Küpeli tablo şah İsmail’in mi yoksa Yavuz Selim’in mi tartışması sona erdi!..
.
Abuzer Bali Han / Araştırmacı Yazar
Şah İsmail (17 Temmuz 1487- 24 Mayıs 1524 Erdebil) bilinen Safavi Devleti’nin kurucusu ve ayni zamanda da Safavi Tarikatı’nın da lideri olarak tarihte tanınır. Hayatı hakkında çok rivayetler söylenir. Gerçek olan odur ki Şah İsmail, Osmanlı Devleti’nin 9. Padişahı olan I. Selim veya tanınan diğer adıyla Yavuz Sultan Selim Han (10 Ekim 1470 – 22 Eylül 1520) ile olan Çaldıran Savaşı ile tarihte anılırlar.
Her iki devlet adamının Türklüğünden Türk tarihçileri bahsetseler de ikisinin de köken itibarıyla tartışma yaratan yönleri var. Daha yakın bir zamana kadar Türk tarihçilerin sahip çıktıkları Şah İsmail’in resmini Yavuz Sultan Selim olarak tanıtmalarında israr ederken, Akit Gazetesi’nin yayımladığı yeni Yavuz Selim’in tarihi portreleri ile Şah İsmail’in küpeli portresi de gerçek sahibi olan Şah İsmail’e ait olduğu da resmen kanıtlanmış oldu…
Safavi Devletinin ilk hükümdarı Şah İsmail
(Şah Hatayi)
(17 Temmuz 1487- 24 Mayıs 1524 Erdebil)
Yıllardır tartışması yapılan resimin gerçek sahibi olan Şah İsmail’in kimliği de resmi gibi hep tartışılan konulardan biri olmuştur. Türkler O’nu Türk, Farslar O’nu Farıs ve Kürtler de Şah İsmail’i Kürt kökenli olarak sahiplenir!.. O’nun tartışma götürmeyen yönü Safavi Devleti’nin ilk kurucusu ve Safavi Tarikatı’nın da lideri oluşudur. Şeyh Sâfîyüddin, Safevî tarikatının ilk kurucusu olarak kabul edilir. Şah İsmail’in en güçlü yönü Anadolu Alevileri arasında tarihi bir önder ve pir olarak tanınmasıdır. O, Anadolu Türkmenleri ve Alevi olan Kürtler arasında halen Alevi bir önder olarak güncelliğini koruyan kutsal kişiliğidir. Cemlerde O’nun nefesleriyle deyişleri halen söylene gelir. Günümüzdeki Alevilik Şah İsmail’in cemlerdeki deyiş ve icraatıyla sürdürülür. Şah İsmail, Farsça, Türkçe, Azerice ve Kürtçe dillerini bilen, Kur’an’a dayalı Arapçaya hakim olan bilgisiyle kendi halkı arasında çok sevilen bir şahıstı. Şah İsmail’i ve atalarını Kürt kökene dayandıran yapıt “Safvetü’s-Safâ” adını taşır. Yapıtın sahibi İbn-i Bezzâz, Erdebil halkından ve Şah İsmail’in atalarından Şeyh Sadreddîn’in müritlerinden biridir. Yapıtı olan “Safvetü’s-Safâ”yı 1358 yılında tamamladığı yapıta not düşmesiyle öğreniyoruz. Safvetü’s-Safâ nüshasında Safevîlerin kökeni Sincarlı Kürtlere dayandırıldığı yazılıdır. İlk atalarının adının Pirûz olduğu tarihi kayıtlardan anlaşılmaktadır. Pirûz, bugün Ezdi Kürtlerin yaşadıkları Sincar bölgesinden Erdebil’e savaşarak giden Kürt önderlerinden biridir. Pirûz’un Kürt olduğu kaydı, Ayasoyfa’da bulunan ve 1491 tarihinde çoğaltılan bir Safvetü’s-Safâ nüshasında da kayıtlıdır. Ne tuhaftır ki tarih boyunca Kürtleri aralarında bölen devletler hep Kürtleri inkar ederek yok saymışlar. Tarihi Kürt kaynaklarını da çoğu kez yakarak yok etmişler. Tüm bu olumsuz çabalara rağmen asimile edilen Kürtlerin yanı sıra halen Kürtlüğüne sahip olan milyonlarca Kürd’ü günümüze kadar yok edememişler!..
Kürtler arasında yazı dili tarihin hiçbir döneminde tam olarak halka indirgenememiş, Kürtler tarihi ve dini yapıtlarını Arapça, Farsça, Osmanlıca ve Türkçe olarak yazmışlar. Bunların yanı sıra Kürtçe yazılmış, az sayıda da olsalar tarihi değeri büyük olan yapıtlar da yazılmıştır.
Şah İsmail de şiir ve yapıtlarını Türkçe olarak yazmıştır. Bu dönemde şiir yazan Osmanlı padişahları da şiir divanlarını Farsça olarak yazmışlar. Çünkü saray ve çevresi Türkçe’yi küsümsiyerek anmaktaydı. Sarayın kültür ve yazma dili olarak o dönemde Farsça kullanılmaktaydı!..
Safevi sarayında ise yazı dili olarak o dönemde Farsça ve Anadolu Türkçesi kullanılıyordu. Şah İsmail’in fiziki güzelliğinin yanısıra, zeki ve savaşkan yapısıyla da kendini kendi halkının ve ordusunun gönlünde kutsal bir mertebeye eriştirmişti. Bu özellikleri nedeniyle inanların büyük bir kısmı O’na peygamber, hatta yakın çevresi O’nu Alah veya Allah’ın gölgesi olarak görüp, inanmaktaydılar.
Ölümünden sonra yerine geçen oğlu I. Tahmasb (22 Şubat 1514 - 14 Mayıs 1576), Safavi Devleti’nin ikinci hükümdarı olarak ayrıca kendini Allah olarak da ilan etmişti!.. Şah İsmail’in çok dil bilmesine rağmen, şiirlerini sade bir Anadolu Türkçesi ile yazması, O’nun halen Anadolu’da Aleviler arasında sevilen ve unutulamayan bir kişilik olarak varlığını halen koruya gelmesidir…
Şah İsmail, şiirlerini “Hatayi” mahlasıyla yazmıştır. Yazdıklarını “Deh-name, Nasihat-name ve Divan-ı Hatayi” adlı yapıtlarında bir araya toplamıştır. Şah İsmail’in tasavvuf anlayışına uygun şiirleri sadece Safeviler’in temel unsurunu oluşturan İran’daki Kızılbaş Türkmenleri değil, Osmanlı coğrafyasındaki Alevi-Bektaşi inancını derinden etkilemiş ve bu etki günümüze kadar süregelmiştir…
Yavuz Sultan Selim
(10 Ekim 1470 – 22 Eylül 1520)
Son dönemde nasıl ortaya çıktığı pek de belli olmayan ve gadarlığıyla tarihte tanınan I. Selim veya diğer adıyla Yavuz Sultan Selim döneminde ise Osmanlı Sarayında Kültür dili olarak Farsça, dini eğitim dili olarak Arapça öğrenmek esastı. Hükümet ve divan yazışmalarında ise kelimelerinin % 80’inden fazlasını yabancı dillerden oluşan “Osmanlıca” diye adlandırılan bir yapay dil kullanılmaktaydı. Saray, Türkçe konuşan Türk halkını hakir görerek, küçümseyip onlara ”Etrak-ı bî îdrak” yani idrak sahibi olmayan, düşüncesiz halk” diye adlandırmaktaydı. Osmanlılar kendilerine “Devlet-i Aliyye Osmaniyye” yani “Yüce Osmanlı Devleti” diye adlandırmışlar! Adı geçen dönemde Karamanoğlu Beyliği .(1256-1487) beylerinden Mehmed Bey, ayni zamanda Karamanoğulları Beyliği'nin de ilk kurucusu olarak ülkesindeki resmi dil olarak Türkçe’yi seçmiş, dergahta, çarşıda ve her yerde Türkçe konuşulmasını halkına sunmuş. Osmanlı Devleti ordusunu bu beyliğin üstüne sürerek yıkmış ve halkın çoğunu kılıçtan geçirmişler. Halkın bir kısmı Rodos ve Girit adalarına sığınarak canlarını kurtarabilmişler!...
Osmanı padişahı Yavuz Sultan Selim’e ait olduğu söylenen diğer bir resim ise Yavuz’un Kahire’yi aldıktan sonra adına yaptırdığı madalyonun ön yüzünde yazılı olan “Selims Turcarm Imparator” bugünkü karşılığıyla “Türk İmparatoru Selim” yazılı olan madalyonu O’nun gerçek bir görüntüsünü yansıtır.
Yavuz Sultan Selim
(Kahire’yi aldığında adına yapılan madalyon)
Ayrıca 36 Osmanlı padişahın 35’inin annesi Türk değil, yabancıdır. Sadece 1. Osmanlı Devleti’nin kurucusu olan Osman Gazi’nin hanımı Bala Hatun Moğol kökenlidir. Yani II. Osmanlı padişahı olan ve Osman Gazi’nin oğlu Orhan Gazi’nin annesi Bala Hatun da yabancı sayılır. Zira Moğollar da Türk değil!..
Safaviler ile Osmanlılardan bahsedilirken, Şah İsmail ile Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran Savaşı’ndan bahsedilmezse konu eksik kalır. 23 Ağustos 1514’te Çaldıran Ovası’nda iki hükümdar arasında yapılan savaşta Safaviler mağlup olur. Şah İsmail’in tahtı devrilir. Şah İsmail kalan askerleriyle ele geçmeden geri çekilir. Tebriz kuşatılır. Osmanlı askerlerinin bir kısmı kışı Tebriz’de geçirirler. Tebriz’de çekilen Osmanlı ordusunun yerine Şah İsmail tekrar geri dönse de hastalanarak kahrında ölür!
Yavuz Sultan Selim ise ordusunun yönünü Kürdistan’a çevirerek ve İdris-i Bitlisi ile yaptığı ittifak doğrultusunda başta Diyarbekir olmak üzere pek çok Kürdisatan şehrini zapt ederek, Kürtlerin birliğine büyük bir darbe vurur. Türklerin Anadolu’nun bugünkü siyasi bütünlüğünü Çaldıran Savaşı’yla kazanılmış olur. Alevi Türkmen Kızılbaşlar ile Alevi Kürtlerin Şah İsmail yanlısı olmalarının etkileri günümüze kadar çeşitli katliam ve gerginliklerle hep süre gelir. Bazı Türk tarihçileri ise bu olayı: ” Yavuz Sultan Selim Han ve İdris-i Bitlisî Hazretleri, İslâm ittihadı davasının yılmaz öncüleri, gönüldaşları, kardeşleri ve bin yıllık Türk ve Kürt kardeşliğinin mimarlarıdır!..” diye överek tarihe not düşürürler…
Yavuz Sultan Selim, Kürdistan’ı kendine bağladıktan sonra ordusunun yönünü Mısır’a çevirir. Önce Mercidâbık Muharebesi’ni (24 Ağustos 1516) kazanır. Daha sonra 9 Ocak 1517'de Gazze'den Mısır'a doğru yola çıkan Osmanlı ordusunu karşılayan Memlük ordusu bu kez de Ridaniye Muharebesi’nde (22 Ocak 1517) bozguna uğrar. Böylece Memlukl Devleti yıkılarak tarihe gömülür…
Yavuz Sultan Selim Han, 4 Şubat 1517'de büyük bir tören ile Kahire'ye girer. Karşısında hiçbir güç görmeden Mısır tahtına oturur. Bu olay ile Abbasi soyundan olan halifelik de Osmanlı soyuna geçer. Yavuz Sultan Selim, İstanbul’a döndüğünde Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırlarının Mısır’a kadar genişletmesinin yanı sıra 88. “İslam Halifesi” ünvanını da alarak geri döner. Bu halifelik inancı ile Anadolu’daki çeşitli ırk ve inançta olan halkların zorla islami inaçlı olan Sun’i, Şafi ve Nakşibendi tarikatlarının inançları doğrultusunda yaşatılmaya zorlanılır. Bu tarihi olay Anadolu’da halklararası kanlı olayların da başlangıcı olur. Anadolu’da halklararası dini hoşgörü ve insanca bir arada yaşama inancı, yerini kanlı tarihi olaylara bırakır….
5 Ocak 2023
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.