KURDİSTAN GEZİSİ VE 7. DİYARBAKIR KİTAP FUARINDAN İZLENİMLERİM-2 DERSİM GEZİSİ
Diyarbakır’a döndükten sonra ertesi günü ben ve Yusuf Ziya öğleden önce Diyarbakır’dan çıkıp Dersim’e doğru arabayla gitmeye başladık. Tevfik ve diğer arkadaşlar bizden bir gün önce Dersim’e gidip geceyi Dersim merkezi Mameki’de geçirmişlerdi. Diyarbakır’dan çıktıktan sonra sırasıyla Ergani, Maden ve Hazar Gölünü geçip Elazığ’a doğru, bir zamanlar Ermenilerin yerleşik olduğu geniş ve verimli ovadan geçtik. Elazığ’a girmeden Bingöl, Dersim yol ayrımına girerken bu bölgeleri ilk kez görüyordum. Keban Baraj Gölü üzerindeki Gülüşkür köprüsünü geçip Palu ve Karakoçan yol ayırımına geldiğimizde, 1925’te Şeyh Sait’in önderlik ettiği Kürt direnişinde şiddetli çatışmaların olduğu bir bölgeden geçtiğimizi hatırladık. Tevfik’lerle buluşma yerimiz olan Seyitli Köprüsü’ne doğru yol alırken Peri nehrine paralel gidiyorduk. Peri’nin güneyi Palu, Karakoçan ve daha yukarda Kığı dağları, kuzeyi ise Dersim toprakları. Karşıdaki Mazgirt’e bağlı köylerden tanıdık dostlarımızı hatırladık. Peri nehri suyunun bu kadar güzel göründüğünü, uzun ve fazla suyla aktığını bilmiyordum.
Seyitli Köprüsü çıkışındaki kontrol noktasından geçip birkaç yüz metre ilerideki kahve ve dükkânların önünde durduk. Seyitli Köprüsü’nün biraz ilerisinde Çarsancak ilçesi gözüküyordu. Çarsancak’ta 1915’li yıllarda bölgede yaşayan Ermenilere karşı büyük bir katliam olmuştu. Kısa bir süre sonra da Dersim tarafından diğer arkadaşlar geldiler. İki araba ile Dersim yolundan bir kaç yüz metre sonra ayrılan köy yoluna girdik. Düz ve ovalı yerler bitmiş, tepeler ve biraz ilerde ağaçlarla kaplı Dersim dağları gözükmekteydi. Yusuf Ziya’nın köyü Huluman’a doğru giderken tepeli ve vadili yerlerden geçerken bir vadi yamacında saray gibi bir yapı gördük, bu yapı İmralı’ya, Apo’nun avukatlarını atlatıp giden Tunceli Üniversitesi dekanlarından biri olan Ali Kemal Özcan’a aitmiş. Biraz daha ilerde ise Huluman’a bağlı Haysiv mezrasında dostlarımız Budak kardeşlerin evleri vardı. Huluman köyüne gidip Ziya’nın amcasının evinin önünde park edip bahçe kapısından içeri girdiğimizde Yusuf Ziya’nın kuzenleri bizi sıcak karşıladılar. Ev sakinleri bizlere fırında et tavası yapmışlardı, Dersim’in ayranı ve yufka ekmeği ile yedik. Hava tertemiz ve köy çok sakindi, kendimi rahatlamış hissettim. Yemekten sonra çaylarımızı içip köyü dolaşmaya başladık. Yürürken etrafı çevrili bir fidan görünce Yusuf Ziya’nın kuzeni; 1980’li yıllarda işkencede öldürülen bu köylü Adil Can’ın adına arkadaşları gelip bir çınar ağacı dikmişlerdi, köylüler ağaca iyi bakıp tutmasını sağlamış ve büyümeye başlamıştı.
Köyü dolaşıp bahçeye geldiğimizde bizleri görmeye gelen tanıdık bir sima ile karşılaştım, gelen Dersimli Musa’ydı. 1970’li yıllarda Ankara’daki Kürt öğrencilerinin çoğunun gittiği Yenişehir kahvesinde birlikte çok oturmuş, ayrıca Yol-İş’e bağlı DLH-İş Sendikası’nda birlikte muhalefet kanadında çalışmıştık. Musa da bu köylü, hem Yusuf Ziya’nın akrabası hem de kuzeni ile evliydi. 40 Yıl sonra Musa ile Dersim’in bir köyünde karşılaşmak benim için sürpriz oldu. Musa bizleri akşam yemeğe davet ederek Dersim’e özgü bir yemek olan ZILFET’i ikram edeceğini de ekledi.
İkinci gün kaplıcalara gitmeye karar verdik. Peri nehrinin iki yanında kaplıcalar olduğunu, kaplıcalardan biri BAĞİN kaplıcası Dersim tarafında, diğeri ise GOLAN kaplıcası Peri nehrinin karşı tarafında Karakoçan bölgesi içindeydi. Golan’a gitmek için tekrar Seyitli Köprüsü’nü geçip karşı tarafa gitmemiz zamanımızı fazla alacağından Huluman köyünün yakınlarındaki Bağin kaplıcasına gittik. Bağin kaplıcası Peri nehrinin kıyısında, ön tarafı sarp ve yüksek kayalar kaplıcanın kimyasal maddeler karışımı suyundan ve gazından rengi sarıya dönmüş heybetli bir görünümü vardı. Karşısında da çay bahçesi ve restoran vardı. Kaplıcaya girmeden önce kapalı kısmına gidince, nitrik asit kokusundan ve saldığı gazdan nefes alırken zorlandığımı hissettim. Sağ olsun Necip’te üç adet mayo olunca, mayo satın almayıp sadece havlu satın alıp önce kapalıya gittik. Bir metre derinliğindeki havuzuna batmak mümkün değil havadaki gazlar nefes almayı zorlaştırıyordu. Dışarı çıkıp açık havadaki havuza Necip ve Tevfik’le girip yüzdük, nitrik asitin ve gazın etkisi açık havada tesir etmiyordu. Bir yandan yüzerken bir yandan da yüksek kayalıkların tepesine bakıyor, belki Dersim’in dağ keçilerini görürüz diye fakat tam tepede Kalekol gözükmekteydi.
Kaplıcadan çıkınca tekrar Huluman’a döndük. Huluman’dan biraz aşağıda Goman köyünde kalan Yusuf Ziya’nın bir akrabası bizleri çay içmeye davet edince o köye gittik. Çay içerken Peri nehrine doğru alçalıp uzanan güzel bir manzara, karşıda Karakoçan’daki sıradağ gözüküyordu. Biraz daha aşağıda Mazlum Doğan’ın mezarının bulunduğu köy vardı. Mazlum’u 5 Nolu Cezaevi’nden tanıyordum, 12 Eylül Darbesi öncesi koridor ve havalandırma kapıları hep açık olduğundan görüşürdük. Zamanımız dardı yoksa mezarını ziyaret edip bir çiçek bırakmak isterdim. Tekrar Huluman’a dönüp biraz dinlendik. Dersim’e özgü ZILFET yemeğini yemek için Musa’lara yürüyerek gidip evinin ön tarafındaki masalarda oturduk. Şimdiye kadar hiç tatmadığım, işitmediğim Zılfet yemeğini tatmış oldum. Musa ve hanımı bizleri ağırlamada hiç kusur etmediler.
Üçüncü günümüzde Dersim merkezi olan ve gerçek ismi Mameki’ye ve Munzur gözelerine gitmeyi kararlaştırdık. Dersim merkezine giderken ormanlık alanlarda bazı yanmış siyah yerler gördük, havadan bombalanan yerlerdi. Ne kadar orman yaksalar da Meşe ağacı o kadar da hızlı gelişiyor tüm Dersim dağlarını kaplamıştı. Yolda giderken Kalekolları da görüyorduk, Kalekollar birbirlerini görecek şekilde tepelere kurulmuştu. Dersim merkezi Mameki’ye girip bazı işlerimizi halettik ve Munzur gözelerine doğru yolumuzu çevirdik. Ovacık yoluna sapınca Munzur nehrinin kıyısında gidiyorduk. Yol bozuk bir asfaltla kaplıydı ve sağ tarafımızda ise daha da yükselen Dersim dağları vardı. Bir vadiden geçerken vadinin tepesinden 1937-38 direnişinde Türk askerlerinin yakaladıkları köylüleri öldürüp o tepeden Munzur nehrine atıldıklarını duyunca hüzünlenerek geçtik. Biraz daha ilerde ise şimdi bir çay bahçesinin olduğu yer olan HALVORİ’den geçiyorduk. Halvori mıntıkasının tarihsel önemi; 1937’de Seyyit Rıza Dersim aşiret liderleri ile burada toplantı yapıp direnme kararı alıyorlar. Dağlık ve derin vadili alanı geçince önümüze epey uzun ve geniş Ovacık ovası geldi. Ovacık’tan 10 km sonra arabalarımızı park edip yaya olarak gözelere doğru yürümeye başladık. Yolda onlarca çeşme vardı ve suyu buz gibi bir seferde içmek mümkün değildi. Gözeler alanı ağaçlarla kaplı ve yüzlerce kişinin piknik yaptığı yerdi. Pikniğe gelenler çöplerini sağa sola atmayıp çöp kutularına atınca temiz gözükmesi dikkatimi çekti. Munzur dağının eteklerinden su fışkıran onlarca gözelere ilgi ile baktım. Biraz ileride Munzur Baba’nın ziyaret yeri vardı, satıcıdan balmumu alıp ziyaret taşlarından birine dikip yaktım. Biraz ilerde yörenin el işlerini satan hediyelik dükkânlara bakıp Pelloğ (gözleme) yapan restoranlardan birinde oturup değişik gözlemeler ısmarlayıp soğuk ayranla birlikte yedik.
Necip ve eşi dönmek isteyince Ayşe de onlarla beraber gidince ben, Tevfik, Ziya ve bizi yalnız bırakmayan kuzeni Haluk Mameki’ye geldik.
Munzur nehri Dersim merkezini tam ortasından kavisler çizerek akışı güzel bir görüntü vermekteydi. Seyit Rıza’nın heykelinin bulunduğu yeri de gidip gördük. Mameki merkezinde biraz dolaşıp yeniden köye dönerken düşünmeye başladım. Dersim Kürdistan bölgesinde en politize olan, aydını ve okumuşu çok olan bir yerdi. 1938’e kadar devletin baskılarına boyun eğmemiş ve toplu katliam ve sürgünlere uğramıştı. 1970’lerin başından itibaren yine Dersim, direnişçi geleneğini sürdürmüş bu kez Türk solu özellikle İbrahim Kaypakkaya etkili çalışmalar yapınca belirli bir taban edinmişti. Dersim’in sarp dağlarında günümüze kadar her zaman Kürt devrimcileri ne adına olursa olsun dağlarda olmuşlardı. 1980’lerin başından itibaren gerek işkencelerde gerekse cezaevleri direnişlerinde Dersimlilerin özel bir yeri vardı. Hemen her köyde ve ilçede gençlerini kaybettikleri anlatılmaktaydı. Mazgirt etrafı bu dirençli insanların mezarlarıyla doluydu. Goman köyünde benimde yakından tanıdığım MAZLUM DOĞAN ve kardeşi DELİL DOĞAN yatmaktaydı. Huluman’a yakın köylerden birinde CAFER CANGÖZ’ün mezarı vardı. Cafer 12 Eylül’de Diyarbakır işkencehanelerinde ser verip sır vermeyen bir devrimciydi, işkenceciler bile direnişine saygı duymaya başlamışlardı. Tahliye olduktan sonra Dersim kırsalında Cafer arkadaşlarıyla toplanırken devlet güçleri 18 kişiyi tam bir katliam yaparak katletmişti. Biraz yukarı tarafta ise 12 Mart döneminde Mahir Çayan’la birlikte bir evde asker ve polislerle çatışırken vurulan Hüseyin Cevahir’in mezarı vardı. Hulumanlı olan ADİL CAN 12 Eylül işkencehanelerinde ser verip sır vermeyen bir devrimciydi. Biraz daha ilerde Kemal Burkay’ın köyü bulunmaktaydı. Bu düşüncelerle Huluman’a geri geldik. Dersim köylerinden ayrılıp gidenler geri dönüp birer ev yaptırmışlar ve yaz aylarını Dersim köylerinde geçirmeye başlamışlar, ayrıca köylerine kesin dönüş yapanlar da çoğalmaktaydı.
Dersim’de kaldığımız 5. gün Pertek tarafına gidip 1970’li yıllardan tanıdık Mehmet Kurt’un köyüne gidip durumunu öğrenmek istedik. Mehmet Kurt, 1970’li yıllarda Mehmet Tevfik Demir’le birlikte Kimya Sanat Lisesinde okuyordu. Tevfik ve Seyithan Öksüz Mehmet Kurt’la birlikte okulun yanı başındaki Gazi Mahallesinde oturduğumuz kahveye gelirler oturup konuşurduk. Biz ona Kürt sorununu anlatıp ikna etmeye çalışırdık fakat Kaypakkaya’nın etkisi onda çoktu. Tevfik’le birlikte o dönem Ankara’nın en tehlikeli antifaşist mücadelenin olduğu Beşevler semtinde kahramanca okullarını faşistlere karşı korumaktaydılar. Dersim’e gelişimizi fırsat bilip Tevfik’in de istemiyle köylerini aramaya başladık. Pertek’i geçince Pertek’le Hozat’ı birbirine bağlayan köprü olan ve açılışını 1937’de Mustafa Kemal’in yaptığı Singeç Köprüsü’nden geçtik. Bu köprü etrafında da 1937-38 yıllarında çok kanlı çatışmalar olmuştu. Köyü bulunca evlerini sorup gittik, anası klasik Kürt elbiseleri ve kafasındaki Dersim’e özgü kofisi ile bizi karşıladı. Sanırım Dersim’e özgü bu milli kıyafetleri son nesil analar giymekteydi. Anası oğlunun Almanya’da yaşadığını söyleyince sevinmiştik. Biraz anasıyla sohbet edip geri Pertek’e ve feribot iskelesine geldik. Keban Baraj Gölü’nü feribotla geçip Elazığ sınırlarına girip Diyarbakır’a doğru sürmeye başladık. Tevfik ertesi gün Ankara’ya, ben ve Ziya ise Güney Kürdistan’a gidecektik.
Güney Kürdistan gezimiz 3