Göç ve mültecilik meselesi: "Avrupa Kalesi"nde değişen mültecilik yasaları (2)
.
Faik Bulut Araştırmacı gazeteci, yazar
Almanya'da yaşayan aktivist yazar Ganime Gülmez, mevcut olumsuz gelişmeleri "Avrupa Birliği Mülteci Zirvesi" özelinde şöyle irdeliyor:
Avrupa Birliği Mülteci Zirvesi sonuçları, 8 Haziran 2023 akşamında genel hatlarıyla yayınlandı. Bu zirvede Ortak Avrupa Sığınma Sistemi (CEAS) reformu tartışıldı. Böylelikle, en temel insan hakları arasında yer alan 'sığınma hakkı'na dair geriye kalan kırıntılar dahi neredeyse ortadan kaldırılmış oldu.
Almanya Federal İçişleri Bakanı Nancy Faeser (SPD), Avrupa Birliği üye ülkeleri arasında 'tarihi başarı' olarak nitelendirdiği bir anlaşmaya varıldığını bildirdi. Onun Twitter açıklaması şöyleydi:'Bu anlaşma, Avrupa Birliği açısından dayanışmaya dayalı yeni bir göç politikasıdır ve insan haklarının korunması açısından tarihi başarıdır.'
Tarihte 'tehcir' veya 'Tehcir Merkezleri' olarak anılan kavramların 21'inci yüzyıldaki yasalarının 'reform' olarak adlandırılışına tanıklık etmekteyiz artık.
Başta Pro Asyl ve Seebrücke (Almanca İskele anlamına gelen Seebrücke, ırkçılık karşıtı radikal bir politika benimsiyor-FB) olmak üzere göçmen haklarını savunan yüzlerce kurum ve kuruluş, AB Mülteci Zirvesi öncesinde böylesi bir anlaşmayı engellemek maksadıyla bir araya geldiler. Zirve sonuçlarını ve yapılan sözde reformları, sadece basından takip edebildikleri kısmıyla şu şekilde değerlendirdiler:'Alınan kararlar sığınma hakkına cepheden bir saldırıdır: AB içişleri bakanları Alman mevkidaşları Nancy Faeser'in onayıyla, tutukluluğa benzer koşullar altında uygulanacak olan zorunlu sınır prosedürlerine bugün karar verdiler. Adı anılan 'güvenli üçüncü ülkeler' açısından gerekli olan kriterleri büyük ölçüde sulandırdılar.
Şu anda basından edindiğimiz haberlere göre Almanya Federal Hükümeti, sık sık başvurulan bu kırmızıçizgiye dahi uymamış görünüyor. Gelecekte, çocuklu aileler bile Avrupa sınırlarında dikenli tellerin arkasındaki gözaltı kamplarında kalacaklar.
Avrupa'nın bu 'yeni' göç politikasında, dayanışma ibaresini içeren ve mültecileri koruyan hiçbir şey yok. İfade ettikleri hiçbir şey aslında yeni değil. Sadece izolasyon (tecrit) sıkılaştırıldı. Yıllardır acı, kaos ve on binlerce ölüm getiren yani işlemeyen bir rota daha da sıkılaştırılıyor. Bu tam bir felâket.'
AB üyeleri arasında sıklıkla ifade edilen dayanışma ise şöyle:
Mülteci istemeyen ülkeler, mülteci almak gibi bir zorunluluğa tabi olmayacaklar. Bunun yerine, söz konusu ülkeler maddi ödemeler yapabilecekler. Örneğin adı anılan 'Libya Sahil Güvenlik' kurumu, mültecilere karşı korunmak üzere görev yapacak. Ancak mülteci almayı reddeden ülkeler kesinlikle buna zorlanmayacak.
Dünyaca ünlü Alman Der Spiegel dergisinden ana haber bültenlerine dek bu kararların içeriğine getirilen yorumlar ise genel olarak şöyle:'Avrupa Birliği'nin iltica politikası çıkmaza girmişti. Lüksemburg'da gerçekleşen zirveye yönelik herkeste bir atılım umudu vardı. Şimdi bu başarılmış gibi görünüyor. AB içişleri bakanları ortak bir çizgide anlaşabildiler.
Lüksemburg'da, İsveç Göç Bakanı Maria Malmer Stenergard'ın belirttiği gibi, nihayet bu üçüncü girişimde İsveç Konsey Başkanlığı'nın uzlaşma teklifi kabul edildi. Bu uzlaşma doğrultusunda, yasadışı göçlerle ilgili sorunlar göz önünde bulundurularak, Avrupa Birliği ülkelerindeki iltica prosedürleri önemli ölçüde sıkılaştırılacak.'
Güvenli olarak kabul edilen ülkelerden gelen insanlar, sınırı geçtikten sonra gözaltında tutulmaya benzer koşullar altında, sıkı bir şekilde kontrol edilen kabul tesislerinde barındırılacaklar.
Kontrol altında gerçekleşecek olan bu barınma ve başvuru sürecinde, kişinin sığınma şansı olup olmadığı on iki hafta içerisinde netleştirilecek. Bu şansı yoksa derhal geri gönderilecek.
AB Parlamentosu'nun yapılan bu değişikliklere yönelik farklı fikirlerde ısrar edebileceği tahmin ediliyor. Ancak AB Parlamentosu, insan hakları zemininde faaliyet gösteren yüzlerce kurumun bu güne dek yaptığı çağrılara da olumlu bir yanıt verebilmiş değil.
Sığınma prosedüründe yapılan bu reformda söz sahibi olan Türkiye, önümüzdeki aylarda AB ülkelerinin temsilcileriyle birlikte bu projeyi müzakere edecek.
'AB ülkeleriyle dayanışma' bölümü ise yine basına yansıyan haberlere göre genel çerçevesiyle şöyle:'Sıkılaştırılmış iltica prosedürlerine ek olarak, AB'nin dışında kalan ülkelerin, yükü ağır olan üye devletlerle daha fazla dayanışmasına da olanak sağlıyor. Bu işlemler gönüllülükten çıkarılıp zorunlu bir hale getirilecek.
AB üyesi ülkeler arasında, mülteci almak istemeyen ülkeler tazminat ödemek zorunda kalacaklar. Bu nedenle, Macaristan gibi ülkeler bu plana karşı oy kullandılar. Ancak İtalya gibi ülkelerin 'dayanışma gösterme zorunluluğu'ndan faydalanma koşulları daha fazla.
BM mülteci ajansına göre, bu yıl Akdeniz'i geçen 50 binden fazla göçmen İtalya'da kayıt altına alındı. Kayıtlı insanların çoğu Tunus, Mısır ve Bangladeş'ten gelmişti. Bu nedenle yasal olarak sığınma hakkını alma olasılıkları neredeyse hiç yoktu.'
Ortak Avrupa Sığınma Sistemi kapsamında yapılan bu reformlara ilişkin, henüz zirve gerçekleşmeden önce yüzlerce makale, onlarca bildirge-önerge direkt Avrupa Parlamentosu'na sunulmuştu.
Bu yönlü sayısız kitlesel eylem de gerçekleştirildi. Böylesi bir reformun Cenevre Mülteci Sözleşmesi'nin ihlali olacağının altı defalarca çizilse de, reforma ilişkin ortak bir uzlaşma projesinin doğumu engellenemedi. 1
Ganime Gülmez, daha önceki bir yazısında göçmen-mülteci sorununda yeni gelişmeler hakkında Avrupa ve Ortadoğu ülkelerinden örnekler veriyor:
Ortadoğu'daki yangınlar hiç sönmedi. Suriye alevler içerisinde kalıverdi. Ardından Afganistan, Avrupa'nın en büyük nükleer enerji santralinin bulunduğu ve stratejik bir koridor olarak konumlandırılan Ukrayna (savaş), daha sonra İran (sivil isyan) ile Afrika göbeğindeki Sudan (iç savaşı).
Ve yine Birleşmiş Milletler 2 Mayıs tarihli açıklaması: 'Sudan'da en az 330 bin insan göç yollarında.' Yani Cenevre Sözleşmesi ve İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (hükümsüz ve geçersiz sayılıyor. FB).
Artık dillendirilen yeni sözleşmeler var Avrupa topraklarında: İşçi grevleri bahane edilerek gündeme getirilen, AB havayolları hukukunun yamalı bir bohça görüntüsünde olduğu ve en kısa zamanda oluşturulması hedeflenen ortak bir sözleşme söz konusu. Uluslararası denizyolları sözleşmelerinin geçerliliğini kaybetmesi sebebiyle yeni denizyolları sözleşmeleri gündemde...
Kara parçası dediğimiz sınırlarda, yasalar ve duvarlarla oluşturulan yeni güvenlik sözleşmeleri. Ukrayna işgalinin hemen ertesinde, önce Belarus, şimdi de Bosna (ki bu ülkenin sınırlarına tel örgüler değil adeta demirden bir duvar örülmüş. Yakalanan göçmenler ise bu sınırlarda hızla inşa edilen ilkel hapishanelere kapatılmış). 2
Pro Asyl, yeni mültecilik kanunlarına şiddetle itiraz ediyor
Göç ve mültecilik meselesi: Göçmenler ya da sefaletin intikamı (1)
Peki neden?
Pro Asyl adlı kuruluşun Hukuk Politikası Sözcüsü Wiebke Judith'in, 25 Nisan tarihli açıklaması AB üyesi ülkelerin kapalı kapılar ardında neler çevirdiklerini teşhir etme babından önemlidir:
Litvanya Parlamentosu'nun 20 Nisan 2023'te aldığı ve 1 Haziranda yürürlüğe girecek olan kararları karşısında kurum olarak dehşete kapıldık. Bizzat AB üyesi ülkelerde, alınan bu yönlü kararlara karşı hukuki hiçbir tavır almama tutumu sürmektedir.
'Litvanya Parlamentosu'nun 'Pushback'(göç eden insanları sınırlarda şiddet yoluyla püskürtme) ulusal hukukta yasallaştırma kararı, Avrupa'daki mülteci koruma hukuku açısından bir başka iflasın ilanıdır. Polonya ve Macaristan'da olduğu gibi Avrupa Konseyi tarafından ancak son zamanlarda işkence olarak sınıflandırılan bir uygulamanın resmileşmesine çok az kaldı.
AB üyesi ülkelerin mültecileri koruma pratiğindeki düşüş devam ediyor. Bu yasa değişikliği kaçan insanların hayatlarını tehlikeye atmakla birlikte, Avrupa hukukunu ve uluslararası hukuki anlaşmaları da çiğnemekte-ihlal etmektedir.
Bu yasalara karşı politik bir baskı mekanizması oluşturulmalı, ihlal davaları açılmalı ve mali yaptırımlar gündeme getirilmelidir. Böyle bir müdahale gerçekleştirilmezse, bu çarkın geriye döndürülmesi imkânsız hale gelecek.
Pro Asyl grubu, Afganistanlıların Almanya'dan çıkarılmasına karşı çıkıyor
Aynı tarihte ve büyük bir üzüntüyle, Pro Asyl Avrupa Sözcüsü Karl Kopp da şu açıklamayı yaptı:
Cenevre Mülteci Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne temel kriterler düzleminde tamamen yüz çeviren AB ülkelerinin listesi uzadıkça uzuyor. Yıllardır verdiğimiz mücadeleye, Avrupa Parlamentosu'na sunduğumuz sayısız rapor-önergeye rağmen, Brüksel'den güçlü bir müdahale olmaksızın hukukun üstünlüğünün, insan haklarının ve mülteci korumasının geriye çark ettirildiği bu sarmalın frenlenmesi pek mümkün görünmüyor.
Almanya'da göstericiler mültecileri engelleyen İtalya'yı protesto ettiler, 6 Temmuz 2023 / Fotoğraf: Reuters
Almanya Federal Hükümeti'nin 29 Nisan tarihli oturumunun gündemlerinden biri de "İltica Prosedürleri Yönetmeliği ve İltica ve Göç Yönetimi Yönetmeliği" idi.
Bu oturum gerçekleşmeden bir gün önce, yine Pro Asyl Avrupa Sözcüsü Karl Kopp şunları söyledi:
Dublin Sözleşmesi ile paket transferi yapılırmışçasına o ülkeden bu ülkeye sürülen göçmenler, şimdi de 'güvenlikli üçüncü dünya ülkeleri' prosedürüne göre büyük bir belirsizliğe terk edilmektedir. Bu ise Dublin Sözleşmesi'ne bir dönüştür.
Sınır prosedürleri son yılların temel hatasıdır. Çünkü deneyimler, sınır prosedürlerinin insani suiistimallere, kötü uygulamalara ve nihayetinde koruma reddine yol açtığını göstermektedir. Bu işlemlerin kaçma sebepleriyle mi, yoksa kaçanların sadece hangi Avrupa dışı üçüncü ülkeye gönderilebileceğiyle mi ilgili olduğu ise hâlâ merak konusudur.
Sınır prosedürlerinin bu şekilde onaylanması, koalisyon anlaşmasının iltica prosedüründe koruma arayanlar için daha iyi standartlar yaratma ve dış sınırlarda çekilen acılara son verme vaadiyle uyuşmamaktadır.
Göçmen savunucusu ProAsyl'ın Almanya'da bir protestosu
Federal Hükümetin bu gündemli oturumu 29 Nisan tarihinde gerçekleşti.
"Sığınmacıları koruma" yasalarını 30 yıl önce resmileştiren Almanya Federal Hükümeti, tüm AB üyesi devletlerin önünü açan bir yasaya imza attı.
Almanya Federal Hükümeti'nin bu kararı almaya hazırlandığı dönemde, İtalya'da da kurtarma ekiplerine yönelik bazı yaptırımlar keskinleşmeye başladı.
İtalya Hükümeti, Akdeniz sularında Avrupa Adalet Divanı kararlarını sürekli çiğniyor.
Bu kararları çiğneyişini, geçen aralık ayında parlamento olarak da onaylayarak yasallaştırdı.
Birçok ülke, göçmenleri kurtarma noktasında uluslararası deniz hukukuna uymuyor.
Bu durum normalleşirken, ilgili ülkelere karşı herhangi bir yaptırım uygulanamaz. Aksine, kurtarma ekiplerine karşı dava açma modası başlar.
Bu davalarda kurtarma ekiplerini savunmak üzere yüzlerce avukat, onlarca kurum ve binlerce insan seferber olur.
Bu işin maddi ve manevi yanı koca bir kambura dönüşürken, Akdeniz'de yüzlerce insanın artık niyetler güdülerek boğulmaya terk edilişi de resmen bir katliam haline gelmektedir.
Göçmen hakları savunucusu bir grup, "Müslüman ve Mülteciler Hoş geldiniz" pankartıyla, 19 Temmuz, Almanya
Havada, karada ve denizlerde devreye giren yeni yasaların ve NATO üyesi olan AB ülkelerinin daha değişik bir stratejiyle konumlandırıldığı şu tarihsel süreçte, "insan hakları" denen şeyin pervasızca çiğnenmeye devam edeceğini ve bu pervasızlığa karşı hukuki bir mücadele yürütme gerçekliğinin neredeyse ortadan kalktığını gören kurumlar 8 Haziran 2023'e dek sürecek bir kampanya başlattılar.
Uluslararası düzeyde insan hakları mücadelesi veren 144 kurum ve 250 belediye eylemlere başlıyor:
'30 yıl yeter! Sığınmacılara Yardım Yasası kaldırılsın! Bu yasa yerine: Kendi kaderini tayin ve göç ettiği ülkelerdekilerle eşit haklara sahip olarak yaşama hakkı verilsin!' deniliyor. 3
Yukarıda örnekleri sunulan mültecilik ve göç karşıtı kanunların çıkarılması, kaçınılmaz olarak ırkçılığa da zemin hazırlıyor.
Mesela Almanya İçişleri Bakanlığı verilerine göre; 2021 senesinde mülteci yurtlarına yönelik 70 saldırı oldu ve 2022 yılında ise 121 saldırı gerçekleşti.
Bunun dışında 2022'de sığınmacı veya mültecilere yönelik 1248 saldırı oldu.
Roma'da göçmen sorunu hakkında uluslararası bir konferans düzenlendi
Avrupa Kalesi: Frontex ve Roma toplantısı
İsviçre merkezli Sosyalist web sitesi, Avrupa duvarlarının niçin göçmenlerin önüne aşılmaz barikatlar olarak inşa edildiğine ilişkin verilere dayalı, çok boyutlu kapsamlı bir değerlendirme yayımladı:
Onlar, Avrupa'nın sınırlarında, mümkün olduğunca çok sayıda insanın ya yolculuktan vazgeçmesini ya da bu uğurda ölmesini sağlamak üzere tasarlanan devasa bir göçmen karşıtı aygıta milyarlar akıttılar.
Avrupa Birliği'nin sınır gücü Frontex'in 2021'de 535 milyon Avro olan yıllık bütçesi 2022'de 754 milyon Avroya çıkarıldı. Libya ve Tunus'taki diktatörlük rejimlerine milyarlarca dolar daha verildi.
2022'de Avrupa'ya gitmeye çalışan 60 binden fazla göçmeni durduran bu rejimlerin Mart ayında kurtarma gemilerini engellemek için ateş açtıkları bildirildi.
Libyalı sınır görevlileri, çölde kalmış göçmenleri topluyorlar
'Avrupa Kalesi' uygulamaları nedeniyle 2014 yılından bu yana en az 21 bin kişi Akdeniz'de boğularak hayatını kaybetti.
Sayısız insan da Kuzey Afrika ve Yunan adalarındaki gözaltı kamplarında ya da Avrupa'dan yürüyüp geçerken devlet destekli şiddet, gasp, aşağılama ve hak mahrumiyetine maruz kalarak cehennemi yaşadı.
Birleşmiş Milletler, Kuzey Afrika'daki kamplarda AB'nin suç ortağı olduğu insanlığa karşı suçların kanıtlarını buldular.
Sığınmacılar iki defa mağdur edildi. Onlara haşarat muamelesi yapan emperyalist güçler, iklim değişikliğinin artan etkisinin yanı sıra, savaşlar, müdahaleler, entrikalar ve ekonomik yaptırımlarla dünyanın dört bir yanındaki toplumları parçalayarak ilk etapta onların sığınma aramak zorunda kalmalarından sorumludur.
Kuzey Afrika sahillerinden kalkan kaçak göçmen tekneleri / Görsel: El Mecelle
Son trajedide ölenler arasında ABD liderliğindeki vekâlet savaşıyla harap olan Suriye'den; Batı destekli diktatör Abdülfettah el Sisi'nin ve uluslararası yatırımcıların boyunduruğu altındaki Mısır'dan; ABD'nin insansız hava aracı saldırılarına ve siyasi dış müdahalelerine maruz kalan ve yıkıcı sellerin etkilerini yaşayan Pakistan'dan ve emperyalist destekli İsrail işgali ve ablukası altındaki Filistin'den insanlar vardı.
Avrupa'nın sınırlarına ulaşanlar, acılar buzdağının sadece görünen kısmı. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği'nin son Küresel Eğilimler raporuna göre, gezegendeki her 74 kişiden biri, yani yüzde 40'ı çocuk olmak üzere 108 milyondan fazla insan zorla yerinden edilmiş durumda.
IŞİD kontrolündeki Deyrizor'un Bağoz beldesinden kaçan siviller
Son 10 yılda rakamlar hızla arttı. Avrupa'daki 'göçmen krizinin' başladığı 2014 yılında dünya genelinde yaklaşık 60 milyon kişi zorla yerinden edildi.
O dönemde, 2013-2015 yılları arasında Lampedusa açıklarında yaşanan ve aralarında çocukların da bulunduğu binden fazla insanın boğulduğu trajediler ve iki yaşındaki Alan Kurdi'nin bir Türk sahiline vuran cesedinin görüntüsü, yaygın bir öfkeyi ve bu barbarlığın devam edemeyeceği hissini yarattı.
Avrupa hükümetleri ise bunların devam etmesini sağlamak için harekete geçti. Akdeniz'de kayıp ya da ölü olarak kayıtlara geçen göçmen sayısı 2016'daki 5,136'lık zirve noktasından sonra düşüşe geçerken, 2020'deki 1,449'luk en düşük seviyeden bu yana rakam yeniden yükseliyor. Bu yılın ilk çeyreği 2017'den bu yana en ölümcül dönem oldu.
Politikacılar buna -bazı durumlarda kelimenin tam anlamıyla- AB'nin duvarlarını yükselterek karşılık veriyor.
Bu ay Lüksemburg'da yapılan bir toplantıda Avrupalı liderler, sığınmacıların demokratik haklarına yönelik kapsamlı saldırıları kabul ederek, uzun süreli gözaltı ve hızlı sınır dışı edilmelerine izin verdi.
AB'nin dış sınır duvarlarının uzunluğu 2014-2022 yılları arasında altı kattan fazla artarak 2 bin kilometrenin üzerine çıktı ve birliğin kara sınırının yüzde 13'ünü kapladı.
Buradaki amaç, Avrupa kapitalizmini, medyanın neredeyse hiç haber yapmadığı, kapitalist krizle paramparça olmuş küresel bir toplumun insani sonuçlarından uzak tutmaktır.
Zorla yerinden edilen 108 milyon kişinin çoğu (62,5 milyon) kendi ülkeleri içinde vahim koşullarla yerinden edilmiş durumdadır.
Bunların yüzde 80'i sadece 10 ülkede bulunmaktadır: Kolombiya, Suriye, Ukrayna, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Yemen, Sudan, Nijerya, Afganistan, Somali ve Etiyopya.
Düşük ve orta gelirli ülkeler, yerinden edilmiş kişilerin dörtte üçüne ev sahipliği yapıyor.
Uganda'daki Bidi Bidi (çoğunluğu Güney Sudanlı 270 bin kişi), Tanzanya'daki Nyarugusu (çoğunluğu Kongolu 150 bin kişi) veya Ürdün'deki Zaatari (çoğunlukla Suriyeli 76 bin kişi) gibi ilkel kamplarda yaşıyorlar ya da 50 binden fazla kişinin ölümüne ve milyonlarca kişinin ikinci kez yerinden edilmesine neden olan 6 Şubat depreminin ortaya çıkardığı koşullarda Türkiye gibi ülkelerde barındırılıyorlar.
Savaş nedeniyle Sudanlılar gıda yardımından mahrum bırakılıyorlar / Fotoğraf: AFP
Her yıl geri dönebilenlerden çok daha fazlası evlerini terk ediyor. Geçen yıl geri dönen her kişiye karşılık 22 kişi evini terk etti.
Çok azının başka bir ülkeye yerleşme şansı var. 2022 yılında sadece 114 bin 300 kişi bunu başarabildi.
Ancak Avrupa'da bir iş ve ev bulmaya çalışanların şiddetle geri püskürtülmesiyle birlikte çoğu insan çürümeye terk edildi.
Göçmen boğulmalarının korkunç bilançosu ve küresel sığınmacı krizi, emperyalist savaş ile demokratik hakların yok edilmesi arasındaki temel bağlantıyı vurgulamaktadır.
Lübnan'ın Sayda şehrinde Suriyeli mülteciler: "Ya Suriye'ye yahut kaçak olarak Avrupa'ya..."
BM'nin son raporuna göre, zorla yerinden edilen en büyük grupların içinden çıktığı üç ülke olan Suriye (6,5 milyon), Ukrayna (5,7 milyon) ve Afganistan (5,7 milyon) 21'inci yüzyılın en yıkıcı ABD-NATO operasyonlarından bazılarının yapıldığı yerlerdir.
Ukrayna'da ülke içinde yerinden edilen 5,9 milyon kişi de eklendiğinde, bu ülkedeki toplam sayı 11,6 milyona ulaşıyor.
Ve dünyanın en hızlı yerinden edilme krizi ve İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana en büyüklerinden biri haline geliyor.
Ukrayna'daki NATO-Rusya savaşı koşullarında, emperyalist güçler kaynaklarını devasa askeri harcama programlarına ve ülke içindeki baskıcı yasalara yönlendirirken, Avrupa egemen sınıfının yerinden edilmiş bu insanlara karşı tutumu her zamankinden daha düşmancadır.
AB ülkelerinde 'geçici koruma' sağlanan 4milyon Ukraynalı ve Birleşik Krallık'a girmesine izin verilen 60 bin kişi, arkadaşlarının, ailelerinin ve evlerinin Rus ordusuna karşı NATO'nun piyonu olarak kullanılmasını meşrulaştırmak için gerekli bir istisna olarak görülüyor.
Bu savaşta, NATO güçlerinin egemen sınıfları kendilerini, insani durumdan derin endişe duyan demokrasi savunucuları olarak tanıttılar. Sığınmacılara yönelik acımasız muameleleri bu ikiyüzlülerin gerçek yüzlerini ortaya koyuyor. 4
Devam edecek…
Kaynakça:
1. https://sendika.org/2023/06/cenevre-multeci-sozlesmesi-tarihe-karisti-686870/, 14 Haziran 2023. Avrupa Postası, 12 Haziran 2023.
2-3. https://sendika.org/2023/05/savaslar-ve-gocler-girdabindaki-turkiye-684137/, 3 Mayıs 2023. Avrupa Postası, 3 Mayıs 2023.
4. World Socialist WebSite-WSWS.ORG, https://www.wsws.org/tr/articles/2023/06/21/baic-j21.html, 16 Haziran 2023.
Kaynak: Independent Türkçe
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.