Erdemlerin „Suç"a, Suçların „erdem"e dönüştüğü an!
İnsan olmak; sadece iki göz, iki el – ayak, iki kulak ve gövde üstünde duran bir kelleden ibaret değildir. İnsanı yücelten en önemli değerler, insan olmaktan kaynaklanan değerlere sahip olmaktan geçer. Eğer bu değerler, insan yaşamında kırmızı çizgiler değilse ve insan bu değerlerin ihlal edilmesine karşı duyarlı değilse; her zaman devlet ve kurumları bu suçu işler. Hesap sorma ve hak savunma mekanizmaları olmayacağı için de. Sürekli tekrar edilir bu.
İnsan güvensiz duruma gelir.
Devlet bütün, barbar yöntemleriyle bu suç dosyasına, yeni suçlar ekleyerek güç kazanmaya ve ayakta kalmaya çalışırken de birey, bu suç kurumunun bir dişisi olarak, hiç bir şey olmamiş gibi yoluna devam eder; gelen itirazlara, karşı çıkışlara, ve tepkilere göz yumulur, kulaklar kapatır. Hatta bununla yetinmez, bir de „yüce devlet"e hak veririlir(!)..
Kimileri de bu „ suç mekanizması"nı savunur methiyeler dizer ve devletten „aferin" alır. Bu bir sistem ve bir anlaşma ile birey-devlet-toplum arasında bir suçortaklığı yaratılmiş olur. Birey, bu suç sözleşmesinin bir ortağı olarak; bireyden topluma kadar bir dokunulmazlık zırhına ihtiyaç duyar. Bu devlet denilen canavara ve yarattiği sisteme giydirir. Bu ırkçı toplum-devlet denilen sistem neye onay verirse o „erdem" neyi yasakliyorsa da o „suç" olur. Bu bir sözleşme. Toplumu devlet-sistemle buluşturan bir sözleşme.
Türklük denilen egemen ulus ırkçılığının sistem eliyle geliştirip örgütlendiği nodkta da burası. Türklüğü „erdem"lerden, türk olmayı övgüden alan nokta, karşıtını, ya da ondan olmayanı dışlayan, yasaklayan, suçlu muamelesine tabi tutma noktası devlet ile Türklüğü benimseyen toplum arasında bir sözleşme olarak önümüze çıkar. Yasaklama, küçümseme, dışlama, varlığını inkar; ırkçılığın dozları olarak sistem sözleşmesinin süreçleri olarak önümüze çıkar. Bu sokakta, işyerinde, orduda, devlet kurumlarında, partilerde, basında, okullarda, üniversitelerde „devleti savunan zırhlar"(!)olarak önümüze çıkar. Hepsi ırkçılığın barız örnekleridir.
Sokaklarda Türklerin Kurd avına çıkma, kurdleri linç etme, yakalatıp devlet kolluk kuvetlerine teslim etme, Kurdlerin dükanlarını yağmalama, Kurdlerden alışveriş yapmama, kurde ev vermeme, Kurdçe konuşanı terrorist ilan etme, mahalle ve işyeri baskısı; bu sistemin toplum ile birlikte oluşturduğu suçortaklığı, sözleşmesinin pratik sonuçları olarak kendini gösterir. Bu uygulamaları, devleti olan ve sestemle birleşen toplumlar, ancak böyle bir sözleşmenin bir parçası olarak sokak görevini yapar.
Devleti ve sistemi olmayan toplumlar bunu yapamaz. Soykırım ve jenosid suçlarının toplumsal boyutu-organizesi de devlet eliyle, toplumun iştirakı ile devlet-toplum suç ortaklık sözleşmesi olarak vuku bulur. Ermeni soykırımı, İstanbul 15.16 Haziran olayları, Kurd ulusuna karşı Türk toplumunun tahamulsüzlüğü bunun açık örnekleridir. Bu açık Türk ırçı saldırıları, Türk toplum-devlet suç ortaklığı sözleşmesi gereği vuku bulmuş olaylardır.
Bu suç ortaklığı, siyasal akımlar içinde; miliyetçisinden, islamcı liberalinden, demokrat-sosyalistine kadar, çeşitli yöntem ve dozlarda, farklı metodlarla önünüze çıkar. Hepsinin bir ortak noktası vardır. „Devletin birliğini, türklüğün üstünlüğünü, devletin Türk devleti olduğunu; koruma ve dine-devlete zeval vermeme"(!) adı altında ortak oldukları bir toplumsal sözleşme vardır.
Ülke bazında devlet içinde ırkçılığı görünmez kılan „türklük sözleşmesi" dediğimiz bu türk toplumun devletle suç ortaklığı sözleşmesidir. Basında, okullarda, Üniversitelerde, askeri karargahlarda, mahkemelerde, hapishanelerde, sokakta-camide bu ortaklık çok net; ondan olmayanı afaroz, dışlama ve suçlu kürsüsündeki devlet-toplum tarafından ötekileştirilenin ortam baskısı oluşturulur ve yüzüne vurulur. Devletin bu toplum-devlet suç ortaklığı sözleşmesine katılım, ister pasif, ister aktif bir katılım olsun, katılımın ortaklığına iştirak olarak kendisini gösterir. Tıpkı mahkemede; savcı, hakim ve kararı yazan katip ortaklığı gibi. Biri „suçlu"nun suçunu ilan eder, biri eline avucuna alır tartar ve diğeri de alınan kararı kağıda geçirir. Üçlü bir suçortaklığı olarak bu sistem işler.
Doyisiyle devletin organize ettiği ırkçılık, devlet-toplüm bütünlüğü içinde „meşru" bir zeminde, kendilerinden olmayan herkesi dışlayan bir karekter kazanır. Türk ulus bilinci bu suç ortaklığında „yücel(!)tilirken"; egemenliği altına aldığı diğer ulusların ulus bilincini „ırçılık" olarak yorumlar. Çünkü egemen ulusun mayasındaki ırkçılığın en önemli karekterlerden biri, ezilen ulusun uluslaşma bilincine ket vurma, yoketme ve „suçlu konumuna sokma" vardır.
Bu „ötekini kötüleme metodu" devlet sistemi olarak işler. Bu sistem içinde pasif ve aktif yer alma farketmez, devletin bu oluşturulan ideolojik zırhında bir suçta ortaklık sözleşmesi olarak önümüze çıkar. Mesela Kurdleri yok sayan, inkar eden ve bu versiyonun teorisini yapan „bilim" şahsiyeti ile, bilinçli bir şekilde bilimsel araştırmalarında Kurdlerden sözetmeyen, görmezlikten gelen araştırmacı arasında fark yoktur..İkisi de ayni sistemin parçaları olarak iş görür.
Sistem içinde bu işleyiş; İnsan olmaktan kaynaklanan yaşam hakkı ve insani değerler yerine, ucube „devlet değerleri" geçer. Yani insani değerler ve insan olmaktan kaynaklanan yaşam hakkı yerine, devletin kendi sistemini kurumak için oluşturduğu "değer"ler yer alır(!) Bu değerler ırkçılık temeli üzerine kuruludur. „Bu devlet Türklerindir, türkleri üstün ırk görme"(!) teorisi, bariz bir şekilde diğer ulusları küçümseyen, yok sayan, dışlayan bir ırkçı sözleşmedir. Türk toplumsal sözleşmesidir.
Türk devletinin „Türk-İslam-kemalizm-sol" hamuru, bütünsellik içinde, bu devlet-toplum suç sözleşmesi"nin dinamikleri olarak toplumda vucut bulur. O noktadan sonra, toplum, artık insanlık ailesinin bir üyesi değil, barbar bir devletin dişini oluşturan mekanizmanın bir parçasıdır. Türkçülüğün karşısında olana, egemenliğine aldığı ulusa, dini ve ulusal azınlıklara karşı; Türk toplumu, bütün olanakları bu mekanizmanın devamı ve güçlendirilmesi için çalıştırır.
Bir kurdün „Kurd partisinin başında bir Türk olmamalı, bir Kurd olmalı" belirlemesi; devlet sisteminin yarattığı ırkçılık atmosferi nedeniyle „kınama"ya tabi tutulur. Oysa bu çok doğal bir önermedir ve bu önerme „kurdler kendi kendilerini yönetmelidir" önermesi kadar bir hak ve meşrudur.
Türk ırçılığı, devlet sistemi içinde kendi barbarlığını, egemen ulus zorbalığı ile sürdürürken, Kurd ulusunun ulusal demokratik talepleri; aydını, solcusu, demokratı, islamcısı tarafından „ırkçı bir talep" olarak yorumlanması, tamamen devlet-toplum suç ortaklığının yarattığı bariz bir örnektir.
Bakın HDP'nin resmi kurum ve şahsiyetleri bir ağızdan bu öneriye ne cevaplar vermişler..Örneğimizi tamamlamak için bir kaçını belirtelim. Sırrı Sureya Önderden, Ahmet Türk ve Meral Danıştan, Serpil Kemalbay'a kadar; devlet-toplum suçortaklığı sözleşmesinin gereği olarak; „Hasip Kaplan'ın sözleri vahim ve korkunç, Hevesiniz kursağınızda kalacak, HDP halklar bahçesidir, Hasip Kaplan'ının açıklaması ırkçı bir açıklamadır"(!) gibi. Bütün bunlar statü açısından kurdlerin kendi kendilerini yönetme talep ve biçimlerine karşı „kurdün türk toplumunun üstünlüğünü kabul etme, Türke itaat etme ve ilalebet kölesi olarak eriyip türkleşmesini savunmak"(!)tadırlar. En azında bu sistemin dişleri adına sol cenahtan tepkilerini göstermektedirler. Türkün İslancısını, kemalistini ve liberal-demokratını da konuşturursanız, bir aşağı, bir yukarı ayni şeyleri söylerler..
Oysa her insanın, her ulusun kendi toprakları üzerinde özgürce yaşama hakkı var. Kendi kendini yönetme hakkı vardır. Yönetme hakkını sadece türke ait bir hak olarak gören zihniyet, Türk toplum-devlet ırçılığının suç ortaklığı zihniyetidir. Üstelik bunu Kurdün kanı ve enerjisiyle yapmak, daha vahim bir durumdur.
Hiç bir din, hiç bir kurum ve hiç bir devletin varolma hakkı, bir ulusun kendi kendini yönetme ve ikame etme hakkının üstünde değildir. İnsanın yaşama hakkı kutsaldır!
Öyleyse ulusların kendi kendini yönetme talebine, insanın kendi değerleriyle yaşama hakkına karşı olma; bir sistemin içinde toplum-devlet suç ortaklığı olarak tecelli ederki, asıl sosyal vaka budur. Tehlikeli olan, Kurdün kendi kendini yönetme talebi değil, bunu rededen zihniyettir.
14.01.2018
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.