GÜRCİSTAN’IN KÜRT ASILLI PRENSESİ, EYYUBİLERİN AHLAT MELİKESİ TAMTA’NIN MACERALARI

GÜRCİSTAN’IN KÜRT ASILLI PRENSESİ, EYYUBİLERİN AHLAT MELİKESİ TAMTA’NIN MACERALARI

Murat Ciwan yazdı

A+A-

2-071.jpg

Melike Tamta’nın Ahlat’ta darb ettirdiği para. 1250 yılı. Tübingen no99-14-54

Murat Ciwan

Kürt asıllı bir Ermeni-Gürcü prensesi olan Tamta (1195?-1254) 12. yüzyılın sonu ile 13. yüzyılın ilk yarısında yaşamış, ömrünün son yıllarında Eyyubilerin miras yoluyla Ahlat (Xelat, Exlat) melikesi olmuştur. Tamta, Gürcistan Kraliçesi Tamar’ın büyük komutanı İvane Mkhargrdzeli’nin kızıydı. ”Mkhargdzeli” (longarmed, uzun kollu, mildirêjan) anlamına geliyordu. Ortaçağ Ermenistan-Gürcistan İmparatorluğu’nun en tanınmış ve güçlü hanedanıydı. İvane ve büyük kardeşi Zakare (Zekeria) Kraliçe Tamar döneminde İmparatorluk ordusunun generalleriydiler. Kraliyet divanında Zakare başkomutan, İvane de hem general rütbesiyle komutan hem de atabek idi.

Ermeniler, ilk dönemlerinde Ermenistan’a ve Ermeni Kilisesi’ne bağımlı olmuş olmasından dolayı, Gürcistan’daki en debdebeli dönemlerinde bile hanedanlığa Mkhargdzeli değil, Zaxare (Zekerialılar/Zakarids) demeyi tercih etti. Bir kısmı, komutanın adını da Gürcüleştirilmiş telaffüz olan İvane değil, Johan olarak andılar. Johan, yani Johannes (Iohannes) aslında İvane’nin başka bir dilde telaffuzundan başka bir şey değildi. İvane’nin, kızı Tamta’dan başka iki oğlu da olmuştu; İvane ve Avag. İvane çok küçük yaşta öldü. Avag büyüdü, babasının ölümünün ardından onun makamına geldi ve Gürcistan’ın ikinci kraliçesi Rusudan’ın (Tamar’ın kızı) gözdesi oldu. Tamta’nın hayat çizgilerinin belirmesinde hem babası İvane’nin hem de kardeşi Avag’ın tayin edici etkileri oldu.

Dönemin Ermeni ve Gürcü kronikörleri ile günümüz tarihçileri, Mkhargdzeli handanının Kürt asıllı oldukları konusunda hemfikirdirler. Kafkasya üzerine değerli araştırmaları olan ve bu alanda ciddi bir otorite sayılan Vladimir Minorsky Mkhargrdzeli hanedanı için ”Gerçekliği için her türlü sebebin var olduğu geleneksel bir söyleme göre onların ataları Mezopotamyalı Kürt Babirakan (Bapîrakan) Xeli(aşireti)’ndendi’’ der.[1]

Ermeni tarihçileri de, İvan’ın atalarının Kürt Bapir aşiretinden olduğunu açıkça belirtirler.[2]

Ermeni bir tarihçi olan Kirakos Gandzaketsi (Genceli Kirakos, 1200/1202–1271) Mkhargdzeli hanedanının çağdaşıdır, 13. yüzyılda yaşamıştır ve dönemin Ermenistan, Gürcistan ve bugün Orta Doğu dediğimiz yerin olaylarını anlatan Ermenilerin Tarihi adlı bir eserin yazarıdır. Eseri klasik Ermeniceden Robert Bedrosyan İngilizceye çevirmiş, kitap History of the Armenian adıyla 1986 yılında New York’ta basılmıştır. Genceli Kirakos’un bu eserinde de Mkhargdzeli hanedanının ve Zakare ile kardeşi İvane’nin Kürtlükleri hakkında aydınlatıcı bilgiler vardır:

”Ermenia kralı Lewon’un iktidarı döneminde, Doğu’da, Babirakan Xeli (aşiret demek olan bu Kürtçe sözcüğü bizzat Kirakos seçmiş) Kürtlerinden olan Zakaria’nın oğlu, Wahram’ın oğlu büyük prens Sargis’in oğulları olan iki kardeş vardı. Birinci oğulun adı Zakare, ikincisinin İvane idi – cesur insanlar, büyük zenginlik ve güç sahibi, Demetre’nin oğlu Cesur Georg’un kızı Gürcistan Kraliçesi Tamar tarafından şereflendirilmişlerdi. Zakare, Gürcü Kralı’nın komutasında olan Gürcistan ve Ermenistan kuvvetlerinin generali idi. İvane atabekliği almıştı.

İranlılardan ve Taciklerden, daha önce ele geçirdikleri Ermenia’nın çoğunluğunu geri aldıklarından beri pek çok savaşta cesurluklarını gösterdiler, örneğin Gegharkunik Denizi (Sevan Gölü)’ni çevreleyen bölgeleri, Tashir, Ayrarat, Bjni şehrini ve Dvin’i, Anberd’i, Ani şehrini, Kars’ı, Vayots’u, Dzor’u, Siwnik topraklarını ve kalelerini etrafındaki şehir ve yöreleri aldılar. Karin (Erzurum) şehrinin sultanına boyun eğdirdiler. İran ve Atrapatakan’ın (Hazar’ın güney batı sahillerinden başlayan öz idaresi olan bir bölge) pek çok bölgelerini talan ettiler, sınırlarını bütün yönlerde genişlettiler.

Adı Zakare olan diğer prens de kardeşi Sargis ve Shalue ile İvane’nin babası, büyük prenslere akraba olan diğer Sargis gibi aynı şeyleri yaptı ve onların yardımlarıyla İranlılardan (Bunlar bölgedeki Kürt, Fars ya da Türkmen emirlikleri olabilir) pek çok bölgeler ve tahkim kaleler aldı; Gardman, Karherdz, Ergevank, Tawush, Katsaret, Terunakan ve Gag ve sonradan oğlu tarafından geri alınan Shamkur şehri içinde derin tahribatlar bıraktı. Bu oğulun adı Wahram (belirtildiğine göre Wahram Gürcüce’de Karim’in karşılığı idi) Ebu Aghbugha, (Axboxa) idi ve Vahram, Zakare och Iwane kardeşlerin büyük babasıydı (baba babası).

Böylece [kardeşlerin] yüksek makamları geniş fetihlerine yardım etti. Öyle ki yiğitlikleri etrafında adları-şanları pek çok bölgeye yayıldı ve pek çok insan sevgi ve korkudan onlara boyun eğdi, taraftar oldu. Uzun zamandan; İsmaillilerin işgallerinden beri harabeye dönmüş, kullanılamaz durumdaki pek çok kiliseyi restore ettiler, böylece din adamlarının emirleri (talimatları, fetvaları) ortaya çıktı, gün yüzü gördü. Antik çağlardan beri kilise olmayan, aralarında Kayean bölgesindeki tanınmış Getik Kilisesi dahil, pek çok yeni kilise ve manastır inşa ettiler. Onlar Gosh olan kutsal Mxit adlı yüce din adamı tarafından yapıldılar. Göksel bir kubbesi olan harika bir kilise inşa ettiler ve kiliseyi Tanrı’nın mübarek Annesi, Rabb’in görkeminin tapınağı ve Mesih’in rasyonel taraftarının evi olarak kutsadılar.’’[3]

Anlaşıldığı kadarıyla hanedanlık Kafkasya’ya vardıktan sonra iki aşama geçirmiş. İlk aşaması Ermeniler arasında, ikincisi, güçlendiği ve iktidar ortaklıkları kurduğu Gürcistan Krallığı’nın Ermenistan ve Gürcistan üzerindeki egemenliği, özellikle de Kraliçe Tamar döneminde olmuştur. Doğudan ve güneyden Müslümanlar ve ardından Türkler/Oğuzlar saldırılarını arttırdıkça Ermenia geri çekilip büzülürken ortaya çıkan boşluk Gürcistan Krallığı’nın genişleyip bölgede güçlü bir devlet olmasına yol açmıştı.

Orta çağ Ermeni kronikörü Vardan Araweltsi’ye göre Mezopotamya’dan Azerbaycan’a çıkan bu Kürt aşiretinin izlenebilir ilk atası Xusro (Husrev)’dur. Xusro’nun Sargis ve Kerim adında iki oğlu vardı. [Tarihçiler Mezopotamya’dan gelenin Xusro değil daha önceki ataları olduğu kanısındadırlar.] ‘’İvane ve Zakare 1186 yılı dolaylarında Dvin emiri Alişer’in karısı ve çocuklarının da kaldıkları Tsararak (Çarararak) şehrinde yaşıyorlardı. O yılda Ani halkı bu şehre saldırmış, kadınlar ve çocuklar hariç herkesi, her şeyi tarumar etmiş, şehri harabeye çevirmişlerdi. Dvin Emiri Alişer bunu duyduğunda karısı ve çocuklarından dolayı duyduğu korku ve endişe nedeniyle saçını sakalını yoldu, karalar bağladı….’’

Araweltsi’nin yazdığına göre: ”İvane ve Zakare adlarındaki iki muhteşem prens, Sargis’in oğullarıdır. O da Wahmram’ın, o da [I.] Zakare’nin, o da Kürt kavminden (metnin orijinalinde ’’i Kurd azge’’) olan Sargis’in oğludur. Bu [Xusro’nun oğlu ve Kerim’in kardeşi olan Kürt] Sargis ve adamları, Hristiyanlık dinine geçtiler ve onurlandırıldılar. Üzerinde yaşamlarını sürdürmeleri için Xoşorni mülkiyet olarak kendilerine verildi. Çok cesur bir halk oldukları için her gün şan ve şöhretleri ve konumları büyüdü.”

İlk önce Xusro’nun Hristiyanlığı seçtiği yolunda görüş belirten tarihçiler olmakla beraber dönemin Ermeni vakanüvisi Vardan Araweltsi dinini değiştirenin Sargis olduğunu belirtir. Minorsky de bir yazıtta Sargis’in annesinin Ermeni olduğunu belirttiğini yazar. Kardeşi ve babasının adlarının Müslüman adları olması yanında bu açıklama da onun baba tarafından Kürt, ilk Hristiyanlığı seçenin kendisi olduğunu ve din değiştirirken adını da değiştirdiğini gösterir. Tabi annesi Ermeni olabileceği gibi Hristiyan olduktan sonra Ermenilerle yakınlaşmak için böyle bir kurguya başvurmuş da olabilir.

Söz konusu Kürt asıllı Gürcü-Ermeni hanedanlığı hakkında detaylı bilgi veren tarihçilerden biri de M. Brosset’tir. Brosset, ilk iki cildi 1849’da, üçüncü cildi 1851 yılında basılan üç ciltlik Histoire de Georgie adlı eserinin son cildinde bu aileden genişçe bahseder. Brosset’in kitabını Türkçe tercümesi ile karşılaştırma olanağı buldum. Türkçe çevirinin her üç cildin birleştirilmiş özetinden oluşan tek bir cilt olduğu ve Mkhargdzeli ailesinin kökenini ve şeceresini belirten bütün bölümlerin tahrif edilerek Kürtlükleri ile ilgili bölümlerin tercümeye geçirilmediği anlaşıldı.[4] Ancak Kürt tarihinin bugünkü nesiller arasında aydınlanmasına büyük emeği geçen Aso Zagrosi eserin üçüncü cildindeki Kürtlüklerine ilişkin bilgileri Fransızcadan Türkçeye çevirerek Hristiyan Kürtlerle ilgili makalesinde vermiştr.[5] Buradan yararlandığımız bilgilere göre Brosset, Kraliçe Tamar dönemini “ Mkhagrdzeli ailesinin etkinlikleriyle damgasını vurduğu” bir dönem olarak görür.[6] Ona göre bu süreçte Mkhargdzeli hanedanından iki ileri gelen; Zakaria ve İvane adlı iki kardeş Gürcistan ve Ermenistan tarihinde çok önemli rol oynadılar.

Brosset 1851 yılında St. Petersburg’da yayınladığı eserinde Zakarialıların etnik kökeni üzerinde durarak bahsettiğimiz Vardan Araweltsi’nin açıklamalarına değiniyor ve ona dayanarak: ”Kralice Tamar döneminde ünleri doruğa ulaştı ve kendilerine Lorhe verildi. Daha sonraları birçok kale ve bölgeyi Türklerin denetiminden çıkardılar.” diye yazıyor[7]

M. Brosset Zakaria’nın atalarının Tzoroiget krallarının hizmetine girme nedenleri konusunda net bir fikir öne sürmüyor, tarihçi Tchamitch’e dayanarak “ Kürd milleti tarafından kovuldukları’’nı not ediyor. Ancak, Selçukluların bölgelerini istila edince Azerbaycan’a doğru göç ettiklerini belirten kaynaklar da var. Bilindiği gibi Müslümanlığın yayılmasıyla çok daha önceleri Kürtler adı geçen Azerbaycan ve Güney Kafkasya bölgesine giderek Şeddadi ve Revadi devletlerini kurdular.

Brosset’in yazdığına göre Hristiyanlığa ilk geçen Sargis’in yaptırdığı kiliselere yerleştirdiği kitabeler hanedanın ataları hakkında da bazı bilgi vermektedir. Örneğin bir kitabede: “Tüm inancımla ben Avag-Sargis Ter Hohanes’in yönetimindeki Sourb-Nichan’a adıyorum. İmkanlarım ölçüsünde 50 parça altın verdim. Rahipler Aziz Elie günü için babam Xusro ve kardeşim Kerim için bana bir ayin bahşettiler… Amin” diye yazar.[8]

M. Brosset başka bir yerde de Sanahin Kilisesi’nde taştan yapılmış bir haç üzerine Büyük Sargis ile Zakaria hakkında yazılan bir kitabeye dikkat çekiyor: “Ermenistan ve Gürcistan generali Sargis için yerleştirilen Tanrı’nın Haçı. Zakaria’nın oğlu Avag-Sargis’in torunu, Büyük Sargis, 1187’de vefat etti. Biz, oğulları Zakaria ve İvane bu haçı yerleştiriyoruz. Hz. İsa’ya bağlı oluşumuzu hatırlayınız.’’[9]

Brosset’in verdiği bilgilere göre I. Zakaria’nın oğlu II. Sargis, Kraliçe Tamar’ın babası (III. Georg) döneminde önemli bir role sahipti. Ani’nin ilk işgali sırasında (1161) Prenses Thamar’ın (Tamar’ın) babası tarafından generalliğe yükseltildi ve Ani’ye vali olarak atandı. (Bilindiği gibi o dönemler Ani Şeddadi Kürd Hanedanlığının başkentiydi. Şeddadiler Ani’yi Gürcülerden yeniden kurtarıyorlar.)

Gürcü Krallık Sarayı’nda etkili olan ve askeri yapıyı ellerinde bulunduran Gürcü hanedanı Orbeliler 1176-1177’de krallığa karşı başkaldırdılar. Zakaria ailesi mensupları II. Sargis ve oğulları da Orbelilerin komutasında bulunan ordudaydılar. Bu arada Zakarialar, Orbelilere tavır alarak kraliyet güçlerinin safına geçti. Orbeliler ağır bir yenilgi aldı. Bunun sonucunda 1184/1185’te Kraliçe Tamar II. Sargis’i Emir Supasalar (Sipahsalar) rütbesiyle Gürcü Kraliyet Ordusu’nun başına getirdi.[10]

Kilise yazıtlarından öğreniyoruz ki Kraliçe Tamar döneminde meşhur olan Kürd prensleri Zakaria ve İvane’nin ataları Xusro, daha önce alana yerleşiyor. Xusro’nun Avag-Sargis ve Kerim adında iki oğlu var. M. Brosset “Kerim” ya da “Karim”in Gürcü tarihinde “Waram” (Vahram) olarak yer aldığını da yazıyor. [11]

Büyük Sargis’in general oluşuna dair bir başka belge de yine 1181 tarihli Sanahin yazıtlarında bulunuyor: “Zafere koşan Gürcü Kralı ve Emir Supasalar Sargis ve oğulları Zakaria ve İvan ve Kürd Emir döneminde ben bu kilisenin yöneticisi Hovanes, kiliseyi Kürd Emir’in yardımıyla yaptırdım.’’[12]

II. Zakaria’nın supasalar olduğu döneme ilişkin farklı görüşler var. Sanahin Kilisesi’nde bulunan bir yazıta göre İkinci Zakaria 1191 yılında supasalardır.: “Gürcü Kralı denetiminde ….. Emir Supasalar Zakaria ve kardeşi İvane yönetiminde -1191- ben Kürd Hasan Hamazasp (Hazaresp) ve Sargis, Sembat’ın oğlu, Marzban Hamazasp (Marzuban Hazaresp), biz Sanahin’e Matuch’taki topraklarımızın yarısını verdik”[13]

Vardan Araweltsi de Zakare ve İvane kardeşler ile ilgili ayrıntılı bilgilerini devam ettiriyor: ‘’Kraliçe Tamar (Gürcü kraliçesi; yönetim dönemi 1184-1212) onları daha fazla onurlandırdı, Lore(Lori)’yi onlara verdi. Cesur eylemleriyle kısa bir dönemde Türklerden [genel olarak Müslümanlaran] yeni mevziler elde ettiler. 1191’de Shirak ülkesini, 1196’da Anberd’i, 1199’da [Şaddadilerin başkenti]Ani’yi, 1201’de Bjni’yi, 1203’te [yine bir Şaddadi Şehri olan] Dvin’i, 1206’da kraliyet şehri olan Kars’ı, sonra Getabakk ve Charek(Çarek)’i aldılar. Adları sanları her tarafa yayıldı.’’[14]

Genceli Kirakos gibi Araweltsi de İvane’nin Ermeni kilisesini bırakıp Gürcü kilisesine tabi olmaya başlamasını bir uğursuzluk olarak görüyor. Bundan dolayı İvane’nin Kraliçe Tamar tarafından kandırılığını, kraliyet içinde zayıf düşürüldüğünü, böylece [Ahlat önündeki] savaşta yenik düştüğünü, zindana atıldığını iddia ediyor. Ona göre, kardeşi Zakare’nin iyilikleri hakkındaki güvenilir duyumlardan dolayı İvane serbest bırakıldı, kızını Ahlat emiri Eyyubili Melik Eşref’e verdi.

Tabi Ahlat üzerine Gürcülerle Eyyubiler arasındaki savaşa sadece Araweltsi değinmemiş, başta Kirakos olmak üzere diğer Ermeni ve Gürcü kronikörlerle Müslüman vakanüvisler de değinmişlerdir.

Bir kez bu savaş olduğunda, Ahlat emiri Melik Eşref Musa değil onun kardeşi Melik Evhad’dır. Kirakos bunun farkındadır. Ama eserine Evhad değil de Kuz diye bir adlandırma yapar:

‘’Güçleri bu denli gelişince Şah-ı Ermen sultanına saldırdılar. Büyüleyici şehir olan Bznunik ‘Xlat’ı (Ahlat’ı) almak istiyorlardı. Askerlerini toplayarak kuşattılar, şehri almak üzereydiler. Generalin [Zakare’nin] kardeşi Prens İvane, hareket planlarını yapmak için şehrin kale duvarlarını inceleme kararı aldı. Rastgele dolaşırken, atının bacağı gizli bir çukura girdi ve onu üzerinden yere attı. Bunu gören şehrin adamları onu derdest edip bağlayarak içeri aldılar. Şehirde büyük bir nezaket vardı, sultanı (meliki, emiri) yakalama hakkında derhal bilgilendirdiler. Sultan fazlasıyla sevindi ve İvane’nin huzuruna getirilmesini emretti.

General Zakaria bunu duyduğunda, şehrin ahalisine tehdit edici sözler gönderdi: “Kardeşimi serbest bırakın, yoksa şehrinizi yok edeceğim, toprağınızı Gürcistan’a katarak nüfusunuzu sileceğim. ” Ondan duydukları korkuyla İvane’yi ‘(Kudüs’ü ele geçiren Saladin’in hanedanından olan) Mısır ve Dimaşk sultanları Kuz (Melik Evhad), Melik Keml (Kamil) ve Melik Ashrap(Eşref)’a göndermediler.

Aralarında barışı sağlamak için [Xelat’ın sakinleri] İvane’nin kızının evliliğini şart koştu. Gelişmeler istedikleri gibi oldu. Rehineler alıp İvane’yi serbest bıraktılar. Evine gittiğinde, kızını onlara gönderdi. Kuz’un (Melik Evhad’ın) karısı, ardından Melik Aşref’in eşi oldu.’’

Ahlat İslam’ın yayıldığı ilk dalgada oranın Ermeni kralları tarafından dinlerini değiştirmeden İslam egemenliğini kabul etme şartıyla Darü’l İslam’da bir Ermeni vasallığı olarak varlığını korumuştu. Abbasi halifeliği döneminde Kürt Merwani devletinin topraklarına katıldı ve melikleri de Merwani Kürtleri oldu. Oğuz/Türkmen istilalarının İran, Arabistan, Kürdistan, Azerbaycan ve Ermenistan’ın büyük bir bölümünde başlamasıyla, Abbasi halifeliği ve bağlı diğer memleketler gibi Merwaniler de bağımsızlıklarını kaybettiler.

Selçuklu sultanlarının egemenliğinin yayılmasıyla değişik devletlerin bağımlılık ilişki ve dereceleri değişebiliyordu. Merwaniler de tam bağımsızlıklarını kaybederek ilk önce vasallık ilişkileri çerçevesinde Selçuklu egemenliğini kabul ettiler. Her ne kadar diğer Kürt devletleri de; Kürdistan, Azerbaycan, Ermenistan bölgelerindeki Revadiler ve Şeddadiler, Basra Körfezi’nin kuzeyindeki Fars, Kirmanşah ve Loristan’daki Kürt devletleri; Şebankareler, Hasanveyhiler, Hezarespiler ve diğerleri en üst düzeyde tam bağımsızlıklarını ve eyalet-merkez hiyerarşilerini kaybettilerse de Kürt emirler hala pek çok kale, şehir ve yöreleri yönetiyorlardı. Bunun karşılığında da Selçuklu sultanlarına yılda belli bir gelir ödüyor, gaza ve savaşları sırasında ordularıyla onların yanında bulunuyorlardı.

Bu haliyle Ahlat 1180’li yılların başlarına kadar Merwani bir Kürt emirinin yönetimindeydi. 1185’te Ahlatlıların bu Merwani beyinden şikayetçi olmaları üzerine şehir halkının isteğiyle Azerbaycan valisi Kutbeddin İsmail bin Yakut bin Çağrı küçük yaştaki oğlu Mevdud’u ve atabeki (bazı ciddi kaynaklarda gene bir Kürt olduğu belirtilen) Sekman El Qutbi’yi oraya gönderdi. Sekman El Qutbi şehri Kutbeddin İsmail adına yönetti, bir süre sonra (1093) o ölünce oğlu adına idareye devam etti. Ancak kısa bir zaman sonra o da ölünce (1102/1103) Kutbeddin İsmail’in soyu tükendi. Sekman El Qutbi Ermen Şah adıyla kendini Ahlat emiri ilan etti. Artık Azerbaycan’a değil, o zaman Muhammed Tapar olan Selçuklu sultanına doğrudan tabi oldu. Ahlat, Ermen Şahlar Sekman oğulları ve ardından onların memlukleri olan Bektimuriler tarafından 1207/1208 yılına kadar idare edildi. Pek çok girişim ve çatışmanın ardından bu yılda Ahlat halkı kendi istekleriyle Eyyubi devletine bağlanmak istedi ve Selahaddin Eyyubi’nin kardeşi Melik Adil’in oğlu Meyyafarıqin meliki Melik Evhad, Ahlat’ın ilk Eyyubi yönetici olarak da şehri yönetmeye başladı.

İvane Mkhargdzeli’nin Ahlat surları önünde savaşırken esir düşmesi Melik Evhad’in yönetimi döneminde oldu. İvane esir düşünce barış görüşmeleri yapıldı. Anlaşmanın maddelerinden biri de Prens İvane’nin kızı Prenses Tamta’yı Melik Evhad’le evlendirmeyi kabul etmesiydi. Kürt asıllı Gürcü Prensesi Tamta’nın adı bundan itibaren duyuldu, maceraları bundan itibaren başladı.

Bir yandan Eyyubilerin Ahlat’ı topraklarına katması, öte yandan Kraliçe Tamar ordularının Zakare ve İvane kardeşler komutanlığında Gürcistan ve Ermenistan’dan doğuya ve güneye doğru hızlı gelişmeleri Eyyubilerle Gürcü krallığını boylu boyunca sınır komşusu yapmıştı.

1210 yılında Kraliçe Tamar’ın fermanıyla Gürcü ordusunun komutanları Zakare ve İvane kardeşler güneye, Eyyubilerin Müslüman kaleleri üzerine bir sefer başlatmışlardı. Pek çok kale ele geçirdiler, Muş’u ve Erciş’i de zapt ettiler. Ahlat’a yöneldiler. Melik Evhad Gürcü ordusunun büyüklüğü ve hızı karşısında korktu, Ahlat Kalesi’nden dışarı çıkmadı.

Ahlat Kalesi’ni kuşatan İvane’nin ordusuydu. Büyük bir şanssızlık eseri atı tökezledi ve yere düştü. Ahlatlı askerler bunu görünce derhal koşup kendisini esir aldılar, şehre getirdiler, Melik Evhad’ın huzuruna çıkardılar.

İbnü’l Esir İvane’nin Ahlat Kalesi önüne kadar gelişinden bahseder fakat olaya pek yer vermez, El Evhad kaleden dışarı çıkmayınca İvane’nin bir süre sonra kuşatmayı kaldırarak Gürcistan’a döndüğünü belirtir. Eyyubi devleti üzerine yazılan ve Emin Narozi tarafından Arapça’dan Kürtçeye çevrilen Tarixa Dewleta Kurdan (Kürt Devleti Tarihi) kitabının yazarı Muhammed ibn İbrahim ibn Muhammed ibn Ebu’l-Fewaris Ebduleziz Ensarî el-Xezrecî daha ayrıntılı olarak iki tarafın savaşı ve barış anlaşması üzerinde durur. Hatta ‘’Gürcü ordusu Ahlat’a doğru yola koyulurken İvane’nin remildarı ‘Bu gece Ahlat Kalesi’ne kadar durmak yok’ dediği için çok hoşuna gitmiş, sevinçten aşırı derecede şarap içmiş, atına binip askeriyle birlikte Ahlat Kalesi’nin adı Erciş Kapısı olan kapısının önüne kadar gitmişti. Müslümanlar karşısına dikildiler, onunla zorlu bir savaş çıkardılar ta ki atı tökezleyip yere düşene değin. Bazı yiğitleri öne atılıp onu kurtarmak istediler, ama öldürüldüler. İvane esir alındı kalenin içine götürülerek zindana atıldı. Bunun üzerine Gürcüler Ahlat Kalesi’ni kuşatmaktan vaz geçtiler, serbest bırakılması için pazarlıklara giriştiler.’’ Yazar’a göre, Ahlatlılar, zapt ettiği bütün Müslüman kalelerini geri vermesi, yanında bulunan bütün Müslüman esirleri serbest bırakması, yüz bin dinar tazminat vermesi ve kızını Melik Evhad’le evlendirmesi koşullarıyla serbest bırakılabileceğini belirttiler. Bütün şartlar kabul edildi ve İvane serbest bırakıldı.[15]

Bu koşullar, başka Müslüman vakanüvislerde de var, hatta kimileri Müslüman esirlerin sayısının 5 bin oluğunu belirtir. Eyyubi Kürt emir ve tarihçi Ebü’l Fida, İvane’nin serbest bırakılması karşılığında Gürcüleri bir daha güneye saldırmayacakları taahhüttü altında bırakan 30 yıllık bir barış, ele geçirilen Eyyubi kalelerinin geri verilmesi, 5 bin Müslüman esirin serbest bırakılması, yüz bin dinarlık bir tazminatın ödenmesi en son olarak da Prenses Tamta’nın Ahlat Kalesi’nin emiri Melik Evhad’le evlendirilmesi şartlarının öne sürüldüğünü belirtir.

İvane eve döndükten sonra ayrıntılarını bilmesek de kızı Tamta’yı eş olarak Melik Evhad’a gönderdi. Müslüman vakayinamelerde Tamta’nın Melik Evhad’le evliliğinin barış için şartlardan biri olduğu belirtilse de evlenip evlenmediği konusunda muğlaklıklar da var. Bu savaştan üç dört ay sonra Melik Evhad’ın ölmesi, kardeşi Melik Eşref’in onun yerine Ahlat Emiri olması ve Prenses Tamta’nın Melik Eşref’le evlenmesi ile ardından gelen olaylar savaşın Müslüman meliki ve Tamta’nın evlendiği kişi ile ilgili belirsizlikler getirmiştir. Ancak El-Xezreci, Ebü’l Fida, İbnü’l Esir, Ibnü’l Kesir ve Kirakos’un da belirttiği gibi savaş Melik Evhad döneminde oldu. Tamta barış anlaşmasından sonra onunla evlendi. Üç-dört ay sonra Melik Evhad ölünce Tamta Ahlat emirliğine getirilen Melik Eşref’le ikinci evliliğini yaptı.[16]

İbnü’l Kesir ayırca, Ahlat Savaşı’nın, sadece egemenliğinin zirvesinde olan Gürcistan’ın Eyyubilerle sınır boylarındaki sorunları bakımından değil, bölge çapında bir egemenlik, denge, diplomasi, savaş ve barış politikaları bakımından aktif rol oynadığını belirtir. İbnü’l Kesir Gürcü ordularının Ahlat’a saldırısını Eyyubi karşıtı bazı Müslüman atabek devletleriyle daha geniş politik anlaşma ve ittifaklara bağlar: ”Şeyh Ebu Same’nin anlattığına göre bu sene (1210) El- Cezire (Mezopotamya) hükümdarları olan Musul valisi, Sincar valisi, Erbil(Hewlêr) valisi, Halep valisi Zâhir ve Rum [Selçuklu] meliki, [Eyyubi] Sultanı El Adil’e muhalefet etmek, ona karşı koymak, onunla savaşmak ve hâkimiyeti elinden almak hususunda ittifak kurdular. Rum hükümdarı Gencer (?) b. Kılıç Arslan adına da hutbe okutmayı kararlaştırdılar. Ahlat’ı kuşatmak üzere gelmeleri için Gürcülere de haber saldılar. Ahlat’ta Sultan Adil’in oğlu Melik Evhad bulunmaktaydı. Gürcüler, Cezire hükümdarlarına yardımcı olmaya, Sultan Âdil karşısında onlara destek vermeğe söz verdiler.

Bu, Allah’ın yasakladığı bir düşmanlık ve taşkınlıktı. Gürcüler kralları İvan (İvane) komutasında gelip Ahlat’ı kuşattılar. Orada bulunan Melik Evhad çok sıkıntıya düştü ve «bu çok zorlu bir gündür» dedi. Ama Cenab-ı Allah’ın takdiri şu ki, rebiyülahir ayının on dokuzunda pazartesi günü (10 Ekim 1210 günü, muhtemelen Pazar) Gürcüler, Ahlat’ı şiddetle kuşatmakta iken kralları Ivan sarhoş vaziyette atının üzerindeyken atı tökezleyip onu bir çukura düşürdü. Gürcüler bu çukurları şehrin etrafına tuzak olarak kazmışlardı. Hemen Melik Evhad’ın adamları koşup onu -horlanmış vaziyette- esir aldılar.

Gürcülerin morali bozuldu. Kuvvetlerini kaybettiler. Ivan, Melik Evhad‘ın huzuruna götürüldüğünde Melik Evhad onu serbest bıraktı. Ona lütuf ve ihsanda bulundu. 200.000 dinar kurtuluş akçesi vermek, ellerindeki 2.000 Müslüman tutsağı serbest bırakmak, Melik Evhad’ın ülkesine sınırdaş olan yirmi bir kaleyi teslim etmek, kızını Melik Evhad’ın kardeşi Eşref Musa ile evlendirmek ve kendisiyle savaşanlara karşı ona yardımcı olmak şartıyla esaretten kurtuldu. Melik Evhad’ın bu şartlarını Ivan kabul etti. Şartları yerine getirme hususunda Evhad ondan yemin aldı. Ayrıca babası Sultan Adil’e de haber göndererek bu antlaşmayı kabul etmesi için izin vermesini istedi.

Babası Sultan Adil, Halep dışında ordugah kurmuş, bu işe son derece hiddetlenmişti. Bu haldeyken kendilerinin güç ve kuvveti ile değil de yüce Allah’ın takdiri ile bu galibiyet haberi geldi. Bu, akıllarından dahi geçmiyordu. Sultan Adil bu galibiyet haberini alınca aşırı derecede sevinç ve ferahından ötürü neredeyse aklını kaybedecekti. Sonra oğlu Melik Evhad’ın Ivan’a karşı ileri sürdüğü şartların tümünü onayladı.

Bu haber Cezire hükümdarlarına da ulaşınca hepsi boyun eğip teslim oldular. Zillet içine düştüler. Her biri güya kendisine isnat edilen ve kendisi için bir komplo olarak uydurulan bu haberden ötürü Sultan Adil’e haber göndererek özür dilediler. Sultan Adil de özürlerini kabul etti. Onlardan sağlam bir sulh sözü aldı. Böylece Sultan Adil yeni bir çağa girmiş oldu.

Gürcü kralı, Melik Evhad’a verdiği bütün sözleri yerine getirdi, Kızını Melik Evhad’ın kardeşi Eşref’le evlendirdi. Ebu Sâme’nin bu olayla ilgili olarak anlattığı garip hadiselerden biri şudur: Kral İvan’ın keşişi, yıldız falına bakardı. Krala Ahlat kuşatmasından bir gün önce şöyle demişti: “Bilesin ki yarın ikindi ezanıyla birlikte Ahlat kalesine gireceksin, ama bu kılıktan başka bir kılıkta.” Gerçekten de ertesi gün Kral Ivan Ahlat kalesine ikindi ezanıyla birlikte girmişti, ama esir olarak…’’ [17]

Tamta’nın ne zaman doğduğu babasınınki gibi belli değil. Ancak annesinin adının Khoshak (Xoşak) olduğu hem Kirakos[18] hem de Vardan Araweltsi[19] tarafından belirtilmektedir. Vardan, hatta kendisini kocası İvane ile kardeşi Zakaria’nın oğlu Şahansah’ın Ermeni kilisesinden Gürcü dini inancı olan Chalcedonianizm’e girmelerinin sorumlusu olarak da suçlamaktadırlar.[20] Tamta’s World’un yazarı tarihçi Antony Eastmond, Mkhargdzeli hanedanının Kafkasya’da Ermenistan ve Gürcistan arasındaki yüksek yaylalarda Lore (Lori) yöresinde büyük topraklara, malikanelere sahip olmasından hareketle Tamta’nın ilk çocukluk yıllarını bu yaylalarda geçirdiği kanaatindedir. 1190’dan itibaren İvane Gürcü başkentinde; Krallık divanında aktif görevler üstlendiğinden hareketle, Tamta’nın da merkeze gelmiş olacağını var saymaktadır.

Tamta 1210 yılında Melik Evhad’le evlendi. Kilise evlilik yaşını asgari 13 olarak kabul ettiğine göre o yaştan küçük olamaz diye bir görüş var.[21] 13 yaşından sonra evlenmiş olduğuna göre 1195 yılı dolaylarında doğmuş olmalı. Tamta’nın kardeşi Avag 1230’da ölümünden sonra babasının yerine Gürcü Kraliyet divanındaki tüm postlarını miras olarak devralmıştır. Daha önce de belirtildiği gibi onun İvane adındaki kardeşi de çok küçük yaşta ölmüştü.

Tamta, sarayda Kraliçe Tamar’ın iktidarda olduğu, bir anlamda kadınların rollerinin yükseldiği bir dönemde Gürcü saraylarında büyüdü, sahip olduğu hanedan mensupları Gürcü kraliyet divanında önemli idari askeri ve dini postlar aldılar. Bu nedenle Tamta dinini değiştirmeden evlendi. Evliliği döneminde Tarom (Muş) yöresinde hatta başka şehirlerde bulunan Hristiyan manastırlarının kimi vergilerini yarıya indirtti, kimilerini de tümden kaldırdı. Babasının memleketindekiler dahil tüm Hristiyan hacılar Kudüs’ü ziyaret edip hac faraziyelerini yerine getirme olanağına kavuştular.

Gürcüler anlaşmadaki taahhütlerine bağlı kaldılar. Moğolların saldırılarının arifesinde söz konusu bölgedeki yöre devletlerinin barış ortamı, onlar için önemli bir fırsat oldu. Özellikle Eyyubiler tarihte hep kuzeyden gelen Gürcü tehdidini bertaraf etmiş oldular, dostluk ve işbirliğini geliştirdiler. Çünkü bu Gürcü tarihinde bölgeye yapılmış en son saldırıydı.

Tarihçi Antony Eastmond Güney Kafkasya’dan, Dvin, Ani ve Lore’den doğup yayılan iki Kürt asıllı ailenin biri Ermenistan ve Gürcistan’a doğru yayılıp genişleyen en debdebeli dönemlerinde Gürcistan ordusunun başında başarıdan başarıya koşan, fetihler yapan Mkhargdzeli (Mildirêjan) hanedanı, diğeri güneye Orta Doğu’ya; Musul’a ,sonra Suriye ve Mısır’a kadar giden orada önce Kahire’yi sonra Şam’ı İslam’n kutsal şehirlerini ele geçiren, doğuya, kuzeye ve batıya yayılarak sınırlarını ta Ahlat’a kadar genişleten Eyyubi hanedanın Tamta’nın evliliği aracılığıyla birleşen kaderlerine dikkati çekmektedir. Her iki hanedanın Kürt asıllı olmasının olayların onları birbirlerine yakınlaştırmasında ve kaderlerini çakıştırmada büyük rol oynadığı kuşku götürmez.

Antony  Eastmond, esas olarak El Evhad’ın ölümünden sonra kardeşi Melik Eşref’le evliliğinin Tamta’nın dünyasında büyük değişikliklere yol açtığını belirtir. El Eşref bir yandan kardeşi El Evhad’ın iktidarının devamı ve onun işlerinin tamamlayıcısı olarak çıktı. Hatta Meyyafarıqin’ de yarım kalan camisini bile o tamamladı. Öte yandan El Evhad’dan daha hırslı ve girişimci biriydi. Daha da önemlisi El Evhad’a nazaran Eyyubi iktidar merkezine çok daha yakın, devletin işleri çekip çevirmesinde daha ileride biriydi. El Eşref yaşlı kardeşleri El Kamil ve El Mu’azzam ile birlikte İmparatorluğun merkezinde, El-Cezire (Mezopotamya), Suriye ve Mısır’a karşı rekabetleri, manevraları ve anlaşmazlıkları yönlendiren bir ‘’trio’’ oluşturuyordu. Tamta’nın bu ikinci evliliği El Eşref’in 1237’de ölümüne kadar, yaklaşık 25 yıl sürdü.

El Eşref’in eşi olarak Prenses Tamta Eyyubilerin saltanat merkezine daha da yaklaştı. Artık potansiyel olarak daha önce hiçbir zaman sahip olamadığı derecede büyük zenginliklere ve güç pozisyonlarına kavuştu.

Tabi belirtmek lazım ki El Eşref’in kendisi doğrudan Ahlat’ı yönetmiyor, başkentte devletin merkezi işleriyle meşguldü. Onun yerine bir ara kardeşi Melik Muzaffer Gazi, bir ara da hacibi Hüssameddin Ali vekaleten Ahlat’ı yönettiler.

Bu arada Ahlat’ın Kahire ve Şam’a uzak bir periferide olması, özellikle merkezle arasının Harran, Raqqa, El-Cezire’yle, Amid ve Mardin’deki Artuklularla kesilmesi, özellikle 1229’da El Eşref’in başkent Şam’a sahip olduktan sonra Ahlat’ı ihmal etmesi, şehirde yaşamaya devam ettiği anlaşılan Prenses Tamta’yı izole etme tehlikesi doğurdu.

Tabi o El Eşref’in biricik karısı değildi. Melik’in Prenses Tamta’dan başka iki karısı daha vardı. Biri Zengilerden Musul Atabegi Nureddin Aslanşah’ın kız kardeşi Terkan Hatun, diğeri de Rum Selçuklu Sultanı I. Alaeddin Keykubat’ın kız kardeşiydi. Tarihte Melike Adile olarak bilinen ve Emir Saadeddin Köpek’in planlarıyla boğdurulan, Alaeddin’den iki küçük çocuğu öksüz bırakılan kız kardeşini Alaeddin’le evlendirmiş, kendisi de onun kız kardeşini almıştı. Bu hatunun ismi bilinmemektedir.

Melik Eşref’in her üç karısından da çocukları olmamıştır. El Eşref ile Prenses Tamta arasındaki evlilik ilişkilerinin nasıl gittiği bilinmiyor. Tamta’dan her hangi bir çocuğunun olduğuna ilişkin bilgiler de yok. Ancak yaşamı çok karmaşık ve büyük tehlikeler içinde geçen Tamta’nın yaşamı boyunca bir kızı olmuş olabileceği iddiası da var. Onun da Melik Eşref’ten olduğuna dair her hangi bir bilgi yoktur.

El Eşref’in biricik eşi olmaması, Hristiyanlığı, İmparatorluk merkezi Şam’dan uzak Ahlat’ta kalması, El Eşref’in de Ahlat’ı naipler eliyle idare edip daha çok Suriye’de ve merkezde bulunması bazı dezavantajları beraberinde getiriyor olabilirdi.

Hatta Antony Eastmond’a göre Müslüman tarihçilerin belirttikleri Melik Eşref’in cinsel ilişkilerinde kadınlardan ziyade erkekleri tercih etiği durumu araya bir mesafe ve cinsel ilgisizlik koymuş olabilir. Ama onun zamanının çoğunu Ahlat’ta, babasının ülkesine sınır bir şehirde geçiriyor olması hem Eyyubiler ve Gürcüler, hem de yörenin özellikle gayri-Müslim ahalisi açısından önemini arttırmıştır. Örneğin tarihçi Kirakos Gandzaketsi, Ahlat Savaşı’ında babasının esir düşmesi sırasında iki taraf arasında yapılan barış görüşmelerinde Tamta’nın El-Evhad’le evlenmesi şartını Melik Evhad’in değil, bizzat Ahlat halkının getirdiğini belirtir. Özellikle halk onun Kürt asıllı ama aynı zamanda Hristiyanlığını koruyor olmasını şehir için bir fırsat olarak görmüş olmalı.[22]

Hristiyanlığını terk etmesi konusunda kendisine her hangi bir müdahalenin olmadığı görülüyor. Tamta inançlarını olduğu gibi yaşıyor, Eyyubilerin Müslüman dünyasındaki kilise ve manastırlarının vergilerini indirme ya da kaldırma, Hristiyanların hac vazifelerini yerine getirme, hatta babasının memleketi Gürcistan’daki hacıların da bir bedel ödemeden Eyyubi şehirlerini dolaşma, Kudüs’e gitme olanakları için çabalıyor ve bunları elde ediyordu.[23] Özellikle büyük tarımsal olanaklara sahip Van Gölü’nün batısındaki Tarom ovasında sadece Ermeni Hristiyanlar değil, Süryaniler, Rumlar ve Yahudiler de bulunuyorlardı. Tamta bunların manastırları, farklı dinsel merkezleri için büyük ekonomik olanaklar, dinsel serbestiler sağlamıştı.

1220’de, Eyyubiler hanedanı içindeki bazı yeni paylaşımlar çerçevesinde, Melik Eşref Ahlat’ı küçük kardeşi Melikü’l Muzaffer Gazi’ye verdi.

Melikü’l Muzaffer Gazi Gürcülerle dost ve ittifak politikasını sürdürdü, hatta Gürcistan kraliçesi Tamar’ın kızı Rusudan ile evlilik arzusunu dile getirdi. O dönemde artık Tamar değil, kardeşi Kral IV. Georgi ülkeyi yönetmekteydi. Fakat görüş alışverişleri herhangi bir evliliğe yol açmadı. Kısa bir süre sonra El Eşref kardeşi Gazi’nin arkasından dolanarak büyük kardeşleri El Muazzam’la beraber Şam’daki iktidarını zayıflatmak için işbirliği yaptığı kanısına vardı, kızdı ve Ahlat’ı geri almak için şehre doğru sefere çıktı. Tamta’nın bu sefer sırasında tek başına kocasından ayrı olarak Ahlat’ta olmuş olabileceği iddiaları var.[24]

1230’da Ahlat, Melik Muzaffer Gazi’den yeniden Melik Eşref’e geçti. Melik Eşref merkeze döndüğüne göre onun Tamta’yı naibi olarak Ahlat’ın başında bırakmış olabileceği varsayılır.

Tamta’nın yeniden tarih sayfalarında görünmeye başlaması 1225 yılından sonradır. Bu tarihte Hvarezmşahlar (Xwarezmşahan) Celaleddin Mengüberç’in komutasında Moğollardan kaçarken Kafkasya, Azerbaycan ve Kürdistan’da üslendi ve bir devlet kurdu, başkentini Tebriz yaptı. Bu dönemde Hvarezmilerle Gürcüler arasındaki savaş, Tamta’nın kader bağlarını yeniden babasının kapısı önüne getirdi:

1225‘te Tamta’nın babası İvane’nin komutasındaki Gürcü ordusu ile Celaleddin Hvarezmşah’ın ordusu arasında büyük bir savaş oldu. İvane, Celaleddin’in Moğolların önünden kaçarak oralara gelmiş olmasından hareketle, yıpranmış olabileceği, ciddi bir savaş gücünün olmayacağı gibi yanlış bir hesapla hareket etti ve ordusu savaşta büyük bir yenilgiye uğradı. İvane savaş meydanını terk ederek geri çekildi, oğlu Avag’ı barış için görüşmeler yapmak üzere orada bıraktı.

Ata Melik Cuveyni’nin belirttiğine göre Tamta 1225’te, bugünkü Azerbaycan Ermenistan sınır boylarında bir konumda bulunan Aliabad Kalesi’nin yönetiminde bulunuyordu. Celaleddin Hvarezmşah bu kalenin önünden geçti fakat hızlı ulaşıp Gürcülerin başkenti Tiflis’i zapt etmek istediğinden kaleyle ilgilenmedi.[25] Bu, Tamta’nın bir yandan kocası Melik Eşref adına Ahlat şehrini yönetirken diğer yandan da bu boylarda ailesinin işleriyle uğraştığını gösterir.

1226’da Celaleddin Hvarezmşah Ahlat Kalesi’ni kuşattı. Kalenin yöneticisi Hacib Hüsameddin Ali’ydi. Şehir teslim olmadı ve Celaleddin kuşatmayı kaldırıp gitmek zorunda kaldı. Şehir teslim olmadığı için Tamta’nın orada olup olmadığını bilemiyoruz.

Daha sonraki bir tarihte Tamta’nın Ahlat’a döndüğü, ama kaderin çizdiği korkunç olayların ağına orada takıldığı görülür. 14 Nisan 1230’da Celaleddin Hvarezmşah Ahlat Kalesi’ni yeniden kuşattı. Kale Hvarezmlilere korkunç direndi. İbnü’l Esir bu uzun süren kuşatmayı ve direnişi anlatırken, şehri açlığın sardığını, Ahlat halkının önce koyunları, sonra öküz ve inekleri, sonra mandaları, sonra atları, sonra eşekleri, sonra katırları, sonra köpek ve kedileri yediğini belirtir, ‘’fare avlayıp yediklerini bile duyduk’’ der. Hiç kimsenin dayanamayacağı bir direnç gösterdiler Ama Hvarezmliler kaleyi bu sefer zapt etiler ve Celaleddin bizzat kalenin içinde bulunan Prenses Tamta’yı esir aldı, ‘’üç gecelik zifaf hakkı’’nı onunla geçirdi.

Bu ‘’zifaf hakkı’’ tecavüzünün aslında Celaleddin Hvarezmşah’ı kızdıran ve intikam almasına yol açan bir olay nedeniyle küçük düşürmek için kasıtlı olarak gerçekleştiğini belirtenler de var:

Denildiğine göre Celaleddin Hvarezmşah batıya doğru istila hareketlerine yöneldiğinde aldığı ilk şehirlerden biri de Tebriz’di. O zaman Tebriz’i esasında son Büyük Selçuklu Sultanı III. Tuğrul Şah’ın kızı Melike yönetiyordu. Melike Azerbaycan Atabek’i Muzafereddin Özbek’le evliydi. Melike iktidarını korumak için, Tebriz’i kuşatmış olan Celaleddin’le bazı pazarlıkların ardından kendisini kocasından boşatarak onunla evlendi. Yıl 1225 idi. Sonra istila hareketlerinde Celaleddin’le beraber Hoy (Xoy)’a kadar geldi. Hoy’da ondan kaçarak Ahlat şehrine sığındı ve orada yaşamaya başladı. Bu arada Melik Eşref’in Ahlat naibi Hacib Hüssameddin Ali’yi Azerbaycan üzerine saldırılar yapması için defalarca kışkırttı.

Bundan doğan öfkeyle Celaleddin Hvarezmşah Ahlat kalesini zapt ederken Melike’yi değil Tamta’yı buldu ve onu küçük düşürdü. Melike daha önce sıvışmış olmalı[26]….

Celaleddin ardından Tamta ile ilişkilerini ’normalleştirmek’ için onu resmen kendisiyle evlenmeye mecbur etti. Tarihçiler kocası Melik Eşref o dönemde orada olmamakla beraber sağdı, bu nedenle Tamta bu evliliğe asla razı olmadı, evlilik ona rağmen gerçekleşti derler.

Bütün tahribat ve felaketlerine rağmen Hvarezmilerin Azerbaycan Kafkasya ve Kürdistan’daki istila ve talanları kısa sürdü. Eylül 1230’da Rum Selçuklu devletinin sultanı Alaeddin Keykubad, Eyyubi Meliki El Eşref’le birleşti. Gürcü ve Ermeni orduları da onlara katıldılar. Çünkü 1226’da Hvarezmiler Gürcistan’ın başkenti Tiflis’i istila ederken büyük tahribatlar yapmışlar, şehirdeki bütün kiliseleri yakmışlardı. Artık şehri geri alamayacaklarına inanan Gürcüler önlem olarak bir yıl sonra bizzat kendileri şehre saldırarak yerle bir etmişlerdi.

Tabi ki en çok Eyyubiler hem Ahlat’ı kaybetmekten, hem de Prenses Tamta’nın bu kadar küçük düşürülmüş olmasından dolayı öfkeliydiler. Tümü birlikte bir an önce Hvarezmlileri dize getirmek istiyorlardı. Ordular Erzincan yakınındaki Yassıçemen’de karşılaştılar. Önce Hvarezmliler üstün gelecekler gibi göründü, ancak savaşın üçüncü gününden itibaren Hvarezm ordusu ta Hoy’a kadar geri püskürtüldü. Eyyubi orduları bu süre içinde Ahlat’ı kurtardılar. Celaleddin Hvarezmşah beraberinde Azerbaycan’a götürdüğü için Prenses Tamta orada değildi. Fakat savaşı sona erdiren barış anlaşmasının içinde Tamta’nın serbest bırakılarak Ahlat’a gönderilmesi de vardı. Celaleddin’le olan zoraki evliliği dört ay sürmüştü.

Aynı yıl Celaleddin Hvarezmşah için büyük felaket 1230 yılında batıya, en başta da Azerbaycan’a yeni bir istila seferi başlatan Moğol serdarı Cengiz Han’ın oğlu Ögedei Han’dan geldi. Ögedei Han’ın komutanı Çormaqan 1230’da Azerbaycan’a gelince ilk hedef olarak Celaleddin’i seçti. Celaleddin ordusuyla Moğolların önünden kaçtı, onlar takip ettiler. Sonunda 1231 yılında Amid yakınlarında köşeye sıkıştırıldı, yapılan savaşta ordusu yenilerek darmadağın oldu. Kendisinin dağılan ordusuyla tüm bağları koptu,  başının çaresine bakmak üzere tebdili kıyafetle tek başına Kürdistan dağlarına doğru kaçtı. Dağda iki Kürt tarafından ele geçirildi ve öldürüldü. Kimi bunların onu tanıyamayan hırsız iki Kürt tarafından elbiseleri ve atı nedeniyle öldürüldüğünü, kimisi de onun bu iki Kürt tarafından tanındığı için intikam almak amacıyla öldürüldüğünü belirtir. Çünkü Hvarezmşah bu iki Kürtün akrabalarını öldürmüştü. Ayrıca onun Celaleddin olduğu bilinmeden öldürüldüğünün yanısıra, kim olduğu anlaşılınca cesedinin o dönemdeki Meyyafarıqin Emiri’ne götürüldüğü ve şehir dışında yakın bir yerde Emir tarafından şanına yakışır bir şekilde gömüldüğü iddiaları da var. Ancak bugüne kadar Meyyafarıqin ya da yakınlarında Celaleddin Hvarezmşah’ın mezarına rastlanabilmiş değil.

Tabi o dönemde on yıllarca Celaleddin’in ölmediği bir yerlere gizlendiği ve yeni bir istila ve barbarlığa hazırlandığı yolunda dedikodular yayılıp yüreklere korku da salındı.

Hvarezmilerin çok yıkıcı ama uzun sürmeyen istila dönemleri sona erdi. Buna bağlı olarak Prenses Tamta Melik Eşref’in resmi karısı olarak Ahlat’a dönerek tarih sayfalarındaki görünmez yerine yeniden oturdu. Bu arada Moğol istilası 1230-31’den itibaren 6 yıla kadar ara verdi. Ardından daha bir süreklilik taşıyan ve ele geçirecekleri yerlerde kalmayı amaçlayan bir güçle istilalar yeniden başladı. Bu zamanda yerli melik ve sultanların kendi aralarındaki rekabet ve savaşlarında da artış geründü. Bu bağlamda Rum Selçuklu sultanı I. Alaeddin Keykubat Pervane Kamyar ile birlikte Ahlat’ı ele geçirdi. Alaeddin Keykubat şehri Pervane’ye teslim ederek geri döndü. Bu zapt ediş Celaleddin Hvarezmşah’ın ölümünün hemen ardından gelmişti.[27]

Bu yıllarda Tamta’dan haber yok, ama onun kocası Melik el Eşref’in yanında olmadığı kesin. 1229’da Melik Muazzam ölünce Melik Eşref El Cezire’deki varlıkları ve mülkleri karşılığında başkent Şam’ın tam hakimi oldu. Periferide sadece Ahlat kendi mülkiyetinde kalmıştı, fakat onun da Şam ve Suriye’deki mülk değişimleri ve kuzey ve doğudan gelen Moğol istilaları nedeniyle ülkenin ana parçalarıyla tüm bağları kopmuştu. Moğollar Suriye ve Şam’a da saldırdılar fakat yenildiler ve sonuçta aşağı yukarı bugünkü Suriye sınırı Moğollarla Eyyubiler ve daha sonra Memluklular arasında bir sınır gibi oldu. Anlaşıldığı kadarıyla Melik Eşref Ahlat’ı ve melikesi Tamta’yı tamamıyla kaderleriyle baş başa bıraktı. Tabi kendi yönetiminde olsa bile Tamta’nın Ahlat Kalesi’nde muhtemelen oturmadığı ve daha çok kardeşi Avag’la beraber onun Kuzey Ermenistan’daki Kayean Kalesi’nde kaldığı belirtilebilir.[28]

1936’da Moğollar Kayean Kalesi’ne saldırdılar, Avag babası İvane ile beraber yenilerek kaleden kaçtılar ve Kraliçe Rusudan’ın diwanına ulaştılar. Avag, kızı Xoşak’ı Moğol komutanı Çormaqan’ın iyi niyetini kazanma ümidiyle rehin olarak gönderdi, fakat bu kar etmedi ve kale kısa bir süre sonra düştü. Ondan kısa bir süre sonra aynı yıl Ahlat Kalesi de Moğolların eline düştü.

Avag o sırada Volga nehrinin batısında ordularının başında bulunan Cengiz Han’ın torunu Batu’nun yanına gönderildi. Yapılan pazarlıklardan sonra Avag serbest bırakılarak vasal olarak bölgesine geri gönderildi. Sadakatini sağlamak için kendisine Moğol bir gelin de verildi. Döndükten sonra diğer prens ve hanedan başlarını da Moğollardan yana kazanacaktı. Avag, amcası Zakare’nin oğlu Shahanshah Mkhargdzeli’yi, Vahram Pehluvani’yi, oğlu Aghbogha’yı, Ani dolaylarındaki hanedan ileri gelenlerini, Doğu Ermenia’nın Xaçen Eyaleti’nin emiri Hasan Celaludevle’yi ve başka pek çoklarını Moğollarla beraber davranmaya ikna etti. Tabi bunlar tek tek gelerek geçmişte yaptıklarından dolayı Moğol büyüklerinden özür dilediler ve tabiiyetlerini bildirdiler.

Olayları anlatan tarihler Tamta’nın adını vermezler. Bu nedenle onun Ahlat’ta mı yoksa Kanean Kalesi’nde kardeşinin yanında mı olduğunu bilemiyoruz. Fakat bu dönemdeki Gürcü kaynakları Avag’ı anarlarken aynı zamanda ona Ahlat’ın sultanı payesini de verirler. [29] Buradan hareketle onun Ahlat’ı kardeşiyle beraber yönettiği söylenebilir ve bölgededir. Yukarıda bahsedilen Moğol operasyonları sırasında, Tamta esir düştü. İlginçtir kaderi kardeşi Avag’ınki gibi olmadı. Onu Çormaqan yakaladı, önce batı Volga’da bulunan Batu’ya gönderildi. Fakat Ermenia’ya ya da Ahlat’a gönderilmek yerine tutsak bir halde Moğolistan’ın başkenti Karakurum’a, Büyük Ögedei Han’ın divanına gönderildi. Muhtemelen kardeşi Avag’ın sadakatini pekiştirmek ve süreklileştirmek için alınmış ekstra bir önlemdi bu.[30]

Melik Eşref 1237 yılında Şam’da öldü. Tamta yaklaşık 9 yıl ömrünü Karakurum’da geçirdi. 1243 yılında Moğollar orta Anadolu’ya doğru uzanıp Kösedağı Savaşı’nda Rum Selçuklularını yenilgiye uğratınca artık bütün Selçuklu idari yapısını ele geçirerek bölgenin, Selçukluları bile emirleri altına alan birinci derecede efendileri haline geldiler. Moğolistan’ın batı hanlığı; İlhanlı kurularak yepyeni bir Moğol sistemi inşa edildi. Rum Selçuklu devleti dâhil, egemenlikleri altındaki bütün devletlerde yeni bir vasallar devleti sistemi kuruldu. Kösedağı Savaşı’na gelindiğinde Kafkasya’da tam hüküm kurmuş olan Moğollar Ermeni ve Gürcü kral ve vasallerini de yanlarına almışlardı. Örneğin Kösedağı Savaşı’nda Ermeni ve Gürcü orduları Moğol ordularının saflarında savaşıyorlardı.

Bu arada Gürcistan’da Kraliçe Tamar’ın ardından önce kardeşi IV. Georgi Lasha tahta geçti, ancak kısa bir süre sonra mirasçı bırakmadan ölünce yerine Kraliçe Tamar’ın kızı Kraliçe Rusudan imparatorluğun başına geçti. Avag da Gürcü kraliyet divanında babasının ölümünün ardından atabek rütbesiyle onun yerine geçmişti.

Anlaşıldığı kadarıyla Avag Kraliçe Rusudan’dan Tamta’nın Karakurum’dan serbest bırakılması için girişimde bulunmasını istedi. Rusudan Prens Hamadulah adlı bir şahsiyeti elçi olarak Karakurum’a gönderdi. Karakurum’a gidip dönerken Prens Hamadulah Moğol Hanı’na Rusudan’ın Tamta’nın serbest bırakılması talebini iletti. Moğol Hanı, Tamta’yı, serbest bıraktığına ve ölen kocası Eyyubi Melik Eşref’in karısı olması nedeniyle Ahlat’ı miras olarak kendisine geri verdiğine ilişkin fermanla birlikte geri gönderdi. Böylece Tamta  5 bin kilometre geri gelerek Ahlat ve ona bağlı eski bölgenin melikesi olarak idarenin başına geçti. Tabi Moğollara bağlı bir vasal olarak… Aslında etraftaki diğer emir ve krallarla; örneğin Gürcistan kraliçesi, Trabzon’daki Rum Pontus krallığı, Rum Selçuklu sultanları ve Musul’un Lulularıyla, eşit pozisyonda idi. [31] Tamta Ahlat’ta kendi adına para bastırabilecek derecede yüksek bir pozisyona sahipti.

Tamta 1254 yılında Ahlat’ta öldü. Ölmeden önce on yıl boyunca Eyyubilerden devraldığı mirasla Ahlat Melikeliği yaptı. Muhtemelen kolay yıllar olmasa gerek. Çünkü diğer komşularıyla eşit statüdeki bir Moğol vasalı olarak onların arzuları doğrultusunda davranma, onları kızdırmadan Ahlat’ı yönetme konusunda oldukça zorlu çabalar göstermiş olmalı.

Orta Çağ Ahlat’ı

Bugünkü Ahlat’a bakılırsa Kürdistan’ın (Türkiye’nin Doğu Anadolu’sunun) geri kalmış, nüfusu 40 bin dolaylarında  basit bir kasabası. Şehre bir-kaç kilometre uzaklıktaki tarihi Ahlat Mezarlığı olmazsa onun tarih bakımından eski bir şehir olduğu bile bilinemez. Yavuz döneminde yaptırıldığı söylenen Ahlat Kalesi o eski tarihi kale değildir. Tarihte bahsedilen Ahlat bugün bildiğimiz Ahlat değil, Van Gölü kıyısından biraz daha uzakta duran kale yıkıntıları ve etrafındaki toprağa gömülmüş şehir kalıntıları ve muazzam anıt mezarlarıyla bir dönem var olmuş Ahlat’tır.

Ahlat şehri, önce 1220’de Hvarezmilerin 1230’da da Moğolların saldırıları sırasında yakılarak yerle bir edildi, kiliseleri yakıldı, ardından 1246 ve 1276 yıllarındaki iki depremle büsbütün yerle dümdüz oldu. Şehir yeniden kurulurken artık eski yerinde değil, kıyıya daha yakın bir yer olan bugünkü yerinde kuruldu. Bu nedenle bugünkü Ahlat 13. yüzyılın sonları ile 14 yüzyılın başlarında kurulmuştur. Tarihi Ahlat’la her hangi bir ilişkisi yoktur.

Ahlat’ı istilacılar için cazip kılan onun geniş bir tarımsal üretimi, bağ ve bahçelere sahip olmasını sağlayan geniş ve yüksek ovasıdır. Onu yazın serin ve kışın ılıman kılan Van Gölü ve gölden şehre doğu esen güney ve doğu rüzgârları da yaşamak için çok elverişli bir ortam oluşturuyordu.

Ayrıca İslam dünyası ile Hristiyan dünyası arasında bir serhat şehriydi. Kuzeyden Gürcüler ve Ermeniler, Güneyden Kürtler ve Araplar, doğudan yine Farslar ve Kürtler, daha sonra Oğuz istilalarıyla doğudan ve kuzeyden gelen Türkmenler şehre doluşuyorlardı. Batıdan Bizans İmparatorluğu’nun sınırları oraya kadar geliyordu. Rumlar, Süryaniler ve Yahudiler de şehre ilgi duyuyorlardı. Dini bakımdan Hristiyanlığın dört-beş mezhebi, Musevilik, İslamiyet’in Şii ve Sünni mezhepleri, İsmailliler, Kürtlerde Zerdüştiler, sonradan Yezidiler… Moğollar beraberlerinde Şaman inançlarını da getirmişlerdi. İşte böyle kozmopolit çok kültürlü ve çok dinli bir şehirdi Ahlat. İranlı seyyah Nasır Hüsrev 20 Kasım 1046’da Ahlat’tan geçerken şehirde Arapça, Farsça ve Ermenicenin konuşulduğunu belirtir.

Ahlat doğudan batıya, kuzeyden güneye, güneyden kuzeye doğru giden orduların konaklama yeniden teçhiz olma alanıydı. Yanı başındaki Tarom (Muş) ovası hem genişliği hem de asker ve hayvanların yaşaması için gerekli olan tarım ürünleri, sebze, meyve ve hayvan yemleri bakımından zengindi. Batı ve Uzakdoğu arasındaki ipek yolunun üzerindeydi Kuzeyden güneye köle ticareti yapılıyor, bir köle pazarıydı. Ticaret kervanlarının konaklama yerlerinden biriydi, dört bir yandan gelip geçen kervanların buluşma noktası, pazar yerlerinden biriydi. Bütün bunlar Ahlat’a geniş bir refah, zenginlik ve gelişme katıyor, istilacılar ve fatihler için onu cazip bir hale getiriyordu.

Böyle bir serhad şehri olması nedeniyle de büyük merkezi imparatorluklar (Romalılar, Ermeniler, Gürcüler, Araplar, Mewaniler, Selçuklular, Eyyubiler onu uzun süre elde tutamıyor doğrudan merkezi yönetimlerle yönetemiyorlardı. Etrafındaki diğer bazı beylikler ve lokal idari birimlerle ya vasal statüde ya da bağımsız emirlik çerçevesinde varlığını hep sürdüre geldi orta çağda.

DİPNOTLAR:

[1]Vladimir Minorsky, 1953, Studies in Caucasian History, s. 102.

[2]Alexei Lidov, 1991, The mural paintings of Akhtala, p. 14, Nauka Publishers, Central Dept. of Oriental Literature, University of Michigan.

[3] Kirakos Gandzaketsi, The History of Armenian, İng Robert Bedrosyan, 1986, s.

[4]M. Brosset, Félisité Brosset, Gürcistan Tarihi, Çeviren Hrand D. Andreasyan, notlar ve yayına hazırlayan Erdoğan Merçil, TTK yayınları Ankara 2003.

[5] Yeni Yıl, Kürtler ve Hıristiyanlık, http://tr.zagrosname.com/yeni-yil-kurdler-ve-hiristiyanlik.html?fbclid=IwAR0sq3z2WA5gLBfRojYDlII5GXi0ok0rQ450jruUVbDW1kGO4qPZ7Ng4GUo

[6] M. Brosset, Histoire de Georgie, St. Petersburg, 1851, s. 266.

[7]age s. 267.

[8]age, s. 267.

[9] age, s. 268.

[10] H. Margarian, İran –Caucasus, vol.1, 1997, sayfa 25

[11] M. Brosset, s. 268

[12] age s. 269

[13] age s. 270.

[14] Vardan Araweltsi, Compilation of History, ingilizcesi Robert Bedrosyan, http://rbedrosian.com/va3.htm

[15] Tarixa Dewleta Kurdan, Muhammed ibn İbrahim ibn Muhammed ibn Ebu’l-Fewaris Ebduleziz Ensarî el-Xezrecî Kürtçesi M. Emin Narozi , Weşanxaneya Azad, İstanbul, 2015 s. 226.

[16] Antony Eastmond, Tamta’s World The life and encounters of a medieval noblewoman ftom Miidle East to Mongolia, Cambridge Universty Press, UK, 2017, s. 5-7

[17] İbn Kesir, c. İslam Devletleri (El Bidaye We’n-Nihaye) Türkçe, c. 13 s. 149-150

[18] Kirakos Gandzaketsi, History of the Armenian, İngilizcesi Robert Bedrosyan, 1986, s. 159

[19] Vardan Araweltsi, Compilation of History, ingilizcesi Robert Bedrosyan, http://rbedrosian.com/va3.htm, s 212

[20] (Antony Eastmond, Tamta’s World The life and encounters of a medieval noblewoman ftom Miidle East to Mongolia, Cambridge Universty Press, UK, 2017, s. 2

[21] Age s.

[22] Age, s. 82.

[23] Kirakos Gandzaketsi History of the Armenian, İngilizcesi Robert Bedrosyan, 1986, s. 46

[24] İbn Esir, El-Kamil Fi’t-Tarih, c. 3, s. 2474-8; Minorsky, Studies in Caucasian History s. 150; Tamtas World s. 9.

[25] (Tamta’s World, s. 9-10.

[26]Ata Melik Cuveyni, c 2. s. 445 aktaran age.

[27] C. Cahen, aktr Tamta’s World s. 12

[28] Tamta’s World s. 13

[29] Kartlis Tskhovreba, 334; Stepannos Episkopos in Armianskie istochniki 40. Aktran Antony Eastmond, Tamta’s World, s 343.

[30] Tamta’s World s. 344.

[31] Age, s. 14.

Mûrad Ciwan.com’dan alınmıştır

 

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.