KABULLENMİŞ KADERE OLMAZ DİYEREK ÇIKTIK YOLA
Kendinden haberi olan ama habersizliğin içine gömülmeyi kaderleriymiş gibi kabullenen bir ailenin çocuğuydum. Köyümüzde aileler arasında maddiyata dayalı geçim farklılıkları olmasına rağmen herkes kendi evinin ağası sayılırdı.
İslamî ayetler Feodal kuralar kurtarıcı gibi ortalıkta boy göstermeye devam ediyordu. Buna rağmen Mustafa Barzani’nin Kürtleri diriltme azmi bütün köyde bir "acaba?" etkisi uyandırmıştı. Dolayısıyla genç kulağımıza yeni yeni duyulan Mustafa Barzaniye kulak kabartan yetişmesiydim.
Yaramazlık yapan Tavuklar ya da eşeğin eşeklik yapıp bir başkanın tarlasına girmesiyle başlayan kavgalardan başka kanlı bıçaklı bir kavgamız olmamıştı. Günlük borç verme ekmekle başlayıp tuz, şeker gibi ürünlerle bire bir ilişkiler sistemi bir devamlılık arz ediyordu.
Eşek, öküz, katır türündeki iş görür hayvanlar ekin ekmekte yada değirmende kullanmak gibi işlerde ödünç alma, ödünç verme köyümüzün olağan dayanışması ve yardımlaşma geleneğiydi.
Sevilen yada gücü kuvveti yerinde olmayan herhangi birinin ev yapılışından, ekinini tarladan kaldırılmasına kadar gönüllü birlikle "palute" dedikleri kolektif yardımlaşma köyümüzün olağan bir önceliği idi.
Ölümlerde ya da şenliklerde duygu paylaşımı köyümüzün vazgeçilmez kutsalıydı. İnce belli ve mavi gözlü kızlar ile ince kaytan bıyıklı gençlerin “dilketin (gönül kaptırma)” serüvenleri alışa gelmiş en doğal olayıydı.
Yıllı, Ayı ve özelikle de günü beli olmayan 1956 yılında doğmuşum nüfus kayıtlarına göre. Doğduğum koşullarda kaderine boyun eğmiş Kürt olmanın hayalinden bile bezmiş bir halkın evladı olarak doğmuşum.
Kendi varoluş hakkını kullanmak için var olmaya çalışan ama her kalkışın arkasına dizilen dramlar! Kürt halkını dipsiz kuyunun nemli ortamın uykusuna yatırıp kendisinden vaz geçmişliğin surecini yaşatıyordu.
Dolayısıyla kendinden haberi olan ama susmanın derinliklerine gömülmüş bir halkın yeni doğanlarındandım. Daha yedi yaşındayken anadilimi konuşmanın bedelini öretmenin cetvel işkencesiyle başlamıştık yaşama. Böylece Kürt olarak doğmanın ilk faturasıyla başlamıştı tanışmamız.
Bırakalım nahiyemizin karakol komutanı sırada iki er bile tüm köy ahalini köy meydanında toplayıp yapacağını yapabilir bir süreç yaşanıyordu. Devletin baskısı ve inkâr dolu bir kıskacın çemberine kıstırılmış bir toplumun yeni doğan çocuğuydum.
Dolayısıyla daha o çocuk yaşta bile, Kürt olmanın zorluklarını iliklerimize kadar yaşıyorduk. Zira Kürt olmanın değer kavramının tanımı bile Kürt halkına ne yazık ki yasaklanmıştı. Çünkü Hak, hukuk, insanlık, din, iman, solculuk gibi ne varsa Kürt halkını kendi Kürt oluşundan uzaklaştırmak için dizayn edilmişti.
Yaratılanları yaratandan dolayı seviyoruz riyakarlığı beynimizi allak bulak etmesine yetmişti. Sağa sola savrulmuş umutlar, onun bunun oyuncağı olmuş özlemlerin belirtileri, hızlı bir varoluşa itiyordu artık.
Değil ikinci, üçüncü insan olmayı, tüm insani normlarından ötekileştirmelere karşı genç beynimiz isyanın zirvesine odaklanmıştı artık. Çünkü insan yerine konulmayan Kürt halkının yeni yetişen talebe denilen varisleriydik artık…
Köy halkını meydana toplayıp “evladı babasına, yoksa babamı evladına daha sert tokat atma seanslarına tanıklık yaparak büyümüştük. Kürt halkının hakkaniyetine odaklı inancı taşıyan genç bir neslin temsilcileriydik artık. Her ne kadar duygu ve mantığı arasında gelgitler yaşamış olmuşsak da, Kürt halkının temel hakkaniyetine odaklanmış bir nesildik yine de.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.