KÜRD ULUSAL HAREKETİNİN 70’Lİ YİLLARİ
Kuzey Kürdistan’da, 20. Yüzyıl’ın ilk yarısındaki Kürd ayaklanmalarının yenilgiye uğratılmasıyla Kürd ulusal hareketinin tarihsel sürekliliğinde oluşturulan “Ölüm sessizliği”, 1960’lı, özellikle 1970’li yıllarda, adeta gıdım gıdım gelişmelerle yeniden aşıldı.
Bu yazımda, Kuzey Kürdlerinin, anılan süreçte, hem örgütsel hem de siyasal özne olma yolunda nasıl ilerlediğini ve bu sürecin günümüzdeki talihsiz akıbete nasıl uğradığını/uğratıldığını anlatmaya çalışacağım.
*****
Kuzey Kürdistan’da, 20. Yüzyıl’ın ilk yarısındaki Kürd ayaklanmalarının yenilgiye uğratılmasıyla oluşan kopukluktan sonra, 1959 Yılında, “49’lar” ile yeniden beliren Kürt ulusal hareketi, 1965’te, illegal olarak kurulan Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi’ne (TKDP) kavuştu. Ancak TKDP, o günün özellikle Kürdler açısından ağır siyasal koşulları içinde,darlığı ve dolayısıyla etkisizliği aşıp belirgin bir siyasalözneye dönüşemedi. O dönemin baskıcı, zor koşullarında, TKDP’liler ve diğer Kürd aydınları, solcuları, Kürd ulusal sorununun çözümünü, Türkiye’de sosyalizmin kuruluşundan sonrasına havale eden Türkiye işçi Partisi’ne (TİP) katılarak,bir nevi oraya sığınarak, mücadelelerini sürdürmeye çalıştılar.
Gerek Dünya çapında etkisini gösteren 1968 Hareketi’nin hak ve özgürlükler dalgası ve gerekse de Türkiye ve Kürdistan’da aynı doğrultudaki gelişmeler, hem Türk Solu’nu geliştirip aynı zamanda ayrıştırırken, hem de Kürdlerin Türk Solu ileayrışıp kendi bağımsız örgütlerini ve siyasetlerini oluşturarak adım adım kendileri için özne olmaya başlamalarına yol açtı.
Ankara ve İstanbul Devrimci Doğu Kültür Ocaklarının (DDKO) analık ettiği bu süreç, hem örgütsel hem de siyasal olarak adım adım evrimleşerek gelişti. İlk başlarda, DDKO’luların ortak özelliği, Kürd ulusal siyasetini benimsemek, Kürd siyasetçisi olmaktan çok, Kürd kökenli/aidiyetli olmaktı. Zira DDKO’larda, Türk sol örgütlerinde siyaset yapan birçok Kürd vardı. Kürd ulusal kimliği güçlendiği ve dolayısıyla ulusal bilinç geliştiği oranda örgütsel ayrışma da hızlandı. Böylece, zaman içinde, Kürdlerin milletleşme ve devletleşme stratejisini esas alan Kürdi bilinç ve siyaset ile buna dayalı ayrı örgütlenmeler adım adım gelişti.
Türk Solu ve devrimci hareketi içinde, önceleri kendimizi kavramsal olarak “Türk” yerine “Türkiye” kavramıyla ifade etmek için mücadele ediyorduk. Kürd Ulusal varlığına ilişkin kavramsal değişim, süreç içinde, önce “Türkiye halkları”, sonrasında da “Türk ve Kürd Halkları” ve nihayetinde “Türk ve Kürd Ulusları” kavramı aşamasına vardırıldı.
1971’de gerçekleştirilen 12 Mart Askeri Darbesi’yle bir müddet akamete uğratılmaya çalışılan bu süreç, cezaevlerinde, Türk Mahkemelerindeki siyasi savunmalarla ve dışarda daha bir gelişip olgunlaştı; Darbe boyunca ve sonrasında da devam etti. 1970’li yıllar ilerledikçe nihayetinde Dr. Şıvan gelenekli KİP/DDKD, Rızgari, Özgürlük Yolu/TKSP, TKDP/KUK, KAWA Hareketi ve Tekoşin’den oluşan çok renkli ve çok sesli bir Kürd ulusal hareketi oluştu. Federal çözümü savunan TKSP hariç, bu hareketlerin tümü, siyasal olarak “Bağımsız-Birleşik Kürdistan”ı savunuyorlardı. Kürt ulusal hareketi, neredeyse günümüzdeki kadar kitlesel ve etkindi. Anılan dönemde, TKSP’li adaylarca kazanılan Diyarbakır (Bu seçimde en çok oyu alan 2. sırada ise DDKD adayı vardı) ve Ağrı belediye başkanlıkları, DDKD’nin Senato seçimleri için Diyarbakır ve Siirt’te gösterdiği bağımsız adaylarla aldığı % 14 civarındaki oy miktarları hatırlanmalıdır.
O dönemler ve kısmen hala da, Kuzey Kürdistan’da, Kürd ulusal hareketinin kendisi için siyasal ve örgütsel özne olmasının karşısında sadece Türk Egemenlik Sistemi (TES) ile Türk Solu ve devrimcileri yoktu: Sosyalizmi ve Kapitalizmi ile İki sistem de vardı. Kapitalist Sistemin NATO’su,Türkiye’nin stratejik bir müttefiki olarak benzer bir duruşu ile hala duruyor.
Şimdilerde, varlığı artık son bulan ve o dönemde, sözde ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını savunan Sosyalist Sistem’e gelince… 1970’li yıllarda, gerek uluslar arası sol dalganın etkisi ve gerekse de Türk Egemenlik Sistemi’nin bilinçli manipülasyonları ile Kürd ulusal hareketi olarak neredeyse tümüyle “solcu” olmuştuk. Buna karşın, önemli bir kesimimizin adeta taptığı “Sosyalist Sistem” de, Kürdlerin, siyasal ve örgütsel olarak kendileri için özne olmalarını çok kararlı bir bağnazlıkla reddediyordu.
Zira Sosyalist Sistem de siyasetini, Dünyamızda var olan milletler gerçeğine göre değil; Dünyanın kurulu düzeninedayalı devletler sistemine göre oluşturulan “her devlete bir komünist partisi” gibi uyduruk bir stratejik siyaset denklemiüzerinden yürütüyordu. Bunun içindir ki, ayrı/bağımsız örgütlenen Kürd örgütlerini, özellikle Komünist oldukları iddiasında bulunanlarla ilişkilenmeyi stratejik olarak reddediyorlar ve her devletteki komünist partisini kast ederek“Gidin onlara katılın!” diyorlardı.
Yukarıda anlatılan tüm bu süreç boyunca, henüz ortada olmayan günümüzün hegemonik hareketi PKK, ortaya çıkışında, Kürd ulusal hareketinin yarattığı bu örgütsel siyasal özneler kervanına katılmak yerine, onları “Reformist, işbirlikçi, hain” olarak niteledi ve buna uygun olarak siyasal cinayetlerle onları korkutup dağıtmayı, ortadan kaldırmayı önüne koydu.
Kör bir siyasal şiddet eşliğinde “Bağımsız, birleşik, sosyalist Kürdistan” şiarı dışında, Kürdler için, bırakalım otonomi, federasyon gibi diğer siyasal statüleri, her alandaki ve türdeki legal çalışmayı, hatta yasal zorunluluklar gereği üye olunan sendikalar ile mesleki örgütlerde Türklerle birlikte olmayı/örgütlenmeyi bile “ihanet” sayarak, sahiplerini siyasal cinayetlerle ortadan yok etmeyi denedi.
PKK, anılan anlayış ve tutumlarıyla, Kürd toplumuna ağır bedeller ödeterek Kürt siyasetinde güçlenip hegemonik hale geldiği oranda, Kürdlerin ulusal dinamiklerinin kendileri için örgütsel ve siyasal özne olma süreç ve olgularını tam tersine çevirdi: Anlatıla gelindiği gibi, Kürt ulusal dinamikleriyle adeta gıdım gıdım geliştirilip kazanılan Kürd toplumunun kendisi için örgütsel ve siyasal özne olma gerekçeleri, mevzileri, tek tek önce çarpıtıldı, sonra da inkar ve yok edildi.
Ulusal demokratik bir hareketin başlıca amaç ve ilkeleri olması gereken milletleşme ve devletleşme hedeflerinden ve bunlara ilişkin siyasal görüş ve örgütsel (ayrı) adımlardan vazgeçildi. Siyasal olarak milletleşme ve devletleşmeye, hem de teorize edilerek, adeta küfür edildiği biliniyor. Örgütsel olarak da HDP ve önceli partilerde olduğu gibi, yine Türklerle birlikte örgütlenmeye ve haliyle onlar tarafından yönetilmeye dönüldü.
Açıktır ki, nasıl gerekçelendirilirse gerekçelendirilsin; bu, hem siyasal hem de örgütsel bir tasfiye , ulusal olarak da Türkiyelileşme ve dolayısıyla Türkleşme yolunda yürüyen birsiyasal ve kültürel entegrasyon projesidir.
Bu durum, Kürd ulusal hareketi açısından büyük bir felakettir. Bu felaketin en “felaket” yanı ise, son iki seçimde de ortaya çıktığı gibi, bu politikanın sahiplerinin (PKK/HDP’nin),politize olmuş Kürdlerin çoğunluğu tarafından, zaman zaman 5-6 milyona varan sayıdaki oyla, üstelik belli bir ısrarla,desteklenmesidir.
Yaklaşık 25-30 yıldır süren bu olguya karşı, somut bazı gerçekliklere dayanmasına rağmen, sürdürdüğümüz “Devlet Projesi, işbirlikçi, ajan” söylemli paradigmanın etkisizliğini göz önünde bulundurarak, bunun yerine, anılan halk desteğinin hangi uluslar arası, bölgesel güçlere, planlara, ulusal olarak ne tür ekonomik ve sosyal olgulara, algısal yanılgılara dayandığının temel nedenlerine yönelmemiz, onları saptamamız ve buna göre yeni bir siyasal anlayış, yol ve yöntem bulmamız gerekmez mi?
Gelecekteki yazılarımda bu konularla ilgili düşüncelerimi dile getirmeye devam edeceğim.
4 Mayıs 2019
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.