Ekşi Elmalar'a ilaveten

Ekşi Elmalar'a ilaveten

Aziz Yağan

A+A-

Yılmaz Erdoğan'ın Ekşi Elmalar filminde yansıttıklarına .dünya ölçeğinde rastlanır. Bizdeki fark, biz hala toprağında yaşamaya devam eden bir toplumuz ve bu tür yansıtmalar, bizi hem toprağımızdan hem de kendimizden, benliğimizden uzaklaştırma endişesi verir.

Filmin üzerinde yükseldiği zeminin ne olduğu göz ardı edilince ya da zeminin yapı taşları ortaya konmadığında, aynı bilinçaltının izleyiciye bulaşması ya da bu içerikteki bilinçaltımızı güçlendirmesi olasıdır. Böylece her birimiz toplumumuza ve coğrafyamıza karşı öfkeyi içselleştirmeye başlarız. 'Nefret, beğenmeme, kaçınma, soğuma' bazen öğretilir.

Üretken Yılmaz Erdoğan'ın yaşantımızı, ilişkilerimizi bildiği, sorunlarımızı derinden hissettiği anlaşılıyor. Bazı sahneler yönetmenin acılarımızı taşıdığını belli ediyor. Bilinçsiz tandır kullanımının yol açtığı sağlık sorunu da bunlardan sadece birisi.

Erdoğan babaların kızları ile ilişkisini de gerçekçi ve sağlam veriyor. Evet, çoğu ilişki öyledir. Babalar kızlarına yabancıdır ancak meselenin unutulmaması gereken bir diğer boyutu da aynı babaların oğullarıyla da aynı kopukluğu ömrünce yaşıyor oluşudur. Evrensel ve oldukça yaygın bir sorunu yansıtan bu ilişki türü baba ve anneden kız ve oğullara yer yer aktarılmaya devam ediyor. Önemli olan bu problemi etraflıca anlamak, tanımlamak ve sorunlu birey yoluyla toplumda yol açılan hasarı en aza indirmeye çalışmaktır. Buna maruz kalmış ya da bunu tespit etmiş psikologlarımız, sosyologlarımız bu sorunu kıyasıya teşhir etmeye, neden olduğu tahribatları göz önüne sermeye ve çözüm önermeye bir gün mutlaka başlayacaktır.

Film kızların erken ya da istekleri dışında evlendirilmesine özellikle değiniyor. Elbette yaşı çok büyük olup da ilk ya da sonraki evliliğini çocuk yaştakilerle yaparak başka tür bir suç işleyenler konumuz dışıdır. Çocuk yaşta evlendirmelerin günümüzde özrü olamaz, insanlık dışıdır, suçtur ve affedilemez. Filmin yine göz ardı ettiği ya da göremediği bir şey var! Erkenden ya da istemediği halde evlendirilen sadece kızlar değildir, kimi erkekler de öyle evlendirilir ve benzeri sorunları erkekler de yaşar. Devam eden bir geleneği sürdüren ve sonradan gelenlere yani çocuklarına devreden olarak yetiştirilirseniz bu sizin kötü biri olmanızla değil, yaşantının doğası ile ilgilidir.

Filmde kuma sorunu da dile getiriliyor. Yine kumalığa karşı durmak için içimizde bunu yaşamış, başkasından izlemiş insanlarımızın bu konuda çalışma yaptıklarına ve toplumumuza kumalığın nasıl bir vahşet olduğunu anlatmaya çalışacak insanlarımıza da bir gün rastlayacağız. Muazzez'in evlenmek istemeyişine saygı gösterilmesi de ayrıca önemlidir.

Filmde, şiddetin bizde hangi boyutta kanıksandığına da yer veriliyor. Erkek egemen bir toplumda, erkek çocuklar dayak yiyebiliyorsa, kız çocukların ve eşlerin nelere maruz kaldıklarını siz düşünün! Yönetmen böyle diyor olabilir mi? Sahneler bölgeyi 1984'den sonra terk ediyor ve geride kalanların yaşantısının aynı biçimde devam edip etmediği belirsiz kalıyor.

Sorunlarımızı görerek ve belki de devam ettirerek yaşayan sayısız insanımız vardır. Bunun için (herhangi bir ideolojinin çerçevesine sığmayı dayatmayan) yazılar yazıldığına, dernekler kurulduğuna ve sorunların muhataplarıyla bu tür tartışmalar yapan, yol gösteren oluşumlara rastladınız mı? Bunları yapmak yerine kaçış gerekçeleri ve yolları oluşturmak soruların çözümünde garantili midir?

Filmde, Safiye 'Akdeniz'i görüp, denizi koklayıp geleyim' demiyor. O, denize ilk girişinde balık gibi yüzüyor. Antalya'ya tatil amaçlı değil temelli gitmek için çırpınış ve geride bıraktıklarını da yanına sürükleyiş yani bu denli kolay bir terk ediş, tükeniş sadece bize özgü olmalı! Halbuki yönetmen, bizi tıpkı Antalya ya da İstanbul'daki birçok insanın gitmeye çabaladığı New York'u özendirseydi daha gerçekçi olmaz mıydı? Yoksa yönetmene göre bizim New York'umuz Antalya, Muğla, Ankara, İstanbul mudur ya da neden Diyarbakır, Mardin ya da Hazar gölü değildir?

Yönetmene göre Antalya cennet de olsa, Kimi Antalyalılar da mutlaka bireysel, ailesel, toplumsal, kentsel, geçimsel, proje önerilerinin anlaşılmaması, belediye başkanı seçilememe gibi sorunlar yaşıyordur. O sorunları anlamak, önemsemek ve yerinde mücadele etmek yerine, yönetmenin Antalyalıların İzmir'e ya da Edirne'ye gitmesini işleyen senaryosu hazırda mıdır?

Topraklarımızı terk etmek için fırsat kollayan (geçim darlığı dahil) ya da 'Antalya, deniz, deniz kokusu ve portakal' için topraklarımızı terk etmeye hazır insanlarımızı da yansıtan, yansıtmadıklarını da cesaretlendiren film, kızlarımızın evliliğe bakış açısını ve evlilik başa gelince kendileri için olumlu yanlar çıkardığını işliyor. Ve yine yönetmenin burada yanıldığını öne süremem çünkü bu olguyu çok net verebilmiş.

Film, 1980 öncesi bölgedeki yerel ancak ulusal siyasi yapıların varlığına, kitleselliğine, yoğun yaşanan tartışmalara, bunların insanlarımızı nasıl etkilediğine yer vermeden, politik yaşamı sadece CHP ve AP çekişmesine indirgeyince panoramayı, gerçekliği, arka planı, nedenselliği kaybetmiş. O dönemki yerel ancak genelden bağımsız yapılanmalara değinmeyince, 1984 ve sonrası da paldır küldür sahnede belirip donakalıyor.

Romanlarla, öykülerle, filmlerle, yazılarla, şarkılarla bir ülkenin sorunlarından birini tartışmıyorsunuz ya da güya var olan bir 'iç ülkeyi' tartışmıyorsunuz; siz onlarca milyonluk otokton ve yolunu bulmaya çalışan bir milletin sorunlarını sergiliyorsunuz. Asimilasyon, isyan, eşkıyalık, kart kurt, tedip, tenkil, ıslahat benzeri kavramların, pratiklerin havada uçuştuğu bir coğrafyada sanat ya da 'iş' yapmak istiyorsanız, toplumuzun altüst oluş dönemlerini, hassasiyetlerini de ön plana almanız gerekmez mi? Almadığınızda, bilinçli ya da bilinçsiz ya da bilinçaltında yaşanan olumsuzluklarla tartışılmanız normal değil midir? Siz kaçamakça bile olsa bizi böyle kolay, böyle rahat ve Türkçe tartışıyorsanız, Türkü, Arabı, Fransızı, Almanı, İngilizi ve Farsı da tartışmaya dahil etmek zorunda değil misiniz?

Hikayeyi Hakkari'den 'alıp', Muğla'da kurduğu 'küçük Hakkari' setinde çekimleri yapılan filmin örgüsünde yer alan, almayan kimi sorunlara karşı yönetmenin (Hakkari'nin ilçe yapılmasına karşı çıkışı dışında) bir aktivist gibi davrandığına, ulusal ve uluslararası destek aradığına, organizasyonlarda yer aldığına ya da organize ettiğine, sorunlarımızın bir ya da bir kaçı için harekete geçtiğine umarız bundan sonra daha fazla şahit oluruz.

Bu tür sorunlarımız devam ettikçe; köklü, saygın, renkli ve zengin kültürümüzden, geri kalmışlığımızdan ve bunların sonuçlarından siyasal, sosyal, ekonomik, sanatsal kazançlar eldesine devam edilmesi doğaldır. Sorunlarımıza, pek de bizden kaynaklanmayan ve değiştirmeye şimdilik gücümüzün yetmediği geri kalmışlığımıza saygı gösterilmesini beklemek, en azından nedenlerinin doğru anlaşıldığını görmek hakkımız değil midir?

Cegerxwin, Şivan Perwer, Aram Tigran, Yılmaz Güney, Ayşe Şan, Malmısanij, Suzan Samancı, Mıgırdiç Margosyan, Yılmaz Erdoğan, Seywan Saedian, Mehmet Bayrak, Munzur Çem, Bahman Gobadi, Aziz Sancar, Haydar Selçuk, Yaşar Kemal, Dilber Ay, Samuel Agop Uluçyan, Ali Çiftçi, Roşan Lezgin, Mahsuni Şerif, Yıldız Tilbe, Ahmet Kaya, Karapeto Xaço, Yervant Bostancı, Coşkun Sabah gibi sayısız insanımızın üretkenliğinin kaynağı coğrafyamızın her alandaki zenginliği, birikimi, coşkusu, disiplini, samimiyetidir. Coğrafyamızın ruhunu terk ediş, bu bereketin sonudur. 

Kasım 2016

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.