Hüseyin Baybaşin: Kürt İşinsanlarının öldürülmesine Demirel karar verdi, Çiller uyguladı

Hüseyin Baybaşin: Kürt İşinsanlarının öldürülmesine Demirel karar verdi, Çiller uyguladı

.

A+A-

Suç örgütü lideri Sedat Peker’in yayımladığı videolarda 1990’lı yıllarda Kürt iş insanlarının öldürülmesi hakkında da konuşarak dönemin İçişleri Bakanı Mehmet Ağar’ı ve emekli yarbay Korkut Eken'i de işaret etti.

Peker, Mehmet Ağar ile ilgili, "Emniyet Müdürlüğü döneminde Behçet Cantürk, Hüseyin Baybaşin, Savaş Buldan uyuşturucu işi yapıyorlardı. Hepsinden para aldı. En son siyasete girdi. Hayali cumhurbaşkanlığıydı. Adam oraya çıkarken geçmişi temizlemek için Tansu Hanım'ı ikna etti.  Milli Güvenlik Konseyi'nde 'devletler kendi gelecekleri için bu tip eylemler yapabilir' diye sözlü karar çıkarıp başladılar hepsini öldürmeye. Vatan millet için değil kendi geçmişini temizlemek için yaptı" ifadelerini kullandı.

Sedat Peker, 1990'lı yıllarda Kürt iş insanlarının PKK'ye destek verdikleri gerekçesiyle Tansu Çiller hükümeti zamanında suikastle öldürülmeleri konusuna değinirken Hüseyin Baybaşin'in de adını 'o dönemleri iyi bilen, Mehmet Ağar'ı yakından tanıyan, elinde belgeleri olan kişi' olarak zikretti.

O dönemin faili meçhul cinayetleri, uyuşturucu trafiği, devlet ve suç örgütleri arasındaki ilişki ile ilgili zaman zaman medyada bildiklerini paylaşan ve hâlen Hollanda'da Vught Cezaevi'nde tutuklu bulunan Hüseyin Baybaşin Artı Gerçek'ten Ayşegül Karakülhancı’nın o dönemle ilgili sorularını şu şekilde yanıtladı:

Peker o döneme ilişkin konuşurken sizden de söz ediyor. Siz o dönemde Mehmet Ağar’la hiç karşılaştınız mı? Kendisini tanıyor muydunuz?

Mehmet Bey ile 1970’li yıllardan beri tanışıyordum. Kendisini Polis Okulu eğitiminden beri tanırım. Babası, emniyet mensubu bir beyefendiydi. Benim yakınım olan baş komiserlikten emekli Ali Balkaş ile Mehmet Bey'in babası çok iyi tanışırlardı. Benim tanışmam bu vesile ile başlamıştı. İstanbul’da bizim yakınımız olan Ali Balkaş beyin birkaç işyeri vardı. Mehmet beyin babası ile görüşmeleri olurdu. İstanbul Aksaray, Laleli, Beyazıt, Fındıkzade, Cağaloğlu, Fatih gibi semtlerde Elazığlı hemşerilerinin ve gençlerinin takıldıkları çevrelerde karşılaşır ve konuşurduk. 1973-1974 yıllarından söz ediyorum. Benim İstanbul’dan en son ayrıldığım 1991 yıllarının sonları ve 1992 yıllarının başlarına kadar da sürekli görüşüyorduk. 1992 yıllarının sonlarında son olarak İstanbul’a kısa süreliğine girip çıkmıştım. Ama gizli yaşamak durumundaydım. Birçok çevre benim yurtdışında olduğuma inanıyordu. Bana yakın olan insanlarla kısa süreli ve gizli koşullar altında yaşıyordum. Görüştüğüm insanlar çok az sayıdaydı. Mehmet Bey onlardan biridir. Söyleyebileceğim, Mehmet Ağar’ın yaşamı devletin işleyişinin aynasıdır. ‘‘Devletin bekası için konuşmam’’ dediğinde samimiydi. Mehmet Ağar, devlet işleyişini değiştiremeyeceğini anlatmıştı.

Mehmet Ağar’ın siz dâhil Behçet Cantürk ve Savaş Buldan’la diyaloğu nasıldı? Yakınlık ya da arkadaşlık ilişkiniz var mıydı?

Mehmet Ağar ile Behçet Cantürk ve Savaş Buldan hiç tanışmazlardı. Bunu çok iyi biliyorum. Çünkü her üçünü de yakından tanırdım ve sürekli görüşürdüm. Mehmet Ağar ile benim hiçbir şahsi işim olmamıştır. Onunla her işimiz devlet adına, devlet işi olmuştur. Tanışıyoruz ama müşterek şahsi işimiz olmamıştır. Bunun özellikle anlaşılmasını rica ediyorum. Eğer Behçet ve Savaş, Mehmet Ağar ile tanışıyor olsalardı ben bilirdim. Çünkü Behçet’in ve Savaş’ın emniyete işi düştüğünde kimlerle görüştüklerini de kimlerden destek aldıklarını da çok iyi biliyordum. Eğer Behçet’in bazı işleri Mehmet Ağar ile bitiyor olsaydı; Royal Otel'in sahibi Kemal Yıldırım, Aksaray'da bizim müşterek dostumuz ve hemşerimiz olan beyefendi aracı olurdu. Yani Behçet Bey, Mehmet Ağar’ı hiç tanımazdı. Savaş da tanımazdı. Bunları çok iyi biliyorum.

Bizler bir dönem İçişleri Bakanlığı görevini yapmış, adı derin devlet ile anılan Mehmet Ağar’ı biliyoruz. Sizin bildiğiniz Mehmet Ağar kimdi? O dönemin Mehmet Ağar’ı nasıl biriydi?

Mehmet Ağar, Elazığlı emniyet mensubu babanın oğlu, kolejli ve yetenekli polis müdürüdür. Hem baba hem de anne tarafını tanırım. Mehmet Bey işini bilen bir kişilik olup polisiye uzmanlığıyla öne çıkan, fırsatları kendi çıkarları için değerlendirmesini bilen biridir. Türkiye’nin çürük devlet yapısının pis pis kokuşmuşluğunu da kendi yararına dönüştürmesini de becerebilmiştir. Eskiden sağcı ve ülkücüydü. Şimdi ki siyasi görüşünden haberim yok. Babası tam bir doğu karakteriydi. Mehmet Ağar ise biraz kibirli, çok fazla nazik ve hep korumaya yatkındı. Yani kendisine yakın olan çevreleri korumaya yönelik yaşardı. Çokça buzlu viski içerdi Mehmet. İşine çok bağlı ama parayı da çok severdi. Mehmet Ağar gerçek bir devlet memurudur. Devlet talimatını kayıtsız ve şartsız yerine getirmeye çok bağlıydı. Çok bağlı olarak da hareket ederdi. Mehmet Ağar; ‘’Binlerce operasyon gerçekleştirdik’’ demesiyle, kendisini doğru tarif ediyor. ‘‘Biz bu operasyonları devletin emriyle yaptık’’ dediğinde de doğru söylüyor ve Mehmet Ağar devletin işleyişini, yapısını değiştirebilecek bir güçte olmadığını da çok iyi bilir. Dolayısıyla devletin kurallarına uygun ve emirlerine riayet ederek yaşıyor. Bana göre Mehmet Ağar’ın yaşamı Türkiye Cumhuriyeti devletinin yapısının bir aynasıdır. Bunun görülmesinde yarar var.

'Kürt İşinsanlarının öldürülmesine Demirel karar verdi, Çiller uyguladı'

1990’larda çok sayıda Kürt iş insanı öldürüldü. Bunda Ağar’ın etkisi var mıydı? Ayrıca Ağar dışında dönemin başbakanı Tansu Çiller'in bu noktadaki rolü neydi? Bu konuda size gelen bilgi var mı?

1990’larda Kürt iş adamları gibi Kürt siyasi şahsiyetler, Kürt yazarlar ve Kürt etkin şahsiyetleri Demirel’in başkanlığında verilmiş olan bir karar ile sistemli ve organizeli olarak katledilmeye başlandılar. Uygulamayı Tansu Çiller denen XXX (çok afedersiniz) organize etti. Öldürülecek Kürt şahsiyetlerin listesini o dönemin Askeri Yargıtay Başkanı İlhan Şener Paşa bizzat bana İstanbul’a getirip verdi.  Kendisiyle çok yakın görüşüyorduk. Onunla birbirimizin evlerine giderdik ve Ankara'ya gittiğimde Gölbaşı'ndaki Vilayetler Evi'nde sürekli yemek yemeğe giderdik. Başka devlet yöneticileriyle de o ortamda ve o çevrede görüşürdük. Generaller lojmanındaydı. Benim orada görüştüğüm başka generaller de vardı. Yani bana İstanbul’a gelmesi için bana yakın olduğunu izah etmek için tekrarlıyorum; öldürülecek Kürt şahsiyetlerin listesini İlhan Şener Paşa bana bizzat verdikten sonra bu listenin iptal edilebilmesi için çok çalıştım. Kendisi de çok yardımcı oldu ama söylemek zorundayım başaramadım.

Bazı emniyet ve askeri görevliler, MİT kurumunun içinde bazı pislik kişilikler kendi kafalarına göre bazı şahıslardan para koparmak amacıyla başka listeler hazırlamışlardı ve insanlardan para almaya çalışmışlardı. Bazı insanlardan para almışlardı da ama Demirel'in başkanlığında hazırlanan liste para alınmak için kullanılmadı. Kürtleri korkutup sindirmek amacıyla eli kanlı Demirel döneminde onun kendi kararıydı. Onun etrafındaki kişiliklerde onun emirlerine uygun davranmışlardı. İlhan Şener Paşa, bana bu durumu listeyi verirken çok net olarak izah etti.  Barbarca katledilen Kürt şahsiyetlerin hepsi emniyet görevlileri, emniyet araçları ve emniyete ait alanlar kullanılarak evlerinden, işyerlerinden ve yoldan alınıp kalleşçe katledildiler. Mehmet Ağar da Emniyet Genel Müdürüydü.

Ayrıca emniyetin her alanında gözü kulağı vardı.  Bir veya iki değildi, bir kişi veya iki kişi katledilmedi. Sistemli bir katliam yapıldı. Emniyet adına hiçbir soruşturma da yapılmadı. Mehmet Bey'in olayları bilmiyor olmasını, düşünemiyorum. En azından bir soruşturma başlatabilirdi. Ben kendisine müşterek dostumuz olan bir milletvekili aracılığıyla haber gönderdim. 'Eğer bu olayları durdurmazlarsa ve bir soruşturma başlatmazlarsa ben o zaman bildiklerimin hepsinin suratına tükürük gibi çarparım' dedim. Mehmet Ağar’ın bizzat yaptığına dair somut bir bilgiye sahip değilim. Öyle bir bilgiye de ulaşamadım. Hüseyin Kocadağ ile de telefonda görüşüp sordum. Kocadağ, isim vermeden Ağar’ı kastederek, 'Ağa'nın haberi olmadan olur mu?' diye cevap verdi. Kocadağ ve Ümit Bağbek kaçırılma ve katledilme operasyonlarında organize görevini yapmışlardı. Hüseyin Kocadağ bana bunu net olarak söyledi. Ümit Bağbek de bunu bana detaylı olarak izah etti. İlhan Paşa benimle görüşmeye geldiğinde Ümit Bağbek’i aradı ve Bağbek ile görüştüm. Ümit bana dedi ki, 'Hüseyin Paşa bizim babamızdır. Ben onun için ölüme bile giderim. Ama bu kararları değiştirmeye gücüm yetmez. Bu iş trilyon dolarla da değişmez. Bizler sana yönelik yapılacak olan operasyonu biraz sallayabiliriz, erteleyebiliriz ama iptal edemeyiz.'

'Peki' dedim, 'Ümit, sen bu çalışmaların neresindesin?' Dedi ki; 'Paşa beni arayıp sorduğuna göre Paşa olayları biliyor. Sana izah etsin ama biz uygulama biriminin başındayız’' dedi.  İlhan Paşa bana detaylı olarak izah etti. Yani Ümit'in, koordineli olarak organize ettiğini, kaçırma olaylarını, katledilme olaylarını, nereye atılması gerektiği olaylarının talimata uygun olarak yerine getirildiğini bildiğini söyledi. Bana Ümit dedi ki, 'Sürekli aynı yerlere gitme, aynı arabalarla gezme, korumasız dolaşma, telefonlarda gideceğin yerleri konuşma,Türkiye'den çıkıp gitsen de peşinden gelecekler. Kurtuluşu yok bunun!'

Paşa bu konuyla ilgili, 'Ankara'da halletmeye çalışıyoruz senin adının listeden çıkması için. Onun gibi birkaç devlet büyüğü daha çalışıyor ama bunlardan bilgimiz olduğu halde biliyoruz ki sonuç değişmeyecek.' Sonuç itibariyle size söylemek istediğim katledilen insanlarımızın katili, devlettir. Ankara'da bu hususla ilgili mahkeme vardı. Eren Keskin Hanım mahkemede avukattı ve mahkeme benim tanıklığım için karar aldı.Talimatla ifademin alınması için dosya Hollanda'ya geldi. Sanırım 2012 yılında Hollanda'nın Utrecht şehrinin adliyesinde Türkiye-Hollanda Adalet Bakanlıklarının çalışmaları sonucunda Hollanda hâkimine, Ankara Adliyesi'nin talimatı olan dosyaya göre sorularını yanıtladım. Eren Keskin Hanım, bu olayları daha iyi bilir. İfademin bir kopyasını size sunabilir. Bu hususta birçok kitaplar yazılacak kadar bilgi var ama özetle bildiğim doğrular bunlardır.

'Türkiye’de uyuşturucu trafiği bir devlet sektörüdür'

Peker'in anlattıklarının özellikle uyuşturucu ticaretiyle ilgili kısmından yola çıkarak soruyoruz, sizce uluslararası boyutta Türkiye'ye karşı kullanılabilir mi?

Sedat Peker'den bahsetmişsiniz. Bu adam kim, tanımam. Onun söylediklerini veya açıklamalarını da görmedim.  Dolayısıyla bir yorum yapmayacağım. Ancak Türkiye'nin bir narko devleti olduğu konusu bir sır değildir. Bunu sizlerin de bilmesi lazım! Bütün dünya da biliyor. Kolombiya, Meksika ve Afganistan gibi ülkelerde uyuşturucu taciri çeteler, baronlar, karteller var ama o ülkelerde bile uyuşturucu trafiği bir devlet sektörü değildir. Türkiye'de uyuşturucu trafiği bir devlet sektörüdür.

Bildiğiniz gibi Susurluk soruşturması esnasında Meclis Susurluk Soruşturma Komisyonu Mesut Yılmaz’ın ifadesini aldığında Mesut Yılmaz çok net olarak, 'Bu uyuşturucu trafiği devletin kontrolünde yürütülüyor' dedi. Parantez içinde söylemedi, açık ve net söyledi. Bu ifade o raporda mevcut duruyor. Türkiye'de bu işi bir başbakandan daha iyi bilecek biri de olamaz. Ayrıca Susurluk Meclis Soruşturma raporu Veli Özdemir arkadaş tarafından kitaplaştırıldı. Öyle de ulaşabilirsiniz.  Ama o belgeler bizde de var. İsterseniz göndeririz sizlere. Devlet adına birileri yani Türkiye Devleti adına birileri şu çeteler var, bu mafya grubu var gibi açıklamalar yaparken yalan söylüyor. Türkiye Devleti adına birileri eğer bir şahsın mafyada onlarca adamı olduğunu biliyorsa onun bir suç örgütü olduğunu, cezayı müeyyide gerektirecek neden olduğunu ve tutuklanıp yargılanması gerektiğini bilmesi gerekir. Bunu açıklayan devlet birimleri bilerek yalan söylüyorlar ve halkın dikkatini kendi pisliklerinden uzaklaştırmayı amaçlıyorlar. Türkiye'de küçük kanunsuz pis işler yapan insanlar olabilir ama onları alıp büyük mafya diye lanse ediyorlar ve kendi pisliklerini örtbas etmek için malzeme olarak da kullanıyorlar. Bunları bilelim. Dört tane akıl fukarası bir araya gelip başkalarının parasına göz dikiyorlarsa veya o amaçla eylem yapıyorlarsa onlara serseri soytarı denir. Mafya ve baba falan denmez. Yani bu durumun da anlaşılmasında yarar var. Devletin yapısı suç örgütü tarzını aşamıyorsa mafya devletin kendisidir. Doğruları kabul etmezsek o zaman var olan doğrulardan ötürü oluşan sorunları da çözümleyemeyiz. Bunun özellikle dikkate alınmasını rica ederim.

Bilenler biliyor ama bilgileri tazelemek açısından soruyorum. Neden şu anda Hollanda'da cezaevindesiniz? Hakkınızda devam eden dava var mı? Varsa ne aşamada?

Türkiye ve Hollanda Devletleri arasında yapılmış olan bir anlaşma nedeniyle Hollanda'da rehin tutuluyorum. Evet, hapishanedeyim ama tutuklu değil, rehinim. Hollanda Adalet Bakanlığı genel sekreteri Joris Demmink, yani konum itibariyle bakan yardımcısı ve bir grup Hollanda ve Alman devletlerinin üst düzey görevlileri Türkiye'de 15 yaşından küçük çocuklarla cinsel ilişkide bulunmuşlar. Zorla tecavüz etmişler ve bundan ötürü de tutuklanmışlardı. 1995 yılında gerçekleşen bu olayı Tansu Çiller ile anlaşmanın kaynağı yapmışlar. Bununla ilgili elimizde gerekli ve yeterli belgelerde var. Hollanda hükümeti bu anlaşmaya göre beni bulup Türkiye'ye teslim edecek, Türkiye de o da dava dosyasını örtbas edecek. Bunun da belgeleri detaylarıyla bizde mevcut ve tanık ifadeleri de bizde vardır. İstenirse size de gönderebilir avukatlarım. 1995 yılında yapılmış olan bu anlaşma sonunda Joris Demmink başkanlığında K-4 diye gizli bir örgüt kurulmuş. Avrupa Birliği kontrolünde Joris Demmink bu örgütün başkanlığına atanmış. Türkiye'den mecburen yurt dışına çıkmış, kaçmış olan muhalefet Kürt şahsiyetler ve bazı demokratlar tutuklanmış. Yasadışı olarak Türkiye gönderilmişler. Kimileri de katledilmiştir. Bu ekip bu çalışmaları yapmış. Türkiye'de buna karşı, onlara başka kirli işler yapmış. K-4 örgütünün çalışmalarının içeriğinde bulunan mevcut 1996 yılında Türkiye adına Cemil Çiçek denen XXX Moskova'da bu ekiple toplantılar yapmışlar ve o toplantının tutanakları da gizli tutulmuştur. Biz onun hepsini ele geçirdik. 1995 yılının 24 Aralık gününde çirkin bir tuzak sonucu benim Hollanda'ya getirilmem organize edilmişti. Sonra sahte belgelerle Interpol aracılığıyla kırmızı bültenle aranıyormuşum gibi gösterilmiş ve Hollanda sınırında tutuklandım. Bu hususla ilgili bizde bu olayları doğrulayacak resmi belgeler mevcut.

Bu davada Mehmet Ağar, Emin Arslan, Ferruh Tankuş, Hüdai Sayın, Mestan Şener ve İsmail Çalışkan görev yapmışlar. Bu hususta da resmi belgeler elimizde var. Ayrıca rahmetli olmadan önce Necdet Menzir 2008-2009 yılında yanlış değilsem, avukatıma bu olayları genişçe izah eden ifadeler yazıp gönderdi. Tecavüz edilen çocukların video kayıtlı ifadeleri var. Çocukları, Topkapı surlarının dibinden alıp Akgün Otel'e götürüp, yıkayıp üst baş giydiren ve Joris Demmink’in odasına götüren polis memuru Mehmet Korkmaz'ın videoya kayıtlı ifadesi var. Emin Arslan, benim tutuklanışımdan sonra Hollanda, Almanya ve İngiltere polislerinin Macaristan'a âlem yapıp tutuklanışımı kutlamaya götürdüğünü kendisi Arena programında açıklamıştı. Mehmet Korkmaz küçük çocukları bulup, yıkayıp, giydirip Joris Demmink’in otel odasına götürürken bile Joris Demmink denen sapkın Akgün Otel'de yaptığı masrafı Emin Arslan’ın elinden bizzat almış. Bunların tutanakları da elimizde.

'Biz Türkiye ile anlaşma yaptık, deliller oluşturulacak, git işini yap'

Hollanda'da başsavcı olan Jan Koers 1995 yılında Türkiye'de Emin Arslan, Ferruh Tankuş ve soyadı Köksal olan İstanbul devlet güvenlik mahkemesi savcısı ile toplantılar yaptı. Toplantıda bu kişilerin kendisine, ‘‘Hüseyin Baybaşin’in aleyhinde elimizde delil yoktur’’ dediklerini ve Jan Koers’un kendilerine, 'sizin elinizde delil yoksa benim Hollanda adaleti adına yaptığım bir çalışma olamaz’’ demiş. Emin Arslan’da; ‘‘Biz sizin devletinizle anlaşma yaptık. Delil olsaydı biz onu kendimiz tutuklardık. Sizin ülkede onu tutuklayacak ve Türkiye'ye vereceksiniz, diye anlaşma yapmazdık. Siz bu işi yapmak zorundasınız' diyor.

Jan Koers toplantıyı terk ediyor. Hollanda'ya geri geliyor ve kendi amirlerine durumu izah ediyor. Dikkatinizi çekerim ki o süreçte Hollanda Uluslararası Adli ilişki biriminin başkanıdır, Jan Koers. Başsavcı sıfatını taşır. Amirine bunları anlattığı zaman amiri de, 'Doğrudur biz Türkiye ile anlaşma yaptık. Delilleri Emin Arslan oluşturacak. Git işini yap' diyor. Jan Koers ise kızıyor ve istifa ediyor.

Jan Koers’un bu ifadesi benim uydurma davamın dosyasının içinde var. Adına dava dosyası dediğimiz aslında Emin Arslan ve Hugo Hillenaar’ın İstanbul'da oluşturdukları sahte evraklarla hazırlanmıştır. Hugo Hillenaar denen Hollandalı savcı, Jan Koers istifa ettikten sonra onun yerine tayin ediliyor. Hugo Hillenaar sübyancı bir karakterdir. Hollanda'da halen üst düzeyde bir savcıdır ve Jan Koers istifa edince onun yerine Hugo Hillenaar’ı görevlendiriyorlar ve işler yeniden devam ediyor. Bunların anlaşılması için gerekiyorsa dosyalara bakmanızda yarar var. Hugo Hillenaar ve Emin Arslan'ın İstanbul'da başkanlık yaptıkları grup tarafından oluşturulan sahte evraklar, sahte telefon konuşma kayıtları Türkiye'deki kirli işleri örtbas etmek için oluşturulmuş ve Hollanda'da aleyhimde kullanılmıştır. Hollanda da kendi üst düzey devlet görevlilerinin Türkiye'deki sübyancı davasının örtbas edilmesi için bu pis görevi üstlenmiştir. Bu dosya kapsamlı olarak 2009 yılında olması gerekir. Avukatlarım tarafından Bay Erdoğan başbakanken kendisine gönderildi. Kendisiyle benim Türkiye'den avukatım Rezzan Ekinci arasında yapılmış olan e-mail iletişimi görüşmeleri de mevcuttur. Kendisinin o dönemde dürüst davrandığını söylemeliyim. Soruşturma açılması için talimat verdi.

'Zekeriya Öz ve Cemil Çiçek Hollandalı yetkililerin işlediği suçu örtbas ettiler'

Sonra Cemil Çiçek müdahale ediyor ve İstanbul'daki XXX savcı Zekeriya Öz'le birlikte davayı örtbas etmek için karar veriyorlar. ‘‘Zamanaşımı nedeniyle soruşturma yapılamaz, soruşturmaya yer yoktur’’ şeklinde bir kararla davayı kapatıyorlar. Biz yeniden Erdoğan'a aynı avukat kardeşim aracılığıyla durumu bildirdik. Yine talimat verdi ve yine Zekeriya Öz bizzat zamanaşımı dolayısıyla soruşturmaya yer yoktur, diye karar verdi. Hâlbuki devam ediyor olan bir davanın zamanaşımı olmaz. Dava aynen hala devam ediyor. Hollanda'da hala devam ediyor. Yani bu devam ettiği sürece zaman aşımı mı olurmuş.  Ama ‘’Baybaşin Davası’’ ile ilgili gerçekler örtbas edilsin diye hukukun içine edildiğini söylemek doğru olur. Bu hususlarla ilgili kitaplar yazılmış. Uzman ve şerefli profesörlerin yazdığı kitaplar ve uzmanların raporları mevcuttur. Ayrıca ABD Kongresinde davamla ilgili oturum yapılmış. Bu oturumda benim avukatım ve Hollanda polis istihbarat şefi soruları cevaplamıştır. Avukatlarım bu linki de size gönderebilirler. Halen dünya medyası tarafından, dünya devletleri tarafından biliniyor. Bunlar Türkiye narko devleti ile Hollanda'nın pedofili-sübyancı devleti olduğunun kanıtıdır. Bu kanıtlar benim dava dosyamın içeriğindedir. İspatı gizli değil ama sizin için bilinmiyorsa lütfedip alıp bakabilirsiniz. Benim şimdi size söylediklerimin her kelimesi gerçek bilgilere dayanıyor. Hollanda'da Yücel Yeşilgöz denen XXX bir kişilik var- ayrıca bunun da sübyancı olduğu anlaşılıyor. Hollandalı yine sübyancı profesör Frank Bovenkerk, ‘Türkiye'nin Mafyası’ adında yalan içerikte bir kitabı imzalamışlar. O kitabı, benim davamın soruşturan Kuzeydoğu Hollanda polis birimi yazmış. Bu ikisi de sözde uzman diye imzalamışlar. Yücel Yeşilgöz aslen Tuncelili olup Hollanda'da yaşıyor. Alkolik, XXX bir kişiliktir. Maalesef Kürttür. Bir de para için herşeyi yapacak biri olan maalesef Elazığ Kürt kökenli Tayyar Çetinkaya diye biri de tercüman olarak aslı olmayan sözde telefon konuşma kayıtlarını, varmış gibi tercüme edip imzalamış ve böylece 25 yıldır uğraşıyoruz. Bu hususta istiyorsanız avukatlarım sizlerle görüşürler. İzah ederler. Emin Arslan denen XXX bu işte kritik rol oynamıştır.

Türkiye'den bu süreçte herhangi bir yetkili sizinle temasa geçti mi?

Türkiye'den devlet adına bazı şahıslar ve bazı üst düzey görevlilerle zaman zaman görüşmelerim oldu. Ancak izninizle bu hususa şimdilik değinmek istemiyorum. Anlayışla karşılamanızı rica ediyorum.

Eğer bir gün tekrar dışarı çıkarsanız hayatınızı nerede ve nasıl geçireceğinize dair bir düşünceniz var mı?

Fiziksel olarak burada rehin tutuluyorum ama zihinsel olarak zaten dışarıdayım. Sorduğunuz için size söyleyeyim, dışarı çıkınca Kürdistan Birleşik Devletleri'ni resmileştirip orada yaşayacağım. Kürdistan Birleşik Devletleri adına 2018 yılında biz İsviçre'nin Lozan şehrinin Le Château D'ouchy’ de hükümet ilân ettik. Bildiğiniz gibi aynı odada 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin resmiyet kazanması ilan edilmişti ve parçalanmıştı, İngilizler ve Fransızlar tarafından.

Biz aynı odada onların suratına bir tokat olsun diye Kürdistan Birleşik Devletleri inisiyatifi projesini, haritasını dosyalayıp hükümet kuruluşunu ilan ettik. Biz şimdi o çalışmaları yürütüyoruz ve çıktığımda o inisiyatifi gerçekleştireceğiz. Kürdistan Birleşik Devletleri adlı 'Kürdistan'ın tamamını birleştirmek ve Kürt halkının hepsini Kürdistan'da yaşayan Kürt olmayan ırkların da aynı devlet çatısı altında uygar, demokratik normlarla oluşacak bir hukuk devleti şemsiyesi altında yaşamalarını sağlamayı' hedefliyoruz.

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.