İsmail Beşikçi: Mele Mustafa Barzani mücadelesinde hiçbir zaman teslimiyet söz konusu olmamıştır
Basnews Kürtlerin ölümsüz lideri Mele Mustafa Barzani’nin ölüm yıl dönümü vesilesiyle Mele Mustafa Barzani ve Kürtler üzerine Sosylog- Yazar İsmail Beşikçi ile konuştu.
Haber Merkezi - Efsanevi Kürt lider Mela Mistefa Barzani’nin (Nemir Barzanî) vefatının üzerinden tam 41 yıl geçti. ABD’nin Washington kentinde hayata gözlerini yuman Mela Mistefa Barzani, ömrünü Kürdistan davasına adamış bir liderdi. Kürtlerin ölümsüz lideri Mele Mustafa Barzani’nin ölüm yıl dönümü vesilesiyle Mele Mustafa Barzani ve Kürtler üzerine Sosylog- Yazar İsmail Beşikçi ile konuştuk.
Noam Chomsky İsmail Beşikçi için “O bilim dünyasının kahramanı cesaretin ve onurun sembolüdür. . O gerçek anlamda Kürt halkının kahramanıdır. Kürtler için Galileo’den daha fazlasıdır. Galileo Dünyanın güneşin etrafında döndüğünü söylemiş ancak yargılandığında kilisenin istemi doğrultusunda güneşin dünyanın etrafında döndüğünü" söylemiştir.
Kürtlerin ‘Sarı Hocası’ İsmail Beşikçi Kürt olgusunu sosyolojik verilere dayanarak açıklamaya çalıştığı süreçte yine uluslararası ilişkileri analiz ederek "Kürdistan uluslararası sömürgedir" demiştir. Düşünce ve tezlerinden ötürü 17 yıl hapis yatmış, ağır işkencelere maruz kalmış ancak bilim adamı kimliğinden, bilim ahlakından, vakur kişiliğinden asla taviz vermemiş bir duruşun sahibidir.
Kürtler, Kürt ulusal lider ve hareketleriyle ilk tanışmanızı ele alırken, askerlik görevi nedeniyle bulunduğunuz Şemzinan’ın Derecik beldesinden bahsediyorsunuz. Derecik beldesi ile Barzan mıntıkasının aynı coğrafya ve aynı kültürel değerlere sahip olduğu söyleniyor. Bize bu anekdotu yenileyebilir misiniz?
1962-1964 yılları arasında yedek subay olarak askerlik yaptım. Kıta hizmetim Bitlis’te, 34.Piyade Alayı’nda gerçekleşti. O dönemde, Kürdlerin, Mele Mustafa Barzani önderliğinde, özerklik için Irak ordusuyla savaştığı söyleniyordu. Türkiye - Irak sınırı çevresinde çok şiddetli çatışmaların olduğu vurgulanıyordu. Sınırı korumak, sınırda güvenliği sağlamak için, Bitlis, Muş, Bingöl ve Erciş’teki piyade alaylarından donanımlı birer bölüğün, bölgedeki birliklere takviye olarak gönderilmesi söz konusuydu. Ben de Bitlis’ten gönderilen bölükteydim.
Bölük, 21 Mayıs darbe teşebbüsünden sonra, Mayıs 1963 sonlarında, Bitlis’ten ayrıldı. Başkale’de, Yüksekova’da, Haruna’da, bir süre konakladıktan sonra, Haziran 1963 sonlarında Şemdinli’ye vardı. Şemdinli’de de bir süre konakladıktan sonra, Şapatan, Nehri, Bênavik, Bêsusin, Zêrin, Mavan üzerinden sınırdaki Rubarok köyüne vardık. Rubarok (Derecik) o zaman çok küçük bir köydü Rubarok’a, dağları aşarak, vadilerden dağlara tırmanarak, yaya olarak gidiyorduk. Havan toplarını katırlar taşıyordu.
O dönemde, Türkiye’de, devlet, hükümet, Irak hükümetini destekliyordu. Mele Mustafa Barzani’ye, Kürd savaşçılara haydut diyordu. ‘Irak Arap ordularının bu haydutları sınıra sıkıştırdığı, sınırı geçmelerinin an meselesi olduğu, bunların sınırda yakalanmaları’ konusunda durmadan emirler gelirdi. 1947’deki durumun tekrar yaşanmaması dile getiriliyordu.
Bir gün, sınırda, bir manga askerle, keşif faaliyeti yürütüyorduk. O zaman sınır çok belirgin değildi, çok seyrek aralıklara dizilmiş sınır taşları vardı. Sınırı bu taşlar oluşturuyordu. Sınırı biraz geçmişiz. O zaman orada bulunun, köylüler, Pêşmergeler bizi uyardılar. Bizimle konuşan, köylünün, Pêşmerge’nin, ne dediğini anlamıyordum. Mangada, Arpaçay’ (Kars) bir er vardı. O er, bana ‘Teğmenim ben konuşabilir miyim’ dedi.
‘Evet’, dedim, o konuştu. Bu erin köylülerle, Pêşmergeler ile çok rahat bir şekilde konuştuğunu fark ettim. Sınırı geçtiğimizi söylüyorlarmış. O yıllarda, 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra, basında, üniversitede, kamu yönetiminde vs. çok yoğun, Kürdlerin Türklüğü, Kürdçe diye bir dil olmadığı vurgulanırdı, propagandalar yapılırdı. Kürdçe’nin ilkel bir dil olduğu, bir köyün biraz ötesindeki bir köyü bile anlamadığı vurgulanırdı. Bulunduğumuz yer ile, Arpaçay arasında 500 km. fazla mesafe vardı. Arpaçaylı er ile köylüler, Peşmergeler arasında çok rahat bir konuşmuş olması, dikkate değer bir olaydı.
Kürdistan’ da Kürt milliyetçiliği, dini medreselerde gelişim sağladı. Barzan‘da bulunan medresenin diğer medreselerden farklılığı ve benzerlikleri sizce nedir ?
Medreselerde eğitim Kürdçe yapılıyordu. Bunu medrese eğitimini çok önemli bir boyutu olduğunu vurgulamak gerekir. Medresede eğitim alanlar, Seyda ne anlatırsa anlatsın, hangi dersler okunursa okunsun, muhakkak, Eli Xariri, Ehmede Xanî, Melaye Ciziri, Feqiye Tayran, gibi Kürd şairlerini bilirdi. Medreselerde, Kur’an, hadis, fıkıh, kelam, İslam felsefesi, mantık, akaid ,Arapça, Farsça gibi dersler okutuluyorsa da eğitim dili Kürdçe idi.Kürd diline, Kürd edebiyatına ilişkin dersler de vardır. Bunun da çok önemli olduğunu vurgulamak gerekir.
Milli niteliğin, Barzan Medresesi’nde çok daha yoğun olduğu kanısındayım. Barzan Medresesi, bu konuda dikkate değer bir özelliğe sahiptir. Kürd hakları için mücadele, ulasal mücadele İkinci Abdüsselam Barzani ile başlamıştır. Ama, Abdüsselam Barzani’nin babası Muhammed Barzani (ö. 1902) ve dedesi Birinci Abdüsselam Barzani (ö. 1872) dönemlerinde de Barzanlar, Kürdlerin kendi kendilerini yönetmeleri, vergi konularında, Osmanlı yönetimi ile her zaman çatışma içinde olmuşlardır.
Birinci Abdüsselam Barzani’nin, Nakşibendiliğin Kürdistan’daki kurucusu, Mevlana Halid’den (1779-1827) icazet (diploma, izin) aldığı da belirtilmektedir.İ kinci Abdüsselam Barzani ile başlayan Kürdlük için mücadele, küçük kardeşleri Şeyh Ahmet (1896-1969) ve Mele Mustafa Barzani (1903-1979) dönemlerinde ve daha sonraki dönemlerde de devam etmiştir. Bugün de davam etmektedir
Barzani ailesi hakkında kısaca bilgi vermeyi gerekli görüyorum.
Barzanilerde Kürd milli duyguları çok gelişkin. İslam anlayışı, ailedeki bu değerleri yok edememiş. Bunun çok önemli olduğu kanısındayım. Bu, Kürdler'de çok ender bir durum. İkinci olarak, Barzanlar, Ezidi Kürdlere ve Hristiyanlara karşı daha anlayışlı, daha insancıl. Üçüncü olarak, Barzaniler, aile yapısına, ailenin bütünlüğünü korumasına, ailede, dağılmanın engellenmesine çok önem veriyorlar
Mele Mustafa Barzani’nin bu ortamdan lider bir karakter olarak ortaya çıkışını nasıl yorumlarsınız?
Barzanlar, İkinci Abdüselem’dan itibaren her zaman milli bilinçle hareket etmişlerdir. Daha önceki dönemlerde de Barzanlar, kendi kimliklerini, Barzan bölgesini Osmanlı’ya karşı her zaman korumuşlardır. Yurtseverdirler. Kürdlerin, Kürd olmaktan doğan haklarının ve Kürd toplumu olmaktan doğan haklarının gasp edildiğinin bilincindedir. Camilerin hem ibadet yeri hem danışma meclisi olarak kullanılmasını sağladılar. Danışma meclislerinin yerinde yönetim aracı olarak kullanılmasına olanak verdiler. Barzani’nin Kürd kalması, kendisinin, kendi toplumunun gasp edilmiş haklarının bilincine varması, eğitimini, Barzan Medresesi’nde almasıyla yakından ilişkilidir. Medresenin, Kürd okulu olduğu bilinmektedir. Barzan Medresesi’nin, bir okul olduğu, örneğin tekke olmadığı vurgulanmalıdır. 20.yüzyılda, Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki ve daha sonraki ayaklanmalarda ve direnişlerde de aynı sürecin yaşandığı izlenmektedir.
Mele Mustafa Barzani direnişçi bir kişiliktir, hasımlarının eline geçmemek için çok yoğun, kararlı istikrarlı bir çaba içinde olmuştur. 1920’lerin sonlarında başlayan, 40’larda, 60’larda, 70’lerde etkin bir şekilde devam eden mücadele hayatında Mustafa Barzani’nin bu tutumu, Kürd tarihinde dikkate değer bir tutumdur. Mustafa Barzani her zaman mücadele arkadaşlarını da hasımlarını eline geçmemeleri, bunu için gerekli önlemleri almaları yönünde sürekli uyarmıştır. Mustafa Barzani’nin mücadele sürecinde hiçbir zaman teslimiyet söz konusu olmamıştır. Bütün önlemlere rağmen düşmanın eline geçme durumunda da teslimiyet olmayacaktır, özür dileme olmayacaktır, af talebi olmayacaktır
Mele Mustafa Barzani’nin ilk ortaya çıktığı dönemlerde İngiliz sömürgeciliğinin Kürdistan’da yürüttüğü politikalar ve yarattığı sonuçlar nedir?
Mele Mustafa, İngiltere’nin de Osmanlı'nın ve Türkiye’nin sömürgeci politikalarına karşı her zaman bilinçli bir tutum sergilemiştir. Kürdleri, Kürdistan’ı savunmak bu politikanın çok önemli bir özelliğidir. Büyük Britanya ve Fransa 1920’lerde, Milletler Cemiyeti döneminde, dönemin iki emperyal gücü, Kürdlerin, Kürdistan’ın bölünüp parçalanmasında, paylaşılmasında büyük rol oynadı. Bundan sonra, Kürdler, çok ağır zulümlerle karşılaştılar. Kürdlere, soykırıma varan operasyonlar yaşatıldı. Kişi olarak bu iki devletin, 1920’lerin, bu iki emperyal gücünün bundan pişmanlık duyduğunu düşünüyordum. Kürdler, bu siyaseti hiçbir zaman kabul etmediler. ‘Ben Kürdistan kralıyım, beni Kürdistan kralı olarak tanı ‘ diyen Şeyh Mahmud Berzenci’nin ömrü hep İngilizlerle savaşarak geçti.
Irak, Kürd halkının rızasıyla Araplarla bir arada tutulan bir devlet değil, ordunun zulmüyle, savaş uçaklarının bombardımanlarıyla bir arata tutulan bir devlet. Yaşar Abdüsselamoğlu hocamızın dediği gibi burada, savaş uçaklarının işlevi çok önemlidir.
Mele Mustafa Barzani’nin, Mahabad Kürt Cumhuriyeti’ne gidişi, katkılarını ve kazandıklarını nasıl görüyorsunuz?
Devletlerarası sömürge Kürdistan sömürge Kürdistan diyoruz. Mahabad Cumhuriyeti’nin, kuruluşu, yıkılışı, bu süreci çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Halkların kendi kaderlerini tayin hakkını, en temel hak olarak gördüğünü iddia eden S.S.C.B’nin Mahabad Kürt Cumhuriyetine ve Mele Mustafa Barzani’ye yaklaşımını nasıl yorumluyorsunuz?
Mele Mustafa, Barzani’nin, 500 Pêşmerge’nin, 1947-1958 arasında Sovyetler Birliği’ndeki yaşamları çok acılı bir yaşamdır. Bu yaşamın, Lenin’in, Stalin’in, 1910’larda yazdıkları, ulusların kendi geleceklerini belirleme hakkı yazılarında, kitaplarında dile getirdikleri görüşlerle küçücük bir ilgisi bile yoktur. Bu konuda, İran’ın, Irak’ın, Suriye’nin, Türkiye’nin devlet politikalarına uyum Sovyetler Birliği için daha önemli olmuştur.
Peşmergelerin yaşamı, 1953’e kadar tam bir toprak kölesi yaşamıdır. Bu yaşamı anlatan ifade şudur "Bize her gün sadece 500 gram ekmek veriliyordu. Sadece ekmek…"
1953’den sonraki yaşamda da ciddi bir değişiklik olmamıştır. Mustafa Barzani’nin bu temel özelliğinden ayrı olarak önemli bir özelliği daha vardır. Mustafa Barzani, Kürdistan Demokrat Partisi Başkanı olarak reel dünya politikasını kavramış bir kişidir. Bu çerçevede, ABD’nin ve Sovyetler Birliği’nin dünya politikasındaki rollerini iyi kavramış bir liderdir. Sovyetler Birliği’nden Kürdlere bir iyilik gelemeyeceğini sezmiştir. Kendisinin ve Pêşmergelerin, Sovyetler Birliği’ndeki mülteci (!) yaşamından, Sovyetlerin daha sonraki tutum ve davranışlarından, böyle bir düşünceye ulaşmıştır.
Sovyetler Birliği’nin Saddam Hüseyin rejimini sadece silah araç ve gereçleriyle değil, ideolojik olarak de desteklediği çok açıktır. Enfal’da, Halepçe’de, Kürd soykırımında, Saddam Hüseyin rejimine zehirli gazlar konusunda danışmanlık yapan Sovyet uzmanlarının olduğu da biliniyor.
Mele Mustafa Barzani’nin, Irak hükümetine karşı yürüttüğü mücadele şekli ve yöntemi ile sömürgeci komşu devletlerle yürüttüğü diplomasiyi nasıl görüyorsunuz?
Kürdlerin, Kürdistan’ın bölünmüşlüğü, parçalanmışlığı, paylaşılmışlığı, Kürd siyasetini, Kürd diplomasisini belirleyen temel bir konu olmalıdır. Mele Mustafa Barzani bu temel konunun bilincindedir.
1975 Cezayir Antlaşması konjonktürel bir sonuç muydu?
1975 Cezayir, 1999 Kenya, Her iki halk da ulusal kurtuluş mücadelesi yaparak bağımsızlığına kavuşmuşlardır. Biri silahlı olarak, biri yoğun ve yaygın kitlesel gösterilerle, Kürdler her zaman bu halklarını bağımsızlığını savunmuştur. Ama her iki halk da, mazlum Kürdleri değil, Kürdlerin ulusal kurtuluş mücadelesi konusunda, ırkçı, sömürgeci, emperyalist güçleri desteklemiştir. Bunun neden böyle olduğunun bilincine varmak, önemlidir.
Mele Mustafa Barzani’nin Kürdistan ulusal mücadelesine kattığı değerleri nasıl yorumluyorsunuz?
Mele Mustafa Barzani’nin, Kürdistan ulusal mücadelesine katkısı büyüktür. 1940’larda, 1960’larda, Ortadoğuda cehennem bir ortam içinde ulusal kurtuluş mücadelesi yürütmek çok anlamlı bir süreçtir. 11 Eylül 1961 de, Irak’ta, Kürd bölgelerinde hükümete karşı Kürd direnişi başlamıştı. Direnişin lideri Mele Mustafa Barzani’ydi. O dönemde, Mele Mustafa Barzani ve Kürdler, Türk hükümeti ve Türk basını tarafından, haydut, sergerde, eşkıya, hain gibi sıfatlarla anılırlardı. Örneğin, “Molla Mustafa sergerdesi” “Molla Mustafa Barzani haydudu” denirdi.
Birlikler içinde, köylerde, Barzani’nin büyükçe, 10x15 ebadında bir fotoğrafı da dağıtılmıştı. Fotoğrafın altında “aranıyor”, yakalayana “şu kadar para ödülü verilecek” şeklinde bir yazı da vardı. Bu fotoğrafın bazı köylerde de dağıtıldığı kanısındayım. “Molla” sözcüğüne Barzani’nin yaptığı iş gibi bir anlam yüklenirdi. “Molla ne olacak,” diye küçümsenirdi. Hâlbuki Melle, Mustafa Barzani’nin ilk adıydı. Kürdler, erkek çocuklarına, “Müdür”, “Vali”, “Hakim” “Savcı”, “Çavuş” gibi isimleri vermeyi çok seviyor.
Mele Mustafa Barzani'nin 1947' de, Mahabad sürecinde, Kadı Muhammed'e önerdiği önemlidir. Ama bu süreçte, İran'a teslim olan, Kadı Muhammed'in mahkemede dik durması, af talebinde bulunmaması, özür söz konusu olmaması, duruşmalarda Kürdlerin, Kürd toplumu olmaktan doğan haklarını etkin bir şekilde savunması elbette dikkatlerden uzak tutulmaması gereken bir tutumdur.
Mele Mustafa Barzani'nin önemli bir diğer özelliğini de vurgulamak gerekir. Mustafa Barzani Kürd kalmış, Kürdlük duyguları yoğun bir kişidir. Komşularının konumu ve dünyanı durumu dikkate alındığında, Kürdlerin ne kadar ezildiğinin bilincine varan bir kişidir. Bu özelliğe vurgu yapmak önemlidir. Çünkü uzun sömürgecilik yılları, sömürge bile olmayan bir yapıda gerçekleştirilen devlet müdahaleleri, Kürdlerin duygularında büyük aşınmalar meydana getirmiş, insanlar "Kürdüm' demelerine rağmen, Kürdlükten uzaklaşır olmuşlardır. Yoğun devlet müdahalelerinin gerçekleştirildiği bir ortamda Kürd kalmak, Kürdlüğü savunmak, sanıldığından çok daha değerlidir.
Sizce, Mele Mustafa Barzani’nin yürüttüğü mücadele neticesinde ortaya çıkan değerlerin korunma ve geliştirilmesi hususunda günümüzde yapılanlar yeterli mi?
Bu değerleri korumanın yeterli olduğu söylenemez, 1930’ların, 1940’ların, 60’ların, 70’lerin toplumsal siyasal, ekonomik koşullarının dikkate alınarak bu değerlerin yeniden yeniden üretilmesi gerekir. Kürdistan, Dubai gibi, Körfezdeki ülkeler gibi sadece petrol ülkesi, rant gelirlerinin ülkesi olmamalıdır. Üretimin, istihdamın, emeğin geliştiği bir ülke de olmalıdır. Bu konuda, İsrail’de, tarımsal hayatın, iş hayatının izlenmesi önemlidir.
Basnews
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.