Faik Bulut: Lübnan-Kendini, geleceğini ve huzuru arayan "yitik ülke"
.
Faik Bulut / Independent Türkçe
Bugünlerde Beyrut'ta gösterime sunulan tiyatro oyununun adı: "Cesedun Mutenaqqıl."
Türkçesi: "Gezen Ceset/Seyyar Ceset!"
Oyunun özeti: Ortada bir ceset var, fakat yerinde rahat durmuyor, sürekli dolaşıyor. Her gittiği yerde esrarengiz olaylar yaşanıyor veya bizzat cesedin kendisi bu tür olaylara neden olabiliyor.
Ceset bu! Öldürseler zaten ölü, engellemeye çalışsalar başaramıyorlar. Ceset uğrun uğrun, yani hiç göze çarpmadan seyyar satıcı misali gezinip duruyor.
Cezalandırsalar, geleneğe ters düşüyor. Öyle ya ölüye ceza verilemez ki!
Hakkında bilgi edinirken düşünmeden edemedim; oyun, tam zamanında gösterime sunulmuş.
Lübnan iki yıldır kitlesel açlık protestolarına sebep olan borç batağına saplanmış. Elektrik dağıtım kurumu, yokluktan hizmet veremiyor. Elektriksiz bir ülke haline gelmiş.
Mevduatları ödeyemeyen iflasın eşiğindeki bankalar… Ağır ekonomik ve siyasi kriz nedeniyle devleti bir türlü yönetemediği için değişip duran hükümetler...
Yolsuzluk ve yoksulluğun egemen olduğu bir Lübnan.
Beyrut'taki açlık protestosu. Pankarta "Ülke ekonomisi iki halkı doyuramaz" diye yazılı / Fotoğraf: El Nahar gazetesi
Ekim ayında katliamla sonuçlanan karşıt kutupların çekişme ve çatışmaları ise işin tuzu biberi; "Gezen Ceset" benzetmesinin ne kadar yerinde olduğunun ispatlanmış hali.
14 Ekim 2021, uzun zamandır süregelen karşıt taraflar arasındaki gerginliğin katliama ve silahlı çatışmaya dönüştüğü tarih diye kayda geçti.
Beyrut Limanı silolarındaki patlama (Ağustos 2020) hakkında soruşturma yapmakla görevlendirilen Başsavcı Tarık Bitar'ı, "Adli bir olaya siyasi nitelik kazandırmak suretiyle Şii Hizbullah ve Emel örgütlerini suçlamaya yönelik bir niyetle hareket etmekle…" itham eden örgütlerin taraftarları sokağa çıktılar.
Başvavcı Tarık Bitar'ı destekleyen bir gösteri pankartı: "Bütün Lübnan Seninle" / Fotoğraf: El Nahar gazetesi
Protestocuları caydırıp susturmak maksadıyla El Tayyune Caddesi'nde pusu kuran Hıristiyanların ana partisi sayılan Lübnan Kuvvetleri milisleri, göstericilere ateş açtı. Sonuç: 7 ölü ve 32 yaralı.
El Tayyune Caddesi'nde yaşanan kanlı hadiseden bir görünüş / Fotoğraf: El Nahar gazetesi
Bunun üzerine Hizbullah ve Emel milisleri, El Şeyyah ile Ayn'ul Rummane semtlerini istila edercesine hem pusu atanlara karşılık verdiler hem de Hıristiyanların bulundukları mahalle ve semtlere yönelerek rastgele ateş açtılar.
Çıkan olaylar ABD, Fransa ve Rusya gibi büyük devletlerle Arap yetkililerin Lübnan'ın başkentindeki gelişmelere dikkat kesilmelerine yol açtı.
Mesela ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Victoria Nuland, Beyrut'u ziyaret ederek çiçeği burnunda Lübnan hükümeti yetkilileriyle şu konuları görüştü:
IMF ile kredi meselesine ilişkin görüşmenin hızlandırılması; başta atıl durumdaki Elektrik Dağıtım Şebekesi'nin yeniden faaliyete geçirilmesi olmak üzere altyapı ve üst yapı reformlarının acilen uygulanması; iktidarın müdahalesi olmadan Beyrut Limanı patlamasına ilişkin soruşturmanın bir an önce tamamlanması; ilkbaharda genel seçimlerin yapılması vb.
Ayrıca Nuland, diplomatik teamüle aykırı biçimde iktidar ortağı Hizbullah'ı "İran desteğiyle terör faaliyeti içinde olmakla" da suçladı.
Bu sözler gerginliğin tırmanmasına yol açtığından, çabucak Lübnan'dan ayrılmak durumunda kaldı.
Dikkat edilirse Fransız-Amerikan desteğine mazhar olmuş geçiş hükümetine verilmiş ev ödevi niteliğindeydi Amerikalı diplomatın bu ziyareti.
Son çekişme ve çatışmanın iki nedeni var:
İlki; Hıristiyanlar ile Sünni Müslümanları temsil eden siyasi partiler, Beyrut Limanı patlamaları soruşturmasının mevcut iktidar ortakları Hizbullah, Emel ve (Hıristiyan) Hür Vatan Hareketi'nin aleyhinde siyasi bir dava haline getirilmesi için gayret sarf ediyorlar.
Bu kesimi destekleyen S. Arabistan, ABD ve Fransa da aynı kanıdalar; bu yönde baskılarını artırmaktalar.
İkincisi; bu davayı her yanıyla engellemeye çalışan Hizbullah ve Emel partileri hem taraflı gördükleri Başsavcı Bitar'ın azledilerek soruşturmanın durdurulmasında diretiyorlar, hem de 14 Ekim tarihli El Tayyune Caddesi katliamı soruşturmasının muhalif kesimler özellikle (Lübnan Kuvvetleri mensubu) Hıristiyan milislerinin tutuklanıp yargılanması noktasında ısrar ediyorlar.
El Tayyune Caddesi'ndeki çatışmadan geriye kalanlar... Ülke şimdilik iç savaşın eşiğinden döndü / Fotoğraf: Nebil İsmail-El Nahar
Her iki partinin de son soruşturma için öne sürdükleri talepler kabul edilmeyince, yeni kurulan kabineyi çalışamaz hale getirmeye başladılar.
Bu nokta, tarafların toplantısında ciddi gözdağı, şantaj ve tehdit ağırlıklı tartışmalara yol açtı.
Lübnanlı kadın sanatçı ve yazar Klodiya (Clodia) Marşeliyan, ülkenin içinde bulunduğu umutsuz durumu şöyle dile getiriyordu:
Hayatınız aniden kâbusa dönüştüğünde, huzur içinde yaşadığınız ülkenin kendisi bizzat kâbus olup gündüz gece yakanızı bırakmayan musibet haline geldiğinde, hayatın en güzel yanları elinizden alınıp sadece güdüsel temel ihtiyaçlarınızı (yeme, içme, nefes alma, banyo yapma gibi) karşılayan bir varlık/canlı haline geldiğinizde, ister istemez yaşama dair fikir ve davranışlarınızı yeniden gözden geçirmek zorunda kalıyorsunuz.
Çok daha önemlisi iki ihtimal arasında zorunlu bir tercih yapmaya çalışıyorsunuz:
Ülkeden göçmek veya kalmak! Yaşamak veya ölmek! Hırsızlık yapmak veya âdem baba misali yaşamak! Umutsuzluğa kapılmak yahut düşlemek! Teslim olmak ya da yaralı gönlünle menzili tamamlamak!
Filistin direnişinin efsanevi lideri Yaser Arafat, kendine yakışır bir ifadeyle tanımlamıştı Lübnan'ı:
Hazzuke A'sırun ya Lıbnan!
(Bahtın karadır ey Lübnan!)
Dürzî toplumu ve İlerici Sosyalist Parti lideri Velid Canbulat, "Lübnan'a dış müdahaleler var!" deyince, muhalif çevreler bu sözünü geri almasını istediler, ancak o sözünü değiştirmedi.
Esas olarak muhalif kesimle birlikte hareket eden Canbulat, bu tavrıyla, çatışmalı iki taraf arasında şimdilik orta bir yerde, "bekle, gör" politikası izlediğini gösteriyor.
Çatışmalar sırasında genç kız öğrenciyi himaye edip yardımcı olan Lübnanlı asker / Fotoğraf: Reuters
Son günlerde gerginliği tırmandırıp bölgesel bir boyut kazandıran bir olay daha yaşandı.
Mevcut Lübnan hükümetin Enformasyon Bakanı, Corc Qırdahi'nin Yemen'deki Husileri destekleyip Körfez ülkelerini eleştiren bir demeci 27 Ekim'de kamuoyuna yansıdı.
Lübnan Başbakanı Necib Mikati, bu görüşün hükümetin politikası olmadığını ve Lübnan'ın bütün Arap ülkeleriyle iyi ilişkiler içinde olmaya özen gösterdiğini açıklamak durumunda kaldı.
Ancak bu sözleri, çok da yatıştırıcı olmadı. Canbulat, Qırdahi'nin azledilmesini istedi. Körfez devletleri şiddetli tepki gösterdiler.
Örneğin Suudi Arabistan, Lübnan'daki büyükelçisini geri çağırdı; Lübnan büyükelçisinin Arabistan'dan ayrılmasını istedi. İlaveten Suudi-Lübnan ticaret hacmini sınırladı.
Bakan C. Qırdahi ise, bu sözleri Ağustos 2021 tarihinde yani bakan olmadan önce, "gençlerle halk meclisi" isimli bir sohbette sarf ettiğini ve kendisini yıpratmak maksadıyla, hasımlarının (Müslüman kesimlerden Saad Hariri ve Hıristiyanların sözcülüğüne soyunan Semir Caca taraftarlarının) büyük bir karalama ve teşhir kampanyası başlattıklarını söyledi.
Bu patırtı ve karşılıklı meydan okumalar, kamuoyunda şu soruyu akla getirdi:
Acaba Lübnan, 1975-1990 yılları arasındaki iç savaş günlerine mi dönüyor?
Beyrut'taki karşılıklı çatışmalar, eski iç savaş görüntülerini akla getirdi / Fotoğraf: AP
Hatırlatma babından yazalım:
O iç savaş sürecinin feci sonuçları oldu:
150 bin ölü. 300 bin yaralı. 1 milyon göç. 100 milyar dolarlık zarar.
1975'teki iç savaşta yıkılan bina ve şehitler anıtı / Fotoğraf: N. Karim-Flickr
Lübnan Cumhurbaşkanı (eski General) Mişel Naim Avn, "Son asayiş olaylarının yankıları sönmeye yüz tuttu. Ülkede ortalığı karıştırma girişimlerine rağmen bir daha Lübnan'da iç savaşa dönüş yok…" dedi.
Cumhurbaşkanı Mişel Avn, Eylül 2020'de bakanlıklarda mezhep dağılımın kaldırılmasını önermişti. Ancak gelenek devam etti / Fotoğraf: DPA
Bu tespite iki itiraz örneği verelim:
Muhalefet yanlısı El Nahar köşe yazarı Racıh Huri, 27 Ekim tarihli makalesinde şöyle yazdı:
Yok böyle bir şey! Hükümet atıl durumda ve olaylar patlamaya gebedir!
Lübnanlı kadın yazar Michelle (Mişel) Tuveyni'nin eleştirisi ise şöyleydi:
Krizin ve çöküşün müsebbibi olan (iktidar ortağı) partiler, sorumluluk alıp bunu önlemek yerine Başsavcı Tarık Bitar'ı baskı altına alıp tahkikat sürecini boşa çıkarmakla meşguller.
Liman patlamasının yaşandığı bölgede bir Lübnanlı kadın, elinde "Beyrut Limanı soruşturmasına ne oldu" yazan bir pankart tutuyor / Fotoğraf: Nebil İsmail
13 Ekim'de, iktidar ortağı ve iki Şii müttefik parti olan Emel ile Hizbullah temsilcileri, 14 Ağustos 2020 tarihinde Beyrut limanındaki depoların patlaması olayının tahkikatı için, bu işle görevlendirilen Tarık Bitar'ın görevden azledilmesinde ısrar edince, kabine toplantısı süresiz ertelenmiş oldu.
Başsavcı Bitar, limandaki patlamayla ilgili olarak ifadelerini almak için 2 Temmuz 2021'de çağırdığı 10 kişi arasında Emel ve Hizbullah partisi listesinden 2 bakan ile eski Başbakan Hassan Diyab da vardı.
Hizbullah lideri Hasan Nasrallah, Başsavcı Bitar'ın çağrısını "siyasi buldu" ve "bu mantıkla soruşturmanın iyi netice vermeyeceğini" söyledi.
Hizbullah Genel Sekreter Yardımcısı Naim Qasım ise, "Bitar, bize bela ve sorunları getirdi. İstikrar için onun gitmesi şart!" diyordu.
Lübnan Parlamento Başkanı ve Emel lideri Nebih Berri, daha da ileri giderek, "Savcının karanlık odasında neler dönüyor?" demek suretiyle açık uyarıda bulundu.
Hizbullah-Emel ikilisine bakılırsa:
Başsavcı Bitar, bürosunu iç ve dış güçlerin müdahalelerine açık hale getirerek onların siyasi yönlendirmelerine göre hareket etmektedir. Anayasa ve yasalara aykırı davranışlar içine girmiştir.
Adalet Sarayı önünde, azledilmesi istenen Başsavcı Tarık Bitar'a destek verip Hizbullah liderini protesto eden Beyrutlu göstericiler / Fotoğraf: Husam Şabro
El Tayyune Caddesi katliamı ile ilgili ifadeye çağrılan Lübnan Kuvvetleri (Hıristiyan-Marunî) milislerinin başkanı Semir Caca, "Hizbullah Genel Sekreteri Nasrallah'ın da ifadesinin alınması şartıyla Lübnan istihbaratının ilgili dairesine gidip ifade verebileceğini" söyledi.
Ne var ki bu şartın yerine getirilmesi de imkansızdır:
Çünkü bilhassa İsrail istihbaratının suikast plan ve girişimleri nedeniyle yıllardan beri tam bir gizlilik içinde (neredeyse yeraltında) yaşayan Nasrallah'ın ortalıkta görünmüyor. Dolayısıyla çağrılsa da savcılığa gidemez.
Lübnan Kuvvetleri Partisi Başkanı ve milis komutanı Semir Caca, ifade vermekten kaçınıyor
Beyrut Limanı soruşturması sürecinde yeni bir gelişme daha yaşandı:
Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulu, Beyrut limanındaki siloların patlama olayını soruşturan Başsavcı Bitar'ı, 25 Ekim'de bu hususu görüşmek için düzenlenen bir toplantıya çağırdı.
Bitar, soruşturmanın gidişatı ve karşılaştığı engellemelere ilaveten ifadesi alınmak üzere çağrılanların mahsus gelmediklerinden yakındı ama gizlilik nedeniyle soruşturmanın kapsamı ve muhtevası hakkında bilgi vermekten de kaçındı. Bazı yargıçlarla ters düşen şeyler de söyledi.
Neticede Kurul, "Soruşturmanın en kısa sürede tamamlanması ve patlamadan sorumlu olanlar hakkında adli-hukuki işlemin çabuklaştırılması gereğine…" işaret eden bir bildiri yayınladı.
Böylece Kurul, soruşturmanın sürüp sürmemesi noktasında topu siyasi iktidarın önüne atmış oldu.
Kurulmasının üzerinden henüz birkaç ay geçmiş olan hükümet, neredeyse tamamen iş göremez hale geldi.
Şu anda bir taraf (Sünni egemen partiler, Hıristiyan ağırlıklı siyasi hareketler ve Dürzî temsilcileri) liman patlaması olayının kesinlikle soruşturulmasını desteklerken, Şii Emel ve Hizbullah ile müttefikleri Hür Vatan Hareketi (Hıristiyan kesim), Başsavcı Bitar'ın görevden alınmasında ısrar ediyorlar.
Hâkim ve Savcılar Kurulu'ndan gereken onay ve desteği alan Başsavcı ise, şimdi milletvekili olan eski hükümet bakanlarının ifadesine başvurmak için Lübnan parlamento başkanına fezleke gönderdi.
Özellikle eski Başbakan Hassan Diyab'ın 28 Ekim'de gelmemesi halinde hakkında tutuklama kararı çıkarılacağını belirtti.
Hizbullah lideri Hasan Nasrallah, bu karara da itiraz etti:
Beyrut limanında patlayıcı madde bulundurma hususunda sadece Hessan Diyab değil, meseleyle ilgisi bulunan bütün geçmiş yöneticiler, mesela eski cumhurbaşkanları ve Saad Hariri gibi başbakanlar da sorumludur. Hal böyleyken, yalnız Diyab'ın ifadeye çağrılması hem siyasi bir tezgâhtır hem de bazı çevrelerin politik oyunudur.
Muhalif kesimler ve Batılı devletler tarafından desteklenen Başsavcı Bitar, iki Şii hareket olan Hizbullah ile Emel yetkililerinin baş hedefi konumunda. Onlara göre:
Beyrut limanı patlaması vesile edilerek bu dava alabildiğine siyasileştirilecek ve dolayısıyla hususi olarak Hizbullah mensupları suçlu bulunarak yargılanıp cezalandırılacaklardır!
Hizbullah lideri Hasan Nasrallah'ın baş hedefi Lübnan Kuvvetleri Lideri Semir Caca oldu / Fotoğraf: Reuters
Nasrallah, El Tayyune katliamı olayından Semir Caca'yı sorumlu tutuyor.
Hıristiyan kesimlerin en güçlü partisi sayılan Lübnan Kuvvetleri lideri Caca ise, Beyrut limanındaki siloların patlatılması ve başkentin büyük kısmının tahribi olayında Hizbullah militanlarını suçluyor.
Lübnan Kuvvetleri Başkanı Semir Caca, "Olay çıkaran Hizbullah milislerinin cezadan kurtulamayacaklar" diyor. / Fotoğraf: El Nahar
Kendi taraftarlarının başlattığı El Tayyune hadisesinden sonra, Hizbullah milislerinin Hıristiyan semtlerinde silahlarla dolaşıp sağa sola ateş etmelerinden yakınarak, "Bu olayları çıkaranlar cezasız kalmayacaklar!" diye de tehdit ediyor.
Tarık Al Humayed, 11 Ekim 2021 tarihli Şark'ul Avsat gazetesindeki yazısında, Caca'nın suçlamalarına benzer ifadeler kullanıyordu:
…Ancak bu ülkede devletten daha etkin hale gelmiş bir Hizbullah var. Hizbullah, her türlü suç ve terör eylemlerine imza atmaktadır… Hizbullah'ın suçları ve terörü sadece devletin yıkılıp suikastların yapıldığı Lübnan'da değil, terörün ve uyuşturucu ticaretinin yapıldığı Irak, Yemen, Suriye, Afrika ve Güney Amerika'ya da ulaşıyor.
Karşı suçlama Hizbullah'ın resmi kanalı sayılan Al Manar TV sitesinde yayınlanan bir yorumunda belirginleşti:
Caca ile şürekâsı, İsrail'e karşı caydırıcı gücünü kanıtlamış direniş silahına saldırıyorlar! Caca, 'devlet içinde devlet olmuşlar' bahanesiyle direniş gücünün (yani Hizbullah'ın) elindeki silahların alınmasını talep ediyor.
Oysa silaha sahip olan sadece Hizbullah değil; ülkedeki her partinin, her milis gücünün ve hatta her bireyin elinde toplu yahut bireysel silah mevcuttur. Kendisi de şov yapmak maksadıyla düzenlediği basın toplantısında bizzat bu hususu itiraf etmiştir.
Bizlerin (Hizbullah'ın) onlardan farkımız şudur: Biz silahlarımızı, İsrail'e karşı direnmek maksadıyla kullanıyoruz. Bizim silahımız, İsrail ile arkasındaki güçleri endişelendiriyor.
Oysa Caca'nın komutanı olduğu Lübnan Kuvvetleri'ne bağlı milisler, her defasında suçsuz Müslüman sivilleri katletmiş veya saldırıda bulunmuşlardır. Bunu Halde ve benzeri birçok mıntıkada gördük.
Caca, Amerika ile bölgedeki müttefikleri nezdinde şöyle bir algı yaratma gayretindedir: Lübnan'da ordu dışında sadece Hizbullah milislerinin elinde silah bulunmaktadır. Bu da hem Lübnan devleti hem de Batılılar açısından tehlikelidir!
Semir Caca'yı destekleyen protestocular / Fotoğraf: El Nahar gazetesi
Gazeteci ve siyaset sosyolojisi uzmanı Dr. Cemal Şiheb El Muhsin'e göre:
Semir Caca, geçmişte ve bugün Lübnanlı Hıristiyanları intihara götürecek tehlikeli projelerin peşindedir. Bu haliyle o, Lübnan'da iç barışı tehdit ediyor.
Dolayısıyla Hıristiyanların hamisi ve savunucusu rolüne soyunmuş olan Caca, aslında Hıristiyanlar için de son derece tehlikeli bir şahsiyet olup; kirli geçmişi iyi bilinmektedir ve hiçbir şekilde bu kiri pisi ortadan kaldıramaz. Esasen kendisi, Amerika ile İsrail'in menfaati için yanıltıcı bilgilendirme yapıyor.
Caca, Hizbullah hareketini sonu gelmez ve son derece yıpratıcı olması muhtemel bir iç çatışmaya ve savaşa sürüklemek için fitne (kışkırtma/provokasyon) ortamı yaratma gayretinde.
El Tayyune Caddesi'nde barışçıl protesto yapan çok sayıda (Hizbullah ve Emel yanlısı) insan, Lübnan Kuvvetleri'nin kurduğu pusu sonucu katledildi. Katiller, onun milisleriydiler. Dolayısıyla Caca, bu ülkeye kurulan komplonun sivri mızrağı sayılır.
Katliamın yaşandığı El Tayyune Caddesi'nde silahlı milisler / Fotoğraf: El Nahar gazetesi
Hizbullah-Emel ikilisine karşı Lübnan'daki Sünni ve Hıristiyan kesimlerin destekçisi konumundaki Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin olaya bakışı ise, Suudi Arabistanlı araştırmacı-yazar Fahd Süleyman Şukeyran'ın 22 Ekim tarihli Şark'ul Avsat gazetesinde yazdıklarıyla özetlenmiş gibidir:
Lübnan'daki son olay, hasta bir adamın ayağına basmak gibidir. Devlet daha fazla çatışmaya tahammül edemez… (Hizbullah ve Emel) Beyrut Limanı patlamasına ilişkin soruşturmayı baltalamak için eline silah alıyor fakat belki de tek muhalefet partisi olan Lübnan Kuvvetleri'nden intikam almak için kanuna işaret ediyor! Hizbullah, Hıristiyan olan Samir Caca'nın şansını yok etmek istiyor.
Cumhurbaşkanı Mişel Avn ile damadı Cibran Basil, Sünnileri ve Trablusgarpları (Hariri yanlısı milisler-FB) IŞİD'li olmakla itham ediyor, Dürzîleri hor görüyor ve Şiileri suçluyorlar. Özgür Yurtsever (Hür Vatan) Hareketi'ni yöneten (Avn'ın) iki damadı, Basil ile Şamil Rukoz arasında şiddetli çatışmalar yaşanıyor...
Son günlerde yaşananlar ise şöyle:
Bu çekişme ve çatışma ortamında elini çabuk tutan Lübnan ordusu, pusu kurup Hizbullah taraftarı protestoculara kurşun yağdıran Hıristiyan kesimden 13 kişiyi tutuklayıp sorguya aldı.
Hizbullah ise, devletten bağımsız olarak kendi başına yürüttüğü soruşturmada yeterli ciddi delil bulamadı.
Bu arada askeri birimler, pusu atanlara silahla yanıt veren 3 Hizbullah milisini gözaltına aldı. Bir asker Ayn'ul Rommane mıntıkasına giren göstericilere ateş açması nedeniyle ifade verdi.
Bağlantılı olarak soruşturma babından ifadeye çağrılan 68 kişinin 19'uyla yüz yüze görüşüldü.
Geri kalanlar hakkında tebligat çıkarıldı. İfade veren 19 kişiden 15'i, Lübnan Kuvvetleri hareketi mensubuydu; 3 kişi Şii Emel örgütündendi.
Caca taraftarı basın ve medya, liderlerinin ifadeye çağrılması noktasında Hıristiyan Cumhurbaşkanı Mişel Avn'ı suçluyorlar.
Cumhurbaşkanlığı sarayından yapılan açıklama ise, "Caca'nın ifade vermeye değil, görüşüne başvurmaya davet edildiği" yolundaydı.
Lübnan Kuvvetleri (Partisi), milislerini tam alarma geçirdi; söz düellosunun bir parçası olarak Hizbullah ve müttefiklerine sözlü sataşma kampanyası başlattı. Partinin üst düzey yetkilisi Nedim Cumeyyil, Amerika'da yetkililerle görüştü.
İfade veya görüş belirtmek için çağrılmaktan huzursuz olan Caca, sabıkalı bir siyasetçi ve milis komutanıdır.
Dönemin eski başbakanlarından Reşit Kerami'ye (Sünni kesimin temsilcisi) 1987'de suikast yapıp katletmek suçundan önce idam cezasına mahkûm edilmiş; daha sonra bu ceza hafifletilerek angarya/ağır işlerde çalışma kararına dönüştürülmüştür.
Caca'nın ayak diremesi ve meydan okumasına karşılık veren Hizbullah lideri Nasrallah, "Gerekirse 100 bin taraftarımı harekete geçiririm!" deyince, bunu gözdağı olarak gören Caca, "Ne sen, ne de senden daha büyüğü (İran) bizi ürkütüp korkutamaz!" deyince, Hizbullah lideri geri adım atarak gerginliği düşüren yeni bir açıklama yaptı:
Ben taraftarlarıma iç savaş başlasın diye değil; tersine, önlensin diye çağrıda bulundum.
Suudi Arabistan (Londra'da yayımlanan) Şark'ul Avsat gazetesi köşe yazarı Hazım Sağiye de, 27 Ekim'de Hizbullah ve müttefiklerine karşıt tavrını yazıya döküyordu:
İç savaş çıkarsa sorusu eksiktir. İç savaş, her zaman silahların gölgesinde olur ve silahla devam eder. Bu yanıyla bakarsak, Hizbullah'ın varlığı bizzat bir iç savaş ürünü ve sisteminin ayrılmaz parçasıdır.
Her durumda Askeri Mahkeme yargıcı, Semir Caca'ya bir tebligat gönderip ifade vermesini isteyince, bu kez davet edilen Caca, yargıcı "Hizbullah'ın temsilcisi" şeklinde tanımlayarak Savunma Bakanlığı'ndaki makamda ifadeye gitmeyi reddetti.
Süreç şöyle işliyor:
Caca'yı bulamayan askeri postacı, tebligatı başında bulunduğu parti merkezinin kapısına iliştirip gitmiş olsun.
Caca ifade vermeye gitmediğinde ya avukatları askeri savcılığın tebligatına itiraz edecek yahut askeri savcı üç yoldan birine başvuracaktır:
İfadeye çağırmaktan vazgeçmek; davete icabet etmeyen tanığa gereken parasal ceza kesmek veya davet tarihini erteleyip gelmeyen tanığı celp yoluyla (zorla) savcılığa getirtmek.
Soru şudur:
Caca ifade vermeye gitmediği takdirde Askeri Başsavcılık kendisini zorla getirmek için subay ekibini mi, inzibatları mı, yoksa askeri istihbarattan bir birimi mi gönderecek?
İfade vermekten sürekli kaçınması halinde hakkında celp (zorla yani kolluk kuvvetleri eşliğinde) kararı mı çıkarılacak, yoksa re'sen firari/kaçak mı sayılacak?
Sözgelimi 24 Nisan 1994'te, evi askerlerce çembere alınarak evinden getirtilmişti. İfadesi alınır alınmaz da tutuklanmıştı. Böyle bir olay, tekrar edebilir mi?
Caca taraftarları, her gün Adliye Sarayı'nın önüne gidip başkanlarına moral vermek ve yargıyı etkilemek çabasındalar.
27 Ekim tarihli demecinde kendisini yalnız bırakmayan taraftarlarına teşekkür eden Caca, şunları da söyledi:
Hak, adalet ve hürriyet için birlikte olursak zafer kazanırız. Lübnan ile gelecek kuşakların geleceğini bu yolla kollayıp koruyabiliriz.
Lübnan Kuvvetleri taraftarları, "ifade vermeye gitmeme" gerekçesini şöyle açıklıyorlar:
Liderimiz Caca, 1994'te yargıya güvenerek gitmişti. Gelgelelim ifadeden sonra salıverilmedi; tersine, tutuklanıp hapse konuldu. Sonradan beraat etti ama bir kere cezaevine girmiş oldu. 1994'teki tutuklanma nedeni, Cunye şehrindeki bir kiliseye patlayıcı koyarak yıkılmasına ve 10 kişinin ölümüne yol açmaktı. Bu yüzden de başında bulunduğu Lübnan Kuvvetleri partisi kapatılmış, milis gücü Lübnan hükümeti tarafından dağıtılmıştı.
Sünni kesimi temsil eden Mustaqbal Partisi Başkanı ve eski Başbakan Saad Hariri, "İç savaş istemiyoruz" diyor / Fotoğraf: Haysam El Musevi
Semir Caca'nın baş müttefiklerinden Sünni kesimin temsilcisi ve eski başbakanlardan Hariri, 26 Ekim tarihli Twitter paylaşımında, onun "İstihbarat müdürlüğüne giderek askeri savcılık ve mahkemede hazır bulunmasını" söyledi.
Diğer müttefik Canbulat da, "El Tayyune Caddesi katliamı canilerinin tümünün tutuklanmasını, böylece bu tahripkâr ve kısır döngüye son verilmesini" istedi.
Parlamento Başkanı Nebih Berri, başarısızlık ve yolsuzluklarıyla nam salmış (Hıristiyan) Hür Vatan Partisi temsilcisi ve ayna zamanda iktidar ortağı olan Cibran Basil ile ülkedeki gerginlik ve seçim meselesini ele aldı.
Yıllardan beri müttefik olan Hizbullah ve Emel ile Hür Vatan Partisi arasına bugünlerde kara kedi girmiş gibi görünüyor.
Özellikle son ikisi arasında karşılıklı ithamlar, sözlü/yazılı kavgalar ve bazı konularda ihtilaflar çoğalarak artıyor.
Görünen nedeni ise yeni seçim düzenlemeleri ve Hıristiyan milislerinin (Lübnan Kuvvetleri) El Teyyuna Caddesi'nde pusu kurarak işlediği cinayetlere ilişkin farklı tutum sergilenmesidir.
Müttefikler arasında telafi ve uzlaşma yoluna gidilse de, henüz tam mutabakat sağlanmış değil.
Emel Hareketi Lideri Nebih Berri, müttefiki Hür Vatan Partisi Temsilcisi Cibran Basil ile ihtilafa düştü
Dış güçler, mevcut geçiş hükümeti belli reformlar ile genel seçimleri beklentilere uygun biçimde gerçekleştirmedikçe, ülkeye tatmin edici yardımda bulunmayacaklarını dile getiriyorlar ki, böyle olması halinde Lübnan 13 ay boyunca içinde bulunduğu çöküşün ve istikrarsızlığın girdabında debelenip duracak demektir.
Ülkede iç savaş ihtimali çok tartışılıyor. Kanımca, bu olasılığı yabana atmamak lazım... Bununla birlikte kolay çıkacağını da sanmıyorum iç savaşın.
Çünkü iç savaşa oynayan veya kışkırtan taraflar, ortak görüşe sahip değiller. Mesela Sünni egemenlerin temsilcisi ve eski Başbakan Saad Hariri, "İç savaş istemiyoruz" diyor.
Ray'ul Yom ve bir kısım Arap medyasına ilaveten Rusya'da yayımlanan Kommersant gazetesi de, "Lübnanlıların bu konudaki büyük kaygılarına rağmen iç savaşın çıkma şartlarının oluşmadığına" işaret ediyorlar.
Ayrıca Lübnan'da çatışma isteyenler her ne kadar ABD, Fransa, İsrail ve Körfez devletlerinin desteğine mazhar olsalar da, İsrail dışındaki bu devletler de iç savaştan yana değiller. En azından şimdilik!
Ayrıca, iç savaş çığırtkanlığı yapan Caca'nın milisleriyle Sünni Müsteqbel milisleri, en zayıf dönemlerindeler.
İç savaşı istemeyen Şii Emel ile Hizbullah ise askeri bakımdan hem donanımlılar hem de askeri güçlerinin zirvesindeler.
Sözgelimi Emel-Hizbullah ikilisinin 100-200 bin kadar milisi bulunuyor. Hizbullah'ın elinde çeşitli nitelikle 150 bin roket ve füze var.
Arkalarında ise İran-Suriye ikilisi duruyor ki, her üçünün savaşçıları neredeyse iç içe ve omuz omuza sıcak cephedeler. Özellikle Suriye'deki çatışmalarda tecrübe kazanmışlar.
Sonunu bir Lübnanlı yazarın şu temennisiyle bağlayalım:
Umarım 2022 yılı, 30 yıldan beri hayatlarımıza hükmeden yolsuzluklarıyla nam salmış canilerden (yönetici takımı, siyasiler, egemenler-FB) kurtulmak suretiyle tarihi yeniden yazmanın yollarını arayan gençlerin yılı olur.
Kaynakça:
- https://www.raialyoum.com/ 26 Ekim 2021 عون: ولا عودة إلى الحرب الأهلية في لبنان
- https://www.almanar.com.lb/8872382
- https://www.al-akhbar.com/Media_Tv/321549/
- https://www.annahar.com/arabic/authors/26102021050542951
- https://www.annahar.com/arabic/section/76
- https://www.raialyoum.com- 26 Ekim 2021هل يتحوّل جعجع إلى "هاربٍ" ومُتوارٍ عن الأنظارhttps://www.annahar.com/arabic/authors/25102021053848058, ..- 26 Ekim 2021.
- الاشتباك الإعلامي بين 'أمل' و'التيار' بوتيرة أعلى.
- http://www.dailystar.com.lb/News/Lebanon-News/2021/Oct-08/523918-us-calls-hezbollah-fuel-shipments-public-relations-ploy.ashx
- الحرب الأهليّة في تأويل «حزب الله» لها,,, حازم صاغية , 27 Ekim 2021.
- https://www.independentarabia.com/node/271591/, سياسة/متابعات/في-لبنان-مواجهات-قضائية-بسلاح-غير-القانون,
- https://www.raialyoum.com/, هل-ينزلق-لبنان-إلى-حرب-أهلية؟, Rusya Kommersant gazetesi, 29 Ekim 2021.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.