Koçkiri Kürt-Alevi Katliam'inda baş sorumluluk ve bugün
Yaygın olarak Koçkıri hadisesi olarak adlandırılan Koçkıri katliamı (veya kırımı) konusunda iki yeni kitap bilgilerimizi zenginleştiriyor.
Bunlardan biri Dilek S Kızıldağ'ın "Koçkıri İsyanı" diğeri ise Mahmut Akyürekli'nin "Koçkıri Kırımı" adlı kitabıdır.
1920'li yıllarda Koçkıri halkı ve önderleri Kürtler ile özerklik anlaşması yapan Istanbul hükümetini meşru hükümet olarak görüyor, ona karşı başkaldıran Ankara'daki hükümeti "Kongre Hükümeti" olarak niteleyip red ediyorlardı.
Zira Ankara'daki yeni hükümetin Kürtler'i kapsama ve temsilde eşitlik sağlama gibi bir iddiası olmadığı gibi, bu konuda oluşan sınırlı konsensüs'ü tırpanlama çabası ayan beyan ortada idi. Türk ulus devletini oluşturmak için İttihat Teraki'nin baş vurduğu faşizm, Ermeni katliamı sonrasında da 'değerini' korudu,
Rumlar'dan sonra tehlike olarak görülen Koçkıri ve Dersim'in Alevi Kürtler'i ile ilgili gizli çalışmalar yapılmış olduğu; İmranlı'da öldürülen binbaşı Halis'in elindeki "katliam fermanını" ikide bir göstermesi sonrasında onun hayatına mal olan olaylar başlıyor. Kuruçay kaymakam'nın Alevi Kürtler'in sayısını saptamaya yönelik bir mektubunun da ele geçmesi bir "ölüm fermanının" mevcudiyetini belgelendiriyordu.
O tarihte, bu tür bir katliam kararında diretilmesinin sebebi; yerel yöneticiler ile Koçkıri ileri gelenlerinden önemli bir kesin ile yapılan "silah bırakma" anlaşmasına rağmen , Ankara hükümetinin meşruiyet arayışını silahın zoruyla aşma çabasında aranmalı.
O gün Ankara'ya karşı alternatif tez'e sahip olan tek kitlesel güç Koçkıri'dir. Koçkıri'de ALİŞER'in başını çektiği Kürt ulusalcısı çabalar Kürt Teali Cemiyeti'nin kuruluş öncesi başlamış olsa bile zamanla yerel yöneticilerin cemiyete üyeliği ile belli bir rezonans ve uyum sağlanıyor. Koçkıri'nin Kürt uyanışındaki bu özel yerinin, kendi geçmişlerini Kürt Ebu Müslim'i Horasani mitine bağlayan, farklı tarih anlayışı İile ilişkisi yadsınamaz.
Katliam, merkezin emri ile yerine getirilir. Komutan Nurettin Paşa, 2. Meşruiyet döneminde Dersim tenkilini yapan Osmanlı Paşası Müşir İbrahim Paşa'nın oğludur. KOÇKIRİ'de edindiği tecrübeler ile damat Abdullah Alpdoğan'a Dersim katliamı vazifesi aynı şekilde ATATÜRK tarafından verilir. Yaygın adlanlanışı ile Koçkıri hadisesi, dayatmanın sonucunda " bir mecburi İsyan", yok edilmeye karşı bir direniş olarak vuku buluyor.
Meclisteki tartışmalar sonrası yargılanan Nurettin Paşa, sorumluluğun kendilerine görev veren siyasi kesime ait olduğu suçlamasında bulunur. İş gelip M. Kemal'e dayanır. O Nurettin Paşa'yı sonunda bir şekilde kurtarıyor.
Aynı benzerlikler Şeyh Sait hareketinde de var. Bu hareketi gerekçe göstererek tek adam diktatörlüğü kuruluyor.
O günden bugüne, 2. Dünya savaşından sonra, Türkiye çoğulcu demokrasi ile hemhal oldu ise de, geçmişini bir türlü eleştirip aşma cesaretini gösteremediğinden, yeniden bunalım anlarının çukuruna yuvarlandı, eski çarelerden medet ummaya başladı.
Şimdi'nin iç ve dış bahaneleri; hendekler, Suriye e Irak Kürt hareketi ve en önemlisi en son gizemini hala koruyan "FETÖ DARBESİ" dir.
1920'lı yıllarda tüm bir bürokratik devlet aygıtı Ankara merkezli KONGRE'ye meyil eder iken, önceki devlete kitlesel sadakat gösterenler KÜRTLER olmuştur. Sadakatin cezası ise ağır olmuştur.
BUGÜN
DOLAYISI İLE bugünün egemen siyasi partileri olan AKP, CHP, MHP Osmanlı ve onun son hükümeti DAMAT FERİT mirasını değil, aksine İTTİHAT TERAKİ'nin farklı kanatlarını mirasını temsil ediyorlar. Aralarındaki ayrılık gibi benzerlikler de bu ortak kökenden kaynaklanıyor.
CHP İnönü mirasına, AKP ise Kazım Karabekir mirasına daha yakın duruyor. Atatürk paylaşılamayan bir isim olarak tarafların anlayışına göre değişik biçimlere büründürülüyor.
AKP, Kürtler söz konusu olduğunda, ötekilerinden daha iyi değil. Siyasal kıvraklık yanında diğer farkları; dinin tutkal görevi görmesine yaptığı vurguda yatıyordu, Bu gün ise Sünnü Türki islam söylemi tavan yapmış durumda. MHP ve BBP'nin BAŞBUĞ özlemi karşılıksız bırakılmayacağa benziyor. Ona umut bağlayanlarımız ise liderin 'dostunu yüz üstü bırakma' maharetine umut bağlıyorlar. Peki sizin ve bizim yüz üstü bırakılmayacağımızın garantisi nerede?
TABLO VE ÇARE
Bu iç açıcı olmayan tablo'nun değişmesi, herşeyden önce Kürtler ve Aleviler'in gerçeği görerek tavırlarını değiştirmesi ile mümkün.
Alevi Kürtler Sünnü İslam korkusu ile Kemalizme sığındıklarında kendi katillerine sığınmış oluyorlar, Sünnü Kürtler'in dinci kesimi ise laiklik ve Kemalizm korkusu İile AKP'ye sığındığında yine devlete sığınmış oluyor. Bu devlet Osmanlı devleti olmayıp bir ırkın hakimiyetindeki ulus devletidir. Kaldıki Osmanlı Devleti'de temsil konusunda öyle gıpta edilecek bir şey değildi. Ora da Türk etnisitesi hakim idi.
Çare nedir?
Çare herkesin kendisi olmasıdır. Kendisi olmak demek herkes gibi meşru ve eşit haklara sahip olmayı içselleştirmek anlamına geliyor.
Kendisi olmak; bir veya gerektiğinde bir kaç temsili organa sahip olmak anlamına geliyor. Bu da devlet yanlısı ve karşıtlarının içerisinde yer alacağı Kürdistan ortak meclisidir.
Meclis asgari müşterektir. Çözüm arayışlarının meşru adresi Meclis olmalıdır.
Temsilin sağlanmadığı durumlarda devlet eskide olduğu gibi PKK ile yarın ise bir başkası ile görüşerek iç çatışmayı kaşıyabilir, zaman kazanmak için manevra da yapar.
Kürd'ün Osmanlı olmaya ihtiyacı yok. Kürd'ün kendini Osmanlı sayarak devleti ve Halifeliği savunması kendilerine bir şey kazandırmamıştır. Herhangi ortak bir şey, eşitler arasındaki birlik ile şekillenecektir ki Kürtler buna da açık olmalıdır.
Bugün hakim olan çaresizliktir. Zorun çare olarak görülmesi çaresizliğin ta kendisidir.
Her çaresizlik kendi içerisinde çare'nin filizlerini de taşır.
Çözümler bunalımdan doğar. Şok, bazen insanı tatlı rüyasından uyandırır.
İnsanoğlu değişen çevreye uyum gösterme de üstün yeteneklere sahiptir,
Şimdiki kavga çevrenin değişip değişmemesi üzerinedir.
Daha ağır bedeller ödemeden herkesin değişmesi benim dileğim olsa da, sertliğin ve dik kafalılığın maharet gibi görüldüğü durumlarda girdabın çok şeyi yutma riski anımsanamaz.
Referandum sonuçları tatlı rüyalardan uyanmayamı, yoksa daha derin bir bunalımamı vesile olacak?
Yaşayıp, göreceğiz.
'Tek Adam' bugünleri görse idi ne düşünürdü?
Acaba Mirasından gurur duyarmıydı?
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.