Bilal G Shadi

Bilal G Shadi

Yazarın Tüm Yazıları >

Düşünün ki ! ( II )

A+A-

Dünya Savaşı sona ermiş, Osmalı yenik düşmüştü. Son Sultan son İmparatorluğunu gömmüş, son Veliaht Vahdeddin ailesini ve yakınlarını yanına alarak İtalya'ya, Sanremo'ya sonu bilinmeyen bir yolculuğa, sürgüne gitmişti.

Bazı kahinlerin dediğine bakılırsa 'İnsanoğlunun yarattığı her şey, bunların oluşumundaki nedenler ve çıkarlar ortadan kalkınca, iyisiyle kötüsüyle nihayete erer.'

Bir de, bunları sürdürmeye takati kalmadığında, tıpkı üç kıtaya yayılan Osmanlı'da olduğu gibi tecelli eden son gibi…

Son bir asırlık siyasi tarihimizin en çok tartışılan isimlerinden biri olan, Osmanlı Devleti'nin son padişahıyla ilgili ' Vatan haini, büyük vatan dostu' tartışmalar hâlâ 'A la Turka' usül devam ediyor.

Bir gün dost, bir gün düşman, resmi tarihe göre, ya da aykırı! Bu tartışmalar sonsuza dek devam edeceğe benzer.

Peki bu resmi tarih ne?

Biz buna, savaş döneminden önce ve savaş döneminde bile hanedan bireyliğine talip olan Mustafa Kemal'in savaş kahramanı olarak rol değiştirmesi deyip konumuza geçelim, yoksa işin içinden çıkılmaz.

Artık hanedana ihtiyacı yoktu. Osmanlının sadece 'Anadolu kalıntılarını yeniden yapılandırma’ için başrolü üstlenen Mustafa Kemal vardı.

Yani, uluslararası entrikalardan günlük hayata dair trajedilere, casusluktan cinayetlere dahil, tüm dünyayı sabırsızlandıran yeni rol sahibinin, nasıl ve ne zaman yeni yapılanmayı gerçekleştireceği bekleniyordu.

Beklenti şu, Osmanlı bitmiş, padişah ülkeyi terketmiş, artık yeni sınırlar çekilecek, yeni bir isimle yeni bir devlet kurulacaktı. Bu değişim bir ganimet değil de, bir paradigma olarak görülecekti.

Beklenti, yeni kurulacak ülkenin etnik yapısı, konuşulan dilleri ve farklı dini inançları göz önüne alınacaktı.

Beklenti, coğrafya, Sultan ve saltanattan kurtulmuş gerçekten daha medeni, daha demokratik bir ülke hayali içinde olan topluluklarla uygar bir ülke ve erdemli bir toplum oluşturmaktı.

Beklenti, yeni kurulan bu yeni devletin coğrafyasına geçmişine ve geleceğine uygun, çağdaş, çoğulcu ve çok kültürlü örgütlenmeler oluşturulmasıydı.

Beklenti, demokratik ve çok partili temsili parlamento oluşturulacak, düşünce ve din özgürlüğü garanti altına alınacakı.

Ama üzülerek belirtelim ki, tüm bu beklentiler boşa çıktı…

Coğrafyamızda adına, Türklerindir ha! diye gözlerimize sokulan “Türkiye” denilen yeni bir ülke kuruldu.

Birlikte, omuz omuza Kurtuluş Savaşı verdikleri 'kardeşleri' Kürtler, Lazlar, Çerkesler, Abaza, Arap ve Süryaniler tamamen unutuldu!

Ülke, dünyada hiç eşi benzeri olmayan 'yoktan var edilen' ve de 'Beyaz Zambaklar Ülkesinde' retoriki içinde, son derece itici bir “Türk ırkçılığı” temeli üzerine inşa edildi.

Ve tarifi mümkün olmayan tahribatlar yapıldı. Şoven, ırk, dil, din ve düşünce olarak hiçbir farklılığa tahammül edemeyen bir rejim peyda oldu.

Ancak farklılıkları ve özgürlükleri yok etmekle varlığını idame edebileceğine inanılan sakat bir devlet anlayışı oluşturuldu.

Düşünün ki, bu anlayış ülke nüfusunun yarısından fazlasının anadillerini tamamen yasakladı ve hiçbir resmi statü vermedi.

Ayrı inançlara mensup insanlar can ve mal güvenliklerinden dolayı, inançlarını açıkça dile getirmeye dahi cesaret edemediler.

Binlerce yıllık şehir ve köy isimleri yasaklandı. Onların yerine çoğu uydurma Türkçe isimler takıldı…

Düşünün ki, büyük beklentiler içinde olanlardan biri, dönemin Hindistan Başbakanı Nehru'ya “Çok şaşırdım, düne kadar ezilen halkların haklarını savunan Atatürk, kalkmış bugün silah arkadaşları Kürtleri ve yakın arkadaşlarını yok ediyor” dedirten bir zulüm uygulanmıştı. Büyük beklentileri olan Kürtlerin isteklerini kanla bastıran Mustafa Kemal'dan.

Düşünün ki, günümüzde, Atatürkçülük ya da Kemalizm dediğimiz bu düşünce, Kürt ve Kürdistan sorununda kendi insani ve ulusal hakları için direnenleri inkâr etmeseydi.

Kürt ve Kürdistani ayaklanmalara çizgi çekip, cehalet cürreti doğuran teoriler türetmeseydi.

Düşünün ki, bütün bu mozaik'i yaşatmakla, korumakla varlığını idame edebileceğine inanan bir devlet düşüncesi yaratılsaydı…

Herkese hak ve özgürlükler temelinde inşa edilen, sosyal adalete dayalı hukuk devleti anlayışı telkin edilseydi.

Dün, Koçgiri, Şeyh Said, Geliyê Zilan, Ağrı ve Dersim…

Bugün, Sur, Cizre, Silopi, Yüksekova ve Nusaybin olmazdı belki.

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.