Haftada dört gün çalışma kimin yararına?

Haftada dört gün çalışma kimin yararına?

.

A+A-

“Haftada dört gün çalışma” projesi İngiltere’de 6 Haziran’da başladı. Dünyadaki tüm işçileri ilgilendiren dört günlük çalışma, gerçekten işçilerin kazanımı mı olacak yoksa örtük olarak işverenin mi işine yarayacak? Uzmanlar ve çalışanlar ne diyor?

İngiltere’de 70 şirkette çalışan 3 bin 300'den fazla işçi, 6 Haziran’dan itibaren, ücret kaybı olmadan haftada dört gün çalışmaya başladı. Altı aylık bir deneme sürecini kapsayacak olan İngiliz hükümetinin de desteklediği “4 DayWeek /4 Günlük Çalışma Haftası” isimli pilot projede işçiler herhangi bir özlük hakkını kaybetmeyecek.

İngiltere'de uygulanmasına rağmen dünyada da ilgiyle karşılanan dört günlük çalışma, gerçekten işçilerin kazanımı mı olacak yoksa örtük olarak işverenin mi işine yarayacak? ILO’nun verilerine göre en çok çalışılan ülke olan Türkiye’de bu uygulama gerçekleşebilir mi? Gerçekleşse sonuçları ne olur? Haftada dört günlük çalışmanın iş hayatına getireceği yenilikler, işçi haklarına olumlu ve olumsuz etkileri, işçi- işveren ilişkilerinde oluşacak sorunlar ve ekonomiye yansımalarını, Kocaeli Üniversitesi’nden çalışma ekonomisi uzmanı Prof. Dr. Aziz Çelik, sendika eğitim uzmanı ve emek yaşamı yazarı Zafer Aydın ve istihdam uzmanı Sinan Ok, bianet’e değerlendirdi. 

Aziz Çelik: Çalışanların yararına

Kocaeli Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Çalışma Ekonomisi Ve Endüstri İlişkileri öğretim üyesi Aziz Çelik uygulamaya olumlu bakıyor:

“Sendikaların uzun yıllardır iş saatlerinin kısaltılması talepleri var. Bu pilot bir uygulama. Genel olarak hem yıllık hem de haftalık çalışma süreleri ciddi biçimde kısalıyor. OECD ülkelerinde halen 37 saatlik çalışma, yıllık 1600-1700 saatlik çalışma geçerli. Yüzyıl önce çalışma süresi 3200 saat civarındaydı. Çalışma sürelerinin düşmesi eğilimi devam ediyor. Ben, bu uygulamanın çalışanların yararına olduğunu ve böyle bir uygulamanın mümkün olacağını düşünüyorum. 19. yüzyıl başlarında 8 saatlik çalışma bir hayaldi.

“Sermaye, toplumsal bir talep olarak geldiği için buna itiraz etmez. Araştırmalar, iş veriminde önemli bir değişimin olmayacağını gösteriyor.

"İşsizliğin çözümü olabilir"

“Sendikalar ve çalışanların talebi kuvvetli. Şu anda Avrupa'da 35 saatlik bir çalışma var. Almanya bazı sektörlerde bunu 25 saate indirdi. Çalışma süresi indirildiğinde, çalışan ücretinden bir düşüm olmayacak. Ücretli, ücretini tam alacak. Sermaye açısından tartışılan konulardan biri. Başka ülkelerde denendi. İşverenin, verimliliğin düşmeyeceği konusunda ikna edilmesi gerekiyor. Türkiye’de de uygulanabilir. İşsizliğin de çözümünü oluşturacaktır. Yeni iş olanakları sağlayabilir.”

Zafer Aydın: Türkiye’de böyle bir gündem yok

Sendikalarda uzun yıllar "işçi hakları" konusunda eğitimler veren ve sendikalar konuşunda birçok kitabı olan Zafer Aydın da, dört günlük çalışmanın “politik olarak doğru bir yaklaşım” olduğunu söylüyor:

“İngiltere’deki uygulama iki boyutta değerlendirilmeli. Öncelikle bu uygulama çalışanlara daha insani bir yaşam olanağı getirecek olup, gerekli bir uygulama. Diğeri de, işsizliğin yoğun olduğu bir ortamda böyle bir uygulama daha fazla insanın çalışmasını ve istihdamı artırıcı bir çalışma ortamı sağlayabilir.

"Haftada dört günlük çalışma süresi, isabetli bir sosyal politika önerisi. Türkiye’deki temel problem, bunun bir politik öneri olarak ele alınmaması. Türkiye’de işçilerin fazla çalışmaları, onlara bir tür ek gelir olarak yansıyor. Avrupa’da tarihsel olarak haftalık çalışma sürelerinin düşürülmesi hem sendikaların hem de siyasi partilerin ortak talebi. Türkiye’de bu yönde bir gündem yok.
Bu uygulamanın politik olarak doğru bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum. Çalışanlar için daha fazla özgürlük, kendilerine daha fazla zaman ayırması anlamına gelir. Ayrıca istihdamın politik çözümü açısından da desteklenmesi gereken bir uygulama.”

Türkiye’de de çalışma saatleri azaltılabilir mi?

İşkur Genel Müdürlüğü’nden 2017 başında KHK ile ihraç edilen istihdam uzmanı Sinan Ok’un yorumu ise şöyle:

“Teknolojik gelişmelerin çalışma ilişkilerindeki evrimi hızlandırdığı, iş yapma şekillerinin çeşitlendiği, geleneksel emek değerlendirmelerinin aktüel durumu açıklamada yetersiz kaldığı bir dönemden geçiyoruz. Emeğin ve sermayenin nitel ve nicel dönüşümü her ne kadar sömürü ilişkilerinden yapısal bir değişikliğe ve dönüşüme yol açmamışsa da çalışmanın nicel ve nitel özelliklerinin değiştiği gözlemlenebilir. 1980’lerde hızlanan bu değişim bilişim teknolojiler ile yeni bir aşamaya geçmişti. Ancak kimsenin önceden öngörmediği COVID-19 pandemisinin neredeyse tüm sektörlerde bu ‘çalışmayı zoomlaştırması’ çalışma ilişkilerinde yeni tartışmalara ve denemelere yol açtı. Sermaye kesiminin maliyetlerini azaltacak, verimlilik ve üretimi arttıracak her ‘deneyin’ şafağında olduğumuzu ifade edebiliriz. Bu durum yüksek işsizlik, güvencesizlik ve esneklik politikaları ile rant ve kar hırsı yüksek sermaye kesimlerine yeni imkanlar sunacaktır.

"Emek açısından olumlu"

"Tam da bu değişim sürecinde İngiltere, İspanya ve İzlanda’da ‘denemesi’ yapılan haftalık ‘çalışma gün sayısının 4’e indirilmesi’ yönündeki uygulamanın Türkiye’de de uygulanabilirliği, riskleri ve muhtemel sonuçlarına dair çeşitli açılardan değerlendirmeler yapılabilir. Ücret ve ücrete bağlı diğer hakların uygulamasına halel getirmeden, çalışanların rızasıyla çalışma sürelerinin kısaltılması, emek açısından elbette olumlu bir gelişme olacaktır. Teknolojinin ve nitelikli işgücünün çalışmaya ve verimliliğe etkisinin bu yönde olması gerekli ve olumlu bir sonuç olacaktır. Haftalık çalışma gün sayısının 6’dan 5’e, 5’ten 4’e indirilmesi veya yasal çalış(tır)ma süresinin 35’e çekilmesi ‘insan onuruna yakışır bir ücret önkoşulu olursa’ savunulması gereken bir haktır.

Çalışma ücrete indirgenmemeli

"Ancak en gelişmiş ülkelerde dahi bu uygulamanın bazı sorunlar içerdiği, başta sendikal haklar olmak üzere ‘çalışmanın kendisini’ kısıtlayabileceği öngörülmeli. Çalışmayı ‘ücret almaya’ indirgemenin kendisi, çalışmanın sosyalleşme ve diğer işlevlerini görmezden gelmemize yol açabilir. Çalışmak sadece bir iş karşılığında bir ücret almak değil, aynı zamanda sosyalleşmek, kişisel yaratıcılık ve ‘kendini gerçekleştirmek’ için alan sahibi olmaktır. Aynı işyerinden insanların evlilikleri, iş dışı arkadaşlıkları, siyasi-sosyal-kültürel birliktelikleri çalışmanın ücrete indirgenemeyeceğini bize göstermeli.

Zaman kullanımı üzerinden değerlendirme

“‘Çalışmayı’ bireysel ve toplumsal yaşamın merkezine konumlayan ve işsizliği hem birey hem de toplum için olumsuz/değersiz bir konum olarak gören hakim bir yaklaşımın olduğunu biliyoruz. Bu ‘denemede’ ise ‘işsiz, güvencesiz ve gelirsiz bırakmadan’ çalışma saatlerinin ve günlerinin kısaltılması söz konusu olduğu için sadece zaman kullanımı üzerinden bir değerlendirme yapabiliriz. Kişinin kendisine daha çok zaman bırakılmasının da kültürden kültüre, sektörden sektöre ve hatta meslekten mesleğe farklı sonuçlara yol açabileceğini ifade etmeliyiz. Nasıl ki COVID 19 sürecinde dijitalleşen üretimden işgücü bir bütün olarak, aynı şekilde etkilenmediyse çalışma saatlerinin azaltılmasında da her işgücü alanı aynı şekilde etkilenmeyecektir. En gelişmiş ülkelerde dahi cinsiyetçi iş bölümünün tamamen ortadan kaldırılmamış olmasının, hem işgücü arzının hem de üretim süreçlerinin aynı oranda her meslek ve sektörde dijitalleşme oranının homojen olmamasının, kurumsal kültürün iş yerinden iş yerine değişmesinin birer etken olarak ‘bu denemeler de’ farklı sonuçlara yol açacağı öngörülmeli. Kamu ve özel sektör işyerlerinin bu deneme kapsamına alınma olasılıkları da doğal olarak farklı olacaktır.

İşteki deneyim süresi

“‘İşteki deneyim süresi’ de çok önemli bir faktör olarak ‘bu deneyin’ içinde ele alınmalı. Kıdemli ve üst düzey nitelikli olan işgücü için çalışma sürelerinin kısaltılması, verimlilikte dramatik bir değişime yol açmayabilir. Ancak özellikle genç işsizliğin çok yüksek olduğu Akdeniz’e komşu ülkelerde (Yunanistan, İspanya, Türkiye başta olmak üzere) işteki ortalama deneyim/kıdem süresi gittikçe azalıyor. Birçok ülkede işgücü piyasasına ‘kalıcı olarak’ dahil olma, istisnai bir hale geliyor. Birçok ülkede ne işte ne eğitimde olan (NEET) gençlerin uzun süreli işsizlik riski altında kaldığı hatta işgücü piyasası dışına biliniyor.

“Öte yandan ‘sanayi toplumlarında’ yaygın olan ‘aynı işyerinden emeklilik’ durumu, günümüzde birçok ülkede istisnai bir durum olup, toplam işgücü içindeki oranı gittikçe azalan bir çalışma şekli. Genç işgücünün birden fazla işyerinde ‘denendikten sonra’ görece kalıcı bir çalışma imkanına kavuşabildiği, söz konusu çalışma kapsamındaki işin de çoğu zaman insan onuruna uygun olmayan, çalışma sürelerinin çok uzun, işgüvencesinin ise genellikle çok zayıf bir iş olduğu ifade edilebilir.

“Teknolojik işsizliğin bir sonucu da emek piyasalarının kutuplaşması şeklinde yaşanıyor. ‘Yeni teknolojilere uyumlu işgücüne’ yönelik talep ve sunulan ücretler artarken geriye kalan işgücü ise gözden çıkarılmaya, değersizleşmeye çalışılıyor. İlk grubun ücretlerinde astronomik denilebilecek ücret artışları olabilirken diğer işgücü için ise her geçen dönem daha zor koşullar geliyor. Türkiye gibi ülkelerde işgücünün önemli bir bölümü ikinci grupta.

"Dolayısıyla İngiltere’deki çalışma sürelerinin kısaltılması denemesinin hangi işkolları ve meslekler için mümkün olabileceğini ve burada gerçekleşebilen sonuçların aynı şekilde Türkiye gibi işgücü piyasası dinamikleri farklı olan ülkelerde olup olamayacağını tartışmamız gerekiyor.

Denendiği yere bakılmalı

"Her şeyden önce söz konusu uygulama denemesinin kayıtdışılığın çok düşük veya yok denilebilecek düzeyde olduğu bir çalışma yapısı içinde denenebildiği ifade edilmeli. Türkiye gibi;

  • İşgücünü yaklaşık yüzde 30-35’inin kayıtdışı sektörlerde istihdam edildiği,
  • Özel sektörde sendika üyelik oranının çok düşük olduğu,
  • Çalışma saatlerinin öncelikle yasal sınırlara (haftalık 45 saate) çekilmesi gerektiği,
  • Tarım dışı sektörlerde kadın istihdamının sembolik oranlarda olduğu,
  • Bazı bölgelerinde resmi işsizliğin yüzde 30 üzerinde olduğu,
  • Ortalama genel ücret düzeyinin açlık sınırı ile asgari ücret bandında olduğu,
  • Eğitim ile istihdam arasında ilişkinin çok zayıf olduğu,
  • İş güvencesinin çok zayıf olduğu,
  • Her gün en az 6 işçinin yaşamını yitirdiği,
  • Toplu iş sözleşmeleri kapsamındaki istihdamın çok düşük olduğu ülkelerde bu tarz deneylerin yapılabilmesi çok güçtür.

"Çalışma sürelerinin kısaltılması için öncelikle ücretlerin ve çalışma saatlerinin net bir şekilde en azından tarım dışı sektörler için ortaya çıkarılması, denetlenmesi ve yasadışılıkların giderilmesi gerekli. Türkiye’de günlük maksimum çalışma süresi olan 11 saatin üzerinde çalıştırılan kişi sayısı milyonlarla ifade edilebilir. Ayrıca ücretlerin yetersizliği nedeniyle ek iş yapan kişi sayısı da yüksek. TÜİK’in açıkladığı verilere göre 2022’in ilk 4 ayında Türkiye’de erkeklerin ortalama haftalık çalışma süresi 46 saatin üzerinde iken kadınlarda bu süre 40,4 saat. Kadınların tarım sektöründeki uzun çalışma saatlerinin kayıt dışı çalışma nedeniyle ve ev işlerinde geçirdikleri sürenin bu ortalamaya dahil edilmediği bilinmeli. TÜİK 2021 verilerine göre ise Türkiye’de çalışanların yüzde 75’i haftalık 40 saat ve üzerinde çalışıyor. Bu oran pandemi yılı olan 2020’de bile yüzde 71.

Türkiye'de kayıtdışı çalışanlar ne olacak?

"Türkiye’de çalışan sayısı 2021’de yaklaşık 27 milyon kişi olarak açıklandı. Bu veriye sigortasız çalışan yaklaşık 9 milyon kişi de dahil. Yani 84 milyon kişinin çalışma ve sosyal güvenlik hakları için bu kadar az kişi çalışıyor. 1 kişi çalışıp ortalama 3-4 kişiyi geçindiriyor. İşgücüne katılma oranlarının ve istihdam oranlarının özellikle kadın ve gençlerde düşüklüğü gelir yetersizliği ile sonuçlanıyor. Çalışanların 6,3 milyonu (yüzde 24’ü) 35 saat altında, 12,3 milyonu (yüzde 45’i) 35-49 saat aralığında ve geriye kalan 8,3 milyon kişi (yüzde 31’i) ise 50 saat ve üzerinde çalışmış. Türkiye’de ücret istatistikleri yeterli düzeyde olmadığı için istihdamın gelir durumuna ilişkin bir değerlendirme yapmak güç.

"Ancak asgari ücretin ortalama ücrete yakın olduğu ve yine asgari ücretin açlık sınırının altında olduğu Türkiye’de, çalışanların çalışma saatleri bir tercihten öte zorunluluğun sonucu. Yani istihdamın çok büyük çoğunluğu yeterince kazandığını düşünerek çalışma saatlerini azaltma yönünde bir eğilim içinde değildir. Tam tersi, geçinmek için daha çok saat çalışma eğilimi baskın. Çalışma saatleri düşük olanların ise daha iyi koşullarda iş arayışları olduğu biliniyor. Bu kapsamda İŞKUR kayıtlarında ‘daha iyi şartlarda iş arayanlar’ kategorisinin ‘işsiz’ kategorisinden daha yüksek olması bir veri olarak elimizde.

"2020-2021 arasını değerlendirdiğimizde 40 saat altında çalışanların sayısının erkeklerde ve genel istihdam içerisinde azaldığı görülüyor. Kadınlarda ise 1-16 saat aralığında ve 36-39 saat aralığında çalışanlar azalırken 17-35 saat aralığında çalışanların arttığı görülüyor. Ayrıca TÜİK verilerine göre haftada 72 saat üzeri çalışan kişi sayısının 1 milyon üzerinde olduğu görülüyor.

*Kaynak: TÜİK

"Türkiye’de işgücünün ve istihdamın çok önemli bir bölümü teknolojik ve nitelikli bir üretim için gerekli eğitim ve donanıma sahip değil. Üniversite eğitiminin niteliği tartışmalı olmasına rağmen işgücü ve istihdamın sadece yüzde 28’i yüksek öğrenimli. (Bu orana açık öğretim ve 2 yıllıklar da dahil.) İşgücü ve istihdamın yüzde 48’i ise ‘lise altı’ düzeyinde. Yani çalışma çağında olan her iki kişiden birisi lise ve üzerinde bir eğitim düzeyinde bile değil.

"Sonuç olarak Türkiye’de çalışma saatlerinin kısaltılmasından önce işgücü piyasasının kayıtdışılıktan arındırılması, saatlik ücretlerin insan onuruna yakışır bir düzeye çekilmesi, işçi sağlığı ve güvenliği kültürünün yerleşikleştirilmesi gerekli. Her üç çalışandan birisinin sigortasız olduğu bir yerde bu ve benzeri çalışmaları pilot uygulama olarak yapmak dahi mümkün değil.”

“Psikolojik anlamda özgürleşirdim”

Haftalık çalışma süresinin dört güne inmesi ile ilgili görüştüğümüz çalışanlardan Sibel Yüce, “Haftalık çalışma süresi dört güne inerse çok mutlu olurdum. Yaşam kalitem artardı. İşteki performansımı olumlu etkilerdi, daha verimli ve yaratıcı olabilirdim. Böyle bir düzenleme ile daha fazla çalışana ihtiyaç duyulacağı için istihdam artardı. Psikolojik anlamda özgürleşirdim. Çalışan anneler çocuklarına daha çok zaman ayırabilirdi” diyor.

Bir finans kuruluşunda 18 yıldır çalışan Sibel Yılmaz ise “Stresli ve uzun çalışma saatleri benim ve ailemin hayat kalitesini etkiliyor. Hafta sonu iki gün yeterli olmuyor. İzin günlerinin üç güne çıksa, kendi sosyal etkinliklerime ve aileme daha fazla zaman ayırabilirdim” diye konuştu.

 

İngiltere’de neler konuşuluyor?

Pilot proje ile ilgili konuştuğumuz iki çocuk annesi, Leicester Üniversitesi Yaşam Bilimleri Fakültesi teknisyeni Helen Pearson, “Tüm gün çalışan meslektaşlar aslında Pazartesi sabahı ve Cuma öğleden sonra çalışmıyorlar, aslında halihazırda çoğu çalışan haftada 4 gün çalışıyor. Ama prensip olarak 4 günlük iş yaşamına karşı değilim” diyor.
 
Bir çocuk babası, araştırmacı Medhanie Habtom, dört günlük haftanın iş ve aile yaşamını olumlu etkileyeceğini, yeni doğan oğlu ve eşi ile daha fazla kaliteli vakit geçirmesine imkan vereceğini belirtiyor.
 
Leicester’de öğretmen olarak çalışan JaneFarell dört günlük haftanın özellikle küçük çocukları olan aileler için faydalı olabileceğini söylüyor: “Benim çocuklarım üniversiteyi bitirdi. Okul çağındayken, hem tüm gün işe gelip hem de iki küçük çocuğa bakmakta zorlanıyordum. Stres aile yaşamına olumsuz yansıyordu. Dört günlük çalışma aile yaşamındaki kaliteyi artırır.”
 
Leicester Üniversitesi Yaşam Bilimi Solunum Sistemleri Bölümü profesörlerinden Hasan Yeşilkaya şöyle bir değerlendirme yapıyor: “Dört günlük çalışma bence çalışanlara verilmiş bir lütuf değil. Dört günlük çalışmanın hem kişisel gelişime, hem aile yaşamına hem de ülke ekonomisine katkıları olacaktır. Mevcut ekonomik sistem, üretime olduğu kadar, sağlıklı, adil bir tüketim sistemine ihtiyaç duyar. Dört günlük çalışma yaşamı bize ihtiyacımız olan çevre dostu üretim ve tüketimi desteklemek için gereken zamanı verecektir. İnsanlar yaratıcılıklarını icra etmek için daha fazla vakit bulabilirler. Kendileri ve toplumla daha huzurlu bireyler olup, mutlu dünya ütopyasını yaratmak için gereken enerjiyi kendilerinde bulabilirler.

Dört günlük çalışma haftasının tüm sektörlerde aynı ölçüde hissedildiğini düşünmüyorum. Yaratıcılık gereken alanlarda, örneğin bilim ve sanat branşlarında, üretim bir zorunluluktan ziyade istekten kaynaklanır. Doğal olarak burda zamanı, klasik anlamda bir zorunluluk olarak göremeyiz. Benim için zamanın ya da çalışma gün sayısının yaptığım işle çok ilişkisi yok.

Birincisi, üniversite kendi zamanımı kendimin yönetmesini istiyor. Eğer bir makale yazacaksam, üniversite istedi diye değil, kendi kariyerim için yazıyorum. Araştırma projesini kendi merakımdan geliştiriyorum. Diğer taraftan, herkes bu kadar şanslı olmayabilir. Örneğin serbest meslek sahipleri, hizmet sektörü vs, kamu tarafından desteklenmeli. Aksi halde bu gibi küçük işletme sahipleri, işyerlerini kapatmak zorunda kalabilirler.”

 

OECD: Türkiye haftada 60 saatten fazla çalışan kişi oranı en fazla olan ülke

Türkiye’de İş Kanuna göre bir kişinin haftalık mesaisi en fazla 45 saat. Üst sınır işçinin kendi iradesi dahilinde olsa dahi yılda 270 saatten fazla mesai yapmaması, günde ise 11 saat üstü çalıştırılmaması olarak geçiyor. Mesai 45 saati geçtiğinde ise işçiye ek ücret ödenmesi gerekiyor.

OECD’nin 2020 verilerine göre 60 saatten fazla çalışanların ortalama oranı yüzde 4,4. Türkiye yüzde 15,1 ile 38 ülke içinde ilk sırada.

 

Efsun Aytan Işıktaş

*Bu haber Atölye BİA İletişim Platformu atolyebia.org'da yayınlandı.

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.