Geçmişten Günümüze Petrol Savaşları ve Musul
Tarihi materyalizme göre kapitalizm, emperyalist düzenle en tepeye varır. Gerçi, tarihsel materyalizme göre sosyalist topyumlar da komünizme evrilir fakat bugün tam tersine şahit olmuş durumdayız; geçmişin birçok sosyalist ülkesi kapitalizme dönüş yaptı, şimdilerde liberalizm bu ülkelerde yeniden sınanıyor. Aslında çok çabuk değişen dünyamızda sosyologların işi zor.
Her sistem, aynen canlı canlı varlıklar gibi, hayatta tutabilmek için evrimleşiyor. Bugün bakıyorsun Çin liberalleşmiş, liberal Avrupa ülkeleri daha çok sosyalleşmiş. Her sistem daha uzun ömürlü olabilmek için rakip sistemlerin olumlu yanlarını bünyesine katıyor. Çağlar/dönemler değiştikçe, insan oğlunun ihtiyaçları üretim güçlerine, üretim araçlarına ve üretim ilişkilerine bağlı olarak değişir. Ama bazı ihtiyaçlar var ki her dönemde önemini ve gerekliliğini korur. Tıpkı petrolün ekonomik ve sosyal güç olmaktan öte siyasi bir güç olması gibi.
Dünyada ilk petrol, yaklaşık olarak 150 yıl önce, ABD sınırları içinde Pennsylvania eyaletinin Rouseville şehrinde Albay Edwin Drake tarafından bulunmuştur. Petrol kelimesi, Latince "kaya yağı" deyiminden gelmektedir. Dünyanın en değerli yeraltı ham maddelerinden biri olan petrol, sadece teknoloji alanında değil, çeşitli konularda insanlığa büyük yararlar sağlamaktadır. Petrol ışık ve ısı sağlamada yararlı olup, Otomobillere, traktörlere, uçak ve gemilere hareket gücü verir. Bilindiği kadarıyla, petrol binlerce yıl önceleri de kullanılmaktaydı. Çinliler ve Mısırlılar da dahil, eski toplumların çoğu, petrolden tıp alanında ilaç olarak yararlanırlardı. Bugün Petrol ihraç eden 12 ülke dünya Petrolünün üçte ikisini elinde tutuyor.
Bu ülkeler Suudi Arabistan, İran, Kuveyt, Irak, Venezüella, Katar, Libya, Endonezya, Arap Emirlikleri, Cezayir, Nijerya ve Gana'dır. Uppsala Üniversitesi'nden Colin Campbell'in görüşüne göre, sadece Ortadoğu'da beş ülkenin tahmini rezervleri, dünya ekonomisini 2010'da düştüğü krizden kurtarabilen ülkeler Irak, İran, Suudi Arabistan, Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleridir. Dikkat edilirse bu ülkelerden İran ve Irak Kürdistan’ı sömürgeleştirenlerdir.
Irak, 2 Ağustos 1980'da Kuveyt'e saldırarak istilâ edince, karşılıklı 8 aylık bir hazırlanma sürecinden sonra Basra Körfezi bölgesinde oldukça yoğun askeri hava, kara ve deniz faaliyetlerini de içine alan hareketli günler yaşandı. Savaş sırasında bazı petrol platformlarının isabet alması ve petrolün kasıtlı olarak körfez sularına akıtılması, gerek kara-deniz ve gerekse atmosferde endişe verici çeşitli kirlenmelere sebep oldu. Oysaki Saddam’ın amacı uzun vadeli Kuveyt'i işgal ve ilhak edip petrolü ele geçirmekti. Uğruna bunca savaşların çıktığı ve kanların döküldüğü, yeni bir dünya haritasının oluşturulmaya çalışıldığı petrolün önemini uzun yıllar önce anlayan Osmanlı Padişahı II. Abdülhamit'in Musul ve Bağdat civarlarında, Dicle ve Fırat havzalarında petrol arama çalışmaları yapmak üzere ekip oluşturduğu, ekibin sunduğu rapora göre 65 farklı yerde petrol aradığı ve bunların bir yol haritasının hazırlandığı, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü tarafından bastırılan
“Osmanlı Dönemi Irak” raporuyla ortaya çıktı.
“Bir damla petrol, bir damla kandan daha kıymetlidir.”
Bu sözler de 1936'da İngiliz Avam Kamarası'nda petrolün İngiltere için önemini anlatan İngiltere Başbakanı Winston Churchill'e ait.
Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra dönemin ABD Başkanı Thomas W. Wilson'a (Ulusların kendi kaderini savunmasıyla ünlü “Wilson prensipleri”nin isim babası) bir telgraf gönderen Fransa lideri Georges Clemanceau, “Eğer ülkeler harpleri kazanmak istiyorsa, kana olduğu kadar petrole de muhtaç olduğunu bilmeliler.” diyerek petrolün gücüne vurgu yapmıştı.
Onun için Ortadoğu'daki devletlerin sınırları petrole göre çizilmiştir. Yeni petrol yatakları bulundukça sınırlarda değişecektir. Birinci Dünya Savaşı sırasında petrolün, askeri ve ekonomik sektördeki stratejik önemi açıkça ortaya çıkmıştır. 1917'lerde Clemenceau petrol için “savaş cephesinde zaferi sağlayan kan” demiştir. Clemenceau, ABD'ye yaptığı yardım çağrısında “ihtiyacımızı karşılayacak benzini sağlayamazsak, ordumuzun tümü çalışamaz hale gelecektir” demiştir. Ledendrof ise hatıralarında “l. Dünya Savaşında Alman generallerinin ateşkes istemelerinin önemli nedeninin petrol ürünlerini bulamama endişesi olduğunu” itiraf etmiştir .
Gerek I. Dünya Savaşı’nda, gerekse II. Dünya Savaşı’nda galip ve mağlup devletlerin bu enerji kaynağına ulaşmada gösterdikleri gayret, savaşın sonucunu etkilemiştir. Savaşların uzamasında işgal edilen bölgelerdeki petrolün ele geçirilişi başlıca etken olmuştur.
Geçen yıllarda özellikle Kuzey Kutbu'na komşu olan Kanada, ABD, Rusya, Danimarka ve Finlandiya'nın panik halinde olup, acil toplantılar birbirini izlemiştir. Tüm bu ülkelerin hesabına göre Kuzey Kutup bölgesinde dünyanın en büyük petrol rezervleri bulunduğu ve kimi tahminler bölgedeki petrolün miktarının dünya petrollerinin en az % 25'i olduğunu iddia ediyor. Diğer madenlerce de zengin olduğu düşünülen bölgeyi ele geçiren daha zengin olmuş olacak. Aslına bakarsanız bu ülkelerin hiçbiri fakir değil, aksine Kanada, Danimarka, ABD ve Norveç dünyanın en zengin ülkeleri. Kişi başına düşen gelir Afrika ortalamasının neredeyse 100 misline yakın. Rusya ise zaten petrol ve gaz zengini.
Ancak, bugün Petrol ve gaz rezervleri bakımından zengin olan bölgelerin stratejik öneminin artacağından sadece Orta Doğu ve Kuzey Kutup değil, Afrika, Orta Asya, Güney Amerika ve Güneydoğu Asya ve Kafkaslar, önümüzdeki yıllarda potansiyel çatışma bölgeleri olacaktır.
Günümüzde ve gelecekte petrolün, savaşın devamı için en önemli etken olduğu gibi, savaşın kazanılabilmesi için de birinci derecede petrol ve petrol ürünleri gelmetedir. Öyle ki hayati önemi olan bu kaynaktan yoksun kalmak demek, savaş araçlarının tümünün kullanmaktan yoksun kalmak anlamına gelmektedir. Bu anlamda savaşa giren devletler, bir taraftan petrol bölgelerini kendi egemenlikleri altına almaya çalışırken diğer taraftan ise ilk olarak düşmanın petrol kuyularını bombalanmasını planlamışlardır.
ABD ve koalisyon güçlerinin Faşist SADDAM’I devirmelerinin nedeni, zengin petrol yatakları olduğu kamuoyu tarafından bilinmektedir.
Örneğin, HÜRMÜZ boğazında petrol taşımacılığı için İran, Irak arasındaki savaş 8 yıl sürmüştü. Irak 16 Eylül'de, 1975 te Kürtlerin kanı üzerinde Cezayir’de imzaladığı Şatt-ül-Arap antlaşmasını feshettiğini açıkladı ve 22 Eylül 1980'de sınırı geçip İran’a girdi. Yine 1946 de İran tarafından ortadan kaldıran MAHABAD Kürt devletine, Sovyetlerin İran Petrolü için ilgisiz kaldığı bilinmektedir. 1923’te Lozan Anlaşması’yla Kürdistan’ın ikinci kez sömürgeleştirmesinin en büyük nedeni, Kerkük ve Musul petrolleriydi. Onun için bu gün de Türkiye bu şehirleri zaman, zaman sahiplenmekte, kendisine ait olduğunu iddia etmektedir. Kısacası; dünya değişti, bölge değişti ve Kürtler de değişti. Sovyetlerin yıkılışı ile birlikte Avrasya'daki mirası üzerinde üç büyük önemli güç çekişmektedir. Bu miras özellikle petrol olup, halen rakipsiz kaldığı düşünülen ABD, Ortadoğu, Orta Asya ve Kafkaslarda Avrupa Birliği.
Burada Çin de Orta Asya ve Kafkaslarda güç sahibi olmak istiyor. Ama görünen o ki, bugün için Orta Doğu’da ABD, İrak, Türkiye Musul üzerinde hak iddia etmekte ya da Musul petrolleri üzerinde söz sahibi olmaya çalışmaktadırlar. Hiç kimse İŞİD’e karşı mücadele bahanesiyle Musul Petrolu için heveslenmesin. Musul Kürdistan’dır. Musul’un yer altı yer üstü zenginlikleri de Kürt halkınındır.
NOT: Gelecek yazımda Lozan da sayıma konu olan Arap Kürt ve Türkmen Nüfusunun ne kadar olduklarını yazacağım.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.