Hızlı Akan Sürecin Kürtlere Yüklediği Ertelenemeyecek Görev ve Sorumluluklar
Arap Baharı olarak ifade edilen kontrollü ve kontrolsüz toplumsal hareketliliğin giderek yeni bir sürece, yeni bir düzenlemeye doğru evrildiğini görüyoruz. Bu toplumsal hareketliliğin artçı sonuçları, bir nevi domino teorisi misali fay hatlarını tetikleyecektir. Bu tetikleme, bölgede siyasi, coğrafi ve toplumsal değişimleri beraberinde getirmekte ve daha da getireceği görülmektedir.
Bölgede sürdürülen mevcut savaş her ne kadar ‘’yerel güçler’’ tarafından yapılıyor olsa da, esas aktörlerin, dünyaya hükmeden büyük güçler ve bölgedeki etkili devletler olduğunu, bunların eliyle bir vekalet savaşının yürütüldüğünü söylemek bir abartı değildir.
Özellikle Suriye’de mevcut büyük devletler ile başta Türkiye ve İran olmak üzere, bir çok bölge devletinin destek ve yönlendirmesiyle bir vekalet savaşı yürütülmektedirler. Türkiye ve İran’ın bazı konulardaki farklı çıkar ve siyasetlerine rağmen, Kürd ve Kürdistan karşıtlığı üzerine kurulmuş tarihsel bir uzlaşı ve ortaklık hukuklarının olduğu bilinen bir gerçekliktir. Bu gerçekliğin dışında, iki devlet bölgede çoğu kez hem rakip, hem de potansiyel düşman olmuşlardır. Dolayısıyla iki devlet de, Kürd ve Kürdistan karşıtlığı noktasında birbirlerinin yarasını kaşımamaya özen gösteriyorlar.
İki devlet de, bir nevi ahtapot misali bölgede avcılık yapmaktalar. Dünyanın bir çok ülkesinden topladıkları çete, mafya, ve eski askerleri, talan ve yağma kültürünü içselleştirmiş sokak serserilerini, ahtapotun birer kolu gibi savaş makinesine monte etmiş durumdalar. Bu savaş aparatı çeteler, farklı işlevler üstlenmekle birlikte, sonuçta paralı askerlerdirler. Kim fazlasını öderse bu çeteler o güçlerinin hizmetinde olacaklardır. Bir plan dahilinde bir çok insanın dini duygularını da istismar etmesini becerebilen bu çetelere ideolojik, dini ve siyasi bir gömlek giydirmek doğru değildir. Dolayısıyla bu devletler ahtapotun avcılık yeteneğinden yararlanmaya çalışırken unuttukları bir gerçeği göz ardı ediyorlar. Çünkü ahtapotu da avlayan daha büyük avcılar mevcuttur. Büyük balığın küçük balığı yutması gibi yaşamın bize öğrettikleri deneyimlerden biliyoruz.
Son günlerde yaşanan olayları dikkate izlediğimizde, görülecektir ki büyük devletlerin yeni bir bölgesel düzenlemeyi hedeflediklerini ve antlaşma gereği kendi müttefikleriyle alan tahkimine yöneldiklerini görüyoruz. Artık kimin “bir koyup beş almayı” arzuladığını, kimin “rüzgar ekerek fırtına biçeceği” hayaliyle nereye doğru savrulacağını hep birlikte göreceğiz.
Özellikle İran bugüne değin Filistin, Lübnan, Yemen, Irak ve Pakistan’dan devşirdiği Hizbullah, Hamas, Husiler gibi vekalet güçlerle sahada etkili bir şekilde varlığını sürdürüyordu. Ancak İsrail’in özellikle Hizbullah’a vurmuş olduğu ölümcül darbeler ardından İran Devleti Suriye’deki etkinliğini yitirmeye başladı. ve sonuçta Suriye’deki Esad Rejimi de yıkıldı.
Yine Türkiye’nin, Arap, Afgan, Kırgız, Uygur, Türkmenistan, Tacikistan, Çerkez, Filistin ve diğer ülkelerden devşirdiği çete ve milislerden oluşturduğu ‘’Suriye Milli Ordusu’’nu tamamen Kürd coğrafyasında tahkim ederek Kürd halkına karşı savaş sahasına sürdüğünü biliyoruz. Bu güçler katliam, ve demografiyi değiştirmemenin yanı sıra, tavuk hırsızlığı ve zeytin ağaçlarını köklerinden sökerek talan ve yağma hanesine, dünya barbarlık tarihine yeni sıfatlar yazdırdılar. Yine sanayii alanlarının ve ekonomik kaynakların nasıl yağmalandığına dair videolar internet ortamında yeterince mevcuttur.
Arap Baharı diye ifade edilen toplumsal hareketlerle başlayan yeni sürecin esas oyun kurucu ve karar verici devletlerinin İngiltere, Amerika, Rusya ve Avrupa Birliği üyesi kimi devletler olduğunu biliyoruz. Bu yeni sürecin, uzun ve kısa vadeli hedeflerine baktığımızda, enerji kaynakları alanları ve yollarının korunması, pazar alanlarının güncellemesi ve yeni partnerlerine yol açma temelinde kontrollü bir şekilde yürütüldüğünü görüyoruz.
Türkiye ve İran bir yandan bu sürecin müteahhit devletleri, bir yandan da kendi emperyal amaçlarını gerçekleştirmeye çalışan aktörler olarak, bu güne kadar kendi vekalet güçleriyle sahada etkin oldular. Ancak Ukrayna-Rusya savaşının izlediği seyir ve nükleer silahlarının kullanma tehdit ve hamlelerinin ardından, özellikle ABD, Fransa ve İngiltere’nin, Türkiye ve Katar aracılığıyla mevcut savaş oyununa müdahale ederek, İran ve Rusya’nın Suriye’deki rollerini kısıtlama temelinde bir değişim siyasetine yöneldiğini görüyoruz. Türkiye ve İran’ın bu terör gruplarıyla olan ilişkilerinin yarın düşmanlık temelinde karşı karşıya gelmeyeceklerinin bir garantisi yoktur. Esas oyun kurucularının stratejik bir derinlik aklıyla oyun içinde oyun geliştirdiklerini ve bunu çoktan planladıklarını okumakta yarar vardır.
Türkiye, bir yandan NATO, Amerika hassasiyetlerini göz önünde bulundurarak, diğer yandan İngiltere ve Rusya ile de bir balans kurmaya çalışarak, çok yönlü ve farklı kartlarla demografik yapıyı değiştirme ve Kürdleri sahadan kovma ve etkisiz hale getirme siyasetine odaklanmış durumda. Buna rağmen gerek Kürd halkının mücadele azmi, gerekse uluslararası egemen güçlerin çıkarlar silsilesi, bu ırkçı siyasetin geliştirilmesini sınırlayan bir set oluşturmakta ve bu politikanın baskın olmasını engellemektedir. Dolayısıyla Kürd karşıtlığı temelinde kullandığı bütün kartların yarın öbür Türkiye’nin aleyhine dönüş yapmayacağını kimse iddia edemez. Çünkü oyun kurucularının stratejik hedefleri ile sahada oyunla meşgul olan oyuncuların çıkar ve hedefleri birbirinden farklıdır.
Her ne kadar toplumsal mühendislik ve algı operasyonları çerçevesinde tv ekranlarından inmeyen, gece gündüz ekranlarda boy gösteren eli sopalı "uzmanları" dinledikçe, bu düşük yoğunluklu savaş konseptinin kapsamını ve toplumsal zeminini, boyutunu ve nemalanan kitlenin sosyolojisi açısından ciddi veriler görüyoruz.
Yıllardır ezberlenmiş otuz kırk kelimelik ırkçı cümlelerle bu merada beslenen, korku iklimini pompalayan ve algı operasyonlarıyla kitleleri hipnoz eden bu etiketli görevliler, yıllardır sahip oldukları ayrıcalıklardan, imtiyazlardan ve avantajlarından uzaklaşabilirler mi, bu "ekmek teknesinden” vazgeçebilirler mi diye sormakta yarar vardır!
Ellerinde uzun çubuklarla harita üzerinde propaganda yapanları bir yana bırakıp, kendi mahallemize dönersek, neler oluyor ve bu gelişmelerden neler bekliyoruz ve neler yapmalıyız soruları ise başlı başına birer çelişkiler yumağı ve karmaşık bir konudur.
Kürd, Kürdistani Güçleri Bekleyen Yaşamsal Görev ve Sorumluluklar
Esad Rejimi’nin düştüğü bu anlarda, bir çok tesbit, paradigma, teori ve değerlendirmenin yeniden masaya yatırılacağı, kartların yeniden karılacağı açıktır.
Ama, elbette ki, bizim için öncelikli olan konu, Kürd ve Kürdistan sorununun bu değişimden nasıl etkileneceği ve nasıl bir seyir izleyeceğidir.
Bu yeni süreç, dört parçada da, Kürd ve Kürdistani güçlerin, hem stratejik, hem de güncel milli, demokratik görev ve sorumluluklarını daha bir öne çıkarmıştır.
Bu anlayış ve hassasiyetle, şu belgimizi, aslında dört parça Kürdistan ve diasporadaki tüm Kürtler için bir kez daha yinelemek istiyoruz: Tek partide birleşebilenler birleşmeli; birleşemeyenler işbirliği ve ittifak yapmalı; işbirliği yapamayanlar, diyalog içinde olmalı; diyalog bile geliştiremeyenler, birbirlerine düşmanlık yapmamalıdırlar.
Kuzey Kürdistan’da, stratejik Kürdistani bir ittifak için zemin oluşturma çalışmaları elbette ki en temel görevlerimizden biridir. Ama bugün, Türk Devleti’nin, sorunu bir Kürd, Kürdistan sorunu ekseninden kaydırarak, bir kişi ve parti dar halkasında oluşturmaya çalıştığı gündeme hapsolmadan, Kürtlerin acil talepleri etrafından geniş Kürd, Kürdistani potansiyelin bir Kürd Temsiliyet Platformu oluşturması için zaman kaybetmeksizin adım atılması, en öncelikli görevlerimizden biridir. Kürd Temsiliyet Platformu, hem Kürd, Kürdistan toplumun en geniş kesimlerinin acil talepler programı etrafında ortak örgütlenme ve mücadelesini örgütlemeli, hem de, Türkiye toplumu içinde, Kürdlerin hak ve özgürlüklerine destek veren, özgürlük, adalet, demokrasi ve eşitlikten yana olan en geniş kesimlerle, diyalog, işbirliği, ortak çalışma anlayışıyla hareket etmelidir.
Güney Kürdistan’da bir an önce parlamentonun aktif hale getirilmesi, mevcut bölünmüşlük tablosuna son verilerek, birleşik bir milli ordu, ekonomi, diplomasi ve güvenlik sistemine dayalı bir devlet mekanizmasının oluşturulması, mevcut federe devlet kazanımlarının korunup, geliştirilmesi ve tüm dünya ve bölge devletleriyle tek bir taraf olarak muhatap olunması yaşamsal bir önem taşımaktadır.
Güneybatı Kürdistan’da (Rojava Kürdistanı) ortaya çıkan yeni tablo, tüm siyasal kesimlerin, ortak bir siyasi, idari, askeri, ekonomik, diplomatik irade ve yönetim oluşturarak, tüm devletlere bir Kürd, Kürdistan tarafı olarak muhatap olmaları artık hem ulusal bir görev, hem de bir zorunluluktur.
İran Devleti zayıfladıkça, Doğu Kürdistan’daki halkımızın kapısına büyük fırsatların gelme ihtimali yüksektir. Bu fırsatları şansa ve milli, demokratik kazanımlara dönüştürmenin ilk adımı, elbette ki Doğu Kürdistan’daki en geniş Kürdistani güçlerin işbirliği ve ittifakıdır.
Diasporada, milli, Kürdistani bir bilinçle donanmış, diaspora gerçekliğine göre örgütlenmiş birleşik, güçlü, aktif bir kurumsallaşma ihtiyacı, bugün her zamankinden daha fazla öne çıkmaktadır.
Dört parça Kürdistani güçler arasında milli, demokratik bir anlayış ve empatiyle; bir koordinasyon, görüş alış verişi, dayanışma, destek ve ortak düşünüş ve tutum geliştirme ağı oluşturmak, her zamankinden daha fazla yaşamsal bir önem taşımaktadır.
08.12.2024
Cano Amedi