ye haddi bildirildi’ deniyordu. ‘Barzani’ye darbe vuruldu’, ‘Barzani’ye bir darbe daha…’, ‘Barzani’ye bir darbe de şuradan geldi…’, 'Barzani hiç beklemediği bir yerden de darbe yedi’ gibi açıklamalar, arka arkaya coşkulu bir şekilde sıralandı. Bu tür haberler sağ basında da, liberal basında da, sol basında da görüldü. Ümmet kardeşliği, İslam kardeşliği, halkların kardeşliği böyle olur…Halbuki, Kürdlerin, Kürdistan’ın küçük bir kazanımının, Türk tarafını nasıl üzüntülere sevk ettiği yakından biliniyor. Türk tipi kardeşlik böyle oluyor, böyle yaşanıyor. ‘Et tırnak gibi bir bütünüz’ kardeşliği, ‘kederde kıvançta biriz…’ kardeşliği böyle yaşanıyor. ‘Diyarbakır’daki, Doğu’daki Kürd kardeşlerimizi bizden daha çok seven yoktur’ kardeşliği böyle oluyor, böyle yaşanıyor..
Sonuç
Referandum elbette gerekliydi; % 72 katılım, % 93 olumlu oy bunun ne kadar gerekli olduğunu ortaya koydu. % 70 den aşağı bir katılım olsaydı, % 51-52 civarında olumlu oy olsaydı referandum yine geçerli olurdu, ancak, ‘Kürd halkı bağımsızlık istemiyor’ şeklinde bir propagandanın da önü de açılırdı. Şimdi ise bu sonuçlardan hiç söz edilmiyor. Böyle bir olgu yokmuş gibi davranılıyor.
Bu kaostan nasıl çıkılacaktır? Düşmanlarla işbirliği yaparak yaşamanın yaşam olmadığının bilincine varan bir Kürd nesli muhakkak kendini gösterecektir. Düşmanın kılıcını sallayarak yaşamanın uluslararası planda Kürdlerin onurunu kırdığının bilincine varan bir Kürd nesli muhakkak ortaya çıkacaktır. Bu yeni nesil, Kürd/Kürdistan politikasında daha etkili olacaktır.
Burada haddim olmayarak bir konuya dikkat çekmek gereğini duyuyorum. Bütün bu süreçte en Kürdi olan Başkan Mesut Barzani’dir. En dik duran, en diri duran Başkan Mesut Barzan’idir. Hedefteki isim Başkan Mesut Barzani’dir. Binbir türlü suikast planı hazırlıkları sır değildir. Başkan Mesut Barzani korunmalıdır. Böyle planlar, şüphesiz her zaman vardı. Ama günümüzde daha çok vardır. İkinci olarak Qosret Resul korunmalıdır. Kerkük Valisi Necmettin Kerim… Korunması gereken üçüncü kişi de Necmettin Kerim’dir.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.