Faik Bulut: Esad sonrası Dürzi toplumunun Şam yönetimine karşı tavrı nedir?
.
Faik Bulut
Tevrat'ta işaret edilen ve "Yahudi halkına Rab tarafından vadedilen tarihi yurdun bir parçası olduğu" iddiası/rivayeti dayanak yapılarak bu yöreler ilhak edildi.
İşgalin arkasında yatan en önemli gerekçe ise şuydu:
İsrail yönetimi, 1948'de işgal ettiği topraklarda böl-yönet politikası gereği Sina ve Batı Şeria'daki Filistin topraklarında yaşayan Bedeviler ile Dürzilerin Arap olmadıklarına dair tarihi gerçeklere aykırı bir tez uydurmuştu.
Her iki toplumun kanaat ve dini önderlerini de belli ödüller karşılığında bu "düzmece" tezin doğruluğuna ikna etti.
Neticede Dürziler ile Bedevilerin bir kesimi, yaklaşık 70 yıldır İsrail devletine hizmet ediyor; emniyet, ordu ve diğer alanlarda istihdam ediliyorlar.
Son gelişmeler ışığında harekete geçen Başbakan Binyamin Netanyahu, Suriye-Ürdün sınırında yer alan Suveyda mıntıkasında yaşayan yaklaşık 350 binlik Dürzi toplumu ve Lübnan'daki bazı Dürzi çevreleriyle temasa geçerek onları, "Dürzi Özerk yönetimi veya devletçiği" kurup birlikte yaşamaya ikna etme politikası güdüyor.
Bazı bakanları ve komutanları da benzeri şeyleri dillendiriyorlar.
İsrail'in Dürzilere ilişkin niyetlerine ilişkin Dışişleri Bakanı Gideon Saar şöyle diyor:
Bulunduğumuz bölge azınlıklarla doludur. Dolayısıyla Suriye, Irak, İran ve Türkiye'de yaşamakta olan Kürtlerle ve Suriye ile Lübnan'daki Dürzilerle ittifak kurmamız gayet doğaldır! 1
Sosyal medya ve diğer alanlarda dolaşıma sokulan kimi videolardaki açıklamalara bakılırsa; Suveyda ve El Hadar yöresi Dürzilerinin "Suriye'de kalmaktansa İsrail himayesine geçmek istedikleri" yolunda spekülasyonlar da var. 2
Kimi batılı uzmanlarla Arap yorumcuları ise "eski defterleri karıştıran İsrail'in bu niyetinde başarılı olamayacağını" ileri sürüyorlar.
Biz burada Dürzilerin şimdiki konum ve tutumlarını daha iyi anlayabilmek için Ortadoğu'daki parçalanmışlığın ve kavganın arka planına ilişkin özet bilgi sunacağız.
Tarih boyu kaynayan bir kazanı veya yangın yerini andıran Ortadoğu'da yaşanan trajik olaylar etnik ve dini toplulukları etkilemiş; devletlerin bizzat veya vekilleri aracılığıyla yürüttükleri savaş süreçlerinin tesiriyle karşıt kutuplarda yer alarak birbirlerini katletmişlerdir.
Misal Haçlı Seferleri, dini amaçlı askeri savaşları içeriyordu.
Amaç, 1095 ile 1291 yılları arasında Kudüs ve çevresini Müslüman yönetiminden geri almaktı.
1250'li yıllardaki Moğol istilası sonucu Abbasi İmparatorluğu'nun şemsiyesi altında meydana gelen isyanlarla hanedan devletlerinin birbirlerini tüketmeleri bilinen gerçeklerdendir.
Etnik ve dini toplulukların birbirini boğazlamasının tipik örneklerinden biri de 1975 ile 1990 yılları arasında Lübnan'da yaşanmıştı.
Soğuk Savaş dönemindeki bu kapışmalar, başını ABD'nin çektiği NATO ile dönemin Sovyet yönetiminin küresel hegemonya mücadelesinin Ortadoğu'daki yansımalarıydı.
Bölgedeki jeopolitik oyunların vekili konumundaki yerel güçler bitkin duruma gelinceye kadar silahlı çatışmalar sürdü.
1948-1973 yılları arasındaki Arap-İsrail savaşları paralelinde Filistin örgütlerinin işgalci İsrail'e karşı başlattıkları direnişin son halkası 2023-2024 yılları arasında Gazze'nin viraneye dönmesi, 50 bine yakın insanın ölmesi, 200 bin kişinin yaralanması ve yaklaşık 2 milyon sivilin yurdundan edilmesiyle sonuçlanmak üzeredir.
Yakın dönemdeki İsrail-Hizbullah savaşında Beyrut sürekli bombalandı. Hizbullah lideri Hasan Nasrallah ve yüzden fazla komutanı, sığınak delici bombalarla katledildi.
İsrail'in havadan ve karadan vurduğu Suriye, büyük sarsıntı geçirdi. Bölgedeki dengeler İran, Rusya ve Suriye aleyhine değişirken bundan şimdilik kazançlı çıkan Türkiye, İsrail, Amerika, İngiltere, Fransa ve Suudi Arabistan ile Birleşik Arap Emirlikleri oldu.
Esad rejimi, uluslararası camianın "terörist" listesinde yer alan Heyeti Tahriri Şam (HTŞ) cihatçıları tarafından devrilince Suriye'deki dini ve etnik (Alevileri, Şiiler, İsmaililer, Dürziler, Êzdîler, Kürtler, Çeçenler, Ermeniler, Asuriler, Hıristiyanlar gibi) azınlıklar da kendi konumlarını yeniden gözden geçirmek zorunda kaldılar.
Fotoğraf: AFP
Dürziler kimlerdir?
Vikipedi ansiklopedisinin Dürzilik başlıklı maddesinden aktarıyorum:
Dürziler; (Arapça: درزي veya موحدون دروز İbranice: דרוזי) Ortadoğu kaynaklı Sâbiilik ve Ezidîlik gibi dinlerin etkisiyle, 11. yüzyılda İslamiyet'in Şiilik mezhebinin İsmailiye kolundan köken alarak ortaya çıkmış olan tek tanrılı bir dini inanç topluluğudur.
Bu dine inananlara Dürzi denir (çoğulu Durûz). Kendilerine birleştiriciler, tek tanrıcılar anlamına gelen Muvahhidun derler.
Muhammed bin İsmail Neştekin El Derezi tarafından, Altıncı Fatımi Halifesi Ebu 'Ali el Mansûr el Hâkim Biemrillah'ın ilâhlığı, onun gayb halinde saklanan Mehdi olduğu ve tenasüh (ruh göçü) inançları üzerine kuruludur.
Bu dini topluluk Risalet'ül-Hikmet ve El-Hikmet'ül-Şerife adında açık, El-Münferid bi-Zatihi ve El-Şeriat'ül-Ruhaniye adında gizli kitapları itikadi inançlarının temel kaynağı sayarlar. Derezi sözcüğünün daha sonra Arap dili gramerinde değişikliğe uğrayarak Dürzi kelimesine dönüştüğü sanılmaktadır. Dürzi sözcüğünün çoğulu ise Durûz'dur.
Dürzilerin akınına uğrayan Hevran bölgesi daha sonra Cebel el-Dürzi (Dürzi dağı) olarak anılmaya başlamıştır.
Bâtıni karakterli olan, bünyesinden çıktığı İsmaili çevrenin inançlarını reddeden ve kendilerini tevhit ehli diye adlandıran Dürziler, asırlar boyu hemen herkesin ilgi odağı olmuş; siyasi ve sosyal dengelerde önemli rol oynamışlardır.
Dürzilik konusunda eser yazan müellifler, mezhebin iman ve amelle ilgili esaslarını genel olarak 4ana bölüme ayırırlar:
- Hâkim-Biemrillah'ın ilâh olduğuna inanmak.
- Eşyanın ilk illeti, yaratılışın aslı olan 'emr'i yani Hamza b. Ali'yi bilmek.
- Hamza'nın yardımcıları olan hudûd veya vezirleri tanımak.
- Yedi esası (hisâl veya vesâyâ) bilmek ve gereğini yerine getirmek. 3
Dürzilerin ırk olarak kökenleri konusu tartışmalıdır ve oldukça farklı köken kuramları ileri sürülmüştür.
Bir görüşe göre Dürzilerin kökeni Hititlere ya da Galatlara kadar geri götürülebilir.
Bazı araştırmacılar, eski Arî boylarından Pers ve Med kavimlerinin inançları olan Mazdekçilik ile Dürzilik arasındaki benzerlikleri kanıt sayarak, bu kavimlerin soyundan geldiklerini ileri sürerler.
Kimi etnograflar ise Dürzilerin Asurlular tarafından sürgün edilmiş barbar bir kavmin devamı olduklarını savunuyorlar.
Dürziler, kendilerini Arap soyundan sayarlar. Dürzilerin kökeni konusunda en çok rağbet gören görüş, Dürzilerin Yemen'deki Aramilerle karışmış olan Araplar oldukları biçimindedir.
Bu görüşe göre Dürziler, Yemen'den ayrılarak kuzeye göç etmiş; İslamiyet'in yayılması sırasında bu yeni dini benimseyerek, Lübnan'ın dağlık yörelerini yurt edindiler.
Dürzilerin ana dili Arapçadır. Suriye ve Ürdün'deki Dürziler, Gebel'e (Cebel yani Dağ) bağlı Şam lehçesini, Lübnan'dakiler ise Beyrut lehçesini konuşuyorlar.
İsrail'deki Dürziler ise Arapçanın yanı sıra İbraniceyi de bilip konuşurlar. 4
İsrail'in ilhak ettiği Golan Tepeleri'ndeki Dürzi köyü Mecdel Şems sakinleri Esad'ın devrilmesini kutluyor / Fotoğraf: AFP
Esad rejimi sonrası Dürzilerin tutumu
Türkiye destekli HTŞ ve bileşenlerinin başkent Şam'ı alıp geçici bir hükümet kurmalarının ardından ABD, AB, Rusya ve Arap ülkelerinin çoğu "Geniş kapsamlı olması, kimseyi dışlamaması, azınlıkların haklarını koruması, adil ve demokratik davranması!" şartıyla yeni yönetimi tanıyabileceklerini açıkladılar.
Dürzi toplulukların ünlü siyasi simgelerinden sayılan Lübnan'daki Dürzi lider Velid Canbolat, Heyet Tahrir Şam'ın (HTŞ) lideri Ebu Muhammed Golani, gerçek adıyla Ahmed Hüseyin El Şeraa'yı, Esad yönetiminin devrilmesi vesilesiyle tebrik etti.
Bölüp parçalanacağı söylenen Suriye'de yaşayan Dürzilerin gelişmeleri nasıl karşıladıkları ve "Şam'ın Efendisi" sayılan Golani denetimindeki yeni yönetimine yönelik tutumlarının ne olduğu hayati önemde.
Çünkü bir tarafta İsrail'in Dürzilere yönelik bir projesi, diğer yandan cihatçıların egemen olduğu Şam'ın henüz bilinmeyen siyaseti söz konusu.
Golani'nin bu konuda henüz bir planı yok, sadece genel bir çerçeve içinde "dini ve etnik azınlıklara haksızlık edilmeyeceği, ayrımcılık yapılmayacağı" yolunda bir açıklaması bulunuyor.
ABD istihbarat teşkilatı olan CIA ile bağlantılı olarak dünya çapındaki her türlü bilgiyi toplayıp yayımlayan The World Factbook isimli kuruluşun 2010 tarihli verilerine göre; yaklaşık 23 milyon nüfuslu Suriye toplumunun yüzde 3,2'sini yani Golan Tepeleri sakinleri de dâhil olmak üzere 700 binini Dürziler oluşturuyorr.
Dürziler, Şam'ın doğu ve güneyindeki kırsal ve dağlık kesimlerde, resmi olarak Dürzi Dağı olarak bilinen yörede yoğunlaşıyorlar.
Havran denen mıntıkanın merkezi konumundaki Suveyda şehri ve civarında 350 bin Dürzi'nin yaşadığı tahmin ediliyor.
İç savaş sırasında Suriye'nin nüfusu epeyce azaldı. Dürziler de bundan büyük ölçüde etkilendi.
Esad rejiminden ağzı yandığı için zaman zaman yerel ölçekte sınırlı başkaldırılar düzenleyip devlet binalarını işgal eden Dürziler, 2021 ve 2023 yıllarında gençlerini askere göndermeyi reddettiler.
IŞİD ve benzeri cihatçı örgütlerin saldırılarından korunmak için de kendileri silaha sarılarak öz savunma birimleri kurdular.
Başkaldırılar sürecinde genelde zor zamanlarda başvurulan Dürzi bayrağını açıp Esad rejiminden umutlarını kestiklerini gösterdiler. Kimileri ayrılarak özerk bir Suveyda kurmayı savundular.
Ancak toplumun inanç önderleri (El Ukkal denen Dürzi şeyhler tabakası/zümresi) ayrılıkçı eğilimin önüne geçtiler. 5
Suriye'deki Dürzilerle yüz yüze tanışıklığım olmadı. İç savaştan bu yana ara sıra ve elime geçtikçe bu cemaat hakkındaki haberleri takip edebiliyorum.
Lübnan'dakiler hakkında alan çalışması yapıp ATLAS dergisine belgesel dosya da hazırlamıştım.
Lübnan'daki Dürzi toplumunun iki önder ailesi olan Canbulat (Farsça ve Kürtçede Canpolat demir adam, ölümsüz insan anlamına gelir) ile Arslan aristokrat aileleri İran'dan gelmedir.
Bizzat görüştüğüm Velid Canbulat bana "Kürt kökenli" olduğunu söylemişti.
Suveydalı Dürzi inanç önderlerinin (El Ukkal tabakası) kendi aralarında ne yapmalıyız ve tutumumuz ne olmalı tartışmasını canlı yayında izledim.
Lübnanlı gazeteci ve sosyal iletişim uzmanı Susanne (Sawsana) Mehanna, bahsi geçen sohbetten anladıklarını Independent Arabia gazetesinde yayımladı. Aktarıyorum:
Mart 2011'de başlayıp alevlenen Suriye'deki iç savaşı devlet ile toplumun dokusunu bozdu. Şu anda Suriye bambaşka bir gerçeklik ve olguyla karşı karşıyadır. Olaylar siyasi dönüşümlere, askeri gerginliklere, ekonomik istikrarsızlığa yol açmaktadır. İçinden çıkılmaz zor şartlar altında bu müşkülat ve musibetten çıkabilmek için zaman ister.
Son derece girift, çetrefilli ve iç içe geçmiş etkenlerden ötürü yeni kurulacak devletin zeminini sağlam inşa etmek gerekiyor.
Suriye'nin mevcut problemlerinden biri de muhalefetin muhtelif kesimlerden ve birbirinden farklı parçalardan meydana gelmesidir. İslamcı örgüt ve oluşumlar, laikler, milliyetçiler, birbirine zıt inanç kümeleri. Hemen hiçbirinin geleceğe ilişkin vizyonu ve birleşik önderliği bulunmuyor. Herkes kendi tabanını ve parçasını temsil edebiliyor.
Dinsel, mezhepsel ve etnik kutuplaşmalar iç savaştan bu yana uzlaşmaz çelişkilere, ötekileştirme ve kanlı çatışmalara dönüştü. Yurt içinde büyük bir kaos ve karmaşa yaşanıyor. Toplumun dokusunu oluşturan taraflar birbirine öfkeli, hasmına karşı nefretle yüklü olduğundan gücü yeten diğerini dışlayıp tasfiye ediyor ve intikam peşinde koşuyor.
Rusya, ABD, İran ve Türkiye Suriye için kapışmaktalar. Her biri, bilhassa ABD gündemini kendi çıkarları doğrultusunda belirleyip duruma müdahale ediyor. Birinin gündemi diğerininkine zıt veya alternatif olarak belirleniyor. Dolayısıyla Suriye'nin geleceği hususunda aralarında ortak bir payda henüz yok.
Farklı silahlı gruplar, bağlı oldukları ülkenin yahut dış gücün yolunu/gündemini izlemeye eğilimliler. Bu da istikrarsızlık yaratıyor; güven, asayiş ve güvence yokluğu ise asayişsizliği körüklüyor.
İkinci önemli mesele kangrene dönüşmüş olan ve bir türlü onulmaz illet gibi toplumun başına bela olan Suriye'nin çökmüş altyapısı ve ekonomik durumudur. Yeniden inşa süreci uzun zaman alacak gibi görünüyor. Çünkü bölge ülkeleri, ekonominin canlanması ve yeniden inşa edilmesi için gerekli yardımları vermekte tereddütlü davranıyor.
Siyasi çözümün olmadığı yerde ekonomi düzelemez. Toplum insani ve sosyal bakımdan çürümüş durumda. Suriyeli göçmen sorunu da bu meselenin içindedir. Neticede Esad rejiminin çöküşü, derin ve iflah olmaz krizin sonunun gelmesi anlamına gelmiyor. Tam tersine, belki de yeni tehlike ve risklerin başlangıcıdır.
Dürzi toplumunun özgünlüğü
Dürzilerin Suriye tarihinde ve kritik dönemlerde önemli rol oynadığı konuya aşina olanlarca biliniyor.
Azınlık olmalarına rağmen ülkenin siyasi ve toplumsal alanındaki katkıları fazladır.
1960'lı yıllarda pan-Arabist Baas Partisi'nin yükselmesiyle toplumdaki dengeler değişmiş; Dürzi toplumu iktidarı tekeline alan bu partinin politikası dâhilinde iki tercihten birini yapmak zorunda kaldı:
Ya kendisine has kültürü, inancı ve toplumsal yapısıyla özerk davranıp serbest bir alan yaratacaktı;
Yahut da dayatılan siyasi sistemin, dolayısıyla emniyet ve askeri kurumların kurdukları şebekenin/ağın bir parçası haline gelecekti.
Alevi inançlı Hafız Esad 1970 yılında darbeyle başa geçtiğinde, ilk zamanlarda azınlıkta olmanın getirdiği güdüyle hareket ederek çoğu Sünni olan toplumun dışında kalan Alevi, Şii, Dürzi, İsmaili, Hıristiyan vs gibi diğer kesimleri kapsayan "Azınlıklar ittifakı" adı altında bir blok için elverişli zemin hazırladı.
Bu temelde Dürzilere bazı imtiyazlar sundu. Aynı zamanda Dürzi bölgelerdeki yargı kurumları aracılığıyla bu toplumu denetimi altına aldı.
Doğal olarak bu tür bir ilişki, ihtilaf ve gerginliklerden arındırılmış değildi.
Zira Esad iktidarını merkezileştirip sağlamlaştırdıkça, Dürzi toplumu gibi diğer azınlıkların merkezkaç eğilimlerini, siyasal ve toplumsal özgünlüğünü bastırma yoluna gitti.
Baba Hafız ile oğlu Beşşar döneminde iktidar ile Dürziler arasındaki ilişki son derece çapraşık bir hal aldı.
Dürzi toplumunun dini, siyasi ve kanaat önderlerine gelince, sürekli rejimden yana bir tutum takındılar.
Örneğin dini mertebe açısından Şeyhler Şeyhi (Şey'ul Ukkal) makamında bulunan Ebu Weil El Hannavi, şu tespiti yapıyordu:
Biz Dürzi muvahhitler olarak ilke ve kurallarımıza sıkı sıkıya bağlıyız. Şeyhler (El Ukkal zümresi) üç değişmez sabiteyle hareket ederler: Geleneklerimiz, özgünlüğümüz, medeni durumumuz! Mensuplarımız, küçük veya büyük meselelerimizde ruhani ve toplumsal makamlara danışarak iş yaparlar.
Dürzi Şeyhi Hamud El Hannavi
2011'deki iç savaş sırasında Esad rejiminin Suveyda mıntıkasındaki tahakkümü geriledi.
O kadar ki devletin denetimi sözde kalmıştı. Devlet ile Dürziler arasındaki ilişki de gerginleşti.
Çünkü devlet, Dürzi gençlerini iç savaş için askere almak istiyordu. Gençler orduya gitmeye karşı çıktılar.
Dürzi şeyhleri "Suriyelinin Suriyeli kanı dökmesi haramdır!" fetvasını verince de Esad yönetimi küplere bindi.
Emniyet güçleri bölge ahalisine baskıyı artırdı. Bunun üzerine Suveyda halkı "Rejim biz Dürzileri siyasi ve ekonomik bakımdan dışlıyor" diyerek protesto gösterilerine başladılar.
Kent merkezindeki Kerame Meydanı'nda toplanan Suveyda halkının, Beşşar Esad karşıtı protesto gösterilerinden bir kare
Böylece iki taraf arasında kindarlık baş gösterdi.
IŞİD cihatçılarının saldırılarındaki artış Dürzi toplumunu derinden etkiledi.
2018 yılındaki baskın sırasında yüzlerce Dürzi katledilmişti.
Yaşadıkları bu vahşet, Dürzilerin hükümetten umut kesmesine ve yerel savunma grupları oluşturmalarına yol açtı.
Bir kısmının adı "Panter Güçleri", diğerininki de "Onurlu İnsanlar Hareketi" idi.
Dürzi direnişçileri sadece IŞİD gibi cihatçılara değil, aynı zamanda devletin kolluk kuvvetlerinin de bölgeye girişine karşı da direndiler.
Aynı zamanda da iç savaşın girdabına girmemek adına özerk, özgün ve tarafsız bir tutum takındılar.
Derken Rus askeri birlikleri devreye girdiler ve hükümetle Dürziler arasındaki çatışmaları asgariye indirdiler.
Bu sıralarda İran ve ona bağlı silahlı birimler, Suriye-İsrail sınırındaki Suveyda'ya sızıp taraftar kazanma girişiminde bulunuyorlardı.
Toplumun kimi önderlerinin beğenisini kazanmak için askeri ve ekonomik yardımlar yaptılar ve bu sayede silahlı gençleri yanlarına çekmek istediler.
Ancak Dürziler ısrarla ve inatla İran'ın bu tür tekliflerini geri çevirdiler. İran askerlerini bölgeye sokmadılar.
2023 yılında kitlesel gösteriler düzenleyen Suveyda Dürzi toplumu, "Demokratik ve gerçekten ulusal bir devlet kurulması" istemini dile getirdiler ve iktidarı tekeline alan Baas Partisi'nin siyasi dayatmasına karşı çıktılar.
Gösteriler kitleselleştikçe siyasi bir nitelik kazandı; "Kahrolsun Beşşar Esad, yıkıl git!" ve "Bu düzen değişmeli!" türünden sloganlar atıldı.
Lübnan'daki Dürzi cemaatinin şeyhlik makamının sözcüsü ve basın danışmanı Amir Zeyneddin ile irtibat kuran Independent Arabia, onun son gelişmeler hakkındaki görüşünü şöyle özetliyor:
Şeyhler Şeyhi (Şeyh'ul Ukkal) makamında oturan Sami Ebi'l Muna efendimiz, Esad sonrasında Suriye ile ilgili gelişmeleri ayrıntılı biçimde tespit edip görüşünü belirtmişti. Cebel'ul Arab (Dürzilerin yaşadıkları bölge) yöresinde yaşayan cemaatimize yönelik de konuşmalar yapmıştı. Buna göre:
İktidarın geçiş sürecinde serinkanlı, adil ve kapsayıcı bir yönetim kurulmalı. Burada her kesimin meşru haklarının kabul edilip verilmesi esastır. Suriye halkı bu savaşta çok kurban verdi ve kan kaybetti. Baş sorumlusu köhnemiş (Esad) rejimidir.
Umarız ki yeni aşamada istikrar, güven ve huzur ortama egemen olur. Halkın onca kurban vermesi karşılığında meşru haklarına kavuşması ve eşitlik temelinde bir sistem kurulması gerekmektedir. Bu da adil bir devletin çatısı altında gerçekleşebilir. Çünkü devlet köklü bir değişim yapmak suretiyle evlatlarını hoşnut edebilir.
Suriye çok zor bir dönemden geçmektedir. Bizler ortak arzumuz ve kardeşlik esasına dayalı bir toplum kurmak istiyoruz. Bunun için de elverdiği oranda bilinçli hareket ederek ve el ele vererek Suriye toplumunun farklı katmanlarının rızasıyla ortak bir vatan, katılımcı bir devlet inşa edebiliriz.
Böyle bir devletin temel ilkesi demokrasi, özgürlük, milli onur ve birlik olmalı ki, yeni bir Arap milleti kimliğiyle ortaya çıkabilsin. 6
İzlediğim bir videoda Suveydalı şeyhler arasında ön plana çıkan bir din önderi dikkatimi çekti.
Kendisi 2023 yılındaki kitlesel gösterilerin meşruluğu ve haklılığı hakkında fetva vermiş ve Suveyda'daki mitingde yaptığı konuşmasında rejime karşı şiddetli bir dil kullanmış; "Bu rejim meşru değildir, bitmiştir!" demişti.
Zaman, kendisini haklı çıkardı.
Şeyh Hikmet El Hicri
Adı Hikmet El Hicri olan bu zat, Suveyda'daki dini merci ve makamın başındaydı.
Şeyh'ul Ukkal mertebesine yükselmişti.
Son gelişmeler hakkında cemaatinin tutumunu şöyle dile getiriyordu:
Geçmiş rejimden bahsetmiyoruz. Şimdiki durum bizi ilgilendiriyor. Eğer çökmüş Suriye'de gerçekten bir şeyler yapmak istiyorsak doğru bir tutum almalıyız. Muhabbet, barış ve hoşgörüyü her yana yaymalıyız. Her türlü kindarlığa son vermeliyiz.
Evet, 60 yıllık iktidarı döneminde rejim aramıza fitne, kin, ayrılık ve gayrılık illetini soktu. Biliyorsunuz ki yabancı ve dost ülkeler bile Esad'a halkla iyi geçinme, toplumla barışıp uzlaşma yönünde nasihat etmesine rağmen, o inatla bu öğütlere kulak tıkadı.
Şu anda istifade etmemiz gereken tarihi bir aşamadan geçiyoruz. Acele etmeden ve gerçekten bu merhalede ne yapabileceğimizi düşünmek durumundayız. Suriyeliler demokratik ve sivil bir devlet kurmak için ayağa kalktılar. Bunun her Suriyelinin kabul edip benimseyeceği bir devlet olmasını istiyoruz.
Disiplinli ve sakin bir şekilde hareket edersek, korkacak ürkecek bir şeyimiz kalmaz. Birbirini hain diye suçlayıp ilan etme devri geçip gitti.
Anlaşılan o ki: Suriye'deki Dürzi toplumu, İsrail'in göz kırpmasına tav olmuş değil.
Onlar ülkeden ayrılmadan yeni yönetimle uzlaşma yollarını aramayı tercih ediyorlar.
Gerisi, cihat zihniyetli HTŞ ile diğer silahlı örgütlerin fikirsel genlerine işlemiş dışlama ve yok etme tutumlarını değiştirip değiştirmeyeceğine bağlı.
Kaynak: Independent Türkçe
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.