KÜRDİSTAN GEZİSİ VE 7. DİYARBAKIR KİTAP FUARINDAN İZLENİMLERİM -1
Dört haftaya yakın süren Kuzey ve Güney Kürdistan’da geçirdiğim günler ve 7. Diyarbakır Kitap Fuarı ile ilgili izlenimlerimi dostlarımla paylaşmayı planlarken, Batı Kürdistan’a Türk ordusunun işgal etmek için saldırıları başlayınca ara vermek zorunda kalmıştım. İlk Bölümünü sayfamda yayınlıyorum.
11 Eylül sabahı Stockholm’den İstanbul yeni hava limanına varınca, iç hatlar bölümüne geçip önceden kararlaştırdığımız gibi İsviçre’den gelen arkadaşım Mehmet Tevfik Demir’le buluştuk. Biraz hoşbeşten sonra Diyarbakır uçağının kalkacağı kapıya gittiğimizde, Norveç’te kalan ve 1976’dan beri kadim arkadaşımız olan Hüseyin Kişniş’le karşılaşınca sevinip bir kafeterya’da oturup uçağa biniş çağrısına kadar sohbet ettik. Hüseyin de bizimle birlikte aynı uçakla Diyarbakır’a gidiyordu ve birlikte iki yıl önce kaybettiğimiz YUSUF ANDİÇ’in oğlu ARVİN’in düğününe katılacaktık. Kitap okuma alışkanlığını terk etmeyen sayılı arkadaşlardan biri olan Hüseyin’in elindeki Norveççe yazılı kitabı sorunca bize; Norveçli bir gezginin elli yıl önce Kürdistan’a yaptığı gezi izlenimlerini anlattığını, ayrıca Kürtlerin ona nasıl misafiperverlikle yaklaştığını, gideceği zaman ise ilginç bazı açıklamalarını anlattığında gülüşmüştük.
Diyarbakır’a akşam 22.00`ye doğru uçağımız inince valizlerimizi alıp dışarı çıktığımızda, bizden bir saat önce Ankara’dan gelen Yusuf Ziya Topal ve birkaç arkadaş bizleri bekliyorlardı. Bir arkadaşın arabasına binip kalacağımız Diyarbakır Öğretmen Evi’ne gittik. Arvin’in düğünü de Öğretmen Evi’nin bahçesinde olacaktı. Misafirhanenin kafeteryasında bizden önce gelen arkadaşlarla oturup hasret giderdik.
Sabahı ise topluca Çermik’e gidip Yusuf Andiç’in mezarını ziyaret etmeyi kararlaştırmıştık. İki araba ile biz on arkadaş Çermik’e gelip Yusuf Andiç’in akrabasının marangoz dükkanının önünde durduk ve onu da alacaktık. Dükkanında 42 yıldır görmediğim eski bir arkadaşım Mehmet’le karşılaşmam benim için sürpriz oldu. Mehmet ve Şehmus 1975 -1977 yılları arası Ali Karabaş’la birlikte Çermik’te ilk grubumuzu oluşturan arkadaşlardı. 1977 yılında Mehmet ve Şehmus’un bizim gruptan ayrıldığını duymuş, Çermik’e geldiğimde görüşmek için haber göndermeme rağmen görüşememiştim. Mehmet’e Şehmus’u sorunca bana; Şehmus ilk dağa çıkan grupların birindeydi ve 1985’te Çermik’in Nişinik Dağı’nın Kere mıntıkasındaki mağaralarda askerlerle çarpışarak yaşamını yitirdiğini söylediğinde hüzünlendim. Mehmet ve birlikte gelen diğer hemşerim de bizlere katılarak Yusuf Andiç’in mezarının bulunduğu DEREZERE mezrasına gittik. Mezarın başında bizimle birlikte gelen İbrahim Güçlü duygulu bir konuşma yaptı. Beraberimizde getirdiğimiz ve Yusuf’un çok sevdiği Çermik ŞİRE üzümü ile Diyarbakır Karpuzunu kesip Yusuf’un payını mezarının başına bırakıp kalanları da topluca yedik. Yusuf ve oğlu Jehad’ın mezarının 100 metre ilerisinde, uzun bir sıra halindeki onlarca İNCİR ağacından incir toplayarak yedik. Çermik’in meşhur armudu olan Paşa armudu ağacından da armutlar koparıp Diyarbakır’a döndük.
Diyarbakır ve çevresinde oturan eski arkadaşlarımız genelde Yenişehir’de bir parkta oturmaktaydılar, bizler de oraya gidip oturduk. Bazı arkadaşların düğüne çağrılmadığını duyunca ben ve Yusuf Ziya; biz davet ediyoruz, belki başları kalabalık ondan, deyip gelmelerini istedik. Akşam Yusuf’un eşi Zehra ve Yusuf’un kız kardeşlerini görmek için ben, Yusuf Ziya, Sultan ve Ayşe, Yusuf’un Dijle Kenteki oturmaya ömrü yetmediği yeni evine gitmeden önce parktaki arkadaşlarla, Dijle Kentteki bir diğer parkta buluşalım, diyerek Zehra’yı görmeye gittik. Kararlaştırdığımız gibi parka gelip oturduk, birçok arkadaş ve yıllarca görmediğim Varto’dan Ömer Özmen de gelmişti, yanyana oturup uzun uzun konuştuk. Ben özellikle 12 Eylül döneminde Elazığ’daki yargılamaları sormuş, mahkeme tavırlarını öğrenmek istemiştim. Ömer de duruşmalarda ne sözlü ne de yazılı bir savunmaya şahit olmadığını aktardı. Bingöl’den de bir arkadaş gelmiş ve bize Dirik/Mörmör (Böğürtlen) getirince bol bol yedik.
Düğün günü yine uzun bir süre Yenişehir’deki parkta arkadaşlarla oturup sohbet ettik. Akşama doğru elbiselerimizi değiştirip düğün yerinde bizlere ayrılan üç büyük yuvarlak masaya yerleştik. Üç masa biz eski grubumuzdan olanlara ayrılmıştı. Bizim dışımızdaki bazı dostlar espri yaparak; yeniden Ala Rızgari’yi mi kuruyorsunuz, diye takılmışlardı. Düğün iyi organize edilmiş, programı zengindi. Nikah şahitliğini de ben ve Yusuf Ziya yapıp genç çiftleri tebrik ettik.
Halkın oylarıyla seçilen belediye başkanlarının görevden alınıp kayyumların atanması gerginliği Diyarbakır’da sürmesine rağmen Diyarbakır sakin gözüküyordu, ayrıca oturma eylemi ve basın açıklamasına da şahit oldum. Ayrıca kaldığımız Öğretmen Evinde birçok yaşlı kadınların kaldığını fark etmiştik. Konuşmalarından Erzurumlu olduklarını anlayan bir bayan arkadaş onlarla görüştü ve; ne için burda olduklarını sorduğunda; devlet bizi getirdi ki HDP’nin önünde oturup çocuklarımızın dağdan geri gelmesini isteyelim. Arkadaş onlarla Kürtçe konuştuğunda Kürtçe bilmedikleri gibi dağda da çocukları yoktu, devletin onları getirip kamuoyuna; çocuklarını isteyen analar propagandasını yapıp kayyum olayını gözardı ettirmekti. HDP önünde ilk oturan anaların çocukları dağa gitmişti ve bir ana olarak çocuklarını geri isteme hakları vardır. Bu anaların haklı ve insani eylemini devlet kullanıp istismar edince, Erzurum’dan kendi örgütlediği aileleri getirtmişti. İlk oturma eylemini başlatan Kürt anaları ise bir süre sonra devletin bu oyununu anlayınca, parti binası önünü terk ettiklerini duyduk.
Birkaç gün önce Cizreli kadim arkadaşımız Adnan’ın hastalanıp hastaneye kaldırıldığından düğüne gelemediğini duymuştuk. Ben, Yusuf Ziya ve Sultan Cizre’ye gidip soralım kararını verdik, benim için ise 1981’de kaybettiğimiz değerli arkadaşımız BAKİ DANIŞMAN’ın mezarını ziyaret etmem için iyi bir fırsattı. Öğleden önce Diyarbakır’dan çıkıp Mardin’e yol aldık. Mardin yoluna en son 1976’da Mardin’deki miting için gitmiştim. Diyarbakır yoluna doğru Mardin çok büyümesine rağmen, tarihi Mardin ve taş evleri yerinde duruyordu. İpek yoluna girdiğimizde Suriye sınırına paralel gidiyorduk. Sınıra yüksek beton bariyerlerle duvar örülmüş, dikenli tellerle kapalı mayın tarlaları görünüyordu. Nusaybin’den geçerken duvarın diğer tarafında Kamışlo tüm güzelliği ile gözüküyordu.
Cizre’ye girip Adnan’ın evini bulup misafiri olduk. Adnan’la 38 yıldan sonra 2017’de kaybettiğimiz Yusuf’ın mezarı başında karşılaşıp kısaca konuşmuştuk. Evinde oturup uzun uzun sohbet ettik, rahatsızlığı ise iyileşmeye doğru gidiyordu. Güzel Cizre yemeklerini yedikten sonra Adnan’dan beni birisinin Baki’nin mezarına götürmesini istedim. Akrabalarından birine telefon edip dışarı çıkarken Adnan’a teşekkür ederek ayrılıp mezarlığa geldik. Baki’nin mezar taşına tutunarak gözlerimin önüne 1977-78 ve 79’lu yıllar bir filim şeridi gibi geldi. Baki, grubumuz içinde çalışkanlığı, fedakarlığı, asil duruşu, insiyatif ve yönetebilme yeteneği ile örnek bir arkadaştı. 1982 başlarında vefatını cezaevinde duyduğumda kafamı kaç kez ranza direğine vurmuştum. Baki onlarca arkadaşın Bayındırlık Bakanlığı’nda işe girmesini sağlayıp ekonomik sorunlarımızı da rahatlatmıştı. Baki’yi anlatmaya satırların yetmeyeceğini bildiğimden hemen yanındaki geçen yıl kaybettiğimiz kardeşi Fatih’in mezarını da ziyaret edip iki yüz metre ilerdeki MEM Û ZİN’in türbesine gidip ’’HACI’’ olduk. Memo ve Zin yan yana yatmaktaydılar, arka tarafta ise Beko yatmaktaydı. Mem û Zîn’in mezarlarına bakarken nice Memler ve Zinlerin aşklarını, bu aşkların arasına kara çalı gibi giren nice Bekoları düşündüm. Türbeden dışarı çıktığımızda hava kesin 40 derecenin üzerindeydi. Diyarbakır’a doğru yol almaya başladık.
İkinci bölüm Dersim gezimiz
FOTOĞRAFLAR