Eski Diyarbakır Baro Başkanı Aktar: Kürtlere karşı işlenen insanlık suçu cinayetleri, Vedat Aydın’la başlatıldı

Eski Diyarbakır Baro Başkanı Aktar: Kürtlere karşı işlenen insanlık suçu cinayetleri, Vedat Aydın’la başlatıldı

.

A+A-

Ruken Hatun Turhallı/Basnews

Diyarbakır, Halkın Emek Partisi İl Başkanı Vedat Aydın bundan 30 yıl önce 5 Temmuz 1991 tarihinde, Diyarbakır’ın Şehitlik Semti’ndeki evinden sivil polis giyimli 5 kişi tarafından sorgulanma bahanesiyle götürüldü. Götürüldükten iki gün sonra 7 Temmuz günü Elazığ’ın Maden İlçesi’nde bir köprünün altında cenazesi bulundu. Geçtiğimiz 30 yıl süresince devam eden soruşturma şu an zaman aşımı süreciyle gündeme getirildi.

Kamuoyuna hakim kanı şu şekilde; Vedat Aydın cinayetinde, en başından beri deliller toplanmadı ve faillerin üzerine gidilmedi. Soruşturmada JİTEM itirafçısı Abdulkadir Aygan’ın ifadeleriyle kısmen ilerleme sağlandı. Ancak delillerin toplanmamış olması ve olayın üzerine kararlılıkla gidilmemesi nedeniyle bir sonuç alınamadı.

Vedat Aydın davasının hukuken yürütülme şeklini, delillerin karartılmasını, davanın zaman aşımına uğratılmak istendiği tarih kodlamasını, şu ana kadar yürütülen hukuksal mücadeleyi ve bundan sonrası için yapılması gerekenleri, Diyarbakır Eski Baro Başkanı Avukat Mehmet Emin Aktar ile konuştuk.

Öncelikle şunu sormak istiyorum, Vedat Aydın 5 Temmuz 1991 günü kaçırıldı ve şimdi 5 Temmuz 2021’de zaman aşımına uğrama ihtimali gündemde sizce bu tesadüf müdür? Yoksa belirlenmiş bir tarih kodlanması mıdır?

Şöyle bakmak gerekiyor kanımca, Vedat Aydın 1991 yılında 5 Temmuz’u 6 Temmuz’a, Cuma gününü Cumartesi gününe bağlayan gece kaçırıldı. Cumartesi günü bütün araştırmalarımız ve telefonla aramalarımıza rağmen bize hep yok denildi. 7 Temmuz Pazar günü de cenazesi Elazığ’ın Maden ilçesinde bulunan bir köprüye yakın atılmış vaziyette bulundu. Bu köprü Diyarbakır’dan Elazığ’a giden yol güzergahı üzerinde bulunan Elazığ tarafında olan bir köprü.

“Kürtler açısından bu tür öldürme olayları zaman aşımına uğratılıyor, Vedat Aydın davasında da aynı durum söz konusu”

Bütün Kürtler açısından bu tür öldürme olayları zaman aşımına uğratılıyor. Vedat Aydın davasında da aynı durum söz konusu. 5 Temmuz 1991, davanın başlangıç tarihi olarak kabul edildiği ve şimdi de üzerinden 30 yıl geçtiği için ve herhangi bir işlem yapılmadığından zaman aşımına uğratılmak isteniyor. Bizim yaptığımız hukuksal çalışmalar kapsamında dava dosyasında “Yeşil” kod adlı Mahmut Yıldırım hakkında yakalama kararı çıkartıldı. Bu yakalama kararı nedeniyle normal prosedüre göre uygulanan zaman aşımı sürecini yarı yarıya uzattı. Ama unutmamak gerekir ki bütün mesele bundan ibaret değildir. Zaman aşımı uygulamak doğru mu değil mi diye sorulduğunda, yeni çıkartılan ceza kanununa göre insanlığa karşı suç kapsamında olan suçlarda zaman aşımı kavramı uygulanmamakta. Şimdi sizin sorduğunuz soruya gelecek olursa Vedat Aydın cinayeti ve daha sonrasında gelişen cinayetler ele alındığında merkezi bir yerden verilen ve hayata geçirilen cinayetlerle karşı karşıyayız. Bu cinayetler daha sonra 1995 – 1996 yıllarına kadar devam etti ve Kürdistan’da yaygın bir yöntem olarak uygulandı.

“Vedat Aydın cinayetiyle başlayan ve daha sonra binleri bulan bu cinayet serisinin insanlığa karşı işlenmiş suç kapsamında ele alınması en doğru yaklaşım olacak”

Burada en fazla göze çarpan bütün cinayetlerin birbirine benziyor olması, soruşturmayı düşürmek için davayı bir ilden alıp başka bir ile gönderme gibi yöntemlerle yürütülen bir yaklaşım vardı. Soruşturmayı engelleme, sekteye uğratma, cenazelere ulaşmama, kaybetme gibi yaklaşımlar da yürütülüyordu. Bu da dediğim gibi merkezi bir kararın varlığı çerçevesinde uygulanan sistematik bir yaklaşımın olduğunu gösteriyor. Bu merkezi karar çerçevesinde Kürtlere karşı uygulanan bu karar insanlığa karşı uygulanmış cinayetler kapsamında ele alınılmasını gerektirmektedir. Yani Vedat Aydın cinayetiyle başlayan ve daha sonra binleri bulan bu cinayet serisinin insanlığa karşı suç kapsamında ele alınması en doğru yaklaşım olacaktır. Bu açıdan ele alınırsa insanlığa karşı  suçların zaman aşımına uğramaması gerekmektedir ve tam neticelendirilene kadar sürdürülmesi zorunludur.

Açıklama yok.

Vedat Aydın cinayetini ele alan dava Türkiye mahkemelerinde hangi şekilde ve hangi yöntemlerle ele alındı?  Adli değil siyasi olan bu davaya nasıl yaklaşıldı?

Faili meçhul cinayetler dosyası olarak bakıldığında, bu tür davalar sürekli arama şeklinde yürütüldü. Ama 2011 yılında atanan savcı, özel yetkili bir savcıydı. Yani terörle mücadele kapsamında olan suçları inceleyen savcılıklar bünyesinde olan bir savcıydı. Bu nedenle Vedat Aydın cinayeti de bu kapsamda olduğu için politik bir cinayet kapsamında ele alındı. Zaten başından beridir de hem ailesinin verdiği ifadeler hem de Vedat Aydın’ın katledilmeden önceki hayatı, cinayetin işlenme biçimi gibi faktörler bir araya getirildiğinde, Vedat Aydın’ın devlet erkini kullanan bir yapı tarafından katledildiği aşikardır. Bu gizlenemeyecek kadar açık bir durumdur. Bu nedenle Vedat Aydın cinayetini adli bir vaka olarak ele almaları mümkün değildir. Zaten bugüne kadar bu cinayetin arkasında olanların bulunamaması veya tespit edilememesinin sebebi de bu cinayetin siyasi bir cinayet olmasından kaynaklıdır. Bu tür cinayetlerin aydınlatılabilmesi için  devlet erkinin bir irade göstermesi gerekiyor ama devlet erki de siyasi bir cinayet olması nedeniyle herhangi bir irade göstermiyor. Bu siyasal irade devlet erki veya hükümetler tarafından gösterilmedikçe de Vedat Aydın cinayeti gibi cinayetlerin aydınlatılması mümkün görülmemektedir.

Davanın ilk başladığı günden itibaren savcılar tarafından bir soruşturma ve incelemenin başlatılması gerekiyordu. Bu soruşturma ve inceleme çalışmaları görevli savcılar tarafından nasıl yürütüldü veya yürütülmediyse neden yürütülmedi?

Aslında hiçbir ciddi soruşturma durumu söz konusu olmadı. Olayın başında Vedat Aydın’ın eşinin beyanı alındı. Eşi Şükran Aydın’ın beyanı doğrultusunda eşkaller çizildi.  Sonraki tarihlerde çizilen eşkallerden birinin dosya arasında bulunmadığı belirtildi. Hem etkin bir soruşturma yürütülmedi ve hem de deliller karartıldı.  Etkin soruşturma yürütülmeyince 30 yıl sonra failler ortaya çıkarılsa bile bunları bugün teşhis etmesi mümkün değildir. Fakat devlet isterse kendi arşivlerinden o gün kimlerin görevli olduğunu, kimlerin Vedat Aydın’ı almaya geldiklerini vb. şeyleri cevaplandırabilecek imkanlara sahiptir. Yani burada Vedat Aydın’ı almaya gelenlerin devlet elemanları olduğu konusunda hiçbir kuşku yok. Gelip evinden alacaksınız, götürüp vahşice işkenceler uygulayacaksınız, daha sonra katledip ıssız bir yere atacaksınız. Elbette ki yapanlar ve orada bulunanlar açısından bu çokta gizli yöntemlerle yapılmamış olsa gerek. Ve elbette yetki erkine sahip olanların da bilgisi dahilinde yapıldığı gün gibi ortada olan bir durum. Yani devlet gücü olmadan bu şekilde bir insanı alıp götürüp işkence etmek, katletmek ve hiçbir iz bırakmamak olacak bir şey değildir. Zaten sonrasında birçok insan olay mahallinde boş kovanlara rastladıklarını beyan ettiler. Bu boş kovanların balistik incelemeyle bile kimlere ait olduğu tespit edilebilirdi rahatlıkla ama bilerek yapılmadı. Bunun da sebebi açıktır.

Açıklama yok.

Diyarbakır İl Emniyet Müdürlüğü’nde yapılan ilk soruşturmada Vedat Aydın’ın eşi Şükran Aydın çizilen 3 robot resimde o gece gelenleri teşhis ediyor ve dosyaya ekleniyor. Fakat 2011 yılında teşhis edilen bir polisin isminin dosyadan çıkartıldığı tespit ediliyor. Delilleri karartma ve suçluları koruma uygulamaları nasıl bir süreç ve yöntemle gerçekleştirildi?

Kişilerin tespitinden çok Şükran Aydın’ın çizdirdiği robot resimler var. Yani yaptığı tarifler üzerine çizilen eşkal resimler bulunmakta. Ama çizilen robot resmin gerçeğe çok uyduğu, kimlik tespitinin rahatlıkla yapılabileceği ve rahatlıkla yakalanabileceğini ama bunun bilinçli bir şekilde dosyadan çıkarıldığını düşünüyorum. Ama işte üzerinden 30 yıl geçmiş bir dava ve uzun bir süre biz avukatlar için bile dosyalara erişime izin verilmedi. Yani istediğimiz şekilde dosya veya soruşturma içeriklerine ulaşma şansımız olamadı. Ama daha sonra yasanın değiştirilmesi ve avukatların erişimine de izin verilmesiyle, avukatların başvurmasıyla bu gerçeklerle karşılaştık. Yani burada çizilen robot resmin dosyada olmadığı fark edildi.

Vedat Aydın cinayetinden sonra, Vedat Aydın’a yakın olanlar ve birlikte çalışanlar farklı basın yayım kuruluşlarına röportajlar verdiler. Burada en önemlisi Şükran Aydın’a ve o dönem Diyarbakır HEP İl Başkanı Hüseyin Turhallı’ya telefon aracılığıyla Vedat Aydın’a yapılan işkence esnasındaki çığlıklarının dinletildiği ifadeleri ve açılan telefon numarasının Diyarbakır İl Jandarma Merkezine ait olduğu tespit edildi. Bu röportajlarda dile getirilen bu hususlar soruşturmayı yürüten bir savcı açısından bir ihbar olarak kabul edilemez mi?

Hiç kuşkusuz. Yani başta da söyledim; devletin karar mekanizmaları içerisinden bir ekip tarafından başlatılan bu cinayetler serisinin sağlıklı bir şekilde incelenmesi ve buna göre aydınlatılması, devlet siyasi erkinin güçlü bir iradesi olmadan gerçekleştirmek mümkün değildir. Sizin soru içerisinde bahsettikleriniz tarafsız bir soruşturma yürüten savcı açısından çok önemli delillerdir. Yani Vedat Aydın’ın eşi Şükran Aydın’ın veya Vedat Aydın’ın katledilmesi sonrası HEP Diyarbakır İl Başkanlığı’na seçilen Hüseyin Turhallı’nın bu anlattıkları tamamen bir tanıklık kapsamındadır. Ama baştan beri söylediğim şekilde bu cinayet adli bir vaka değil. Yani katiller açısından bir devlet koruması durumu söz konusudur. Katilleri devlet ortaya çıkarmadığı sürece siz nasıl tespit edebilirsiniz ki. Böyle bir şansınız yok. Bunu yapabilecek bir ülkeye de sahip değilsiniz. Bu nedenle sadece iddialarda bulunabilirsiniz. Yani failler konusunda bizim açımızdan bir kuşku yok. Fakat ciddi bir soruşturma açılmadan, etkin bir şekilde inceleme, soruşturma yapılmadan doğru bir neticeye ulaşmak mümkün olmayacak.

Açıklama yok.

Şükran Aydın’ın, Diyarbakır İl Emniyet Müdürlüğünde ilk ifadesi Hüseyin Kocadağ tarafından alınıyor. İlk ifadesini verirken failleri robot resimlerden tespit ediyor. Faillerin tespit edilmesinden sonra davadan vazgeçilmesi isteniyor. Hatta geri adım atmadığı ve ifadesini geri çekmediği için tehdit ediliyor. Daha sonra Hüseyin Kocadağ, 3 Kasım 1996’daki Susurluk kazasında ortaya çıkan devlet, çete ve siyaset üçgenin de yer alan birisi olarak yeniden ortaya çıktı. Sizce bu iki durumu ele aldığımızda neler söylenebilir?

Şimdi öncelikle Şükran Aydın için söylediklerinizin olup olmadığı konusunda bilgi sahibi değilim. Ama ifadesinde bu söyledikleriniz gelişmişse doğrudur. Tabi bunu ancak Şükran Aydın’a sorarsanız daha sağlıklı bir cevap alabilirsiniz.

-Kendisiyle yaptığım bir röportajda bu söylediklerim kendisinin anlatımlarıydı.

Dediğim gibi bu konu hakkında bilgi sahibi değilim. Ama kendisinin o süreçte büyük bir travma yaşadığını biliyorum. Sonuçta eşini, hayat arkadaşını kaybetmişti. Biz burada çok sevdiğimiz, saydığımız ve değer verdiğimiz bir arkadaşımızı, abimizi kaybettik. Buna rağmen büyük üzüntü ve acılar yaşadık ama dediğim gibi Şükran Aydın eşini, hayat arkadaşını, kendi yarısını kaybetti. Dolayısıyla herkesten daha fazla etkilendi. Çünkü o’nun kaybı hepimizin kaybının toplamından daha fazlaydı. Bu nedenle o süreçte başından neler geçti, neler yaşadı, neler hissetti elbette kendisi daha iyi bilir ve daha iyi anlatır. Ama genel anlamda bu durum hepimizin karşılaştığı bir gerçekti. Biz avukatlar olarak gidip sorduğumuzda dahi tehditlerle karşılaştık. Neden soruyorsunuz, neden peşine düşüyorsunuz vb. sorularla karışık tehditler hiç eksik olmadı.

“Vedat Aydın’la başlayan ve devam eden süreç çok kanlı ve acımasızdır”

Bu dönemlerde ve ileriki süreçlerde öyle şeylerle karşılaştık ki, insanlarımız gözaltına alındıktan sonra kaybedildiler, kaçırılıp katledildiler, avukat gerektiğinde avukat bulamadılar vb. Bu anlamda Vedat Aydın’la başlayan ve devam eden süreç çok kanlı ve acımasızdır. Bu nedenle dönüp arkamıza baktığımızda içinde her türlü vahşetin, insanlık dışı yaklaşımın mevcut olduğu yıllardan bahsediyoruz. Dolayısıyla bu da bizi normal olmaktan, normal davranmaktan oldukça uzaklaştırdı. Şunu iyi biliyorduk; bu cinayetler devlet içerisinde palazlanmış bazı güçler tarafından yapılıyordu. Dolayısıyla devletin gözetiminde, devletin ajanları ve görevlileri yapıyordu. Doğru, bunu bazı tetikçilere, çeteler yaptırıyorlardı ama arkasında bir devlet koruması, güvencesi söz konusuydu. Aksi halde bu kadar cinayetin bu şekilde pervasızca işlenmesi mümkün değildir.

Açıklama yok.

“Hiçbir devlet görevlisi kendisine bir devlet koruması ve güvencesi verilmeden böylesi cinayetleri işlemesi olası değildir”

Özcesi hiç bir devlet görevlisi kendisine devlet koruması ve güvencesi verilmeden böylesi cinayetleri işlemesi olası değildir. Ama tabi ki Hüseyin Kocadağ gibi isimler sonraki yıllarda ayyuka çıktılar. Başka cinayetlerde de hakkında davalar açıldı ama devlet içerisinde yargı kurumlarına yerleşmiş bu türden kişiler nedeniyle soruşturmaların ve yargılanmaların önünün alındığı, daha sonraki yıllarda tespit edildi. İşte bu türden yargı mensuplarının varlığı, bunların devlet tarafından korunması ve desteklenmesi gibi durumlar nedeniyle doğal olarak bu türden vakaların peşine düşen insanlarda çoğu zaman korku atmosferi oldu ve bu atmosferde insani bir atmosferdi. Nitekim bu tür olayların peşine düştükleri için katledilen ve başlarına en ağır olaylar gelen arkadaşlarımız da oldu. Yani o süreçte yaşanılan korku ve tehlikeli atmosferi şu an size tarif edemem. İnanıyorum ki Şükran Aydın’da bunu tarif edemedi. Bugün geriye dönülüp bakıldığında o dönemlerde yaşanılan bu korku ve tehlike atmosferini bazı hususlarda artık daha rahat anlatabiliyoruz ve zaten bunları anlatmak o kadar da kolay değil. Yani mesela Vedat Aydın’ın cesedine yapılan iğrençlikleri bana anlatın derseniz ben bunu anlatamam. Bunu kaleme bile alamadım.  Yani burada yaratılan korku atmosferini yaratan durumlardan birisi de cinayetin işlenme biçimidir. Rahmetliyle kaçırılmasından 5 veya 6 saat önce karşılaşmıştık. Birbirimizle selamlaşıp, sarıldık. Hatta kendisi beni uyararak; “Emin ne olur dikkatli ol” dedi. Bende kendisine, tamam dikkatli olurum dedim. Bismil’e gideceğim için bana bu uyarılarda bulundu. Sonraki gün sabah Vedat Abi’nin gözaltına alındığını duydum.

“Vedat Aydın özel seçilmiş bir insandı”

Şimdi orada hepimizin saygı duyduğu, hepimizin etkilendiği, hepimizin kendisinden bir parça olarak gördüğü bir insan katledildi. Cesaretiyle, kahramanlığıyla, düşüncesiyle, sempatikliğiyle her birimizi ayrı ayrı etkilemiş bir insandan bahsediyorum. Zaten Vedat Aydın özel seçilmiş bir insandı. Devlet toplum içerisinde en fazla rol oynayan, en etkili karakterleri çok özenle ve bilinçli olarak seçiyor, katlediliyorlardı bu süreçte. Bu anlamda dediğim gibi, Vedat Aydın çok özel seçilmiş birisiydi.  Vedat Aydın toplumun lider kişiliklerinden birisiydi. 7’den 70’e herkes tarafından sevilen, sayılan çok mütevazi bir şahsiyetti. İşte böylesine özel insanlar seçilip katledildiklerinde biliyorsunuz ki bu insanlar belli bir hedef için belli kesimler tarafından katlediliyorlar.

Şükran Aydın: Vedat'ın birleştirici kişiliği halka güven veriyordu

“Vedat Aydın’ın katilleri bütün Kürt halkının yüreklerinde, vicdanlarında mahkumdurlar”

Bu anlamda şunu çok rahatlıkla söyleyebilirim, Vedat Aydın’ın katilleri bütün Kürt halkının yüreklerinde, vicdanlarında mahkumdurlar. Bu nedenle mahkemenin kalkıp bu yönlü bir açıklama yapması çok da değerli sayılmayacaktır. Yani zaman aşımı kararı çıkartılsa dahi halkımız açısından hükümsüzdür. Diğer şekilde sizin suçluları tespit edebilmeniz ve yargılanmalarını sağlayabilmeniz için bir gücünüzün olması gerekir. Bu nedenle yapabilecek tek şey vicdani ve ahlaki olarak bunu mahkum etmektir. Bununla birlikte bu cinayeti işleyen ve işletenleri de sürekli olarak rahatsız etmelisiniz. Bir gazeteci Jitem davasına ilişkin bana sormuştu; bir sonuç bekliyor musunuz? Açıkçası; “hayır hiçbir sonuç beklemiyorum” demiştim. Gazeteci tekrar sormuştu; o zaman neden buradasınız, neden takip ediyorsunuz? “Davadan vazgeçtiğimizi düşünmesinler diye” şeklinde yanıtladım.Her zaman onlara şunu hissettirmelisiniz, biz bu davayı bırakmayacağız ve sürekli olarak faillerini arayacağız. Bu açıdan bu zaman aşımı kararı birkaç gün sonra verilecek mi veya verilmeyecek mi bilemiyorum. Verilirse ondan sonraki süreç nasıl işler diye sorarsanız, itiraz süreçlerine başlanacaktır. Anayasa mahkemesine gidilecektir.

Bahsettiğiniz gibi Vedat Aydın o dönem her duyarlı Kürt’ün yaşamına dokunan, Kürt halkının yetiştirdiği öncü lider konumuna sahip ender bir entellektüeldir. Her yaş ve demografiye hitap edebilen her konuda söyleyebileceği sözleri olan, değişik ortamlarda da pozitif enerji yaratan, Kürt yurtseverliği duyguları yüksek, aynı zamanda Kürt halkının modern yüzünü temsil eden bir şahsiyettir. Vedat Aydın’ı anarken halen çok etkileniyoruz. Vedat Aydın’ı yeni nesillere anlatmak görevimiz diye düşünüyorum. Kürt halkında da karşılığını buldu. Bu sevgi seli nedeniyle cenazesine oldukça kitlesel büyük katılımlar oldu. Ancak onu katledenler bunu hazmedemedi. Halka karşı burda büyük bir katliam gerçekleştirdiler. Onlarca insan hayatını kaybetti. İnsanlığa karşı suç mahiyetindeki bu katliama karşı bildiğiniz, açılmış bir dava var mıdır?

Vedat Aydın’ın cenaze töreninde üzerimize kurşunlar yağdırıldı. Ben birey olarak şuna inanıyorum; bugün o şekilde bana kurşun sıkılsa kaçarım ama o gün orada olan hiç kimse vurulacağım diye düşünmedi, endişelenmedi ve geri adım atmadı. Vedat Aydın’ın cenazesiydi. Bedeli ne olursa olsun sahip çıkmamız gerekiyordu. Hepimiz bu ruha sahiptik. Şayet biz bu sorumluluğumuzu yerine getiremezsek Vedat Aydın incinir. Hepimiz bu düşüncedeydik. Bu anlamda ucunda ölümde olsa bu cenaze törenine katılmamız ve böylesine kitlesel bir törene dönüştürmemiz gerekiyordu. Bu herkes açısından böyleydi. Anlattığım gibi yani, kaçırılmadan 5 saat önce görüşmüş, kucaklaşmışım ve kendisi zor durumdayken, tehdit altındayken, kendisinden çok beni düşünmüş, uyarmıştı. “Yanında kimse olacak mı, yol arkadaşın var mı?” diye sormuştu. “Yalnız yola çıkma” diye sıkı sıkı tembih etmişti. Bende kendisine tamam abi, yanımda yol arkadaşım var, dikkat ederim demiştim. Bismil’e gidiyordum ve özellikle uyararak: “Sakın yolda aracına kimseyi alma” dedi. Bahsettiğim Diyarbakır merkezden sadece yarım saatlik bir yolculuk için yaptığı ikazlardı. Yani şunu anlatmaya çalışıyorum; o kendisi tehlikeli durumdayken bile beni düşünüyordu. Aynı şekilde rastladığı her insanı düşünüyor, dikkatli olmaları için uyarılar yapıyordu. İnsanları kendisinden daha fazla düşünüyor, önemsiyor ve korumaya çabalıyordu. Örneğin ben o zamanlar bir avukattım ve görevim nedeniyle çok göze batacak birisi değildim ama buna rağmen Vedat Abi’deki o koruma yaklaşımı hepimize yansıyordu. Bu anlamda Vedat Abi hem hepimizin değer verdiği sevdiği bir abiydi hem de hepimiz açısından çok farklı ve değerli bir yeri olan birisiydi.

Bu yönlü şimdiye kadar açılmış herhangi bir dava yok. En azından benim bildiğim bir dava yok. Yani 10 Temmuz’da yaşanan katliama ilişkin bir dava durumunun olmadığını biliyorum. Bu konudaki soruşturmalar da olayın üzerinden 20 yıl geçtikten sonra zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle düşürüldü.

Açıklama yok.

Vedat Aydın davasına konjektörel bir yaklaşım sergilendiği yönünde görüşler var. Örneğin 2011 yılında çözüm ve barış süreci nedeniyle bir yumuşama sürecinin olduğu, zaman aşımına uğrayacak bir davada 10 yıl uzatacak bir durumun ortaya çıktığını, şu anda özellikle Kürtler açısından değişen konjektör nedeniyle dava açısından zaman aşımı tartışmasının yeniden gündeme getirildiği tartışılıyor. Siz bu konuda neler düşünüyorsunuz, neler söylenebilir?

Şimdi 2011’de başlayan, daha öncesinde 2009 öncesi başlayan Ergenekon, Balyoz, Lice veya Musa Anter davaları sürecinde devlet içerisinde birbirleriyle kavga eden, birbirleriyle çelişen kesimlerin yarattığı fırsatlar neticesinde bu tür davaların görülmesine yol açıldı. Bizde bu süreçte bu ortaya çıkan fırsatlardan ve kanuni haklardan yararlanmaya çalıştık. 2011’de verilen yakalama kararıyla zaman aşımı süresi uzatılmış oldu. Tabi ki bütün davalarda belirleyici olan konjektörel gerçekliktir. Cizre davasında mesela 5 yıl sürdü ondan sonra Eskişehir’e gönderildi dava dosyaları. Mesela yine o dönemler Ayhan Çarkın isimli bir özel harekatçı itiraflarda bulundu ve Kürt aydınları ile işadamlarına yönelik cinayetler konusunda Ankara’da davalar açıldı. Biz de bu davalara aktif olarak katılım sağladık. Ancak beraat kararı verildi. Ama daha sonra istinaf mahkemesi kararı bozdu. İşte bahsettiğim gibi devlet bu konularda irade göstermediği sürece, bütün doğruları ile ortaya çıkarma kararı almadığı sürece, bu gerçeklerle yüzleşmedikçe, toplum cinayetin kimler tarafından işlendiğini bilemeyecektir. Yani işini dürüstçe yapan bir savcının veya mağdurların yürüttüğü çalışmalarla bu hakikatlerin ortaya çıkması sağlanamayacaktır. Örneğin Cumartesi Anneleri uzun bir dönemdir hiç bıkmadan, yılmadan, büyük bir direnişle mücadelelerini yürütüyorlar. Ve bir gün mutlaka gerçeklerin ortaya çıkacağına, faillerin cezalandırılacağına inanıyorlar. Bu örnek gerçekliğinden yola çıkarak şayet toplum içerisinde bu şekilde bir yaklaşım sağlanabilirse ne siyaset ne de yargı sistemi bu talepler karşısında direnemez ve toplumun taleplerini yerine getirmek zorunda kalırlar.

Vedat Aydın davası AİHM’den ret aldı. Bize bu davanın AİHM’den ret almasının nedenleri hakkında biraz bilgi verebilir misiniz?

Bu konuda bilgi sahibi değilim. Bu davada avukat olmadığım için bilgi sahibi değilim. Yani başvuru ile ilgili ne yapıldı bilemiyorum. Bu anlamda bilgi sahibi olmadığım bir konuda bir şey söylemem doğru olmaz.

Sizce Vedat Aydın davasında sorumluluk üstlenmesi gereken kesimler tarafından yeterli düzeyde bir sahiplenme sergilendi mi?

Bir bütün sahiplenme gerçekleşti dersek eksik kalır. Ama biraz önce de söylediğim gibi Vedat Aydın sembol bir isimdi. Bu anlamda katledilme yıl dönümlerinde mrzarının başına gidip konuşmalar yapma, anısına sahip çıkma gibi anmalar her zaman oldu. Ama mesela şimdiye kadar ana eksen Kürt siyaseti tarafından Vedat Aydın için bir sempozyumun veya panelin yapıldığını duymadım. Benim mesela aileyle ilişkilerim uzun bir sürece dayanıyor ve bu anlamda bireysel olarak sahiplenme yaklaşımım sürekli olarak devam etmekte. Aynı şekilde baro başkanlığı görevim nedeniyle de bu davaya baro düzeyinde ve bireysel olarak sahiplenme durumum söz konusudur. Yani herkes kendi çapında, imkanları oranında bir sahiplenme yaklaşımına sahip ama elbette ki anısına bağlılık gereği elde edilmesi gereken başarılı sonuçlar açısından halen ciddi yetersizliklerin olduğunu da belirtmek mümkün.

Tahir Elçi'nin katledilmesi faili meçhul bir olay değil'

Peki bu süreçten sonra bu dava konusunda neler yapılabilir?

Şunda ısrar etmek gerekir; Bu cinayet insanlığa karşı işlenmiş suç kapsamında olan bir cinayettir. Ama zaman aşımına uğramış bir dava kapsamına alınacak mı? Buda henüz tam net değil. Netleştiğinde ve belirtildiği gibi zaman aşımına uğratılırsa, dediğim gibi 2 yol önümüze çıkıyor. Birincisi; Anayasa mahkemesine götürmek, sonuç alınmazsa AİHM’e başvurarak ailenin şikayetlerini iletmek. İkincisi de; Bir insanın katledilmesinde devletin sorumluluğunu da devlete sürekli olarak hatırlatmak gereklidir.  Bunun için zamanaşımı yok..

 

 

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.