En Heyecan Verici Taahhüt
.
Yeni bir çözüm süreci için muhalefetten adım atması bekleniyor. Lakin muhalefet, bilhassa da beklentilerin odağındaki CHP, kendi çözüm stratejisini ortaya koymuyor. Geniş kesimleri bir araya getirecek bir süreci nasıl tanzim edeceğini açıklamak, yöntem ve içeriğini somutlaştırmak, hakikatle yüzleşmek ve bunun gereklerini yerine getirmek ise muhalefete ivme kazandırabilir.
Son dönemde HDP’nin siyasi söyleminde çözüm sürecinin ağırlığı giderek artıyor. Parti yetkililerinin çözüm sürecine dönük açıklamalarında ise öne çıkan iki husus var:
İlk husus, 2013-2015 yılları arasında tecrübe edilen sürecin, Kürt meselesinin çözümü için çok kıymetli ve mühim olduğunun vurgulanmasıdır. Eş Genel Başkan Pervin Buldan’ın 7 Ağustos’taki İstanbul mitinginde çözüm sürecini “herkesin geleceğe umutla baktığı bir dönem” olarak nitelemesi, bunun somut bir örneğidir:
“Bu ülkenin en büyük sorunu Kürt sorunudur. Siyasetle çözülebilecek olan bir sorunu inkâr, imha ve savaşla çözmeyi deneyenler şimdiye kadar nasıl başarılı olamadıysa bu iktidar da olamayacak. Barış ve müzakere sürecinde Sayın Öcalan devredeydi. 3 yıl devam eden bir süreçte herkes geleceğine umutla bakıyordu. Kimsenin kapısına cenaze gitmiyor, kimse gözyaşı dökmüyor, evlatlarımız toprağın altına girmiyordu. Neden? Çünkü çözüm ve barış süreci vardı.”
Doğrusu, süreç devam ederken bile, HDP’de bu denli süreç yanlısı bir dil söz konusu değildi. Bugün ise birtakım eksiklikler ve hatalar içerse bile bu sürecin, Kürt meselesini şiddetin boyunduruğundan çıkarma ve demokratik zeminde bir çözüm inşa etme bakımından, tarihi bir değere sahip olduğunun altı çiziliyor.
“Hiç Kimse Masum Değil”
Peki, bu denli önem taşıyan sürecin yıkılmasının müsebbibi kimdi?
HDP’nin şimdiye kadarki resmi tutumu, tek sorumlunun iktidar -yani Erdoğan ve AK Parti- olduğu yönündeydi. Buna göre, HDP süreç içerinde üstüne düşenleri yapmış ama sürecin kendi aleyhine bir siyasi sonuç doğurduğunu gören iktidar, masayı dağıtmıştı. Tahmin edileceği üzere, iktidar cenahındaki hikâye ise bunun tam tersidir, orada da bütün hesap HDP ve PKK’ye çıkarılır.
Oysa şimdi HDP’de bu noktada da bir revizyonun olduğu söylenebilir. Zira Eş Genel Başkan Mithat Sancar, sorumlunun tespitine yönelik iki yönlü bir açıklama getiriyor: Bir yandan, içinde birçok muhatap bulunan ve belli bir toplumsallaşma düzeyine gelen sürecin çökmesinde günahın bütünüyle tek bir aktöre yıkılmasının gerçekçi olmadığını ifade ediyor. Menzile varılamamasında herkesin payının bulunduğunu belirtiyor.
Diğer yandan ise, sürecin taraflarını mutlak bir eşitlik içinde değerlendirmenin ve sorumluluğu eşit olarak iki taraf arasında paylaştırmanın da yanlış olacağını söylüyor. Sancar’a göre “Hiç kimse masum değildir” ama günahın büyüğü, elindeki araçlarla sürece menfi ve müspet tesir etmede HDP ve PKK’ye nispetle çok daha kudretli bir pozisyonda olan devlettedir.
Elbette bu tahlil tartışılabilir, taraflara farklı günah oranları çıkarılabilir. Ancak Sancar’ın bu okuması, arzu edilen neticeye varılmamasında bütün faturayı iktidara çıkaran yaklaşımdan farklılaşması ve süreçte aktif rol alan HDP ile PKK’nin sorumluğuna işaret etmesi bakımından önem arz ediyor. Sorumluluk ise, hiç şüphesiz, muhasebe ve muhakemeyi gerektirir. Fakat ne HDP’de ne de PKK’de böyle bir süreç işletildi; dolayısıyla muhasebe ve muhakeme mecburiyeti, salt iktidar için değil, HDP ve PKK için de geçerliliğini koruyor.
“Barış ve Toplumsal Dönüşüm”
HDP’lilerin beyanlarında vurgulanan ikinci husus da, yeni bir çözüm sürecine duyulan ihtiyaçtır. TELE 1’de Enver Aysever ile yaptığı söyleşide, dünyanın her yerinde çatışmaları çözmenin zaman aldığını belirten Sancar, hiç kimsenin bir kerede başarıya ulaşmadı diye barışı siyaset içinde aramaktan vazgeçemeye hakkının olmadığını söyledi.
Sancar’a göre, yeni bir barış süreci için, evvela topluma dair bazı temelsiz ön kabullerden vazgeçilmelidir. Toplumun çözüm için yapılacak demokratik hamlelere tepki göstereceği şeklindeki varsayımlar gerçeğe tekabül etmemektedir. Siyasi aktörler, geleneksel devlet refleksinden taviz vermek istemeyenler ile çatışmanın devamından medet umanların anlayışını yansıtan bu çizgiye hapsolmama basiretini göstermelidir.
Çözüm sürecini hatırlamak bu bağlamda öğretici olacaktır. Sürece verilen desteğin kısa sürede yükselmesi, insanların barış için siyasi enstrümanların kullanılması fikrine uzak durmadığının nişanesiydi. Bugün de mimarisi doğru yapılmış bir sürece, toplum destek verir. O nedenle siyasilere düşen, eski sürecin hakkını teslim etmek ve ondan alınacak derslerle yeni bir süreci tasarımlamaktır.
Sancar, yeni bir sürecin, bir “barış ve toplumsal dönüşüm süreci” olarak programlanmasını öneriyor. Bu kadar kapsamlı bir süreç ise geniş bir tabana dayanmayı gerektirir. Başlangıçta sürecin dar kapsamlı bir biçimde yürütülmesi bir zorunluluktur. Ancak belli bir aşamaya geldiğinde, sürece katılımı sağlayacak mekanizmalar oluşturulmalıdır. Çünkü bütün toplumu etkileyecek bir süreç, sadece bazı aktörler arasındaki kapalı devre görüşmelere bağlanamaz ve böyle bir metotla başarı da sağlanamaz.
Yeni Bir Barış Taahhüdü
Geniş bir siyasal mutabakatın oluşturulmasında Meclis, hayati bir işlev görür. Geçmişte taraflar, bilhassa iktidar, süreci kendi kontrolleri altında tutmak istediklerinden Meclis’i işe dâhil etmede pek hevesli davranmamışlardı. Oysa Meclis’in varlığı sürece birçok fayda sağlayabilir. Meclis; sürece has mekanizmaları şeffaf ve güvenceli kılar, toplumun haberdar olmasını ve katılımı sağlar, sürecin ilerlemesi için gerekli yasal ve anayasal düzenlemeleri yapar. Meclis üzerinden toplumsallaştırılan bir süreç, bozucu ve yıkıcı unsurlara karşı dayanıklılık kazanır.
Peki, verili durumda böyle bir sürece kim talip olur?
HDP, mevcut zihniyeti ve ortaklık yapısıyla iktidarın böyle bir sürecin altına girmeyeceğini/ giremeyeceğini düşünüyor. Ama eğer olur da iktidar, bu yöne döner ve Kürt meselesinin sorun alanlarında iyileştirici düzenlemeler yaparsa da buna itiraz etmeyeceğini, destekleyeceğini bildiriyor.
Muhalefetten ise somut bir adım atmasını bekliyor. Lakin muhalefet, bilhassa da beklentilerin odağındaki CHP, kendi çözüm stratejisini ortaya koymuyor. Henüz buna cesaret göstermiyor ve ileride göstereceği de şüpheli. Evet, Kılıçdaroğlu Roboski ziyareti gibi bazı sembolik ataklar yapıyor, ama iş esasa gelince CHP karnından konuşuyor. Muhalefet nasıl bir çözüm önerdiğini açıklığa kavuşturmadıkça da, çözüm için gerekli hamlelere ancak Erdoğan’ın cesaret edebileceğini öngören bir anlayış, belli kesimlerdeki canlılığını ve gücünü koruyor.
Yazının tamamına buradan okuyabilirsiniz
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.